Halkın egemenliği izafe söylemi; bir bigi işi ve bir seçme işi ile yetkilenmedir. Halk ile toplumun en büyük ayırt edici özelliklerinden biride, toplumun sistem oluşudur. Yani ağ örgü ilişkilemesi ile sistem zorunlu bağıntı kurar ve birimleri ile sürekli haberleşirler. Hâlbuki halk sistem değildir. Sistemlerin, başlangıç koşullarına sıkı sıkı bağlı oluşu, diğer entegre birime çıktı olarak verilir. Biz sistemin başlangıç koşullarına sıkı sıkı bağlı oluşunu ve sistemin geri denetlenebilirlik ilkelerini görmezden gelir de; “”halkız istediğimizi yaparız, son sözü biz söyleriz”” gibi yuvarlamalarla işe girişir isek, ancak zavallılığımızı anlarız.
Oysa istek ve dileklerimiz sistem girdisinin içinde olmalıdır. Örneğin Ay'a gitme bilgi ve teknolojisini, biz sistem olarak ilişkileyememiş isek. Halk olarak bunu; Ay'a gitmeyi ister oluşunuz, hiç bile egemenlik sağlar beceriniz değildir. Ya da biz sistemi, sosyalist mülkiyet anlayışı ile ilişkileyip akışa sunmadı isek, yani başlangıç koşullarında böyle bir veri yoksa “”biz halkız, eşitçe bölüşüm istiyoruz”” diye bir egemenlik sağlayamazsınız. Yani halk olarak egemenliğiniz ve seçme işiniz, toplumu ve sistemi bilmekle, sistemin işleyişinde bulunan belirleyicilere uygun dileyiş ve ürettirişlerle gerçekleşecektir. Değilse keyfi oluşla inançsal tutumlarla asla egemenlik sağlayamayız, sefaletten ve zavallılıktan başka.
Siz toplumun kurum ve kurallar egemenliğini göz önüne almadan, halk egemenliğini öne süremezsiniz. Ve aynı şekilde de, halkın egemenliğini göz önüne almadan, toplum ittifak egemenliğini sağlayamazsınız. Toplum ittifakını halka öğretilmelidir. Halk bu ittifaka göre yasalarla sorumlu olmalı ki öyledir. Temelde belirleyici olan toplumdur, halkın egemenliği bu belirimlerin açık ve saydam oluşuna, halkın kendisinin müdrik olmasıdır.
Daha açığı şudur; halkın ve toplumun egemenliği; yasal belirlenmiş yapılır ve yapılamaz olanların, nasıl yapılır ve yapılamaz olduğunun gerçeklenmesini açık seçik bilmesidir. Eş deyişle haber ve bilgi almasıdır. Şekli legallikten ve hileli açık oluşları önlemektir. Şimdilerin gelişmemişlik paradoksu hileli legalice üzerine, düzmece ve verimsiz nicelenme uygulamasıdır.
Simdi halkın kendisine özgü öznelliğinin, nasıl nesnel egemenlik biçimine dönüştürmeğe çalıştığını tahminleşelim. Aslında temeli nesnel tutum olanın, süreçle öznelleşmesi; gerçekten kopması olan araçlarından, halkın çekimlenmesini sağlayan çekey alanlarından olan inanç ve ideolojiye felsefik bir göz atalım. İki kavram özerk gibi ise de birbirine dönüşlü, eşleniktirler.
İnançların genelleşen kaynaklarından üç temel nokta söylemek olası 1- İnançlar süreçle bir sınıfın egemenliğini öngörür ideolojilerdir. Ama aynı zamanda da sizi bir öz güçle algılatan kendinizin önemsenirliliğinizi de verir.2- Zaman zemin bağlamında etnik yapıların, kabilelerin aitleşme gelenek görenekleri ve toplumlar arası ittifakları içerir olması bakımından, somut nesnel yapısalcı bir geçmişi ifade ederler. 3- Bilemediğimiz konuları inançlaştırarak bize anlatır.
Bunlar, kendi alt kollarında, çok tartışılır açılımları destekler ve nicelenirler. Ama biz yinede bu üç temelden hareketle kısaca açıklayalım: 1-İdeolojiler; politik, bilimsel, dinsel, sanatsal, ekonomik, siyasi, felsefi etik yön verir tutum lamalardır. Doğru ve yanlış olduğuyla tek yönlü belirtilemeyecek denli kaygan ve esnektirler. Zaman zaman, halka ve topluma deli gömleği giydirir olmak gibi de algılanan bir olumsuzluğu da vardır. Sonuçta bir aitleşme, aidileşmenin biçimleniş aracıdır. Baktığınız yere göre tanımlanır, nesnel ve öznellik belirişidir. İdeolojisiz şekillenmek, çekeyleşmek, somutlanmak olanaksızdır.
2-İnançlar, ideolojiler; toplumların geçmişte değişen ittifak düzenlerini yansıtırlar. Örneğin çok eski bir toplumsal ittifak düzeni de kardeşleşmedir.
İttifakı grup içinde olan ve yeni kardeşten, her biri karşı ittifak üyesi için evlenme olanağıdır. Yine bu durum ha keza, karşı etnik toplumlarla, akrabalaşan, kardeşleşen bir tutumları idi. Kendi totem etniği içinde evlilik yasağı idi.
Dişi cins, kuşak farkı gözetmeden kadın sayılıyordu. Yani üç beş yaşından, yüz yaşına değin dişi insanı kadın sayıp, meşru olarak, karşı toplumdan (farklı totemli) biriyle evlilik yapmasını ön görüyordu.
Süreç toplumlarının kadın saydığı tüm dişi nüfusunu, potansiyel olarak karşı topluma, karı diye vermesi inanç ve ideoloji gelenekleri; bugün bize sapıklık Ya da ahlaksızlık gibi gelen, bir değişmiş tarihi toplumsal gerçekliktir. Tüm inanç ve dinlerde bunların izi vardır.
3-İnançların bilinmeyeni inançlaştırır olması yönü ile sizi korkutmaktan, düşünmenize fırsat bırakmazlar. Akli ve mantıklı olmanıza izin vermeyen bir perdelenme prangası vururlar. Örneğin, monocu anlayışlar temelde politeist inançlarında aktarıcısıdırlar. Bütün inanma biçiminde cehennem ve benzeri algılar vardır. Bu algıya göre Yüce Tanrı cehenneme sorar: “”Doydun mu? “”; cehennemde; “” Daha var mı? ”” der. Şimdi burada verilen ürkünçlük algısı, sizi kesinlikle akli düşündürtemez bile.
Cansız bir varlık olan cehennem; masallardaki gibi, masalın intak özelliği bir konuşan (natık) ve bir fikir edinip düşüncesini belirten (müdrik) gibi konuşturulmuştur. Daha baştan, insanın kendisini canlı cansız varlıktan ayırt edici, seçici yeteneği, sindirilip perdelenmiştir. İnsanın toplumsal başkaldırı metodu olan intak; insanın kanaat sınan, sorgulayamayan bir yanının da prangalaşması metodu olmuştur. Toplumu eleştiren intak metodu insanın düşünme, anlama, anlatma yeteneği olurken, burada bir gerçeğin, salt bir gerçeğin konuşması gibi algılatarak insanı; razı olan, boyun büken, katlanan, sormayan bir inançlar mümini yapmıştır.
İnsan sorgulamaz olmuştur. İnsanın, sanki cehennemin yakma amacı için yaratılmışlığı algısı söz konusu edilmiştir! Buna bir mecazdan anlam demekte olası değildir. Her şeyi bilen ve yaratan Yüce Tanrı; ne cehennemin dolduğundan haberdardır, nede yarattığı cehennemin dolup dolmayacağını bilemez bir konumdadır. Bunlar bir eğitim gayesi ile düzenlenmiş halkın muhayyele pranga inançlaşma var edişleridir.
İşte insanoğlu, bu üçüncü özellikten bilinemezliğin gizeminden, bilmediği konuları kurgusal inançlaştırarak anlatma öznel yöntemini üretmiştir. Burada güncel iki inanç konusunun öznel mantık çıkarımını; yani bilemediğini inançlaştırmayı; sanki toplumun konusu gibi ele alan ve bir keşmekeşi üreten siyasi politik yapı söylemlerine değineceğim.
Bunlardan birisi; toplumsal bir görevin ifasında, üst yöneticileri bizatihi o yükümün maharet ve mahirliğine değil de, çekici tornavida gibi kullanarak; kaba işçiliğine tutumsal bir erdem gibi, sürülmesidir. Bu çok yanlış ve inançsal bir şekillenmenin fotoğrafıdır. Bunun inançlarda karşılık temeli de ha keza vardır.
Örneğin değerli halife Ömer, şehir sokaklarını gezer, denk geldiği ihtiyaçlıya, un çuvalını kendisi taşıyarak ulaştırırmış hikâyesi; iyi bir örnek gibi dururken böylesi bir prangaya bizi düşürebilmektedir. Bu hikâye yer ve zamanca hakikat bile olsa:
1- Tam bir öğütçü örnek tutum gibi görünse de, tam bir cahillik akla perde çekme zafiyetidir. Toplumun gelişmesini prangalar. Bu anlayış yapısı ile siz; Albert Einstein’a tuvaleti, sokağı temizletip kol işçiliğinden yararlanırsınız! Çünkü sizin, her zaman bir un çuvalı taşıyanı Ya da her zaman bir tuvalet temizleyen niteliksiz emeği bulmanız mümkündür. Ama her zaman ve rahatlıkla Halifelik eden Ömer'i ve Einstein’ı bulmanız mümkün değildir. Bu nesnel somut gerçektir. Ve bu tutum bizim; görev ayırt edemezlik formasyon bozukluğumuzu, her durumda kullanma cehaletimizdir. Çünkü ortada böyle bir durumu gerektirir Hiçbir sebep yoktur.
Sürecek 8
Bayram KayaKayıt Tarihi : 1.4.2009 12:49:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!