Görülmektedir ki, örnek yüz sayımızın sayı doğrusu üzerindeki, iki boyutlu bir zaman akışında, yüz sayısının, soldaki yakın değerleri size cennet algısını yaşatırken, sağındaki sayı değerleri cenneti tekrardan elde etmenin düşünsel, düzenliliklerini, ya da kıyametini yaşatmaktadır.
Esasen bu bir transistor emiter kolektör akım kazancını beyz kontrolü ile belli değerler etrafında çalıştırmasına pek benzemekte. Burada beyz kontrolü, sosyal ve toplumsal ve evrensel bilinç kültür aidiyetleşmesi olmaktadır. İstenirse transistor akımları sırf anoda (diyelim ki sayı skalasının yanal sağına) ya da transistor ü katot zamana (sayı skalasında sola) götürürsünüz. Dalgalanmalar mini mumuma ineceği için, zaman yavaşlar ve zaman akmaz gibi olur. Süreçleriniz artık durmuş gibidir ki yaşam ortadan kalkar.
Ya da tristörler gibi bilinçli girişmeler ortaya koyabilirsiniz, dalgalanmanın çevrimleri iniş çıkış süre boyunca, geyt kapısını; belli bir polarma düzeyinde sürekli tutarsınız. Bunlar sosyalin toplumsal gücün özgürlük alanıdır hem de sınırlılıklarıdır. Yani sınırsız hak özgürlük olamayacağının bilincidir.
Siz sayıları sayı doğrusunda yine bir anlamlı en sağ ve en sol değerlere götürürsünüz. Bu anot ya da katot akımına götürme sonsuzca sürer bir verimlilik değildir. Bu yüzden olay ve olgular kesikli süreklidirler. Bu anlamlı sayı değerleri, o olay ve olgunun, durumun; ilişki alanını, yani organize girişimde bulunduğu sınırlarıdır. Ve sınır dışını zorunlu olarak belirlerdir. Bu bir kendi, kendine organizedir. Sınırların (varlığın biçimi şekli) , bir ilişki girişmesi, anlamlılık sayı alanı olduğudur.
Bilinen bir örnek üzerinden anlamlı sayı değeri kavramını belirteyim. Evrende -273,000 derecelik bir soğukluk sınırı vardır. Süreç; bunun altındaki bir soğukluğun, ya da ölçülemezliğin, olduğu için bir alt sınır değildir. Aksine bunun altında soğukluk değerini de var edebilir ve ölçebilirsiniz de. Ama bu yeni değerlerde, -273 derecedeki olan olayların dışında, hiçbir olay, olgu, girişme ve fark yaratma değerlerin oluşması mümkün olmamaktadır. Bu yüzden bu değerden aşağı ne kadar değer ölçerseniz ölçün, saçma ve anlamsız, ilişkisizdir. Süreçler yoktur zaman durmuştur.
Günün Kararması
Gün kararmadı mı, ağarmazdı. Sosyal ve toplumsal yapının aydınlanması için kararması lazımdır.
Sosyal ve toplumsal yapı, kendi aydınlığı içinde ya kararır, ya karartılır. Gün elbette kararmaya gider bu doğa yasasıdır. Siz toplumda ve sosyal yapıdaki, sadaka ve merhamet duyguları ile bu kararmanın, kritik durumuna ulaşmasını, biraz daha uzatıp, dramatik görünümlerle sürdürürsünüz. Çünkü sadaka ve merhamet, akıl yerine, usluluk ve sürünme ve sefaleti yaratacaktır.
Çünkü bunlar pasta büyüten, ya da pastayı süre çevrimine sokan akılcı devinimlerden olmayıp, can çekişmenizi, biraz daha zamana yayan pansumandırlar. Ve zamanı, gide gide süreç içinde, şiddetli sosyal çatışmaya sürükleyecektirler.
Nasıl boğaz köprüleri, insanlar kullansın da, biz Allah'ın rızasını alalım diye yapılmıyorsa. Ve yine boğaz köprüsü ve oto yollar, fabrikalar, insanların, sadaka ve merhamet duyguları ile yapılmıyorsa toplum içindeki nüfusun sorunları da, toplumda; Allah'ın rızası için ve sadaka karşılığında yapılmaz yapılmamalıda. Yapılıyorsa eğer bu, dehşetengiz bir faciadır, müdrike sahipleri için.
Nüfusunuzdan ve nüfus artmanızdan sizler sorumlusunuz. Buradaki gaf ve siyaseten kusurunuzu, paylaştıramayan siyasi beceriksizliğinizi, sadaka ve zekât anlayışı ile kapatıp, alkış alamazsınız. Bu, çağdaş toplumda; suç olması gerekir ki öyledir. Bu, yine halkın tutumudur ve halkın yaşaması olgunluğudur. Toplumla halkı, okurun karıştırmaması gerekir.
Toplumsal yapı aydınlanmasını iki şekilde sağlar. Birincisi toplumun kendi ilişkilenmesinin bilimsel teknolojik olarak gelişip, üretim gücü ve üretim ilişkileriyle; üretimin paylaşılması çelişmesinden zorunlu olarak çıkar. Yani bunlar, yapının bir anlamda eski ilişkilerin taşıyamayan, karanlıklaşması, yeni çözümlemelerle aydınlanmasını sağlarlar. Bunlar dinamik oluşmalardır.
Sürecek
Toplumsal yapının ikinci aydınlanış nedeni de, haldeki mevcut kurulu ilişkilerini, egemen sınıflar yararına, aydın, yazar, çizer, gazeteci, politikacı, konuşmacılar tarafından karartılması ile mümkün olur. Mevcut durum, sosyal yapının, ya da halkın tam etkili tavrı ile kararmaz.
Belki halkın sorumluluklarına sahip çıkmayışı, bunu gerektirebilir. Ama bu kendi başına yeterli bir neden değildir. Bu durum ancak öznel müdahalelerle karartılır. Bunu da, sözde aydınlar yapar. Vatan diyerek, millet diyerek, halk diyerek, insanlık diyerek, insan hakları ve özgürlük diyerek, bunu meşruiyetlik içinde, halkın desteği ile yaparlar!
Yukarıdaki sosyal yapının toplumsal ve evrensel bilince evirilen, sembol değerleri nasıl var etmesi gerektiğini, ilişkilerinden kopartılmış ama birçok basit temel düşünme ile örüntüleşmesini işledim.
Burada görülmektedir ki insan hakları özgürlükler yaşama hakkı, demokrasi gibi bütün soyut anlama ve değerlemeler bir ilişki alanı etrafında çekimlenip anlamlı belirmelerle değer kazanmaktadır. Bunlar yoksa bu değer anlayışlarımızda yoktur. Ve bunlar devamlı zorunlu ve bilinçli değişkenler ile kontrol edilmektedirler.
Bir zamanların dinamik yapısı içinde gelişmiş, olması gereken sadaka ve zekât kurumlarımızın içine doğdukları, döneminin, hiçbir kurum ve kuruluş ilişkisi, bugün mevcut değildir. Söz gelimi o günün bir çiftçisi, günde beş dönüm yer sürüp imar ederken, olması gereken nüfus sayınız farklıdır. Bu gün beş yüz dönüm yer sürülüp imar ederken ki nüfus sayınız başak olacaktır. Kıyaslanmaz bile.
Üstelikte bunların, ila nihaiye sürer olmayan, kesikli sınırlı bir sürüş olduğu da yukarıda belirtildi.
O günün artan nüfusu, bu ve diğer nedenlerle de sadaka ve zekâta ihtiyaç duyacakken, bugününki nüfus, bunlara gerek duymayacağı gibi, emeklilik gibi geçmişte olmayan, bir kurumu da önünüze serecektir. Yeni ilişki biçimi, eski biçimi kaldırıp, yeni olanaklar demektir. Bu yüzden sadaka zekât, günümüz için ne dinamiktir, ne alkış alır, ne de öğünürdür, ne de doğrudur. Devlet ve toplumun ilişki biçimi olamaz. Ancak halkın ve kişilerin zarafet, izan, doğrulama ilişkisidirler.
Yani, sözde aydınlar, mevcut yapının, gide gide işlemez kılınmasının hamili ve karartıcısıdırlar. Ya tam bir bilmezlikle bunu yaparlar. Ya da taban sosyolojiyi halkı şaşırtırlar, yanıltırlar. Bunlar hiç kuşkusuz bir kısım menfaat ilişkilerine girmiş sözde aydınlardır.
İşte sözde aydınlar, ne sosyal yapıdaki, sosyal yapının evrensel ve toplumsal bilinçle aidiyetleşme eylemlerini ne de, sosyolojinin bilimsel kılan araştırma inceleme anlayışıdırlar. Öyle bir küt kafadırlar ki, Atatürk devrimlerinin bir süreç işi oluşma ile belirecek yapılaşma olduğunu hiç bilip kavrayamazlar da, Atatürk dönemini demokratik olmamakla suçlarlar.
Sözün gelişi gazi cumhuriyeti o günkü ağa, aşiret, dini telakkiler, Osmanlı imparatorluk bakiye kalıntıları telakkileri, toplumsal olmayan, etnik ve halk aidiyetlikler üzerine kurduğunu bilmez gibidirler. Ve Cumhuriyeti kuranların, cumhuriyetin bütün kazanç ve kazanımını şartları elver dirilerek, zaman içinde, sürece sokulacağını planladıklarını görmezler gibi. Örneğin cumhuriyetten 27 yıl sonra çok partili hayata geçtiğimizi, bundan 9 yıl sonra paldır küldür demokratik sosyal hayata geçtiğimizi ve yine siyasal icranın kararlarını hukuk sisteminin de anayasal denetim çizgisine adım adım yeni yeni oturttuğumuzu, hala daha nicelerin mücadelesinin de verildiğini bilmez gibidirler.
Bu olgunlaşma sürecinde hala zorluklarımızı görmezden gelerek tam bir cahil ve karartma mantığı ile cahil miras yedilikle, mirası berhava eden, üretemeyen sümsük acizlikler olup, Atatürk dönemini demokratik olmamakla, bilinç (!) ileri sürmekte, bir zavallılıktır. Sürecin seyrine göre bundan tabii ne olabilir ki. İşte süreci anlayıp yönetememek üretememek bu olsa gerek. Bizim kültürü paylaşanlar bu süreci Atatürk gibi zamana planlayamayanlar, hala sosyal ve toplumsal gelişmelerini, yani sosyal hak ve özgürlüklerini, toplumsal hak ve özgürlüklerini, evrensel bilinci edinememektedirler.
Bu yobazlık, halk değerlerini, etnik değerleri, bilinç diye, hiç devinemeyeceği sosyal ve toplumsal alana taşımak istemekteler. Demokrasidir, haktır, insan hakkıdır, özgürlüktür diyen, somut, tarihsel bilinç ve bilgiden yoksun, ilişkilenmelerle yol alışı görememekteler. Karartmalarını yapmaktalar dır. Evrensel ve toplumsal değerlerle aidiyetleşme, sonradan oluşan bir basamak olup, etnik ve halksal olan önceki basamakların hem üzerinedirler hem de onların ilişkilenmeleriyle sonrakiler devinemez. Bunu biliyor olmalılardı. Bu, sonranın oluşamamasıdır. Nedenleri diğer çalışmalarımda açıkladım. Burada ayrıntıları gereksiz buluyorum.
Sosyal ve toplumsal bilginin, halksal etnik olaylara göre zaman ve ilişki koşullarına gör aşkın bir
Bilgi ve gelişme olduğunu bilmeyecek denli, düşünceleri ile seza bir düşünceciliktir yaptıkları.
Sosyal olaylar, eski ile yeni arasındaki farkın kavranması için, cahilliğin gerekli olmasıdır. Evrensel ve toplumsal olanın, aidiyetleşmesi için, gelişemeyen yapılarda, bu tür sözde gerici aydınların, bize pahaya da gelse, bir cahiliye dönemi yaratmaları kaçınılmazdır.
Atatürk döneminin devrim süreçleri, olmuş bitmiş bir olgular olmayıp, zamana endekslenen, zamanla kurumlaşan olacaktı. Devrimsel gerekmelerin ve yapılarının, mevcut durumda anlaşılıp, tam bir sahiplenme ile yapılaşamayacağını, iç koşullardan ziyade, dış koşulların rekabetçi, var olup olamamanın, bilinciydi. İçte ise, bilmemenin, durumlara tevekkülü vardı. Bu nedenledir ki, devrimler zamanı çoktan geçmiş, bir durumunda, bir yer ve zamanda, başlaması gerektiğini bilen, bir fark yaratan bilinçti. Cahillikler farkı ortadan kaldırır ve durumu karartırdı, sözde aydınlar gibi.
Yeni olan durum, eskiyi yenileyerek sahip olmak zorunda. Eski olan bu yüzden yeniden korkar ve yeniye tepki verir. Ve eski bu nedenle gerici olur. Nedenleri yazı dizilerimde açıklandı.
02.10.2009
Bayram KayaKayıt Tarihi : 4.10.2009 13:17:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!