Hasret, sevdanın en derin yarasıdır. Bir kez düştü mü kalbe, zamanla büyür, kök salar. Öyle bir sevda ki bu, her anı özlemle, her nefesi hasretle dolu… O ve ben, ayrı diyarların iki yalnız yolcusuyuz, ama kalplerimiz hep aynı ritimde atar.
Onu her düşündüğümde, içimde bir sızı uyanır. Gözlerimi kapattığımda yüzü belirir, bir zamanlar bana gülümseyen o parlak bakışlar... Ama şimdi, o gülümsemenin ardında kilometreler, belki de hiç aşamayacağımız yollar var. Her gün yeniden doğan bir özlem, geceleri içime işleyen bir sessizlik…
Mektuplar yazıyorum ona, her satırında özlemle dolu cümleler. Ellerim titreyerek kağıda dokunuyor, sanki ona dokunurmuşçasına. Her harfi özenle seçiyorum, çünkü kelimeler yetmiyor bazen bu hasreti anlatmaya. Kağıda dökülmeyen onca şey var, ama bilirim, o da kalbinde hisseder her kelimenin ardındaki duyguyu.
Geceleri yıldızlara bakıyorum. Uzaklarda, aynı yıldızların altında belki o da bana bakıyor. O an, gökyüzü bir köprü olur aramızda. Gözlerimiz buluşur, ama ellerimiz dokunamaz. Hasret, dokunamadığın o uzak sevgiliyi kalbinde her gün yeniden hissetmek değil midir zaten?
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.