.HAMAL... Öykü, 1. Bölüm

Ufuk Bayraktar
214

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

.HAMAL... Öykü, 1. Bölüm

Nisan 2010, Antakya

‘’Ne kadar acı çektiğimi görmüyor musunuz? ’’ diye haykırdı. Görmemek bir şey değil, duymuyorlardı da… Belki biraz tahmin edecek ama hiçbir zaman bilmeyeceklerdi, çünkü ara sıra nereye daldığını soranlara asla ‘’geçmişe’’ demeyecek, yapmayı planladığı şeylerden bahsederek onları kandıracak, bir anlamda avutacaktı. Bu isyanlarına ise hiçbir zaman, hiç kimse şahit olmayacaktı, tıpkı biraz önce olduğu gibi kendi köşesine çekildiğinde ve hiç kimsenin artık onu arayıp sormayacağından emin olduğunda ancak bu gözyaşları dökülecekti birer birer ‘’Lacrimosa’’ eşliğinde…

Mozart’ın Lacrimosa’sı… Tam olarak ne zaman okuduğunu hatırlamıyordu ama o romanı bitirdiğinde içinde inanılmaz bir merak uyanmıştı o ağıda karşı. Bir internet paylaşım sitesi yardımcı olmuştu o merakın giderilmesine, işte; tıpkı romanda anlatıldığı gibi, o melodinin tınısı hüzünle sarmaya başlamıştı vücudunun her hücresini! O geceden sonra neredeyse her gece saatlerce o koronun iniş çıkışları eşliğinde düşündü hayatındaki iniş ve çıkışları… En çok da dibe vurduğu o güne takılıyordu hafızası; hani bulmacaların olmazsa olmaz sorularından ‘’en kısa zaman dilimi: an’’ların ne kadar değerli ve nelere kadir olduğunu o güne kadar algılayamamasına hayıflanırdı her defasında. O andan bir an öncesine dönmeyi istedi tüm benliğinde, yoktu öyle bir yeteneği oysa… ‘’Keşke olsaydı’’ diye geçirecekti içinden yine, keşke olsaydı…

Tam da koro susmuş, müzik dinmişken bir şarkı misafir oldu kulaklarına komşulardan birinin açık penceresinden. Evet, bu şarkıyı daha önce duymuştu ama hiç bu kadar etkilenmemişti. Hiç tanımadığı onlarca kadın ve erkek ara vermişken onun ağıdına, vedasının o kadar da kusurlu olmayacağı fısıldanmıştı kulağına, oysa kusurlu ya da kusursuz bir vedası olmamıştı onun, ona edilen vedalarsa hep kusurluydu! ‘’Kusursuz Veda’’ idi romanın adı ve okunduğu andan itibaren bir ‘’gitmek’’ arzusu ile dolup taşıyordu yüreği…

Valizim dolu yine aşklarla anılarla, yola çıktım sonsuz ayrılıklarla…

Onun vedası şüphesiz sonsuz olamayacaktı şimdilik ama sonsuzlukta kaybolma fikri bir an için ona çok eğlenceli gelmişti, eğlenceli? Yüzündeki maskeyi çıkardığında insanların ondan iğreneceğini düşündü hüzünlenerek, öyle ya hep eğlenirdi o, eğlenceler onsuz yapılmazdı; düğünlerin tarihi bile çoğu zaman onun programına göre ayarlanırdı. Herkesi eğlendirirken kendisi de eğleniyormuş gibi yapmayı ihmal etmedi o aylarda ama gerçekten eğlenmeyi bir kenara bırakmıştı çoktan, suskunluğuna gömülmüş, sahte gülücüklerle dolaşır olmuştu. Şimdi eğlenmek sırası ona gelmişti, keyifle kalktı oturduğu yerden; yatak odasına geçti ve valizine doldurmaya başladı aşklarını ve anılarını…

Nereye gideceğini hiç düşünmeden üstelik!

*

Koray’a bir şekilde haber vermesi gerekiyordu ama mutlaka yola çıktıktan sonra yapmalıydı bu işi, çünkü onun sesindeki en ufak tedirginlik, hatırlatacağı önemli bir iş ya da herhangi başka bir şey onu vazgeçirebilirdi. Eline aldığı telefonu her defasında hiddetle yerine koydu bu yüzden, hatta bir ara o cihazı saklamayı bile düşündü ama insanın kendinden hiçbir şey saklayamayacağını en iyi bilen insanlardandı, vazgeçti.

Lazım olacak her şeyi orta boy bir valize sığdırmayı başarmıştı, oysa nereye gideceğini bilmiyordu ve doğal olarak tam olarak ne lazım olacağını… ‘’Bir de valiz parası ödemeyim’’ deyip yine yanına orta boy boş bir valiz daha almaya karar verdi, ihtiyaç halinde onun da içi dolacaktı çünkü. Boşlukları doldurmayı seviyordu aslında ve onun içindeki boşluğu kimsenin dolduramamasını kendine yapılmış bir haksızlık olarak görüyordu.

Her iki valizi kapının önüne yerleştirirken şu boşlukları doldurma işinde ne kadar başarılı olduğunu hesaplamaya çalıştı, dostlarının kendi içindeki boşluğu tüm çabalarına rağmen dolduramadığını da hesaplayarak... Sahiden zannettiği kadar başarılı mıydı bu işte, yoksa onun da farkına varamadığı bazı boşluklar var mıydı; cevaplayamayacağını fark ettiğinde her iki valizin düzgünce kapının önünde durduğunu, elinde iki tane buzla şenlendirdiği bir rakı bardağının olduğunu gördü. Açılan pencereden Antakya’nın meşhur serin rüzgarı vücudunu okşuyordu, bu mevsim için biraz fazla serindi ama o rüzgarı hissetmek, vücuduna işlemek istiyordu.

Müzik seti ne zaman çalmaya başlamıştı o ilahiyi (ağıt mıydı yoksa?) hatırlayamadı, yine derinlerde gezinmiş ve beyinciği ile hareket etmişti anlaşılan, şaşırmadı; bilinçsizce çizdiği bu tablonun keyfini bu defa bilinçli bir şekilde sürmeye devam etti. Sabah olacak, yola çıktıktan ve hatta iyice uzaklaştıktan sonra Koray’ı arayacaktı. Biraz erken kalkması gerektiğini düşündü, kimseler onu merak etmeden, arayıp yoklamadan önce gitmiş olması gerekiyordu; hiç uyumasa mıydı? Olmazdı, uykusuz yola çıkmamalıydı. Saatine baktı, gece yarısını neredeyse üç saat geçmişti, ‘’yine geç kaldım’’ diye düşündü ama hatırlamasa da bin bir zahmetle hazırladığı bu sahneyi hemen terk etmek istemedi, bu defa başrolü tek başına oynuyordu çünkü, kimseyle paylaşmıyordu.

Paylaşmayı seviyordu oysa, bir an için kendi bencilliğinden tiksindi ama yapmak zorunda olduğu her işi başarıyla icra etmiş bir aktör olarak bu sahnedeki yalnızlığını sevmeye çalıştı. ‘’Paylaşacak çok şeyim var hala ama paylaşmayı en sevdiğim artık yok’’ diye düşünürken hıçkırıklarına engel olamadı. Yanağına doğru nazlı nazlı süzülen gözyaşları sel olmuş çağlıyordu sanki, ‘’erkekler ağlamaz’’ şarkısını duyar gibi oldu, korodaki birkaç isyankar tenör ve soprano o ağıtı (evet bu ağıttı) söylemekten vazgeçmiş ve o şarkıyı söylemeye başlamış gibiydi. ‘’Bakın görün nasıl da ağlarmış’’ diye haykırdı içinden, sesini yükseltemezdi çünkü gecenin o saatinde uyanık ve meraklı bir komşu sesini duyabilirdi. Bundan birkaç ay önce acı bir tecrübeyle bunu öğrenmişti, adeta bütün apartman ayaklanmış ve kapısına dayanmıştı; bildikleri ama anlamadıkları o acıyı hiç de özenli olmayan o klişe sözlerle avutmaya çalışmış, yarasını biraz daha fazla kanatmışlardı.

Bazen anlatmak istiyordu ama başkalarına anlatabileceği kelimeleri yan yana koymayı başaramıyordu, hayır bu sadece kendine anlatabileceği bir şeydi; aynı acıyı (biraz daha az mıydı onunki) yaşayan dostuna, dostlarına bile anlatamadıktan sonra kime anlatabilirdi? Kendine anlatmaya çalıştığı şiirlerden birinde ‘’Herkesin bildiği ama hiç kimsenin anlayamadığı bir sızısın yüreğimde’’ diyecekti. Kendine bile söyleyecek sözü kalmamış, şiir yazmayı da bırakmıştı ne zamandır; ‘’bir de sigarayı bırakabilsem’’ diye geçirdi içinden öksürürken.

Müzik setine iyi geceler dileklerini sunup saatin alarmını 07:50’de çalacak şekilde ayarlayıp yatağına uzandığında uyumak için üç saatten daha az süresi kalmıştı. ‘’Yine geç kalacağım’’ dedi ve gözlerini yumdu.

Ufuk Bayraktar
Kayıt Tarihi : 24.7.2011 22:03:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ufuk Bayraktar