Hayal edileni gerçeklikten, aradığını bulduğundan daha çok sevenlerle tanışınca kokuların yardımıyla sezen hayvanlar gibi ürperiyorum. Yaşadığı ânı diri tutabilmek için geçmişin acılarına, mutluluklarına sarılan insanları öyle kolay hissedemezsiniz. Kendilerini sıradan heyecanların ardına gizlemeyi iyi bilirler. Meraklı, neşeli, coşkulu görünmek için rol yapmaya ihtiyaçları yoktur, gündelik endişelerin dalgınlığında etrafa pek aldırış etmezler çünkü. O ‘huzursuzlara’ çok sokulmak da fayda etmez. Avuçlardan kayıp giden balıklar misali kaygandırlar biraz.
Ne kadar açık olurlarsa olsunlar iç dünyaları her daim kapalı olmaya mahkûm insanlardan söz ediyorum. Kendi acılarının neden olduğu hüzün perdesi yüzünden hayatı buğulu camların arkasından izleyenlerden... Zamanın sınırlarını aşarak öylesine sakin ve yabani bir kucaklayışla severler ki, bir süre sonra onları kabuklu dünyadan ayıranın da birleştirenin de aynı kaygılar olduğunu şaşırarak fark edersiniz. Sevmek onlar için daha ziyade sevilenin yokluğu, acılaşmış bir keder ve en çok da özlemdir. Çok mutlu olduklarına karar verdikleri o anda, bir daha hiç öyle mutlu olamayacaklarına inanırlarsa ‘lanetlenmiş’ hissedebilirler. Çoğu insan için büyük bir yıkım olabilir bu his, ama onlar büyülü bir âna sahip olduklarını düşünüp sevinirler. Aslında bu tekinsiz hal aynı zamanda büyük bir cezadır. Son âna dek ruhlarının kuytusunda taşıyacakları biriyle tanışmış olduklarına inanan bütün ‘sarhoşlar,’ talihin en güzel hediyesi olarak kabul ettikleri bu mucizevî karşılaşma yüzünden hep aynı hayalin çevresinde dolaşmak ister. Biliyorum, bu türden genellemelerin hâkim olduğu tesbitler okuyanın gerçeklik duygusunu biraz zedeliyor ama biliyoruz ki onlar sadece roman kahramanları değil. Yaşıyorlar ve bütün canlılıklarıyla, kusurlarıyla, cazibeleriyle aramızda dolaşıyorlar.
Kadının içindeki erkek...
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta