Harun Yiğit: Hakkında ziyaretçi görüşleri..

Harun Yiğit
33

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

  • Vedat Koparan
    Vedat Koparan 21.09.2005 - 01:57

    sevgili Harun dostumuzu can kardeşimiz Yusuf'un güzel

    anlatımıyla dostlukla yaşanan anların tadı bir başka güzel

    iki can dostu sevgiyle kucaklıyorum iyi ki tanımışım

    sevgi saygılar canlar kalemin yüreğinin güzellikleri hep çağlasın Yusuf'um

  • Yusuf Ter
    Yusuf Ter 21.09.2005 - 01:17

    GURBET

    Hava soğuk... Yağmur taneleri pencereme damlası düştükçe güzel bir güneşin doğacağını
    müjdeliyordu sanki. İçimde sabah uzun bir yolculuk vardı, taşı toprağı altın gözüken ülke,
    ummadığım bir coşku belirlenmişti. Yol uzundu, bu yol boyunca karşılaşacağımız neler olacaktı sabahın ilk doğan güneşiyle birlikte yola koyulduk.
    Sevgili Nihat Behram ve İbrahim Turhal ağabeylerimizle birkaç benzin istasyonunda molalar verdik. Yolumuz aşağı yukarı 800 kilometreydi. Bir benzinciye geldik
    Arabadan ben indim yanım sıra Nihat abi indi, İbrahim abi arkada kalmıştı.Bir masaya oturuverdik, bayan ne içeceğimizi sordu, ben de ' Bir arkadaş gelecek onu bekliyoruz.' dedim.
    İbrahim abi içeri girdi, sağına soluna uzunca bakındı. Gözüm hep onun üzerindeydi; bizi görecek mi diye. Sağa sola süzerek iyice bakındı, boynunu eğerek bir selam çaktı, masamıza geldi. Gelir gelmez ben sordum 'abi selam verdiğin kimdi' dedim. İbrahim abi de 'bir tanıdık gördüm ona selam verdim' dedi. Gözlerim bu tanıdık kim diye çevreye bakınmaya başladı.
    Abi dedim sen kime selam verdiydin bir daha söylermisin? ' Tanıdık gördüm işte 'dedi.
    İlk kez bir yere gelmişiz, sonradan farkına vardım: Meğer duvarda ayna varmış, aynada kendi yansımasını görmüş, ona selam vermiş. Gülüşmeler kahkahalar ki sormayın.
    İbrahim abiye dönerek 'abi iyi ki o da sana selam vermiş ya vermeseydi' dedim. Gülüşmelerle
    kalktık. Bir konsere gidiyorduk, yollar uzadıkça uzuyordu. İbrahim abiyi varacağı yerde indirdik. Biz yollumuza devam etmiştik.

    12.02.2003 tarihinde posta aracılığıyla kitap göndermiştim, kendisi de bana GURBET TÜRKÜLERİ adlı bir kitabını göndermişti. Doyumsuz şiirlerini okumuştum, hayranlığım gittikçe artmıştı.
    Güzel bir gün olmuştu o gün; anılarda kalan, hatırladıkça devamlı güldüğüm güzel bir gündü.
    'Hislerinin doğrultusunda yola devam et 'diyorum Nihat abiye, 'varacağımız yer az kaldı' sözleriyle avunuyorduk Allah'ım bir dağ başıydı, geceyeydi, caddeler ıssız, gece uykusuna dalmış insanlar... Bizlerse elimizdeki bir adres arıyorduk. Elimizdeki pusula, bir adres bir de içimdeki his doğru yoldasınız diye dürtüyordu beni. Nihat abi bir yandan sinirleniyor
    'Oğlum nerde bu adres, yolumuzu kaybettik' diye söylenip duruyordu. Ben 'abi sen sürmene devam et, az kaldı' sözleriyle üç saat gitmiştik. Derin ormanların içinden bir Allah'ın kulunun geçmediği gecenin yarısında, yanımızdan sinek uçsa ona adres soracaktık ama börtü böcek uykuya dalmıştı bile. Bir küçük köyden de öte sayısını saysak evler vardı.
    Bir delikanlı bizi karşıladı 'abi evimiz şurada buradan gideceğiz 'dedi. Beş dakika gittik.
    Bir abla merdiven başında üstü başı un içinde karşıladı. Hoş beş derken karayağız bir adam
    koltukta oturuyor. Teknolojinin imkanlarından yaralanarak konuştuğum kişi karşımdaydı. Gerilere dalarak düşündüğümde, eskiden haberleşme denen imkanların imkansız
    olduğunu duyumsardım. Dünya çok büyük, içine sığmamak mümkün değildi. Şimdi ise
    yeryüzü avuç içi kadar. Baktığımda taşıyor, sığmıyor insanlık. Bir adım önde ilerliyor,
    ilerledikçe zamanın nasıl geçtiğinin farkında olmadan varacağımız yere varmıştık bile.
    Sarıldık Nihat abi şaşırmıştı yüzünü bile görmediğimiz, sadece internetten sohbet ettiğimiz bir aileye misafir olmuştuk. Heyecanlanmamak mümkün değil. Şiirlerini okuduğum,
    resimlerine hayran olduğum çok değerli, kıymetli, güzel bir insan, bir aile sıcaklığıyla
    karşılaşmıştık. Anlatılmaz bir duygu, her insanın da yaşayamayacağı bir şeydir bu.
    Sabaha kadar oturmak istedik ama ne mümkün, yol yorgunluğu ezmişti bizi. Uyumak için
    bize ayrılan odaya çekildik. Derin derin uykumun arasında birinin kendimi 'uyan, uyan' sesleri arasında bularak uyanmışım. Ne var diye de kaba sesle karşılık vermişim. 'Horulduyorsun, rahatsız oluyoruz bizler uyuyamıyoruz ' diye bir sesler duymaya başladım o uyku esnasında.
    Ben neden duymuyorum horuldadığımı diye de çıkışmışım dostlarıma. Bütün gece uykusuz kalmışlardı, ne kızacaklarını ne de güleceklerini bilmişlerdi. Sabah uyandığımda ve bana baktıklarında kendilerinden geçmiş yüzler gördüm, gülmekten. Demek ki gece yarısı
    bir şeyler olmuştu. Olanı biteni anlattılar. Müstakil büyük bir ev, dağ başında saklambaç oynasak bulunmaz, o kadar çok odası vardı. Özel odası, tabloları, kütüphanesi...
    Yüzlerce kitap doluydu; içinde yazdığı şiirler masanın üzerinde birikmiş duruyordu.
    Rengarenk bir dünya; bu dünyanın içinde kocaman bir dünya. Benim için öyleydi kaldığımız yer. Dağlar, çam ağaçları, şirin güzel evler, arı besiciliği de vardı şiirlerine yansıyan...
    Güzellikler doğanın ona sunduğu bin bir renklerdi, fırçasında da onu yansıtmıştı.
    Hayran kalmamak mümkün değildi. Can Yoksul ağabeyimizle de tanışma fırsatı bulmuştuk.
    Bir birinden güzel anlattığı hikayeler, sözler, insanın unutmasına imkan yok ki...
    Üç gün boyunca unutamayacağımız anılarla, sohbetlerle, güzelliklerle dönüyorduk geri.
    İlk gün tanıştığımız şiirin silinmesine imkan yok belleğimden. Paylaşmak adına yeniden
    ilk günkü gibi heyecanla okuyarak sizlerle paylaşıyorum:

    HANİ NERDE DOSTLARIM

    İyi günde ağırdım
    Dost dost diye bağırdım
    Dar günümde çağırdım
    Hani nerde dostlarım

    Kime nasıl yazayım
    Sahteliği bozayım
    Ben kendime kızayım
    Hani nerde dostlarım

    Gerçek dosta kırılmam
    Kimselere darılmam
    Dost peşinde yorulmam
    Hani nerde dostlarım

    HARUN YİĞİT gözüne
    Yiğit dostun sözüne
    Hasret kaldım yüzüne
    Hani nerde dostlarım Harun Yiğit

    Harun YİĞİT Kimdir?

    Harun Yiğit 1961 yılının mayıs ayında Konya, Ilgın, Beykonak Kasabasında doğdu. İlk ve orta öğrenimini kasabasında tamamladıktan sonra 76/77 öğretim yılında Ilgın Endüstri Meslek Lisesi ne başladı. O yıllarda gelişen siyasi çalkantıdan payına düşeni alan Yiğit, okulu bırakmak zorunda kaldı. 1977 Mart’ında Almanya’ya ebeveyninin yanına işçi ailesi olarak gitti.

    Küçük yaşlarda resim sanatına ilgi duyan Yiğit, Büyük çabalar sonunda 1982 yılında Hannover Türk evinde ilk resim sergisini açtı. Bunu daha sonra başka sergiler izledi. Almanya’nın değişik kentlerinde 50’nin üzerinde resim sergisi açtı.

    Resim sanatının aracılığı ile tanıdığı şair Can Yoksul, Osman Dağlı gibi şahsiyetlerden Edebiyat (Şiir) üzerine eğitici bilgiler edinerek şiir yazmaya başladı. 1991 yılında ölçülü uyaklı şiir stiliyle yazdığı ilk şiir kitabı Gurbet Türküleri’ni ‘’özel baskı’’ yayınladı.

    1986 yılında İsviçre’nin Basel kentinde düzenlenen ‘’Barış Yılı Sanat Yarışması’’ da resim dalında ikincilik ödülü, 1996 Almanya’da Sesimiz dergisinin düzenlediği şiir yarışmasında üçüncülük ödülü, 2002 Konya, Ilgın Beykonak Eğitim ve Öğretim Vakfı’nın düzenlediği şiir yarışmasında birincilik ödülü ve 2002 Almanya Vupertal’da düzenlenen üçüncü Aşıklar Bayramı’nda birincilik ödülleri aldı.

    1993 yılından 2000 yılına kadar Hürriyet gazetesinde serbest muhabir olarak çalıştı. Muhabirliğe üç yıl ara verdikten sonra tekrar bölgesinde serbest muhabir olarak gazeteciliğe başlayan Yiğit, halen bir fabrikada işçi olarak çalışmanın yanı sıra resim, şiir, yontu çalışmalarını da sürdürmektedir. 2003 Kasım ayında ikinci kitabı Duy Yunus Emre Yalçın Yayınları tarafından yayınlandı…

    YİĞİT BİZE ELİN VERDİ

    Gülmez yüzü bin yıldır
    Şal bağlamış dili baldır
    Yiğit bize elin verdi

    Şair gurbete düştü
    Gönül ateşlerde pişti
    Yiğit bize elin verdi

    Yâr sevdaya kor düştü
    Sırça ayaklarına yol idi
    Yiğit bize elin verdi

    Acı alıp balı verdi
    Yetim gibi burda kaldı
    Yiğit bize elin verdi

    Harun dostum bizi sordu
    Son görüşüm bir yıl oldu
    Yiğit bize elin verdi

    Yusuf dosta güller attı
    Sevdikleri nere gitti
    Yiğit bize elin verdi Yusuf Ter

    Not: Sevgili Harun Yiğit abime hediyemdir bu şiir
    Görüp te tanımanın tanıyıp ta eserlerinden gurur duyduğum
    İnsana küçük bir hediye ediyorum gözün dile döktüğü sözler…

    Yusuf Ter 14.09.05
    Saat 19:20 İsviçre

  • Mustafa Ceylan
    Mustafa Ceylan 30.01.2005 - 20:01

    Şairimiz Harun YİĞİT’ in ŞİİRSEL YOLCULUĞU
    YORUM: 1

    “Manzum Bir Anlatımla”

    Mustafa CEYLAN

    “Güzel gözlerine kurban olduğum
    Seni sevdim diye taşlama beni
    Tatlı sözlerine hasret kaldığım
    Anlamsız satıra başlama beni

    Sevgi tohumunu gönlüme eken
    Gurbet elde her an içimi yakan
    Güneşli gündüzde aramaz iken
    Karanlık gecede düşleme beni

    Yiğit’im umut beklemem tenden
    Sevgiden başka ne isterim senden
    Sıcacık gönlünü saklarken benden
    Alıp yastığına işleme beni…”

    **

    “Bir güzel gözlüye olurum kurban”
    Diyen, Harun Yiğit;
    ……………………dile bak dile…

    Çeşmenin başında Karacaoğlan
    Sevdayı haykıran
    …………………….tele bak tele…

    Gurbetten sılaya akıyor her an
    Arı, duru coşan
    ……………………..sele bak sele…

    Yaprağında ateş, başında duman
    Yunus Emre kokan
    ……………………..güle bak güle…

    Aşkın deryasına düşüp çırpınan
    Bir inip bir çıkan
    ……………………..ele bak ele

    Kimdir acep bunu diyen
    Hasret gömleğini giyen?
    Anlatayım gelin size
    Selam bizden cümlenize:

    **
    1961 yılının mayısında
    Konya, Ilgın, Beykonak sabahında
    ………………………….Dünyaya gelmiş Yiğit…
    Kalemle, fırçayla, koca yürekle
    Mısrayla, renkle, düşle, gerçekle
    …………………………..Zamanı delmiş Yiğit…
    Özlem tokmağını yedikçe dostlar
    …………………………...Düzelmiş, düzelmişYiğit

    Sonra, tanımış birer birer şairleri
    Can Yoksul, Osman Dağlı şiirleri
    Bir tutmuş kelimeyle resimleri
    Ve canında çiçek olup açmış
    Burcu burcu Anadolu Türküleri,
    Sanki türkülere has
    …………………………….Türkülere özelmiş Yiğit

    Yazmış, çizmiş, boyamış
    Gurbet yastığına başın dayamış
    Kader rüzgârının kanatlarında
    Düştüğü yer Almanya’ ymış…

    Bir yüreğe girmeye görsün gökkuşağının yedi rengi. Hele hele o yürek, tutkunsa renklerin dansına, başlar renklerle dans etmeye. Yedi renkten yetmişbin renge ulaşıverir bir anda… Gözden gönüle girer renk cümbüşüyle. Gönülde manzara olur, bakış bakış dökülür tuvaller üstüne…Nakış nakış mısra olur düşer şiir üstüne…

    Daha küçümen bir yaşta iken resim sanatına ilgi duyan Yiğit kardeş de 1982’ de ilk resim sergisini açar. Sergilerle kentleri ve insanları buluşturur. Bir mübârek koşudur gider. O şehir senin, bu şehir benim… Almanya’ da 50’ nin üstünde şehre ulaşır sergi sergi. Paletinde yüreğinin canhıraş feryadı vardır. Göz görür, el çalışır, yürek gümbürder dostumuzda…

    Bazen rengin, fırçanın, paletin gücü yetmez olur... İçinin balkonlarında açan çiçekleri güzel dilinin arı, duru söylemiyle başlar mısralar halinde kâğıtlara yazmaya…

    Şiir denen efsunkâr sevgilinin düşer peşine. Şiirin gücü, resmin gücünü çoktan geçmiştir. Anlar bunu… Sözcüklerle resim yapmaya başlar… Şiir koşar, peşinde gölgedir Harun Yiğit; koş babam koş… Yakalamaya çalışır. Yakaladım dediğinde bir de baksa şiir ondan kilometrelerce uzaktadır. Oturur ağlar, yüreğinin gümbürtüsünden kulakları dayanılmaz ağrılar çeker. Çeker ya, bu kere sarılır fırçaya, boyalara, çizgilere…

    Bir zaman resim, bir zaman şiir… İkisinin arasında tahteravalli oynar Yiğit dost… Bir iner, bir çıkar… 1986’ da İsviçre’ de düzenlenen Barış yılı resim yarışmasında ikinci olur. Sonra ödüller peşpeşine gelir de gelir…

    Ama, şiir… Ya güzelim şiir… O güzelim şiirle yanar, tutuşur, kelime kuyumcusu olma gayretine düşer… Ağlayışı ondandır. Yalnız kalışı ondan. Sözleri ona…

    Der ki:

    “Almak
    Kadınlara özgü sanma.
    Benim de
    Etten yapılı yüreğim var.
    Çok geceler
    Avuçlarımın arasında başım
    Düşer
    Dizlerimin üstüne gözyaşım.

    Yalnızlık
    Başımın belası
    Cehenneme döner yüreğim
    Sarar bedenimi harlı ateş
    Yanarım.
    Çok geceler,
    Avuçlarımın arasında başım
    Düşer, dizlerimin üstüne göz yaşım…

  • Mustafa Ceylan
    Mustafa Ceylan 30.01.2005 - 19:51

    HARUN YİĞİT’ in ŞİİRSEL YOLCULUĞU- Sona bir kala

    Harun kardeşim benim
    Has bir dosttur o
    Canda candır…

    Bakarsın bir şiirine
    Ala bahar içinde, mavi gökler üstünde
    Gönül ufkumuzda uçan kartaldır
    Ya da
    Çeşme başında sazı göğsünde
    Ölümsüz Karacaoğlan’ dır…

    Okursun mısralarını, mıknatıs sözcüklerle
    Çeker çeker şiirinin sinesine
    Özlem yağmurunda ıslatır yüreğinizi
    Memleket kaygısında kavurur ciğerinizi
    O adam gibi adam
    O yiğit bir insandır…

    Gökyüzüne vurgundur en çok
    Sonra buğu buğu gülen toprağa
    Depreştiğinde acıları
    Bulutlar içine gömer alnını
    Dağlar üstünde bulur adımlarını
    Sonsuzluğun şarkısı olmak ister
    Sevdalı bir cihandır o…

    Şiir kuşu sonsuzluğa kanat açar
    Düşer dilinin söz ufkuna
    İçinin girdabına düşer de
    Şöyle seslenir:
    **
    “Dün gece
    yine acılarım depreşti
    Kaynadıkça kaynadım
    İçim içime sığmadı
    Çatladı her yerinden vücudum
    patladım volkan gibi
    Yükseldim gökyüzüne

    Sen
    acılarımın koyağı
    eyy nazlı yâr
    Kaldır alnını
    bak gökyüzüne
    Gökyüzünden akacağım alnına
    öpmek için
    dudaklarına kayacağım
    onbin yerinden
    onbin defa ısırmak için
    sana ulaşacağım

    Onbin çiçeğin özünden aldım
    özümle karıştırıp
    alasın diye sana uzattım
    Bütün kötülüklere inat
    aşka dair ne varsa
    yaşamak için
    Bir elimde ateş
    Bir elimde su
    Haydi al
    birlikte içelim
    ateşle suyu…

    **

    Aşka dair ne varsa yaşatmak için onbin çiçeğin özünden aldıklarıyla özünü harman eden ozanca gönüle bakın hele… Ateşle suyu tutar ellerinde… Toprak ayaklarında nasıl olsa… Hava yanık ciğerlerinde… 4 unsur nazariyesini aşkın – aşkının özü yapar, yaşatmak için güzellikleri… Yıkmaya değil, yapmaya, gönül evini şen tutmaya taliptir Yiğit…

    Söz sultanına teslim olan kalemi, sanat yapmak için cümleleri eğip bükmez. Dolambaçlı yollar ve çıkmaz sokaklarda nefes almaz şair… Apaçıktır, alenidir söylemleri… Toplumsal gerçekten, manevi mutluluğa yuvarlanır çoğu kere…

    Kimi zaman da Pirsultanlaşır… Zam mı geldi, insanlar çile mi çekiyor, basar isyânı… Ozan yüreğinin, tarihin içinden alıp kendine görev addettiği sorumluluğunu yansıtır…

    Önce insan diyen şairimiz, ışık-aşk ve umut olmak ister insanlara… Rehber olarak ilim yeterdir ona…
    İlm ile arif olan kişilere tutkundur. İnsanoğlunun dünyadaki asli hedeflerinden birisinin “kâmil insan” olma yolunda çalışması olduğunu söyler. Ağız karanlığında saklı duran dil yayından çıkmış sözleri beş kere düşünüp söylemelidir kişi oğlu der…

    Geliniz dostlar, Yiğit’ imizin bu söylediklerimi anlatan şiirine bir göz atalım. Olmaz mı?

    “Sana derim sana ey insan oğlu
    Rehberin olmadan yollara düşme
    Rehber bil ilimi yürü yolunda
    Yobazın açtığı kollara düşme

    Bilmediğini git arife danış
    Sen de kemale er kamile dönüş
    Beş kere düşünüp bir defa konuş
    Boş yere konuşup dillere düşme

    Kendin hazırlama kendi girdabın
    Yiğit'im bilmeli işin erbabın
    Senden çok bilgili olsun ahbabın
    Cahilin düştüğü hallere düşme...”

    **

    Hep söylemişimdir cümle dostlara… Heceyi bilmeyen, hece vezninin inceliklerini bilmeyen, maalesef serbest vezin şiirde başarılı olamıyor diye… Harun kardeş, hece’ de usta… Serbest vezindeki yalınlığı ve başarısı da bu ustalıktan geliyor. Serbest vezin şiirlerindeki ritm-ahenk ve kulağa hoş gelen uyum işte bundan kaynaklanmaktadır…

    Rahmetli üstadım Arif Nihat ASYA’ nın “Bayrak” şiiri serbest vezin bir şiirdir. Ama okuyun o muhteşem şiiri. Sanki hece, sanki aruzla yazılmış… O dev şiiri dev yapan söylemin güzelliğpi yanında uyum-ritm ve ahenk değil midir?

    **

    Can dost Harun Yiğit, öğretmeni için kaleme aldığı şiire girmeden önce bakınız neler diyor:

    “Bu gün 24 Kasım Öğretmenler günü. Bu şiiri bulunduğum yerde Erdoğan Eren ögretmene armağan olarak yazmıştım. Nice bayan, bay Erdoğan ögretmelere ithaf olunur
    24 Kasim ögretmenler gününü yürekten kutlarim
    Saygilarimla
    Harun Yigit”

    Dedikten sonra giriyor şiirin altın kanatları altına… Diyor ki:

    ”ERDOĞAN ÖĞRETMENE

    Arının yaptığı sarı bal gibi
    Öğretmenim,sen öğrettin dilimi
    Hece, hece sardın bizi dal gibi
    Öğretmenim, sen tutturdun elimi

    Güneş gibi sıcak denizden yüce
    Öğrenip seninle eriştim güce
    Kalplerde gezersin gündüzle gece
    Öğretmenim, sen gösterdin yolumu

    Satır, satır güzel sözler derensin
    Nice çocuklara bilge verensin
    Bad Pyrmont'da sen Erdoğan Eren'sin
    Öğretmenim, sen coşturdun selimi

    Duygu dolu nice şarkı gibisin
    Türkiye’min dönen çarkı gibisin
    Yiğit'im gönlümün parkı gibisin
    Öğretmenim, sen açtırdın gülümü...”
    **
    Evet dostlar Harun Yiğit işte bu… Gurbetten sılaya seslenen bir nefes… Bir gönül adamı… Sevgi adamı… Savaş ve öfkenin, kin ve nefretin adamı değil… Barışın, dostluğun has adamı… Ona bu duyguyu veren de doğduğu Konya’ nın Ilgın İlçesi’ nin coğrafyasıdır. Ana kucağıdır… Baba ocağıdır…

    Beyin deposunu dolduran dünya olaylarının üstündeki örtüyü duygularıyla kaldırır ve barış dolu bir evren çizmeye başlar elleriyle, kalemiyle, fırçasıyla…
    Gecenin amansız ve gizemli mavisinde ayrılıkları yaşar şair… Yalnız kalışını, sevdiğinden ayrılışının acısını yaşar. İnler içten içe… Bazı dağlar vardır, içinde büyük uğultularla akıp giden ırmaklar saklıdır. Göremez her göz onu. Dağ der geçer dil. İşte Harun Yiğit’in yüreği o içinden ırmaklar akan dağ kesilir yalnız gecelerde. Düşer denizlere… Atar kendini yalnızlar okyanusuna… Kolayv değildir fırtınalı denizde acılarla kucaklaşmadan bir başına dolanmak… Aslında hayat kolay değildir. O sebeple sevmek ve dayanışma içinde bulunmak gerek…

  • Mustafa Ceylan
    Mustafa Ceylan 30.01.2005 - 19:50

    HARUN YİĞİT' in ŞİİRSEL YOLCULUĞU- SON BÖLÜM

    Şairimiz dostuna “güle güle kaptan” derken bu duyguları bir şiirinde bizlere sunar:

    “Yürek ister
    fırtınalı denizlerde dolaşmaya
    Kolay mı sandın?
    Acılarla kucaklaşmadan
    gökyüzünün mavisine ulaşmayı

    Şafak sökmeden önceydi
    en karanlık anım
    Ölmek üzereydim
    vahanın yeşilini uzaktan gördüğümde

    Bir gece
    karanlık ortasında
    bir başıma ve yalnız bırakmıştın
    El bile sallamadan
    hani çekip gitmiştin
    açmıştın yelkenini
    başka sevda denizine

    Kan aksa da gül yaprağından
    bin gül tomurcuklanır
    tarımar olmuş
    gönül bahçemin toprağından

    Yelken açmışken başka denizlere
    güle güle kaptan
    güle güle
    Bekleme beni…”

    **
    Kırmızı gülün alı var diye bir türkümüz var… Ancak o gülün alında gülün hali de vardır, öyle mi? Öyle! Bunu şairimiz şiirinde “Kan aksa da gül yaprağından” diye terennüm edivermiş… Ancak gönül yücedir ve gönül toprağı nice gül tomurcuğuna gebedir. Yeniden doğuşa, dirilişe…

    Sonrası mı cancağızım? Sonrası şu, Harun’ un şiirsel yolculuğunda, sonrası şu:

    Beyin deposunu dolduran dünya olaylarının üstündeki örtüyü duygularıyla kaldırır ve barış dolu bir evren çizmeye başlar elleriyle, kalemiyle, fırçasıyla… Zamların gelişini ne de güzel iğneler. “Bu zam size az geliyor” deyişine bakın bir:

    “Neyinize kafa yormak
    Size düşmez hesap sormak
    Eğer yoksa birlik olmak
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor

    Düşünmeden oy attınız
    Yan gelerek hep yattınız
    Derdinize dert kattınız
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor

    Başa bakan iyi vallah
    Düzeldi her şey maşallah
    Bastır bakan, zamı yallah
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor

    Kalkınmalı plan falan
    Çekemeyen desin talan
    İnanma sen hepsi yalan
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor

    Kemerlerde delik boldur
    Tükenirse git de deldir
    Bulamazsan etek kaldır
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor

    Problem mi şu yakacak
    Varsın sönsün yanan ocak
    Aç kalana kim bakacak
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor

    Yarın Allah kerim dersin
    Her şey varsa ne istersin
    Yoksa neden şükredersin
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor

    YİĞİT’imi kızdırmayın
    Daha çokça yazdırmayın
    Bu hicivi bozdurmayın
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor…….”
    **

    İğneleme sanatının en güzel örneği olan bu zam hicvi gerçekten hoş… İğneyi zam yapana değil de önce o zam yapanı o mevkilere getiren bize-halka yapıyor şair. Sonra, dayanamıyor ve “kızdırmayın beni” diyor…

    Türk Halk Şiiri ile çağdaş şiir arasında bir noktada Yiğit… Bir bakmışsınız ozan, bir bakmışsınız duygusal ve romantik bir şair… Her ikisini de kendi bünyesinde derleyip toplamış böylesi şairi az bulursunuz. Her ikisi ile de barışıktır. Renkleri seviyor ya… Kelimeleri de… Mısralarını dar alanda çok ve anlamlı söylemler ifadesinde başarılı bir şekilde kullanmasını biliyor…

    Şairin bir “İstanbul” başlıklı şiiri var ki, benim için hece ve serbest vezin barışını sağlamış bir şiirdir. Serbest vezin şiirde hecenin kıvrak dansından faydalanmasını bilen bir şiir. Şimdi hep birlikte o şiire bir göz atalım, olmaz mı?

    “Ey İstanbul
    düşlerimde süsleyip geldim sana
    darmadağın olmuşun
    iki denizin arasında
    iki kıta ortasında
    sen, yedi tepeli şehir
    uygarlıklar beşik oldu kapında
    yedi veren güller açmış tepende

    Ey İstanbul
    kaç bin yılın yorgunluğunu taşırsın
    iki kıtada
    bir koca şehir değilsin yalnız
    kitap, kitap yazılan
    tablo, tablo çizilen
    sanat, sanat büyüyüp
    öbek, öbek ezilen
    sen Anadolu’nun koca tarihi
    nice güzelliklerin gömülmüş günlere
    kapını açmışsın
    yetmiş iki milletten canlara
    kapını açmışsın
    nice dinlere
    ne yiğitler arkasından vuruldu
    tarih boyu nice canlar serildi
    toprak bile acısından yarıldı
    kalk İstanbul kalk da bak bir kendine

    nefesin kesilmiş
    soluk soluğasın
    kansere yakalanmış akciğerin
    yeşilliğin nerende
    dert akıyor derende
    uyan artık İstanbul
    irin vardır yaranda
    öbek, öbek beton yığınısın
    motor gürültüleri
    vapur sirenlerisin beynimde
    katar, katar taşıt
    boğuk, boğuk zehir
    kirli, kirli gökyüzüsün
    süslü püslü nice bulvarların
    ışıklı vitrinlerin var
    nice caddelerin
    bir kocaman çöplük
    içi başka
    dışı başka pislik
    İçte saklı gümanın
    eksik olmaz dumanın
    ey İstanbul düşenlere
    yok mu senin amanın

    yol kenarında eli silahlı
    tabela hırsızların var ya
    beni bile
    parçalayıp satacaklardı
    hurdacılara
    bağırmak istedim avazım çıkmaz
    damarım kestiler kanlarım akmaz
    düştüm sokağında kimseler bakmaz
    kalk İstanbul kalk da bak bir kendine

    dostluk kurmuş
    köpeklerle kediler
    günübirlik yaşamanın keyfiyle
    sokaklarının proleteri olmuşlar
    diyecek yok hallerine
    jigoloların
    fahişelerin sesleri yükseliyor kum kapıdan
    güneş erken ışığını devirmiş
    sarhoşların içip içip bağırmış
    kapanmışın karanlıkta kendine
    yüzünü ay bile senden çevirmiş
    orospularının cinsiyeti belli değil
    eğil, İstanbul eğil
    sövül İstanbul sövül
    boğul İstanbul boğul
    boğul ki
    yeniden dirilesin

    Eyy İstanbul
    sokaklarında
    çıplak ayaklı, yarınsız çocukların
    çapaklı gözlerinde
    bilmem kaç gecenin acısı saklı
    bilmem kaç günün
    yorgunluğunu taşıyor
    kirli elbiseleri altındaki vücutları
    küçücük ellerini açmışlar
    dilenirken eksik değildi
    yüzlerinde yoksulluğun utancı
    taşın altın toprağın olsa inci
    sende değil ülkemdedir bu sancı
    kalk İstanbul kalk da bir bak kendine

    bir adam gördüm
    semeri sırtında
    yükü kendinden ağır
    tırmanırken yokuşu
    düşüyordu alnından teri
    yırtılmış pabuçlarının ucuna
    acıları karışır mı acına
    akbabalar yuva yaptı gecene
    Kalk İstanbul kalk da bak bir kendine

    ne hayallerle gelmiştim sana
    neler gördüm neler sende
    al yuvarlar mısın kanda
    her gün biraz daha kötü
    hayal oldun nice canda
    parklarında dolaşırken
    kucaklayıp sarıldığım ağacın
    kucak, kucak dalları var sandım
    kanattı dudaklarımı
    eğilip öptüğüm al, al güllerin
    kaç gün oldu sana geleli
    ya ben farklı gördüm
    ya sen değiştin
    sen
    sen şiirlerde okuduğum
    İstanbul değilsin artık…”
    **
    Ve
    Harun Yiğit duygulu yüreğiyle, çevresindeki kimi olaylardan etkilendikçe sarılır kalemine… Ağıt yakar, türkü yakar… Durduramazsınız onu. Freni tutmaz bir şekilde yaşadıkları üstüne yürür ve yazar…
    Nitekim bir şiiri için;

    “Kasabamda, mahallede birlikte büyüdüğüm çocukluk arkadaşım,
    kardeşi tarafından geçtiğimiz günlerde hunharca öldürülen
    Yılmaz Altın' a yazdığım ağıt”

    Der ve girer şiirin görkemli şehrinden içeri…
    Der ki:

    “Para denen zalim girdi arama
    Para için girecen mi kanıma
    Gardaşım göz dikmiş kanlı parama
    Para için girecen mi kanıma
    Kıyma gardaş kıyma benim canıma

    Öz gardaşım bayıltarak dövüyor
    Yumrukları yağmur gibi yağıyor
    Elleriyle sıka, sıka boğuyor
    Para için girecen mi kanıma
    Kıyma gardaş kıyma benim canıma

    Yarım canlı vücutumu sürüdü
    Börtü böcek halim gördü eridi
    Gardaşımın gözünü kan bürüdü
    Para için girecen mi kanıma
    Kıyma gardaş kıyma benim canıma

    Çocuklarım bensiz yetim kalmasın
    Dul kalıp da karım saçın yolmasın
    İki yakan bir araya gelmesin
    Para için girecen mi kanıma
    Kıyma gardaş kıyma benim canıma

    Ölmediğim gördü iyce çıldırdı
    Elindeki çekiç ile saldırdı
    Şu başıma vura, vura öldürdü
    Para için girecen mi kanıma
    Kıyma gardaş kıyma benim canıma

    Anam ağlar kara bağrın döverek
    Babam ağlar gardaşıma söverek
    Cesedimi Yiğit'im der severek
    Para için girecen mi kanıma
    Kıyma gardaş kıyma benim canıma..”
    **
    Çocukluk yıllarımı hatırladım “kıyma gardaş kıyma benim canıma” derken Yiğit… Çocukluğumda beni şiir çatısı altına sokan iki büyük kaynak vardı. Bunlardan birisi Anadolu’ nun “ağıtçı kadınları” ndan birisi olan anneannem Miyase idi. Köyümde, kasabamda acıklı bir ölüm olayı mı meydana geldi, anne annem gelmeden orada ki, ölü evindeki kadınlar tam manasıyla ağlayamazlardı. O geldiğinde yaktığı ağıtlarla, o anda söylediği ağıt-şiirle koca bir köyü-kasabayı ağlatırdı. Tutamazdınız kendinizi.. Sonra sonra fark ettim ki, anne annemin bu ağıtları hece vezniyle değil “aruz vezniyle” ağzından dökülüyormuş meğer…

    Bir de amcam Ahmet Remzi Ceylan vardı. Halk ozanı… Tarih bilgisi ve kültürü muhteşem bir insandı. Onunda çok güzel şiirleri vardı. Destan şairiydi. Kasabamda yada ülkemde önemli bir hadise mi cereyan etti, amcamın destanları elden ele, dilden dile dolaşırdı.
    İşte bu iki kök üzre oluştu şiir ağacımız bizim de…

    Bir de;
    Harun Yiğit kardeşimin “Kıyma gardaş kıyma benim canıma” diyen yukarıdaki ağıtı, Anadolu köy pazarlarında elinde megafon, boynunda iple bağlı bir tahta ve tahtanın üstünde Ankara’ da yada Kırıkkale’ de matbaada basılmış, çoğu mavi renkteki, ağıt- destan satan, satarken de megafonla ağıdı seslendiren insanları anımsattı bana… Sonra o destan satıcısının koltuğunun arasında Karacaoğlan, Tahir ile Zühre, Hazreti Ali’ nin Kılıcı, Ferhat İle Şirin, Yunus Emre, Köroğlu’ nun kısa hayatı ve şiirleri bulunan küçümen boydaki kitaplar bulunurdu. Destan almak ve de bir kitap almak için anamdan para isterdim. Yalvarır yakarır, yeminler üstüne yemin eder,”bağı depeceğim, karı küreyeceğim, sınıf birincisi olacağım” der, anamdan kopardığım para ile rüzgâr gibi koşardım pazara. Önce megafonla söylenen ağıdı dinlerdim. O satıcılar beni bellemişlerdi gayri. Her hafta yada on beş günde bir değişik kitap getirirler ve kimseye vermezler, bana saklarlardı. Anlaşmamız öyleydi onlarla…

    Şu işe bakın… Nereden nereye geldim dostlar… Şairimiz Harun Yiğit’ in “ağıt” şiiri beni nereye götürdü…

    Etkili şiir böyledir işte… Alır mıknatıs gibi kendine, kendinde çalkaladıktan sonra iner ruh kökünüze ve sizi duman eder…

    İyisi mi sözü fazla uzatmadan şairimizin bir şiirine daha kulak verelim. Yiğit dost diyor ki:

    “Issız bir gecede
    dağbaşında
    kuytu bir yerde
    yalnızım.
    Karanlığa boğulmuş
    uçsuz bucaksız gökyüzü.
    Yere dökülmüş
    inci taneleri gibi
    sere serpe yıldızlar.
    Her biri
    yanıp sönen bir sevda masalı.

    Acılarımı sırtladım
    yorgun bedenime yeni bir yük gibi
    Yangınlar diyarından geçtim
    yüreğim üşüdü
    yalnız bir ben vardım orada
    bir de hayalin
    Acının güçlüğü
    ölümün kenarında
    yaşamın
    yaşamanın güzelliği vardı.

    Şafak söküyor
    Karatahtada tebeşir yazısı gibi
    yok olup gidiyor yıldızlar.
    Güneşin
    kızılca doğduğu yerde
    renklerin oynaşını seyrettim.
    mavi bir atlasa döndü gökyüzü
    …………………..”

    Yalnızlığın dayanılmaz zevkini ıssız gecelerde yaşar şair… Kara tahtada tebeşir yazısı gibi sönüp giden yıldızlar girer şiirine… Hayat ve dünya ikilisinin arasında hasretin ve insancıl hoşgörünün mimarıdır ozan yüreği…

    Ve der ki:

    “Acı
    keder
    hüzün
    yeni bir günün başlamasıyla
    umuda bırakıyor yerini.
    Dudaklarımda
    tanıdık bir türkü
    yüreğimde sen
    aklımda hep hayalin vardı.
    Bir başka oluyor
    seni
    seni düşünmenin tadı...”

    Genç, dinamik bir şair olan Harun Yiğit’ i anlatmak pek kolay değil… Geleceğe umutla yürüyen bir şairimiz.. En önemlisi de saygı ve sevgi çizgisinden hiçbir zaman ayrılmayan, kendini büyük saymayan ve hayat mektebinde bir talebeyim diyen, çağdaş, akılcı bir dost yürek… Ben o’ na ve Sabit İNCE üstada takılmadan edemem. Hele internet ortamındaki atışmalarımızın tadı damağımda kaldı. Yakında yeniden başlarız inşallah… Harun, net-atışma adını verdiğim zamanlarda, özlü,ozanca, içli, derinliği ve ufku olan mısralarla cevap yetiştiren bilgisayar dünyamda tanıdığım önemli dostların içinde… O Nazım Hikmet der ben Necip Fazıl… fark eder mi? Ne dersek diyelim… Ama, bir gerçek var ki, o da kalıcı ve has şiirden yana olmamız… Birbirimizi göstermelik değil, lâf olsun kabilinden sevmemiz değil, özden - yürekten sevmemiz ve güzele, ışığa, aşka ve tasavvufun tefekkür denizine çağırmamızdır. Güzel olan da bu…

    Manzum bir söylem diye başladık, nesri şiirle sarıp dostlara şairimiz Harun Yiğit’ in şiirsel yolculuğunu sunmaya çalıştık. Kusurumuz varsa affola deyip, söylencemizin girişinden birkaç dize ile gülden bir nokta koyalım olur mu?

    “Bir güzel gözlüye olurum kurban”
    Diyen, Harun Yiğit;
    ……………………dile bak dile…

    Çeşmenin başında Karacaoğlan
    Sevdayı haykıran
    …………………….tele bak tele…

    Gurbetten sılaya akıyor her an
    Arı, duru coşan
    ……………………..sele bak sele…

    Yaprağında ateş, başında duman
    Yunus Emre kokan
    ……………………..güle bak güle…

    Aşkın deryasına düşüp çırpınan
    Bir inip bir çıkan
    ……………………..ele bak ele

    Kimdir acep bunu diyen
    Hasret gömleğini giyen?
    Diye sormayın bana dostlar…
    Anlatmaya çalıştım işte size
    Daha nice güzel ilhamlar dilerim
    Şairimiz Harun Yiğit’ imize…
    Selam bizden cümlenize
    Selam bizden cümlenize…