İNİSİYASYON I
Ya Hep Ey!
gösteri başlıyor idi
:
var idi özü var idi tözlerden tinlerden nefslerden önce sözü var idi
“ol” dedi Ya Hep !
Aşk içkin suya düştü ses
Titreşti zerre oldu
Zerreler bir kürre oldu
Endam etti büyüdü merkezinden
Açıldı ve saçıldı kat kat gök kafes
Sonra eflak, sonra mahluk
……………………………
…………..
göstergenin arkasını bilerek en son rakamı
ilk tık!…… ve cana geldi sayaç sıfırdan artık
sayıldı nizamlar açıldı tek tek semavat
………………………………………..varlık: zuhurat
hem “hep” durmadı
Ya Latif biliyordu olacak latifeyi… yine de
espirisine gülümsedi yaratırken zamanı
oldu zaman
ve an geldi husüle ilk tık…espiri tamam varlık
….çok yerinde ve kıvrak
anın sonrasında öncesi doğdu…
anın öncesinden sonrası doğdu…
doğarken bir espiri yaptı zaman eşyada:
bebekler ters çıktı, hem hep
iki kızı bir oğlu oldu zamanın
(…)
bu çocuklar indirildi halifenin in yerine;
kendisi kalu bela’da kaldı, sebep başladı
ancak bu üç fotoğrafçı çocuğun albümünde her resimdir canlı saklanan
insanın resimli yarasıdır
şimdi dünya burasıdır.
Bu ne mümkün;
meşk ediyor gemim ağır dalgalarını yükün
ne bu nokta nokta neden? Neden yanarlar ?
titreşip muammada zaman mekan bilmeden bitmeden
bu intizam bir devinim bu sitem,
gerçeği görmek için nokta nokta -bir-
neden: serpilmiş bir tutam bahar?
Tanrı’nın çorbasında yıldızlar.
kaynıyor bu bin ölçek paradoks ve lezzet
ezel ocağında pişti bu izzet, varsın!
Ya Hiç Ey!
Adem’in tecellisi derken
İblis’in parodisi başlar
barışmaz durmadan kendisiyle
durmadan
insanın yaralı müzmin rüyasıdır barış
rüyalı yarasıdır aşk insanın
ey gizem !
bana -buralı- olduğunu söyleme!
sorma! yorma! Ne komik
ceviz tohumu beynim benim
içindeki ağaçtan korkuyor ve kinik
klinik vakıasın ve doktorların çekinik
neyi beklemiş bunlar, neyi bekliyor?
bu neyin kalesinde her biri dizdar?
yıldızlar mı dağlar derin yara
köpük köpük sonrasının öncesine bak hep tuz,
meşk ediyor gemim ağır dalgalarına yokuz ,
pesis…
çok bilmiş yakın bir kahkahasın
her -kahında- bir kahırsın gizem;
Lex talionis !
“O “ na teslim oldurandı, dokunur oldu kalbime
ne izeldi oysa o… ne güzel;
bir şeydi bir şey oldu aşk olmadı
keçisini geri saldı bana Azazel?
ben de gittim aldım da çölden silah verdi kes dedi
Meryem’in nebulasından
teslim olan yıldızın dilini kestim ah!
-ne curet nefsim-
sonra kanlı paganlı kaldım
ellerim tuttu kibir krizleriyle
ve elin durdu ah İzel… nerde
ellerini, yaktım ocağını burcunun? ve
ne Ahsen-i cevahir haç mı(?)
ve ne müthiş hilal var utanıyorum
şimdi Lex talionis !
ah Feride!
kur mahkemeni günahına girdim
ölümün
fazlası yokken eksildi toprak
alevin, yakın ışığın ve dönüşündü ak
alevim, yakın ışığım ve dönüşüm
düşürüldü
al gizem pişkin gülüşünün bağrına yak!
uzatıyorum sözümün damarsız elini…
KES!
Einstein gibi, Fran-keş-tayn gibi…
-tirildim tin tin
fırınında hem electrogitarın Rammstein gibi
yandım tın tın, anın
hem tülden gırtlağını ruhumun yontup
perdesini ağlatarak an
Anka’ya çık son zerre külden
belki yolun açık “ben”
çık düşün yatağında şöyle bir uzan da ey akıl !
dışarda ne vardı gerçekten ?
uzamda?… hatırla
bir nefesi nefesinde duyanda yanardı
zillerin zîllerin olurdu
tözde közlenip duran da huuuuu(?)
varlık alevine yan!
düşüncenin proteini yoktuuuuu
ne iç ne işe ne yan ne yön? Hayır mı?
Kunta Kinte misin nefse? Kant’a kinde misin?
ahlaksızsın “ben” evrensel
ne taraftasın? sen ikisin evet ben
hücre devletinin bilgisayar mı var içinde?
karıştın…kaos… aldın sattın
hücrende niçinde
ölmeyi unuttun içinde
MOTOR!
kalpte
susmadın yerin dibinden kusturdun ve yukardan
karanlığı bile süpürdün -yokun anlamı- yok(tu)
erdem
süpür dünden, al götür dinden
bugün ve yarın
çal tarihini çal ve dört kulak dinlen
ne güzel gürültü
nicedir bak sarardı toprağın yüzüne bak
ezanlar esiyorken ne ayıp savurmamak
şuracıkta putların türlü renkli kemikleri
düşürüldü
nerde
gözlerin? yapış yapış tapınak!
çıplak mı ? kendi mi ? akı beyaz mı ?
için rahat mı ?
kim soysa beni bu kıştan erimek istiyorum sana…
çiçekler ah oysa, açık… belki ölüm orucundalar…
çiçekler ah, seçik… tükürmediler hiç!
mikrop öldüren karına ışığın
parıldanma ey gölge !
-gölge tepinme-
güzellik şamatasıdır bu ancak gördüğüm
gözlerim
akından bebeğini ağlayarak düşürdü
damıttı güneşten nifak nifak
kapış kapış kör izleğin…
izleyin
“…. sayıldım ve açıldım tek tek nizamlara(!)
aman aman
ne………………………………..varlıktım(!)
flaş ! flaş !
tapınak”
sakladım… saklambaç oynadım varlıkla
kırmızı boyası alyuvar
yaralı resimler resmi geçidini başladım,
dedim ya şimdi dünya burasıdır
insanın yaralı müzmin rüyasıdır barış
rüyalı yarasıdır aşk insanın
Feride sana muhalif…Yuvarladım…
geldim ya benim de budur sünnetim
ölmeyi unuttum
kanı tuttum, kana taptım, savurdum.
tapınak oysa
ve ay karanlık değil
Ahmet Abi;
kan karanlık di mi?
ve kan ne ayıp!
özenli ufuklar içinde hâlâ
değirmen taşı sabrında
yükselen güneş ve dönen şu dünya
şirin ateşler kovasına
düştü burcu
neşesi kanları
kaleyi öldürdü askerler
burcu ve sancakları
tebessüm ediyor damalı zeminlerde
sancısı soluksuz, soluğu sancısız,
hiç olmadan, yok olmadan, yanmadan yanık
postlar pöstekiler
koyunlar keçiler kurtlar
ve yanık gülün acısı
ışık değil ukdesi otlağın
tutarsız karanlık…
ruhunda kömür kaygısı yakma ideali insanın
acı ey ateş ona!
yeter bak!
espirisi kalmadı
kör bu yalnızlığın gör
pırlantalar çalındı
gecenin gerdanından alnından
günün sürmeli gözleri dağlandı ve
berceste ovası hayatın
gözlerin kamaşmadan şimdi
çöl! Ve böyle uyunur mu,
uyurgezer hayallere uyandın ne giyindi ?
“ayakta gerçek” oturmaz hiç,
Ay gibi çıplak ortada ayakta orda burda şurda
hayatta gerçek, hayatta !
acı ey ateş!
kibrin kibriti fitillerin ucunda,
patlatır kainatı bu melet!
Çelikten ağaçlar mı olduk?
“ben’in” kirli ormanında
ağacın onurlanması için
ateş mi lazım?
onurlu bir ölümdür düşen
yanan ağaçtan ağaçlarıma
yeşil kalan yapraklarına
dal dal astığım
senin ışığın Feride,
Onları artık gör,
madalyonlaşan kor
kitap gibi son yeşil çığlığım ben bu (! )
çağlar ötesi bozgun
yürüyüşümü resmi geçit yaptım
“ben dağıma” çığlar ektim
Çıııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııığ
sır ve sûr
süslü püslü sen kadın devam et rujunu sür
modifiye sen adamım ağlat asfaltı arabanı sür
düt ve düt, dıt ve dıt, dır ve dır, çan ve çan,
piz ve dem, tuş ve bas, cam ve kutu,
boş ve boş can ve ruh ve
havada çürüyen çığ! lekesi nefes
eziyor kadife çimenleri laneti pelin
kırıp geçiyor incili sedefleri
etten seneti elin dokunur
sistem ve geziyor etleri dehşehvet
sistemin adamları
adamlar ve adamların sistemleri
tahsildar
kurşun damıtır
soğuk savaş sorular
el-cevap: soğuk kıyamet
nükleer gölge oyunları
yeni dünya düzeni
“tavşan yaptım görüyor musun?” duvarda bak orda kulaklarına bak
devran sizin
şimdi sallıyorum iki tane, desenize yine,
sizi küresel playboylar, oynuyorsunuz ne güzel,
bir şey demenize gerek yok artık ve
zaten çok yakışıklısınız
patlayan şeyler şimdi sessiz ve görünmez ve
hem daha etkili daha çok,
hem nasıl olsa artık ihale usülü
dağıtıyorsunuz savaşları da
iki parmak şampanyamı şimdi hazırla playboy !
ve tabi onu da patlat önce,
kalbimdeki bir avuç ateşe dökeceğim
ne kadar parlarsa o kadar işte asıl cürmün
bütün bunlara “ben” sebep oldum
yozlaşan nükleik
asitler altında,
dilleri sökülen tohumların
ve aklın delik dolu
çiçeklerinden korkacağız bir gün
susan çirkinliklerini mi çok seveceğiz?
kangren balkonlarına cevabın
arsız oturup ansız koklarız; kanın,
gölgeleri, bir koca ağacın dalından damarsız
azade sevişir soluksuz
anın idare lambasına yaslanıp,
bordasına varlığın;
sürünen orgazm
koşulsuz yalnızlık.
ne çok insan, ne çok ben, ne çok yalnız
şirin ateşler neşesi panik uyku
kopya benlik sahte tutku
dalgalar ve beyinler
sen midir sen sandığın içinde?
bireysel kırıldı simitler
susamlar döküldü dağıldı,
simitler çıplak epeydir simitler
çöplerde kaynamış ıstakoz kemikleri
gülümsediler
ve bembeyaz dişleriyle;
ve somali’de küçük mahzun yüzler
hem de nasıl ve “neden” ?
ve çok pahalı oyuncağı istediği renkten alınmamış
Amerikalı çocuk Santral Park’ta ortalığı yıkarken
bunları görmedin sen,
ben.
hipnoz eden markalar reklamlar eşyalar ve ergonomi,
kötü karanlığa kitleyen sesler ceplerde motorlarda cihazlarda müziklerde
popta topta varda yokta
avm’ler sistemin toplu hipnoz hapishaneleri,
tıkar sizi içine basar bir bulut görmeden bir çiçek hissetmeden bir toprakta yürümeden bir kuşla görüşmeden bir rüzgarla öpüşmeden bir yeşille sevişmeden
kimseyle sevişmeden
gün biter
ateşler neşesi çanları vurur durur
bütün zangoçlar süper zengin olur
böyle asılın bakalım
asılın bakalım
hasta sanat, hasta bilim
hasta televizyon
şimdi daha NET
beyinlerde ufalanan cıvık yankılar ve set!
hasta fikir.
ne kadar hastayım, ne kadar haplıyım
ne kadar haklıyım
diye
hapı yutmuşsun dünya
izlet
yakında rüya satacak uykular
tatlı rüyalar
diye izlet
bak delirdi karanlık; aşkı oya oya
oylum oylum selvi boylum ölüm
nerde o meltem?
büyüdü ego güzel mi güzel “gönül”de
nefesinde o eski mislerdi
şimdi her rüzgar "para”-noya
çiçekler şimdi açarken para ister
kaosun aşkı bu kadar büyük!
herkes şimdi çok güzel
herkes şimdi çok büyük
düşünerek yürüyen ayakları kırdılar
dikenden kaçmayan
bülbülleri buldular
kopardılar kelle kelle,
çınarlar delirdi dallarını yoldular
ateşten kaçmayan
güzel ateşler neşesi kurtları
uluyor dişler…
bu soğukta bile sen aşk tatlı değilsin ısırma
digital aynalı kalplerde sıcağın sanal,
aşk!
zamanın yüzü değilsin
zaman yıkadı yüzünü
sen çıktın
biri saydı sen çıktın savaş hep
doğru iş bilmiyor
-acımak miskine- uzak
kapanmak lüksüne alışmış
gülleri çürük, haddinden fazla kırmızı
ve güdük
esen nefesi düştü kokuşmuş;
ve zamanın ta içinde ağzının
kimdir böyle dişçisi?
yağmura kapanmak! Yağmurdan boşanmak:
Dünya Oteli’nde dul toprak; seks işçisi…
Dünya Oteli’nde dur toprak köhne
Kararmış ölülerinle
çiçekler duvarı tende kim toplar?
yerde gökte ne güzelim düşler var
fantezi ve fantezinin adamları
adamlar ve adamların fantezileri
pislikler ve pisliklerin puştlukları
çiftleşen tekillikler arenasında,
kaşla göz arasında
Küresel dünya ve tek tip insan
bilim Tanrılığa soyunalıberi
insanlık treni gidiyor geri
Oded Yinon, Armagedon, Transhumanism,
ne büyük Ali Cengiz tezgâhta yorulmaz
bilmiyoruz
uyuduk eşyanın renkli ve rahat döşeği
oyuncaklar hoş geldi ve ölümsüzlük rüyası
bilmiyoruz
mağaradan çıkmıştık
mağaraya geri dönüyoruz
yıllar yılı
dünyada yüzlerce milyon aç sefil insan
doğayı da paramparça edip
Mars’a gidiyoruz
komiğiz ya
bilmiyoruz
yoruldu terleyen şeytan ve tere otu,
iki hıyar, bir sulu yoğurt ve hemen cacık.
kimlerle nerelerde yatmışlar hemencecik
bir anasından doğrulan
yangınlar
bu medeniyetin yalnızca ateş doğuran bir rahmi var.
alış veriş alış veriş
satan satmayan, alan almayan,
satan yaşar alan yaşar
satmayan ve almayan ölür
bir güdümlü çığlığım olsa kederimin balistik rampasından fırlatsam
Toma Hav Havk insem ve köpek gibi ulusam tepelerine, kara saraylarına,
ulusa sesleniş konuşması yapsa yavşak vak vak varyemez başkan amca,
Haso Şey Tik Pires hemen girse sıcak sıcak:
“baş-kan: - ben kanın başıyım, dedi ve az önce istifa etti!
çıldırmış olmalı bu herif my god!”
kimse ölmeden ölse o şeytanı Tanrı edinip tapanlar
buğdaydan utanıyor tarlalar ve tırpanlar
insanın ayağı toprağa değmiyor
Acı ey oluş! Acıma karış! Acıma karış karış…
“eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller
durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
sular mı yandı, neden tunca benziyor mermer?”
Sormasın kendini bana gök
yıldızların bataklığıdır bu karanlık
taşları kalplerden dikilmiş mezarlık
Dünya Benin
Dünyam benim
kaos mağarandaki itler;
miloseviç,şaron,hitler
türlü türlü baş-kanlar, kraliçeler,
armagedonun, kılın tüyün ve bitler,
forslu apoletler
ağdan geldi
artık dünya,
yapıştır ve çekiver.
altımda arz, başımda düş zindan,
dönerken baktım gördüm
nurların feri kalmamış yerde,
doğmayan ölüş serde nisyan
hangi denizdesin,
ey Feride ? ey Hep! Durmayan!
yolcuyum her birinde sancıyım kırık buğu
alçıda ebed, ben kırdım evet!
gözlerim, ışıkların yankısı
kaynıyor ezel çığlıkları çekti kulak,
donmuş güller soğukları soğuk, yazık canım
tüm sustuğu enginliklerde uykuda o kovuk !
özge bir yıldız soylu bir boşluk sıcak mı sıcak
çarpacak hayal arar insan yapacak hoşluk
bir ihtiyar bilge rüzgar bekler o deli dolu
en yaşlı uğultuların sulu gölgesinde,
ölüm korku-su serinliği pişkin
sırtımdan kuşkulanmış tuhaf kuşlarla
işte kuyular! Kuyu dolu yağmurlar çıkrıksız
çeviremezsin “yukarı kendini” bulup çekemezsin çıkmaksız böyle in in aşağılık ve karanlık ve çakmaksız ruhunda çivi çakmaksız dolan; “bir doğru mıhlamadan” ye afiyeti her yerde ve Hiç’i;
arşın kızları!..
ruhsuzluğu ruhsuzluğa!
örtüyor özdek özdek
yankı tutan dipsizliğe tapan
denizin sapkın dalgasına gürle!
tenleri gümüş alemler altındayım
kesif karanlık çürümüş
tinler içinde nefsim
kararmaktayım
lex talionis!
Karar armaktayım kâr-ar-maktayım
üşüdüm kapkara ve edepsiz,
her şeyi açmaktayım, her yeri,
her şeye, her yere
ters yüz edip yerle bir
asaletini her şeyin
değerli bütün şeyleri ucuzlatıp
değersiz çarı çöpü pahalandırıp satıyorum
zarar vermekteyim kalemimi kır,
kaleme zar atmaktayım
ayaklarımı kırdım cennet ovasındaki tayım
düştüm zara gül ektim
kahpece güldüm
zülf-ü kâra dokundum
gümbür patır aşklardı
ar damarıma kan ver Feride ya da kes
kem grubu er iş kapat pozitif doldum
bir başka zehirliyim bu kez
zehri bile zehirledim acının bile tacını sattım
ibreyi tersten okudum devri düştü yolumun
ihtirasın rampasında devirsiz devrildim
belki de ve bu çekici değil gelen
bu değil kurtarıcı bu hararet
bu ateşten hayalet,
bu ateşten; hayal et…
ah insan sen ki balık misali buraya atıldın
aşk içkin suyun içinde sen
susamaya devam et
suyu kirlettin sudan da çıktın
ne oldu aşk mı yetmedi
ya da ne koydun yerine?
Aşk bu suda içkinken
Sen Elest’ten sarhoşken
Ayıldın sevgiden, çıktın sudan kurumaya
ateş almaya mı geldim buraya? Hı? O kadar mı zenginim?
“-bir yakıp çıkacağım”
varlığı yokta kavuran ocağım,
Hu!
böyle olmayacağım!!
öğrendim ki kimdim.
doğru güzellik, güzel doğruluk,
ateşler öldürmeye geldim.
“İbrenin arkasını bilerek son rakamı
İlk tık ve cana geldi sayaç sıfırdan artık”
sevdin…ah Feride …
sırrınla doldum…
ve yarattın beni…ısındım..dondum.
titredim, çatlayamadım…
terliyor cehennem…
üşüyor cennete kar yağdı
saydım
sıtmalarla tutundum.
çözüldü maya
“küflendim”
Ooo piti piti karamela sepeti terazi lastik jimnastik
ben bir gerçek uydurdum
dumadumadum
gümegümegüm!
bir savaş, iki savaş,…………………………….
sen çık savaş, sen çık savaş oyundan
kırmızı mum ebe kırmızı mum
kan karanlık!
yan ruhum erisin
e be yan ruhum erisin
kana kana -yan mum ey!
-kana kanayan- ruhum dinlesin
bu Halname-i İns’…………..….iiiiiiiiiii…………..…..
sol la siiiiiiiiiiiiiiiiiii
şarkım başladı duyuyor musun?
Feride sağır et beni gitsin
de diyemem!
neler duyuyordu dünyada
vazgeçemem
sözüm sözdür susacak uykular
suya dönecekler, suya dalacaklar
suda kalacaklar
AŞKTA
Aşkta balık olacaklar
söz
Küresel Playboylar mahvolacaklar
doooo ve: “ -başladı gam
derdi…”
“ve an oldu ilk tık…… espiri…
çok yerinde ve kıvrak
doğarken bir espiri yaptı zaman eşyada:”
“insanın resimli yarasıdır
şimdi dünya burasıdır.”
Yalvaçlar,filozoflar, alimler ve bilim
güldürmüştü anlayıp
yüzümü benim güldürmüştü
Ey Latif !
Varlığın bir espirisi vardı
Ben bu espiriyi unuttum
sonra
git gide yapamadım ben yüzümü sana
git gide gülemedim
git gide yapamadım
feyz aldım
ne zamandan ne mekandan,
ne kitapdan ne doğadan ne aşktan
ben espiriyi anlayamadım
ey ! aklımı çaldılar nota nota
milyarlarca beynimle -şeylere- baka baka
güldüm ağladım
gönlümü değil de ben, hep ağzımı güldürdüm
nefsimi değil de hep kalbimi kararttım
milyonların da vardır sağından duyarlı yani sana duyarlı
biliyorum
Ey Hakk! Ey Zihin! Ey Kaynak!
gönüller yeşerecek yeniden giderek ve artarak
bir şey unutmuşlar burda
ya ki bir şeyi öldürmüşler burada ama ki ne?
ben kendimi öldüreceğim güzel güzel azizliğe doğru,
Aşk içkin suda, ölü ve izzet içinde olmak
başka bir ideoloji yok
evlerde sokaklarda ölmüş insanlar mı bir sankide,
bir zamanda güle oynaya kurtuluş kıyısında
koşuyorlar neşeyle suya
ama işte bir şey kaçırmışlar burada şimdi… akıl olmalı,
kalplerini de ceplerinde taşıyor birçoğu
dinleyen iblisin zelil olmuşlar zillerini dinleye dinleye
sağır edeceğiz hep birlikte burada kulaklarına kurşunlar
sıkacağız onun
çocuk olup yeniden su tabancalarımızla
sıkacağız dinleyen iblisin zavallı kulaklarına
Aşk içkin su dolu tabancalarımızla
Suda içkin aşk dolu
anladım esprisini
zamanın
çocuklarını alma geri
fotoğraflarını yakma ne olur
üç albümden de hasreti bitmesin
anın
biliyorum mahcup kalmış güneş
denizler, sular, akan ve akmayan
hiç bu utanç sarısından değildi akşamüzerleri ve tan yeri
ve çıkar sonumdan soylu bir is,
Lex Talionis !
kısasa kısas…
ah Feride, ey ilah! Ey ezel !
sen;
-katil Halesi-
ve gülen sen değilsin hale,
gizem sen değil, üzen de sen değilsin…
seni gizem belleyen daha ki neyi bilir bu SENSİN?
ve sen kırmızı mum sen ki
oynak alevinle kırıt
gül gizem! sırıt
seni ki tanıdım
çok bilmiş yakın bir kahkahasın
her -kahında- bir kahırsın
Gizem
Feride sağır et beni gitsin…
sığır ki et veriyor
ya ben ?!
anladım
kan mı?
nur mu?
Bu kafa seni ve Aşkı nasıl bulsun?
Biraz yardımcı olur musun?
mııııııııııııııı miiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii muuuusuuuuuuuuuuuuuuunnnnnnnnnnnnn?
are there nothing suuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuun?
…Feride bitti sözüm………………… düştü derman…………………… benim beni geçti …………………..
…………….kaldım geride………
……………………………….benim neyi seçtiyse boğulduk bir derede… ………………………………………………………..
………………bir arada olamadım bir arada…………………………..kendimle……………………..
………………………..kaldım……………………………………………
………………………iki arada bir derede……………………………………..
güçlendi……………….
semirdi de aslan gibi mi oldu?
ah insan
sudan çıktı, asaleti unuttu,
sudan çıktı, sudan çıkmış balık gibi bile değildi
kırdı kendini oysa azametinden ahmak
ne ki bu güç elinde liyakat var mı ona
onun mu ben dediği?...letafeti nerde ki?
o malik değildi ki nisyana düştü kaldı
kendini mutlak hamid sandı kaldı deli düzde;
kibirle kucak kucak gizde kaldı yamuldu
aklı tıkandı taştı cüretin leğeninden
utandım benimden ben
geç kalmadım
budur fikrim arz ederim affet beni
şeytan kahkahası ile parıldatsın gizemi
biz gaybdan bihaberiz diye kullansın onu
kullansın şeytan onu, hikmetin sırrını da
ne gizem lanetli, ne de ben lanetli
alları zehirli, pulları zehirli
gizemi anlamayıp sudan çıkmışlara bak
çırpınırlar nefs için epey hileli
kıyamazsın bana sensin Feridem!..
gizem olmasaydı olur muydu
hayata ve aklına anlam verecek sistem?
Düşünmek ne büyük değer!
Neyi düşünürdün neyi bulurdun?
Her şeyi görüp bilseydin eğer
Evreka!
Tanrı’yı görmek demek
Her şeye ermek demek
Söyle keçeli beyaz hırka
Kim derdi o zaman
Bu dünyada:
Evreka !
yoğurt gibi facia mayalıyor;
her taşın altından aynı tür yılan
her taşın üstünden aynı cins yalan
bu aynı zehir taşınır taşar
umut yolculuklarının sefer tasından,
kokusunda yangın işaretleri,
kıyamet kaşıklanır !
toprağın gözlerinde kızıl çamlar sarsılır,
içleri içlerine sığmaz ;
vurulmak ister çanlar çatlasın ;
duvarları sarmaşık habis açarlar!
çalsın tamtamlarını karamsar davulları
kahkaha parıldasın!
Feride sağır et beni…
artık oynamayacağım, duydukça oynuyorum
oyuncağı ben değilim düzenin
kahkaha parıldasın !
kör olmak istiyorum şeytana benzemeden!
hatırladım ben insanım istemem
şeytandan aşağılık olmak
Ahsen-i takvim’in kaçı bugün hangi yaprak?
bir takva günü kaç saat?
bir dünya saati kaç zulüm?
Dün batımı ne zaman?
Gün doğumu ne zaman?
aydınlanma çizgisi
önce nerden geçer?
ben ar sevap dinlemedim
İblis’in günah dinlediği kadar
ben bana döner (mi?)
kim kime döner?
dumduma biter (mi?) …
“Moloztaş” devri bu az kaldı mağaraya
“kaptan mağara adamı geliyor anacığım!”
Gidince hemen Barni Moloztaş’ı bulacağım
duma duma dum
Söner mi kırmızı mum?
Gizem, ey ben!
kahkaha meleğiyle artık gölgelen!
Aşk içkin suya düş
Huya düş ve saflık, her huya düş
Hay’dan Hu’ya giderken,
Budur, yegane rüşd
gör kanatlarını gizem, siyah fakiri
bir bulut edin kendine,
kalma… ben………….
günahın kirli güneşinde
Yüksel
Me
Ne?
-Gölge Tepinme-
Bu Mümkün
?
Ya Hep Ey!
Ezel Nur Ya!
Bu mümkün
Meşk ediyor gemim ağır dalgalarını yükün
Ve sana buralı olmadığını söyledim gizem;
senin resimli yarandır
şimdi dünya burasıdır
siz sandığınız sizler
siz değildiler
.
Sır ve Sur / Ferfir Yay. / 2011
Kamil Çağlar Aksu
Kayıt Tarihi : 13.11.2011 01:23:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!