Hasretin Bedeli Şiiri - Mehmet Zeki Gezici

Mehmet Zeki Gezici
200

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Hasretin Bedeli

Hasretin Bedeli

Ateşten
bir damla gibi döksek
dünyayı
yeniden
bayrak çekilir gönlümüze.

Ormanlar geçiyorduk
su boylarından
yorgun güneşler çürümüştü
mor düğmeli yakasız gömleğimizde.

Düşen
bir yıldız gibi göğü delerek
suyuna can düşürmesek toprağın
Akdeniz’in zeytinleri dallarda yeşil
Yeşil
düşerken başakların gölgelerine
kelebek gibi konar ölüm
durgun ırmakların
üstünde akıp giden gökyüzüne.

Yetmiş iki yazında yavrum
üç günde dağılıp giden
kuş sürülerinin
kanatlarında kaldı bahar.

Senden
ve topraktan uzak
hasret bu yavrum
yedi kat elden geliyor selamın.

Mehmet Zeki Gezici

Bu şiiri Arkadaşım Hasan Hüseyin Toksun Edirne Tıp Fakültesinde öğrenciyken bestelemişti. Aslında ikinci ve üçüncü bölümlerinin daha şiirsel olduğunu, daha çok sevmeme rağmen notaların dilende yeniden biçim verememiştik.
Bütün Trakya’nın en küçük yerleşim alanına kadar 75 model arabamla kitap taşıdığım 1988-89-90 -91 yıllardı.
Üniversiteli gençlerin düzenlediği gecelerde sazıyla da çalıp söylerdi bu besteyi.
Aradan ne kadar zaman geçti anımsamıyorum. Bir dostum “kasette şiirini beğendim,
ama ortası yok” dedi. Hangi kaset, neyin ortası,yok deyince, anlattı. Gittik kaseti satın aldık, içindeki şiir benimdi, altında benim adım yerine Hasan Hüseyin’ vardı.
Onur Akın ilk defa kaset çıkaracak, kendi bestelerinin yanına güncel ve gençlerin dilinde benim şiirimi de yazanı kim diye sormadan alıp, şiirin yazanı ve bestesini Hasan Hüseyin Toksun deyivermiş.
Hasan Hüseyin’e ulaşmak kolay, dedi ki kaset piyasaya çıktıktan bir hafta sonra haberim oldu. Onur Akın’ı ara da bulasın.
Bulduk, kitaptaki şiiri gösterdik, tamam dedi, dedi de ikinci basımı da piyasada, GRUP BARAN olarak YEDİVEREN kasetinin. Yine bir tuhaflık var, kapağın dışında şair benim, iç baskısında filmi masraf olur diye değiştirmemişler, şairi yine Hasan Hüseyin.
Utandım. Birçok arkadaş iyi telif almışsındır dediler, durumu anlattım, hemen mahkemeye…..dediler.
Çocukluğumda Jandarma karakollarının, gençliğimde polis karakollarının, adliyenin önünden geçmeye korkardım. Şimdi mi birde bankalar eklendi bunlara. Üstelik şiiri yazdığım yıllar Kızıldere olaylarının yaşandığı günlerdi. Biz yurtseverdik. Ülkemizi yarın sabah daha güzel ve insanca nasıl yönetiriz diye düşünürdük. Şimdi kalk 'ölmenin kolay yaşamanın zor ' olduğu günlerin şiirleri için mahkeme kapısı…. Olacak şey değil. Sonrası mı, kaset yüz binler sattı, değil telif, bir teşekkür gelseydi benim için büyük bir ödül olurdu. Gelmedi.

Yeri gelmişken başka bir anı.
İstanbul altmışlı yetmişli yıllarda birkaç merkezden ibaretti. Gençlik Beyazıt Meydanını, Taksim’i bilirdi.Anadolu’dan gelenler Haydarpaşa Garını, Avrupa’ya işçi olarak gidecekler Sirkeci’yi. Moda Koyunda Kalamış’ta denizin kıyısında bastığınız yeri kumsal olan çayhaneler vardı. Beyazıt Meydanı’nın bir kıyısında Çınaraltı vardı. Var da oturduğumuz yerin üstünde gölgelik eden kocaman bir yaban kestanesi.... Yalnız benim için değil İstanbul’da öğrenim görmenin, kültür ırmaklarının kaynağı orasıydı geçmişten gelen. Buradan her geçen yüzlerce anı saklayabilir yüreğinde. Küçük, kapalı, masa yerine sehpa, sandalye yerine hasır örmelerle kaplı tabure..biliyorum bunlar her yerde var, Çınaraltı’nı değerli kılan oralara gelenler ve çalışanlardı… yetmişli yılların başları. Okul Kadıköy Fikirtepe’de.Kalkıp gelirdik. Kitabımızı okurken çayımızı bu üç beş metre karelik yerde içerdik. İlkini içtiniz. Dışarıda yağmur ve ayaz, ikinci çayınızı da içtiniz. Üçüncüyü içmek için yarım saat beklemek zorundasınız. Ocakçı, çayımın tadı damağınızda yer etmez diye isteseniz de vermezdi. Adam olmak esnaf olmak..neyse yıllarca kitaplığımın büyük bir kısmı oradan alınıp raflarda yerini bulmuştur.
On yıl geçmiş aradan. Yine orada açık alandayız, masa sandalye mevsimi..gençler ve şiir. Masamız da kalabalık.
Birisi dedi ki “bir şiirinizi besteleyebilir miyim? Çok hoş bir duygu, elbette dedim.
O gün belediye otobüsünde giderken “kışla” şiirimi sesli, ezberden ve de ezgili okumaya başlamış, tam da Karaköy köprüsünden geçerken şiir artık bestelenmişti. Benim haberim yok tabi..
Cumhuriyet gazetesinin sayfa içlerinde bir pul kadar ilanlarda RED TÜRKÜLERİ 1-ARİF KEMAL kaset duyuruları vardı. Bana çok sevecen gelmişti. Öylesine bakardım bu duyurulara. Şimdi adını bile unuttuğum, Karslı, hukuk öğrencisi, şiir sevdalısı genç dostumla, laleli de karşılaştık. Sarıldı,”tebrikler” derken elindeki, bir aydır ilanlarını izlediğim kasette benim KIŞLA şiirim, BİZ SEVDAYIZ olmuş, sevindim. Seksenli yıllar ya, Unkapanı’nda kaset üreticiler çarşısında firma sahibi, içinde bir miktar para olan zarfı bana uzattı, bir yerlere imza atarken, Arif Kemal’in selamlarını unutmadı, söyledi.Seksenli yıllardı.
Doksanlı yıllarda eserinizi bir kastte kullanmanın bedeli bir teşekkür bile etmemeye varmıştı.
Ha! Biz bugünlere nasıl mı geldik.
Bu şiir, çok zor günlerde, yurtseverlerin kuşatılıp, kurşuna dizildiği günlerde yazıldı.
Mahir Çayan ve arkadaşların ölüm günlerinde.
Onlarınki bir nöbet devir teslim töreniydi.
Saygıyla.

Mehmet Zeki Gezici
Kayıt Tarihi : 20.12.2009 22:44:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmet Zeki Gezici