Hani geçen gün elele tutuşup yürüdüğümüz
o kızıl ağaçlı yolu hatırlıyor musun?
Anımsıyor musun, hafif hafif esiyordu rüzgar?
Seninle aramızda karakediler cirit atıyordu.
Belki tam o sıralarda Beyoğlu’nda birileri
keşkül yiyordu;
biz birbirimizi yiyorduk,
bahar şiddetimizi örtemiyordu.
Hatırlıyor musun:
İlk defa rahatsız etmişti avuçiçlerimizin teri.
Rüzgarda dağılan saçlarını ilk defa fark etmemiştim ben.
Sen ilk defa gülümsemeden durabilmiştin on dakika.
Güneş bizden başka herkese parıldayıp,
sarı şarkılar göndermişti bizden başka herkesin yüreğine.
Beni bir telaş sarmıştı içten içe.
Dakikalar geçtikçe,
içim eridikçe,
yüzüm gizledikçe,
yol bitmez olmuştu.
Sen soğuk soğuk
konuşmuştun.
Bağırmıştın,
çağırmıştın.
Varını yoğunu katmıştın anlatırken.
Tüm sınırlarına dayanmıştın.
Ben elini tutmuştum.
Susmuştum.
Soğukkanlı olmayı marifet saymıştım.
Mantığımı dinleyip yüreğimi unutmuştum.
Sen her zamanki gibi hemen
ağlamaya başlamıştın,
ben anlayamamıştım.
Sana bir sürü şey söyleyerek susmuştum.
Tutuşmuştun,
sönmüştüm...
Dağınık düşünceler yüklüydü aklımın dört bucağı.
Aklımın karanlık her kıvrımı gitmek yüklüydü.
Kızıl ağaçlı yolda yürürken aramızdan şehirler geçmişti.
Şehirlerde cinayetler olmuştu,
yıkılmalar,
intiharlar,
baskınlar,
kopmalar,
yitmeler,
yitirmeler olmuştu.
Sen bağırmıştın.
Sevgimiz ağarmıştı.
Kendimden emin duruyordum: Değildim.
Ağlamıyordum ama kıvranıyordum.
Anlatamamaktan boğulur gibi oluyor,
ayrılığa sığınırım sanıyordum.
Sen hep aynı şeyleri söylüyordun.
Ben anlamıyordum. Senin gibi düşünemiyordum.
Düşünürüm sanıyordum; her defasında yanılıyordum, bilmiyordum.
Seni yeterince keşfedememiş olmak koyuyordu bana.
Evet, seninle ayrı nefesler almamıza ramak kala
ben senin omuzlarını düşünüyordum.
Sözlerini değil,
gülüşlerini düşünüyordum.
Kabul: En çok tenini düşünüyordum.
Seninle ayrı nefes almamıza an kala,
ben senin nefesinde kayboluyordum.
Az önce yanımıza düşen yaprağa biniyordum.
Yaprak saçlarına değemeden uçup gidiyordu.
Ben uçup gidiyordum.
Saçlarını özlüyordum.
Düz olmasını da özlüyordum,
kıvır kıvır olmasını da.
Kısa olmasını da özlüyordum,
uzun olmasını da.
Koklamayı özlüyordum saçlarını,
saçlarının boynunu kapatışını özlüyordum.
Bir yaprağın üstünde giderken... seni özlüyordum.
Sonra içim burkuluyordu bu ayrılık arefesinde,
elini daha sıkı tutmak geliyordu içimden,
hiç bırakmamak geliyordu.
Baharı beraber geçirmek geliyordu aklıma.
Sana tek bir dal çiçek almak geliyordu içimden.
Ama seni düşünürken ve elini tutarken,
içimden koca bir de bitiş geçiyordu.
Aklım yoruluyordu,
günün ışıkları gibi azalıyordu seninle hatırladıklarımın büyüsü.
Gidip geliyordu aklım,
kimileri med-cezir diyordu.
Ben biliyordum:
içim seni seviyordu,
kahrolasıca aklım ikna olmuyordu.
Sen her şeyden habersiz ağlıyordun bedenimden epey uzakta.
Kolların upuzun oluyordu.
Elin elimi tutarken,
sen bir ayrılık boyu uzak kalıyordun bedenime.
Bir sürü şey anlatıyordun.
Yine her zamanki gibi aslında sadece sen savaşıyordun.
Serin duran yüzümün altında yenikliğimi görmüyordun.
Yanımda yürüyüşün esrikleşiyordu ara ara.
Ara ara dikleşiyordun,
saldırganlaşıyordun.
Ben her yanımı açıyordum.
Açık veriyordum bile bile.
Bile bile yenilmeye uğraşıyordum.
Bir daha yenilmeye ve hep yenilmeye.
Hatırlıyor musun?
Üstünde sonbaharın grisi ve kahverengisi vardı.
Aslında sonbahar herkese gelirdi.
Ama en çok sana yakışırdı.
Aynı yaz gibi.
Bahar gibi aynı.
Sana bir tek ağlamak yakışmazdı. Bilirdin.
Ama tutamazdın kendini.
Çünkü saftın sen.
Çünkü sen doğal ve saftın.
Ağlayacak gibi olunca ağlardın hep.
Yaşlar yanaklarından süzülürdü.
Ben bazen gözyaşlarını öperdim.
Tuzun tadı beni mest ederdi,
seni güldürürdü.
Sen gülünce bir yerlerde mutlaka bir ışık düşerdi bir çiçeğin üstüne;
biz bilmezdik.
Senin keyfin olunca mutlaka bir köşede bir çiçek filiz verirdi;
ben hiç bilmezdim.
Sen gülünce sadece ben sarhoş olurum sanırdım,
ama bütün kır çiçeklerinin benimle sallandığından haberim olmazdı.
Gerçekten mi diye sorardın sen.
Haftada birkaç kez sorardın.
Ben kızardım.
Ben cevap verirdim,
sen yine sorardın.
Sonra ben yine kızardım.
Belki benzer sebeplerden, taksici yayalara kızardı.
Belki hepten aynı sebeplerden, yayalar taksicilere küfrederdi.
Biz taksilere binerdik.
Taksilerde ben sana dokunurdum,
sen olup olmadık sorardın.
Ben bazen içimden kızardım.
Sabırla anlatırdım aynı şeyleri.
Ama sen hep sorardın.
Rumelihisarı’nda da sorardın,
Beşiktaş’ta da.
Yokuşu çıkarken de sorardın,
Maçka’ya inerken de.
Oysa ben hep doğruyu söylerdim.
Seni gerçekten severdim.
Elini gerçekten içimden geldiği için tutardım.
Seni gerçekten istediğim için öperdim.
Yanımda olmanı severdim,
dondurma yemeyi de severdim.
Ama sen tekrar tekrar sorardın; ben ilmik ilmik çözülürdüm....
Kayıt Tarihi : 19.8.2006 23:16:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Alaz Enderin](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/08/19/hatirliyor-musun-8.jpg)
Yanımda olmanı severdim,
dondurma yemeyi de severdim.
Ama sen tekrar tekrar sorardın; ben ilmik ilmik çözülürdüm....
tebrikler...
TÜM YORUMLAR (1)