Ne güzel gidiyordu
O genç kızlık günleri
Söylerdik buluşunca
Mutluluk türküleri
Gençlik bakıpta gitti
Ömür penceresinden
Geçmeişe dönüyorum
,Sararan resimlerden
Her gelen bu dünyadan
Gidecek birer birer
Denizler pek dalgalı
Yolar kıvrımlı gider
Dağlara yaklaşırken
Bir gün akşam güneşi
Bir hikayeyi andım
Belki de yoktu eşi
Bitmeden mürekkebim
Bu hikayeyi yazsam
Kaderin oyununu
Yüreklere kazısam
İlahi bir fısıltı
Sürüklüyordu beni
Zamanın kolarında
Kaybetmiştim ben seni
Daha dün otururken
Annenin kucağında
Çok koştun tez yoruldun
Hayat bataklığında
Güneşin renklerini
İçerken günle gece
Seni yazmak isterim
Şafakta hece hece
Yıllar alıp giderken
Ömrün yapraklarını
Örtmüştü son gölgeler
Kabrin topraklarını
Geç kızlık bir başkaydı
HATMİGÜLbaşka güzel
Kayboldu cennetimiz
Paramparça hayaller
'Hayallere muhtacız'
Demiştin bir gün bana
Ne de güzel olurdu
Geçirseydik hayata
Öylesine uçtun ki
Kondun çiçeksiz bağa
Ne sevgi var ne vefa
Yıkıldın bir kaç defa
Bahar yorgunluğuyla
Uzanmıştım koltuğa
Servi gibi boyunla
Odanın kapısında
Bağırdın pek sevimli
'tembel tembel uyuma,
Dağa gideceğiz' derken
Pek te yakındın cana
Bir pantolon giymiştin
Rengi yeni yağmış kar
Kimseye yakışmazdı
Sana olduğu kadar
Palandöken sırtlarında
Sessizce otururken
Sessizlik yakışmazdı
Sana bizler dururken
'Ne düşünüyorsun' dedim
'geleceğimi 'dedin
Şimdi her şey yolunda
Atide ne olacak
Zamanın kollarında
Hem o kadar güzeldin
Hem de bu kadar hisli
Güzelliğin ardında
Bütün sırların gizli
Havaiydin birazcık
Birazcıkta çocuksu
Hayallerin kül olup
Rüzgarlarda savruldu
O güzelim adını gülüm
Zalim güneş kavurdu
Menekşeydin hercai
Yaslandın karlı dağa
Kuruttu soğuk seni
Dirilmedin bir daha
Hele o gönül işi
Kurt olup yedi seni
Ne bir dost var kurtaran
Ne de sevdiğin kişi
Ah...Sana mı düşmüştü
O asalet düşkünü
Zavallı birisine
kaptırmıştın gönlünü
İnad ettin kadere
Biraz da hata ettin
Belki bu hataları
Zaman kapatır dedin
Hanım etmem dediler
Ayırdılar eşinden
Mevsimsiz açan gülü
Kopardılar kökünden
Tomurcuğunu alıp
Gitmişsin büyük kente
Umut olmayan yolun
Kalmışsın bir yerinde
Her şey alt üst olmuştu
Duygunun ötesinde
Bir deneyi atlatmak
Hayırlıydı belki de
Ama deneylerini
Çizgi dışı yaşadın
Karanlığı sevmezdin
Karanlıklarda kaldın
Yaşlı bir adam ile
Yaşamışsın bir müddet
Büyük şehir burası
Yutacak seni elbet
Yaşın çok küçücüktü
Yazgınsa büyük oldu
Ben görmedim ama
Dediler 'çiçek soldu'
Geceler senin olmuş
Sokaklar da seninmiş
Karanlığı sevmezdin gülüm
Karanlık yarin olmuş
Hasta ettiler seni
Uykusunda yürüyen
Geceleri uyanık
Gündüzün rüya gören
Hiç mi güç bulamadın
Kötüyle savaşacak
O çamur deryasında
Doğru yolu bulacak
Tek kişilik acıydı
Çektiklerinin adı
Senin girdiğin yolda gülüm
Yalnız ızdırap vardı
Poyraz biraz zalimce
Okşadı bu çiçeği
Bir melodi dillerde
Unutturmadı seni
Yolum kente düşerse
Bulacaktım inan ki
Çünkü ben biliyordum
Beklentini yaşamdan
Vazoya koyacakken gülüm
Attılar gülü camdan
Birden kanatlansaydın
O yokuşlara inat
Zaman içerisinde
Belki alırdın murat
Sen iyi niyetinin
Kurbanıydın bilirim
Öc almayı bilmezsin
Hınç duymazsın bilirim
Kalmıştı erdemlerin
Mazinin bir yerinde
Çelme taktılar sana gülüm
Düşürdüler bilirim
Cemiyet kırık dökük
Karıştı hayal gerçek
Bağ bozuk bağban bozuk
Ezdiler seni tek tek
Yıllar var ki ben seni
Görmedim arkadaşım
Hala gözümde temiz
Hala benim sırdaşım
Sütlü irmik tatlısı
Öğrenmiştim ya senden
Yaptığım her seferde
Andım seni yürekten
Bir bayram gecesinde
Öldü dediler sana
Yaşamı dar ettiler
Sana koca dünyada
Yanıldın ama nerde
Söyleseydin bir kere
Acının doruğunda
Olduğun günlerinde
Acıyla pişen insan
Kemale erer derler
sabırla bulur dermen
Sabretmeyi bilenler
Sana yükledi felek
Yüklerin ağırını
Sabır hiç uğramadı gülüm
Yoldaşın çile gayrı
Bu güzellikle acep
yasakmıydı yaşamak
Hayaller yarım kaldı
Mutluluk senden ırak
Korktuğun karanlıkta
Bir ışık yakabilsem
Şu zamansız eceli
Yanından kovabilsem
Gözyaşarımla seni
Çizebilsem mendile
Ağladılar inan ki gülüm
Yanlış yapanlar bile
Kalemler de ağladı
Seni yazmamak için
O güzelim adını
Taşa kazımamak için
Öldü deyip ağlasam
Acep alınır mısın
Sana çiçek getirsem
Uzanıp alır mısın
Zambak diksem kabrine
Beni hatırlar mısın
Ağlamasınlar diye
Kuşlara bildirmedik
Açmadan solan gülü
Koklamayı bilmedik
Yanlış olan sen değil
Yanlış olan bizlerdik
Affet bizi HATMİGÜL
Affet diyebilseydik
Kayıt Tarihi : 26.4.2006 01:18:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
HATMİGÜL Çok güzeldi. Çarşıya çıkmaya görsün, herkes onu görebilmek için işini gücünü bırakır dükkânlarının önüne dizilirdi. Bir kısmı da özellikle evli olanlar biraz daha edepli davranır o geçene kadar dükkanın önünde bir şeyler düzeltiyormuş gibi yapar onu geçene kadar çaktırmadan seyrederlerdi.. Gökteki ay bile “benden daha güzel biri olmamalı” diye kıskançlık krizine kapılıp ikiye ayrılabilirdi bir gün. Genç kızlık başka güzel hayaller başka güzeldi. Okulun bahçesinde otururlarken arkadaşlarına “ İstanbul’da büyük gazinoların birinin ast solisti olsam” diye başlardı hayallerini sıralamaya. Hele birde ona Harika Avcı’ya benzediğini söyleyen olursa, yüzündeki mutluluk belki yüz belki binle çarpılmış kadar çoğalırdı. Boyu posu, giydiklerini yakıştırması bambaşka bir âlemdi. Beyaz pantolon “ondan başkasına asla yakışmam” der gibi dururdu üzerinde. Hele mini etek, kimse giyinemezken o bütün güzelliği ve cesaretiyle çekinmeden giyinir, kartpostallarda ki sanatçılara benzerdi. “Onu hiç kıskanmadım, arkadaşım olduğu için başkalarının beni kıskandığını fark ediyordum.” derdi yakın bir arkadaşı.. Kızın ailesi zaman ve zemine göre biraz serbest yaşayan, modern yaşıyoruz diye işin cılkını çıkaran bir tutum sergiliyordu. Onun yaşında,lise çağlarında ki genç kızlar mini etek giymek bir yana giymeyi bile aklılarından geçiremezken, o mini eteğin alasını giyiniyor, yakıştığının farkında olarak ta yanında bulunanlara hava atarcasına üstten bakıyordu. Hatta mini giymeyen arkadaşlarının yüzüne karşı aşırı şımarıklığın verdiği bir eda ile kırılmalarını hiç düşünmeden “ailelerinin ne kadar yobaz “olduğunu söylüyordu.Aslında o bunları söyleyecek, kalp kıracak bir yapıda değildi ama onun etrafındakiler ve ailesi sanki onu birilerini aşağılaması için gaza getiriyorlardı. O ise bunun bilincinde olmadan söylüyordu bunları ve arkadaşlarının kırılacağını hiç hesap etmeden “kızlar ailelerinizi yola getirin” gibi yaşına ve konumuna uymayan cümleler sarf ediyordu. . Kendisi ait olduğu ilin uzak bir ilçesinde doğmuş büyümüş bir memur çocuğuydu. ama doğduğu yere göre büyütülmemişti. Allah’ın verdiği güzelliği o zamanlar serbest yaşamakla,aşırı serbest hareket etmeyi marifet sayan ailesi ziyan edecek gibiydi. Akrabalarının ikazlarına rağmen aile kızlarına aşırı bir serbestlik tanımışlardı ama iş yavaş çığırından çıkıyor gibiydi. Her şey çok güzel gidiyor görünüyordu. Bu güzeller güzelinin güzelliği dillere destan olmuştu. Onu bir gören görmeyene söylüyor, anlata anlata bitiremiyordu. Okulun en güzel kızıydı, öğretmenlerinden bile ona aşık olanlar olduğu söyleniyordu.Ama esas aşk deli çağlarını yaşayan liseli aşıklardı. Her bir delikanlı kızı diğerinden kıskanıyor, her biri kendince onu sahipleniyordu. Okul idaresinin çok sıkı olması bile delikanlıların ara sırada onun yüzünden yaptıkları kavgalarını önleyemiyordu. Bir sürü erkek çocuk onun için yanıp tutuşurken o, gitti okul dışından birine vuruldu. İlin belli başlı saygın ailelerinden birinin oğluydu. Üniversite öğrencisiydi oğlan. Biraz şımarık bir çocuktu.Kız şımarık oğlan şımarık nasıl olacak bu iş diye düşünmeden edemiyordu tanıyanlar. O zengin ama zalim ailenin oğluna aşık olana kadar hayat çok hafif, her şey çok kolay, her görüntü toz pembe görünüyordu gözlerine. Her şey yalnızca gülüp oynamaktan ibaretti. Bu günden sonrası yoktu, bu gün vardı sanki onlar için. Çocuğun ailesi zengindi ama kendilerinden başkasına hayat hakkı tanımayan bencil bir aileydi. Bencillikleri biraz da tanınan, yerli bir aile oluşlarındandı.. Çocuğun annesi her yerde herkese hiç çekinmeden bu oynak, bu şımarık kızı anlatıyordu. Sanki tanınan, zengin, iyi bir aile olmak, oğullarının bir memur kızına aşık olmasına engeldi. Onların oğlu asla tanınmamış bir ay boyunca memur maaşı bekleyen bir ailenin kızına aşık olamazdı. Asla onlara layık değildi bu kız. Hatta kızın hoppa oluşu falan değil, ailesinin maddi olarak onların ayarında olmayışı daha çok ilgilendiriyordu onları, onu asla oğlunun kız arkadaşı olarak görmesinin mümkün olmadığını söylüyordu. Ailesinin şımartmasından başka suçu olmayan güzeller güzeli genç kız bu arkadaşlığın külfetini çok ama çok acı bir şekilde ödeyecekti. Bir memlekete rezil oldular ve kısa süre sonra ayrıldılar. Aradan fazla bir zaman geçmemişti ki,ilde yeni çalkantılar oluştu. İnsanlar duyduklarına inanamıyorlardı.. Herkes duyduğu zaman şok geçiriyor, “hayır, inanmıyorum” cümleleri dökülüyordu ağızlardan. Evet inanılacak gibi değildi. İnansalar da, inanmasalar da olmuştu bir şeyler ve olaylar öyle çabuk gelişmişti ki, ağzım burnum diyene kadar her şey olup bitmişti bile. Meraklanmamak elde değil di tabii, herkes olayın sonucunu bekliyordu. İnsanları şoka sokan olay neydi! Ne oldu, nasıl oldu bilinmez güzeller güzeli kızımız dünyada başka bir erkek yokmuş, erkek kökü gelmiş gibi ayrıldığı çocuğun öğretmen olan abisi ile birden bire evlendi. Yıldırım nikâhı ile yapılan bu evliliğe kayınvalide başta olmak üzere tüm aile çok büyük bir tepki gösterdi. Adet ve törelere oldukça aykırı olan bu evlilik hiç kimsenin hoşuna gitmemişti. Kayınvalide “asla onu hanım etmem, on çocuk annesi de olsa onu oğlandan ayırırım, bu ailenin içinde yaşatmam” diyordu. Kayınvalidenin eşi- dostu, arkadaşları “ boş ver aldırma, oldu artık” diye onu teselliye çalışsalar da işe yarayacağa benzemiyordu bu destekler. Bir yıl içerisinde çok güzel bir kızının doğması bile onları yumuşatamamıştı. Hatta bir sabah kayınvalidenin oturduğu apartmanın karşısındaki apartmanda tuttukları eve baskın yapan kayınpeder, elinde silahla içeriye dalmış,”derhal piçini alıp gideceksin buralardan, ailemizi iki paralık ettin” diyerek gelinine silah çekmiş ve bir apartmana değil bir memlekete tekrar rezil olmuşlardı. Arada kızın arkadaşları evini görmeye misafir gidiyorlardı. Hatta bir gün arkadaşlarına sütlü irmik tatlısı yapmıştı ve tatlıyı çok beğenen arkadaşlarına tatlının tarifini yazıp vermişti. Aileye kendini sevdirme çalışmaları boşa gidiyor ve her geçen gün durum daha da kötü oluyordu. Aslında çok iyi bir ev hanımı ve iyi bir anne olmaya çalışıyordu ama nafile…Özellikle bir oğluyla çıkıp diğer oğluyla evlenmesi kayınvalideyi delirtmeye yetip artıyordu. Memlekette asla böyle bir rezalet olmamıştı, herkesin diline düşmüşler, “bir kardeş yetmedi, ikinci kardeş inşallah yeter “ diye alay konusu olmuşlardı. Aslında zaman her şeyin ilacıydı ama töreler asla bu olayı haklı göstermiyordu. Burada törenin de suçu yoktu, töre ikinci plana atılmış hatta yok sayılmış, hayat istenildiği gibi yaşanılmaya çalışılmıştı. İşin ilginç yanı herkesin bir sürü açığı olmasına rağmen yağmurlar yağmış, yarıklar kapanmış, herkes sütten çıkmış ak kaşık olarak kendi aykırılıklarını bir kenara bırakmış bu güzeller güzelinin yaptığı aykırılığı konuşur olmuşlardı. Kaynana dediğini yaptı, boşattı oğluyla gelinini o minik kıza hiç acımadan, iki yıl içinde bir yuva kuruldu ve yıkıldı. Yalvardı hatmigül “ben ettim siz etmeyin, şu minicik kıza yazık, o sizin torununuz” dedi ama kimseler onu dinlemedi.Kendi torunları olduğundan bile şüphe duyduklarını söylediler. Bu kadar iftira ve hakaret hayatı dayanılmaz yapmış, aykırı yaşamayı marifet sayan güzeller güzeli onu bu duruma getirenlerin kenara çekilmesi ile yapayalnız kalmıştı. Çok sevdiği kocası bile onu ailesinin pençeleri arasına bırakmış, onların yumruklarından çekip almaya gücü yetmemişti. Kızın babası bu arada emekli olmuştu. O sosyeteye meraklı,kızlarını şımartmayı sevgi ile karıştıran aile alt üst olmuştu. Kızlarını ve torunlarını yanlarına alarak İstanbul’a göç ettiler. Bundan sonra kimse onun derdine derman olamadı. Tek kişilik bir acı yaşıyordu taşıyabildiğince. Genç, oldukça güzel, bir kız çocuğu var ve dul bir kadın.. Toplumun değer yargılarının ne kadar zalim olduğunu bilmesine rağmen, kendini bekleyen tehlikelerden habersiz gibiydi. O güzelim Çin vazolarında yaşaması gereken çiçeği camdan atmak için birileri el ele veriyordu sanki. Mahallede dışarı çıkamıyordu. O apartmandan dışarı adımını atınca sanki tüm mahallelinin haberi oluyor, kadınlar balkondan ya da camdan sirk gösterisi seyreder gibi onu seyretmeye çıkıyorlardı. Komşular onu kıskandıklarını resmen belli ediyorlardı. Kocaları ile karşılaşmasını istemiyorlar, onu bu apartmandan nasıl çıkaracaklarının hesabını yapıyorlardı. Apartman yöneticisi kendi bölgelerinden bir ildendi ve komşu illerden oluşu ile hemşerilik yaptı ve onları korudu. Apartmanda artık kimse onlara bir şey diyemiyordu. Hayretler içindeydi güzeller güzeli, ne yapmıştı bu insanlara, hayatı sürekli irtifa kaybediyordu. Kimsenin kötülüğünü asla istememişti. O kadınlar neden kendisinden rahatsız oluyorlardı. Bir zamanlar onunda bir kocası vardı ve üstelik çok ta yakışıklıydı. Bir süre sonra babanın emekli maaşı yetmemeye başladı.İstanbul’du buranın adı. Evden adımını dışarı atmak dünyanın parasıydı. Çalışmalıydı ama nasıl. Lise diplomasını almadan evlenmişti ve orta okul mezunu sayılıyordu. Üniversite mezunlarının bile iş bulamadığı bu dönemde kim ona nasıl bir iş verirdi ki… Bazı iş yerlerine başvurdu. Avukat yazıhanesinde bir iş buldu. İyi bir insana benziyordu avukat bey. Büroda çok fazla kalmıyordu, o da telefonlara bakıyor, gelenlerin mesajlarını avukata iletmek için not alıyor, büronun temizliğine bakıyordu. Yorucu bir iş değildi, iyi de para veriyordu avukat. İşe girişinin ikinci ayında büro da kimse yokken avukat odasına çağırdı onu. Karısının birkaç günlüğüne yakın şehirlerden birisinde oturan annesini ziyarete gittiğini ve o gelene kadar kendisine evde hizmet edip edemeyeceğini sordu. Evi derleyip toparlayacağını zannederek eve giden güzeller güzeli avukatın ilanı aşkı ile karşılaşınca yaptığı yanlışı anladı ve avukatın elinden zorla kurtulup oradan uzaklaştı. Annesine bile söyleyemedi bu olayı. İçinde taşıdı aylar boyu. Evde işten çıktığını söyledi ama nedenini bir türlü açıklayamadı. Bu arada memleketinden bir arkadaşının çalıştığı büyük bir mağazada iş buldu. Daha dördüncü gün mağaza sorumlusu olan genç adam ona akşam yemeği teklifi yaptı ve gece evinde misafir edebileceğini söyledi. Eğer,isterse onun evine de gidip güzel bir gece geçirebilirlerdi. Aklı bir türlü ermiyordu bu tekliflere ve düşünüyordu “lise deki aşklar ne kadar masumdu, o günler de yaptığım hafiflikler ne kadar hafif kalıyordu bu yaşadıklarımın yanında. Aman Allah’ım ne yapmıştım, o küçücük yaşımda yaptığım yanlışların cezasını mı çekiyordum yoksa, halşbu ki çok şey de yapmamıştım” diye geçiriyordu usundan. “ Neden boşanmış bir kadın her teklife açık olarak algılanıyor” diye hayıflandı. Lanet etti kaderine. “Ne hayallerim vardı” diye düşündü çoğu gece.Her şey o kadar çabuk gelişiyordu ki İstanbul’a geleli bir yıl olmuştu. “aman Allah’ım bir yıl olmuş” diye söylendi kendi kendine. Daha dün gibiydi lise yılları.Yaşı çok küçüktü ama yazgısı gitgide büyüyordu. Belediye de bir hemşerileri vardı. Gitti onu buldu. Çalışmak zorunda olduğunu söyledi. Belediye de ki hemşeri unutmamıştı onu ve bir babalık yaptı, “ Belediye başkanıyla bir yemek yiyelim” dedi. Yemeğe çıktılar bir gece ama Belediye Başkanı yoktu. “Neden başkan yok” diye sordu. “ Başkanın işi vardı gelemedi” dedi ağabeylik edecek olan hemşeri. Yemekte alkollü içki geldi önüne. O alışkın değildi hatta hiç alkol almamıştı, ama hemşeri ağabeyiyle beraberdi ne olacaktı ki bir yudum içse. Zaten kötü bir durum olsa hemşerisi onu korurdu, onu ikaz ederdi. Sabah gözlerini açtığında hemşerisi ağabeyinin yatağındaydı. Yatağın baş ucunda aynen Türk filmlerinde ki gibi bir not vardı “ ben şimdi çıkıyorum, istediğin kadar kalabilirsin, bu ev benim arkadaşlarım için kullandığım ev, merak etme kimsenin haberi olmaz.” Annesine telefon etti, mağazadaki arkadaşında kaldığını söyledi, “akşama gelirim,merak etme” dedi, küçük yalanlarda başlamıştı böylece.. Kapı bir kere açılmaya görsün, ar damarı da çatlıyordu insanın. Belediyeci olan ağabey ona bir gece kulübünde iş buldu.Hatta bir de şoför tuttu ona. Ailesini razı etti, zaten o kör olası ailenin bu tür işlere meyli vardı. Olumlu karşıladılar, hoşlarına gitmişti hatta, güzeller güzeli kızları nihayet sanatçı olmuş ve kendine layık bir işte çalışmaya başlamıştı. Akşamları sahneye çıkmadan bir tek atmaya başlamıştı. Heyecanını yenmesine yardımcı oluyor rahatlatıyordu onu. Zamanla belediyeci ondan bıktı, şoföre teslim edip eyvallah dedi. Şoför artık onun hem sevgilisi hem pazarlayıcısı olmuştu. Her akşam işe gidiyor, arada konsomasyona çıkıyor ve öylesine sürüp gidiyordu hayat. Kızını annesine bırakmıştı.Hafta sonları annesine gidiyor, kızını alıyor, gezmeye götürüyor, hasret gideriyordu. Şoförün onu sömürdüğünü fark etmekte gecikmedi. Adam evliydi ve bu yolun yolcusu kadınlarla yolunu buluyor evini geçindiriyordu. Sepetledi bir gün şoförü. Aslında şoför sepetlenmeyi hazmedecek bir adam değildi ama güzeller güzeline ev açan zengin ve hatırlı yaşlı sanayici korkutuyordu onu. Bu yaşlı adamla nikâhsız yaşamaya başlamıştı. Zengindi adam, bir eli yağda bir eli balda yaşıyordu. Mesleği ve ekonomik gücü olmadığı için maddi olarak bağımlı oldu bu yaşlı adama. Hemen hemen bir yıl gayet mutlu geçti. Bir sabah adamın karısı polisle kapıya dayanınca, karakolda bitti bu mutluluk. Hoş gerçek bir mutlulukta değildi aslında, ama hiç olmazsa evinin hanımı konumundaydı. Adamın boyunca oğulları vardı,onu öldürmekle tehdit ettiler. Evden hiçbir eşya alınmadı ama adamı da bir daha hiç görmedi. Evin ödenmiş yıllık kirası bitene kadar oturdu, sıra kira kontratını yenilemeye gelince yeniden annesinin yanına döndü. Eşyaların bir kısmını sattı, bir kısmını annesinin evine taşıdı. Babası bir felç geçirdi bu arada. Günlerce hastaneye taşındılar. Hepsi perişan olmuşlardı, baba sosyal güvenceli olmasına rağmen maddi yönden oldukça sıkıntıya girdiler. Eski çalıştığı gazinoya gitti. Patrondan iş istedi.Patron dünden razıydı ona iş vermeye ama önce kendi malı olmalıydı kadın. Parasızlığın verdiği sıkıntının yanında bir de bu sıkıntılar onu oldukça yıpratmıştı. Sinirle çıktı oradan. Bu arada rüzgâr zalimce esiyor, sanki onu kurutmaya çalışıyordu. Yaşlı adamdan ayrıldıktan sonra ve bir sürü çizgi dışı olay yaşadı. Çok duyguluydu ama olaylar duyguların ötesinde gelişiyor ve hayatın pek çok gerçeği onu tokatlıyordu. Ailesi de hiçbir şeyden ders almayan, bildiğini okuyan hafif meşrep bir tutumda olunca kadersizliğin ve şanssızlığın üzerinin tuzu biberi oluyordu her şey… Dolduruşa getirdiler bir gün kızcağızı ve gazino diye bir pavyonda şarkıcılığa başladı. Duyanlar inanmadı. Arkadaşları duydular ama “o bizim dünya güzeli, arkadaşımız İstanbul’a gidince gider buluruz, o kötü yola düşmez” diye düşündüler. Halbuki zaten konsomasyonlara çıkmıştı bile. Kurtulamadı zalimlerden, çıkamadı düştüğü çıkmaz sokaklardan. Herkes çelme takıyordu, bağ bozuk bağban bozuktu bu âlemde. Herkes bir şeylerin peşindeydi. O güzeller güzeli gibi nice güzel geçmişti bu sokaklardan. Kimleri görmüş,kimleri yolcu etmişti bu mekanlar. Bir çiçek soluyormuş, dipsiz kuyulara düşüyormuş kimsenin umurunda değildi buralarda. Herkes günü kurtarmaya bakıyordu. Babasını kaybetti bu arada, rahatlatır diye attığı bir tek artık onun yoldaşı olmuştu. Onsuz sahneye çıkamıyor, onsuz geceleri bir adım atamıyordu, kör olası alkol, onu esir almaya başlamıştı offff… O kuyular öylesine dipsizdi ki gökteki ay ta içine kadar ışık gönderse aydınlanmaları mümkün değildi. O kuyuların değil içine düşmek yakınlarından bile geçilmesi tehlikeliydi. Kuyuların dibi yoktu etrafları da bataklıktı. O yüzden kimse bulamazdı o taraflardan geçenleri. Hadi birileri buldu bir imdat yetişti diyelim, o yaşlı adam gibi kuyunun içinden çıkardı.Ya etraftaki bataklık. Bataklıkta çiçek açar ya da yaşar mı? Yaşasa bile çiçeklerinin üzerine sivrisinekler konar. O sivrisinekler kartpostal güzellerine hiç dayanamazlar, kanlarını emer emer emerler, ta ki iliklerine kadar. Bir gün gazetelerde bir ses sanatçısının ölüm haberi çıktı, özellikle kızı ve annesinin verdiği taziye mesajı tanıyanların içini kanattı. Bir bayram gecesi o güzelim kartpostal çiçeği sivrisineklerden birinin hışmına uğramıştı. Kimse inanmak istemedi. Bir pavyonda kavga sırasında bataklık sivrisineklerin birinin bıçağı ile... Porselen vazolarda yaşamayı hak eden bir güzelliğin sahibi böyle bir hayatı ve böyle bir sonu asla hak etmemişti. Ağlıyordu annesi, cenazede kimseler yoktu. Annesi, teyzesi, erkek kardeşi bir de kızı..Biricik kızı, kısacık ve çileli hayatında ona ait olan ve onu aykırılıklara yönlendirmeyen tek varlıktı. Aslında annesiz kalacak çağda değildi kızı, çok küçüktü ve anneye ihtiyacı vardı. Annesine ne olduğunu sordu, kaza geçirdiğini söylediler, boynu kırılmıştı güya, ona öyle söylediler, ağladı, yetişebildiği kadar eliyle dokundu annesinin tabutuna. Ağlayamıyordu, bir şeyler olmuştu, boğazını bir el sıkıyordu, oraya yığılıverdi, acaba zalim rüzgar neden ters esiyordu hep onlara karşı. Ona ilanı aşk edenler, ona bu dünyada yaşamı dar edenler, onu layık olmadığı yönlere çekenler yoktu cenazede. Öylesine sevgi dolu ve saftı ki, onun saflığı her zaman hafif meşrepliğe yorumlanmış ve kısacık bir hayatı çilelerle dolu dolu geçmişti. Ama onun yüreği büyüktü, kimseye hınç duymamış, öç almayı bilmemiş, erdemlerini mazinin bir yerlerinde bırakarak çekip gitmişti kendine çok görülen bu koskoca yalan dünyadan ve hak etmediği bu hayattan..
![Zekiye Çomaklı](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/04/26/hatmigul.jpg)
TÜM YORUMLAR (1)