Gelme artık beklemiyorum seni…
Gün doğumu kıvamındaki rakı beyazlığını içmiyorum sensizliği bahane ederek…
Tutmuyorum yokluğunun nöbetini en azından…
Seni sevmekten bugün itibariyle istifa ettim…
Bir sonbahar günüydü sanırım yerde sarımtırak çürümüş yapraklar geziniyordu…
Aylardan eylül olmalı…
Sigaramın ucunda yaktım yağmurları yokken
Hayır olmaz, geceleri ortak edemem sana
Şimdi odamın bütün duvarlarında sen varsın
Kir, pas, yosun ve antetli anason kokusu
Gökyüzünde, yakamozda ve yeryüzünde ve bu gök kubbe
Kıyamıyorum sana, bile bile aldanıyorum
Ve bir tren kalkar ayrılık istasyonundan yalnızlığa doğru giden
Zifiri karanlık gece, saatler aylardan eylülü gösterince
Hüznün sonbaharlarını delerek bir tren kalkar ağır ve aksak
Kollarında gidişinden artakalan vagon dolusu boşluğu hisseden kederli bir adam silueti
Dudaklarında yokluğunun nikotin yenilgisi dururken
Ve bir tren kalkar soğuk bir gece de ansızın…
Yasa dışı bir akşama içiyorum ya! Sensiz
İşte o an
Doğum tarihleri başka bir iklimin mülteci kederlerini gösteriyor
Sıkılmaya başlıyorum ardından ve…
Kumdan kaleler yapıyorum, yıkılacağını bile bile yüreğimin sahiline
Öyle maviler, öyle sarhoşlar ki tutunamıyorlar gözlerinin rengine
Bir kadındı İstanbul, hani sırları ve surları, duvarları ve mabetleri olan
Martıların gölgesinde ve halicin sırtında bir akşamüstü
Köpek sesleri ve otel odalarında, ücra köşelerde fahişeler gezinirler
Öyle intikam alır gibi hayattan sevişirler
Kanatsız, uçsuz, bucaksız meskûn mahal sevdalarıdır bunlar,
Sarhoş naraları ve sonra kalbinden bıçaklanan ayrılıklar,
sensizliğin ne demek olduğunu bilr misin...?
bir kere olsun hiç sensizliğin koynuna girdin mi
ve uyandığın da sensizliği buldun mu yanında
söyle yokluğunun artakalan boşluğunda hiç benim gibi üşüdün mü...
bilemezsin... çünkü sen hiç sensiz kalmadın ki...!
dudaklarında şarap tadında bir veda busesi ve bakışlarında ıslak bir fısıltı
' günaydın 'dedi kadın hüzünle,
' denizin ardı özgürlük ve ben yalnızlık mavisi ' diye devam etti gereksiz bir şeyi eklermiş gibi
' hoşçakal ' dedi adam ve sustu.
susmak ona yakışmıyordu ama susmak en kolayıydı.
bir süre nefesini ciğerlerinde saklayarak sessizce bekledi.
Puslu bir yalnızlığa, veda ederken bu şehrin sonbahar sabahında
Ellerim ceplerimde ve radyoda Ahmet kaya çalarken sessizce
Seni bekliyorum
İpil ipil yağmur yağıyor ama aldırmıyorum…
Hüznün mevsimi eylüldür benim için
Yalnız ve mağrur gülümseyişiyle güzeldir elleri
Nereye baksam yeşil
Nereye baksam sen
Nereye baksam gözlerin çıkıyor karşıma
Şimdi her şey sana benziyor
Her yolun sonu sana ulaşıyor sanki
Her yağmur seni ıslatıyor kifayetsizce
Bir insanın gözüyle gördüğü yâda göremeyeceği birçok şeyi sığdırmışsın gözlerine
Bazen derin bir okyanus gibi uçsuz bucaksız
Bazen de kalbimin ağır işçisi gibi saf ve acımasız.
Ruh çiçekleri ekmişsin yüreğimin en güzel bahçesine
Ve biraz da hayatın anlamını katmışsın içine
Sen, yani gökyüzünde asılı duran yalnız yıldızlar
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!