HAYÂL PENCERESİ
Bulutlar kayıp giderken, onlara bir an gözlerinizle tutunup, gönlünüzle takılıp da sürüklendiğiniz oldu mu? Bulutların arasından sessizce süzülen kuşlar gibi kayıp gittiniz mi bir yerlere… Unuttuğunuz, yıllarca hiç düşünmediğiniz geçmiş günlerdeki bir anıya sisler arasından dalıverdiniz mi hiç?
Sâdi Bey, eski köşkün üst katındaki odasının penceresinden İstanbul’un ufuklarına bakarken düşünüyordu. Senelerce hep aynı yerde oturur, bulutları seyreder, yorgun yüreğinin sızılarını dinlerdi. Gözlerini kapatır, ağaçların hışırtıları, ağustos böceklerinin sesine karışır, yıllarca âşina olduğu hanımeli, çam ve ıhlamur ağaçlarının kokusunu içine çeker, eski hâtıralarının arasına gömülürdü.
Eski günlere öylesine dalardı ki, bir müddet sonra kendine geldiği zaman, bitkin, gözlerinde târifsiz başka bir pırıltıyla, uzun, yorucu ama mutlu bir yolculuktan dönmüş gibi olurdu. Hemen toparlanamaz, bir zaman gözleri dalardı. Dudağının kenarında bazen acı, bazen buruk, gülmekle ağlamak arası bir çizgi belirirdi. Her zaman yaptığı gibi, farkında olmadan gür kaşlarını çekiştirirdi. Sonra önündeki yuvarlak, küçük masayı, parmaklarıyla birkaç kere tempo tutar gibi tıkırdatırdı. Yerinden biraz zorlanarak doğrulur, kitap raflarına elini sürerek bir kitabı alır, sayfaların arasındaki solmuş bir fotoğrafa sevgiyle, acıyla bakar, tekrar yerine koyardı.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...