Gelişmemiş ülkelerde halk egemenliğinin gerçekleşememesinin birçok kültürel nedeni vardır. Bu nedenlerinden birisi halkın, gerçekleşen ya da; gerçekleşecek görev ve tutumların takibi olacak sürekliliği gösterememesidir. Yani demokrasi mekanizmalarını kullanmıyor olmasıdır. Ya da demokrasi mekanizmalarını kullanamıyor olmasıdır. Bir başkası halkın inanç alanına ait olan kavramları, toplumun kavramları gibi algılar tartışır olması ile meseleleri içinden çıkılmaz yapmalarıdır. Böyle olunca da gerektiği gibi yurttaşlaşamama ortaya çıkmaktadır.
Örneğin; bir inanç kavramı olan ve halk yapılarda kullanım alanı bulan tarikat yapılanmasını sanki toplumun iletişen diliymiş gibi, sanki toplumun ortaya koyduğu bir demokratik tutum kavrammış gibi görüp tartışmaktır. Örneğin bu müdriksizliğin bir yanlışlığı da tarikatları sivil toplum örgüt hareketi olarak görmektir! İşte egemenliğin kavranmasını bilmeyen toplumlar demirin tanımı ile cıvayı tartışarak egemen olmayı bilemezler. En basiti ile en gelişmemiş toplumlarda halkın tarikat yapıları vardır da, sivil toplum örgütlenmesi yoktur. Üstelik sivil toplum örgütlenmeleri toplumlarda yokken, bir inanç unsuru olan tarikatlar en azından bizde 1250 senedir vardır. Detaylara, başka bir yazı dizisinde gireceğim.
Böyleliklerle, gelişmemiş ülkelerin kaderinde halk iradesi iki şekilde gerçekleşe bilmektedir. Birinci olarak, böyle ülkelerde halkın iradesi ehliyetliyi ve liyakatliyi seçmiyordur. İnanç temel unsuru ile topluma bakılıyordur. İkinci olaraktan da halk, haklı olaraktan kendinin konjonktür dışı olmasıyla ve literatür bilmemesinden dolayı, sayısal çokluğu olan kesimlere; uzun vadeli ve toplumcu politikalar yerine, seçimi: bir seçememeye dönüştürmektedirler. Yani amiyane deyimle cehalete, palyatif tutumlu seçilmeyi daha da öne çıkarttırmaktadır. Yani seçim bir kazanç olmaktan çıkıp, yer yer bir kaybettirişe dönüşmektedir.
Krallığın, babadan oğula geçen saltanatının çelişkilerinden sayılan, delilik, ruhsal bozukluk, biyolojik gerilik gibi engellerle kişilerin yönetime geçmesi garabeti idi. Gelişmemiş ülkelerde seçimlerle; çoğu halkın genel toplum literatürünü bilememsinden veya zorunlu bilmez oluşu vardır. Buna bir de siyasetin kendi iç hesaplarıyla lider dalkavukluğu, liderin sivril ipte varlık gösteremeyecekleri aday yapması. Bu tür mülahazalarla seçilmek için aday olarak sunulan kişilerin liyakatsiz olabilmektedir. Böylece halka ait seçmenlik irade bir seçtirememenin kaybettirişi olarak sürüp gitmekte gibi görünmektedir.
Yada seçimlerde çeşitli usullerle halka seçtirilmiyor olabilir Yani mevcut yapınız, pek çok demokratiklik olmayı içerirken, siyasetçilerin sistemi egoist ve öznel dönüşümlerine, halkın tecrübe olarak sesiz kalıyor olması ve bu tür uygulanışların sanki daha rağbet edilir gibi tekrarlarının sürer olması, düşündürücüdür ve hiç de demokratik değildir. Buna da halkın iradesidir diyerekten, timsah gözyaşıyla, övgüler düzer olmak diğer yandaki halkın iradesini görmez olmak menfaatçiliği olsa gerek. Toplumsal beka ve toplumlar arası rekabet sizin siyasi ve idari ve politik değişmelerinizi sürekli kılmaktadır.
Eğer uzun süredir, seçimler; aynı mono yapıların, değişmeyen yapısıyla sizi karşılaşıyorsa; bu toplumsal tercihlerin öncelenmesi değil, sizin toplum düzenlemelerinizin değişemez ve güncel olamazlığıdır. Halkın iradesi üstündür alaycılık üslubunuzdur. Şunu bir kez daha hatırlatayım toplumsal üretişte üstünlük yoktur, o an için önem ve öncelik arz eden bir gelip geçici belirim söz konusudur. Üstünlük, avamı soyut özneldir.
Yapı kendisi ile aynı kalıyor (istikrarlı) gibi iken nicelenip büyümeli ve yeni ilişkilere çözülüp birleşmelidir. İstikrar, devinimin geçici amacı ve aşamalı birlikleri olmalıdır. Bu bakımdan halkın anlayışı ile toplumun gelişmesi çelişir bir paradoks oluşur. Yani halk geçmiş yaşamsal alışmalarından vaz geçemez. Oysa toplum geçmiş alışmaları aşarak gelişir. Bu yüzden halk; uzun süreler boyunca aynı yapısını koruyamayan ideolojilere; siyaset ve politikalara pek eğilim vermez, verir görünse de seçemez. Travması buradan, halkın kendi iç nedenlerinden ötürü buna uygun olmaması ile mümkün değildir.
Demokrasi toplumun tavrıdır. İnançlaşma halkın tavrıdır. Önce bunu ayırt edelim İnançların Hiçbir toplumu yoktur. Toplum, bambaşka faktörlerin ürünüdür. İnançlarda ve halkta olmayan olamayan bir yığın ağırlıklı faktörlerin diyalektiğidir. İnançların halkı Ya da halkları vardır. İnançlar halkın kendilik aitleşme ilişkilenmesidir. Toplumların aitleşme ilişkisi nesnel ve bambaşkadır. Toplum, kendi tavrını halka götürür rehabilite eder. Ama halk kendisine ait olan aitleşme tüm tavırlarını topluma götüremez kendi iç zorunluluklarından ötürü. Ancak, toplumsal aitliğini ilgileyen tavırlarını, yetkilenme ve görev yolla; topluma örneğin seçmen oluşla götürür. Ve bunları yurttaşlık bilinciyle yapar. Bu seçme ve denetleme işi halkın hem hakkıdır ve hem de halkın demokratik (uygulanış, menfaat) tavrını, kendisinin kullanmasıdır.
Yine toplumlar, toplumun kendisi; değişmenin yeni ilişkilenmesini, kurumları eliyle ve yasal, meşru nesnel yollarla, zorunlu olarak belirlerler. Siyasetlerde, bu yapılanışlara uygun yeniden örgütlenir. Siyaset işleyişin önünü açar, seçme ayıklama ilkelerini devreye koyarak sistemi geliştirir. Kurumların kendi bünyesinde ürettikleri siyaset bileşkesi seçilmiş olan politikaların yol haritalarının ilişkisel belirleyicilerdendir. Bu belirleyici ilişkilenmeler şebeke ağı gibidir.
Sosyal ve demokratik, öznel grupların ve partilerin bu temellere uygun pozisyonlarla; serbest olarak nitelikçe çeşitlenmesini hem biçimlerler hem de özgür tutarlar. Siyaset halkın istediği gibi değil, halk siyasetin oyununa gelmiştir. Halk hukuk kavgası vermek yerine yönetimin kavgasını vermiştir. Halkın istediği toplumun başlangıç koşullarına sıkı sıkı bağımlılığının denetlenir olmasıdır.
Bu sistemin işleyişidir. Sistemdeki temelde en başta hukuk vardır. Bu işleyiş, halkın ve bizim keyfimizin üstündeki bir zorunluluktur. Sistemin başlangıç koşullarında olmayan girdiler, daha baştan sistem tarafından ve siyaseten elenecektir, kritiğe edilecektir. Bu şekillenişler o toplumun, halka verdiği yasal yetkilenmenin izniyle olan bir sınırlılıklarıdır. Hiçbir şey Hüdai nabit değildir.
Halkın seçimi, toplumun geliştirdiği demokrasi ile egemen kılınmalıdır. Çünkü çok kere halk, üretemediği için paylaştıramaz. Yani halk paylaşımın yol, yöntem ve araçlarını üretemez. Halk haklı olarak bunları bilemez. Eğer halk, felsefe olarak, bilinç olarak, oluşum olarak, sorunsal sorumlulukları kavrarsa toplumu etkiler. Yani sistemin başlangıç koşullarına uygun girdilerle netice almaya çalışır. Bu nedenle halk, demokrasiyi oluşturamaz. Demokrasinin kullanılışında bir beliriş olarak vardır. Halk demokrasiyi hak ve ödevler olarak karşılıklı bağımlılıkla, etkinim içinde kullanır. Sistemin girdileri ve başlangıç koşulları ile etkileşemeyen hiç bir hak ve görev ne demokratikliktir, nede özgürlüktür.
Halk demokrasiyi sadece kullanır. Tıpkı bizim arabayı yapamayıp, arabayı kullanmamız gibi. Yani araba, halkın oluşturacağı, ne bir toplumsal bilgi gücüdür, ne bir teknolojik güçtür, nede bir tekelci inisiyatifi halk gücü değildir. Araba toplumun gücüdür. Kullanımı halkın refahıdır.
Egemenliğiniz sadece seçimlerle, politikaları getirmek ve götürmek değildir. Demokrasinizin sürekli belirir oluş tarzı da, bir egemenliğin faal şeklidir. Demokrasi, bir başka tanımına göre ve gerçeklenme şekline göre, açıklık rejimidir. Bu açıklık yine keyfi oluş değildir. Bağıntıdır.
Ne yapıp ne yapmayacağınız, nasıl yapıp, nasıl yapamayacağınız; yöneten ve yönetilen arasında yasalarla açıklıkla belirtilmiştir. Bu yükümleşme (karşılıklı bağıntı ve etkileşim) eğer açıklıkla sürüyorsa, bir hak ve özgürlüğün kullanımı, bir toplum ve halk egemenliği olarak beliriyordur. Her değişme siyaseten yeni yapılanışla ilişkilenip, rehabilite ediliyorsa demokrasi
Çalışıyor demektir.
Sürecek 7
Bayram KayaKayıt Tarihi : 31.3.2009 18:17:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!