Bir bilgi, bir zaman zemin düzlemindeki, kendi şartlarının ürünü olan araçsal kullanım, daim ve sürekli değildir. Ama bu bilgi ve araçsal kullanımlar, kendilerinden bir gerçekliği okutan aktaran taşıtmalarla; zamanı ileri doğru, kesikli ve sürekli bir oluşumla, akıtırlar. Yani her bilgi ve araçsal kullanım; izafidir. Zaman zemin ve oluşum konumları ile zorunlu olarak sınırlı ola gelirler. Kendi temel hakikatleri ile vardırlar. Köle varsa efendi de var ve Spartaküs de vardır. Hilafet varsa, laiklik ve halksal toplumun egemenliği de vardır. Saltanat varsa, cumhuriyet ve halkın iradesi de vardır.
Kısır ve verimsiz siyaset ve politikalar, kendi açmazlarını; halk iradesi kavramını soyut deyişini istismar ederek allayıp pullayıp nemasını devşirirler. Sanki ''Delidir ne yapsa yeridir'' halk deyişinde olduğu gibi, bir zımni anlamı halk iradesi kavramına izafe ederek; ''Halk en üstün iradedir! Halk iradesi her şeyin üzerindedir! Halka güvenip inanmıyor musunuz? Gibi yuvarlak güya haklı, tahrik kar söylemlerle siyaset götürülür. Böylece halkın iradesi hiçe götürülüp, sefillikten, işsizlikten, orantısız güç kullanımının darbeleri altında, feodal baskıların ve cehaletin kucağında, yol aranamadan; sürer gider!
Demokratik bir bakışla(!) laiklik uğruna darbe yaparlar gibi düşünme açmazı ile aydın olurlar! Bu fikir ve fikir olmayacak denli cahillik ya da maksadı maruf sözdür. Çünkü bu tipler halkın cehaleti üzerine referandum yapalım, gibi sivil darbe oyunu oynarlar. Bu cevap da bunun polemiğidir (söz dalaşı, kalem kavgasıdır) .
Şimdi laiklik neye göre vardır. Gericiliğe karşı, aklı kullanmamaya karşı, toplumun nesnel işleyişini inançsal bakışa indirgemeye karşı vardır. Yani uzun bir sürecin ortaya çıkardığı güncel bir değer aşama.
Böyle bir değer aşama neye karşı korunmakta gerici hareketlere ve onun ikmaline gidecek yol taşlarının, ufaktan ufaktan döşenmesine.
Bundan ötesi tartışılmaz. Ancak laikliğin üzerinden laikliğin ilerisi tartışılır ve egemenlik seldir. Yoksa laikliğin gerisini egemenlik sel kılma ne demokrasidir ve ne de haktır.
Bu tür söylemler parlamentolarda hızını alamaz; ''Siz isterseniz hilafeti de getirirsiniz! '' gibi rayından saptıran abartmalarla söylenmektedir. Bu tür söylemler çok alkış alır! Gurur okşar. Oysa tarihi süreç içinde, halk iradesi kavramı; belli koşullarda saltanat ve hilafete karşı oluşturulmuş, olgunlaştırarak ortaya konmuş bilgi ve araçsal bir kullanımdı. Şimdide süreçle içi kesikli ve sınırlı anlatım ve anlamlandırmalarla yol tutmaktadır.
Bu demektir ki halk iradesi kavramını var eden koşullarla ancak halk iradesinin kendisi belirir. Her durum ve koşulda halk iradesinin kendisi belirir değildir. Halk iradesi diyerek siz ortaçağ koşul kurum ve kurallarını isteyemezsiniz. Siz, bu koşulları tekrardan halk iradesi! İle getirdiğiniz zaman; halk iradesi gelmiş olmaz, aksine halkın iradesi ile halk iradesi ortadan kalkar. Bir çeşit ötenazi olur. Yani halk iradesinin temel var oluş koşulu olan; saltanat ve hilafete karşı oluştur. Aklı kullanma ilkesidir. Tekrardan halk iradesi diye tersine ikamesi, hem halkın bindiği dalı kesmesi olur, hem akılsızlığı yeğlemek olur. Halk iradesi, geçmişte olana (hilafete ve saltanata ve göksel iradeye) gidişe fren ve sınırlanmadır. İnsanın Nesnel ilişkisel üst yapı değerleriyle yönetimi düzenlemesidir.
Yani toplum ve halkın ileri akışı kullanmasıdır. İleri sınır değişkenken, geriye irade ve sınır sabittir. Yani tekrar çocukluk evresi geçmişimize dönememek gibi bir şeydir. Halk iradesi her şeyin üstündedir gibi bir us dışılık anlatan sınırı belli olmayan soyutlamalarla, Sınırsızlık, hiç bir şeydir. Ve işlevsel değildir.
Halk egemenliği tarihin belli koşullarında belli zorunluluğun aşılmasında ortaya çıkmış bir sosyal durumsaldır. Durumsaldır kendisine ait bilgiyi vermez. Kendisi homojen olmayan bir yapının, durum bilgisi dağılım skalası (gösterge çizelgesi-yelpazesi) çok çeşitlilik arz eder.
Halk egemenliği, ya da eşdeyişle halk iradesi soyut anlamın siyaseten en çok çarpıtıldığı bir siyasi jargondur. Halk iradesi kavramı, ortaçağ kurum ve kurallarına karşı, sosyal evrimin dikildiği bir ayaklanmadır. Yani üretim ilişki ve koşullarının değişmeyi zorunlu kıldığı aşamada, mevcut egemen siyasi güce karşı, geniş emekçi kesim ve bunların ailesi olan halk kesimlerin desteklediği bir sosyal uyanıştır.
Üretim ilişkilerinin değişmesi üst yapı kurumu olan ideolojilerinde değişmesini gerektirmiştir. Buda başlangıcın oluşumunda, aidileştirme süreci, tarihin belli dönemsel gelişmesinde dinler ortaya çıkıp yetkinleşerek bu aidiyet işini üzerine almıştır. Tarih içinde birçok misyonu (görevi, özel amacı) yerine getirmiştir.
Yerdeki egemenlik ve sorunsalları zamanla göğe çıkarıp, göğün düzenlemesi ile toplum ve halkın işi yürültmüştür. Ama her kurum ve kural gibi kendisi çabuklukla değişime uğrayıp, yasal ilişkisel düzenlemeleri yapamaz olup, hatta köhneleşerek değişime engel olmaya başlamıştır. Böylelikle göksel iradenin tekrardan yere döndürülmesini ve aklın kullanılmasını izafeten; göksel iradeye karşı halkın iradesi halkın egemenliği kavramı yaşayan bir kavram olarak sürece sokulmuştur.
Bu göğün iradesi kavramı, tarihin belli döneminde, süreçsel olarak insanoğlu hünerli olarak ortaya çıkarılmıştı. Yine zaman zemin koşulunda, yine gerekten insanoğlu eli ile insanoğlu eline verilmiştir. Değilse Mutlak güç Yüce Tanrı iradesi; insan iradesi ile kıyaslanır, karşı karşıya konur bir kıyaslama olması mümkün bile değildir. Yüce Tanrı insanı, kendisine muktedir olsun diye gerekli donanımla yaratmıştır. İnsanoğlu bu yaratılışın sürecini zorunlu yaşamaktadır. Böyle olunca üstün ve kıyası olmaz Tanrı iradesi böyle tecelli etmekte diye düşünmek de mümkündür.
Halk iradesi böylece tarih içinde iki temel koşulda; iki ortaçağ egemenci alt ve üst yapı kurum ve kurallarına karşı oluşan toplumsal ve halksal oluşum direncidir. Halkın bu egemenliği, her durumun ve koşulun sürerinde olan bir şey değildir. Ama ilişkilisi ve yasal zeminde, sosyal örgütlenmeler eli ile katılımcı, denetir ve etkinliği koşulları ile uyumlu sağlanır bir yürütmedir. Çünkü yönetim ve ilişkilerin düzenlenmesi çokça da bir uzmanlaşma ve o alanda bilimsel zorunlulukları bilir olmayı zorunlu kılar. Halkın egemenliği şeklen süren bir araçtır. Sistemler kurulur ve sistemler kendi kural ve kurumsal işbirlikleri ile yürütülür. İnsanlar, sistemlerin bu kurallarını anlayarak, kendi bilgisel düzenlemeleri ile işleterek, egemenci ve iradi olurlar.
Toplumun nesnelerinden biri de insandır. İnsan öğesi, toplum yanından başka, halk yanı ile de yansımaktadır. Halkın bu yansıması ve toplumu yansıtma özelliği, toplumun yönetilmesindeki öznelliğin belirlenmesinde halkın seçimi çok ve pek etkili; gerçekçi bir belirmedir.
Ancak bu yöntem, kuramsal ölçekte ve genelleşen tutumla pek doğrudur. Halkın özelleşen temeline doğru inildikçe, bunun gerçeklenme oranı azalmaktadır. Kuramsallıkla gerçeklik burada birbirinde ayrılaşmaktadır.
Halkın genel anlamdaki seçme ilkesi evrensel yasanın seçme ayıklama ilkesine pek uygun bir kutsallıktır. Bu kutsallığın iki önemli temel ayağı vardır. Birinci ayak: seçimlerin belli ve dönemsel aralıklarla tekrarlanır olmasıdır. Bu zaman aralığı, siyasetin; toplumun yönetim anlayışlarına ve uygulamalarına sindirilme Ya da sindirilmeme olanağı sağlar olmasıdır. Bu zaman aralığı sizin, ürettirme ve üretiminizi paylaştırmanızın gerektiği gibi kökleşip, serpilip, gelişmesi tutunması Ya da tutunamaması için zaman bulmasına fırsat bırakır.
İkinci olaraktan halkın egemenliği, uygulamaların gelişmesi ve toplumla halk üzerinde birlikte yansımasının seleksiyonla seçilip elenmesini hakikat ve gerçekçi kılar. Yani halk seçme ve ayıklama ilkesini bir tür gerçekleyen ölçüt olurlar. Bu genel ve kuramsal anlamda çok doğru ve gerçekçidir. Ancak halkın özeline doğru indikçe bu kurallar kendiliğinden işleyemezdir.
İşte toplumsal kurallar bu seçim ilkesini objektif kaide ve normlarla işleterek, bu kriterleri hale yola koyduğunda, halkın egemenlik sel seçme ve seçilme kutsallığı büyük oranda doğru olarak çalışacaktır. Bu çalışma ilkeleri istismar edildiği zaman, bırakın halkın egemenliğini; halkın egemenliği halkın kendisine başkalarını egemen kılar. Egemenliğin bir üretim gücü ve bunun paylaşımı olacağı da asla unutulmamalıdır. Şimdi biz halkın özelleşen öznelliklerine bir bakış seyri yapalım.
Halkın egemenliği sınırlı ve sıradandır. Kendisini fikren üretemeyen, finanse edemeyen bir geliri olmayan, yani her tür yoksunluğun fakirliğin, egemenliği olamaz. Olursa da çelişmeli ve tartışmalıdır. Ne söyleyecek ki. Kendisi bakıma bir muhtacı dede, kaldı ki gayriye himmet ede.
Halkın bu tür kesimi sınıflı toplumlarda sayısal çoğunluk ve sadakalıktır. Halkın böyle kesimi sayı çokluğu ile de geri kültür düzeyini de, ortaya koyarlar. Bu anlamda da bakınca, halktan kesimlerin kısmi egemenliği vardır denebilir. Ya da halktan bazı kesimler seçme egemenliğini tam kullanamaz. Bunların sadece övüngen söz salar oluşu, söz söyleyişi vardır.
Kimi kesimlerin sadakalık oluşu, zaman içinde başlı başına insan öznelliğinin ve sosyalliğinin yurttaşlık bilincinin fazla gelişememesinin çelişkisidir. Bunlar yaşamı dahi bir lütuf ve sadaka olarak görürler. Sadakalık oluşlarının müsebbibi olarak, idareyi ve yönetme dair bozukluğu göremezler. Böyle yönetim istihdam ve nüfus yapılaşmasını ve geleceği planlamamıştır. Ama yönetimin bu vebali halkta; Tanrı'nın rızkları farklı yarattığı bu yüzden sadakalık olduğu gibi yanlış anlamasıyla bağıntılı ters yansımaktadır.
Vatandaşlık bilinci, Allah razı olsunla bağdaşmaz. Çünkü Allah razı olsun düşüncesi, içinde olduğunuz duruma ve zillete katlanır bir razı oluştur. Allah razı olsun demek; Tanrı'ya bir ibadet oluştan çok, toplumsal etkin öznenin uyuşma ve uysallığını sağlamaktır. Tepki ve vatandaşlık eylemlerini koyamamaktır. Kişinin bu bilinci, kendisinde görememesidir. Bana maaş ödeniyorsa, buna Allah razı olsun demek saçmadır. Çünkü çalışmamın iş paylaşımının gereği maaş alıyorum. Çünkü bu olması gerekendir. Çünkü toplum böyle devran eder ve toplum böyle varlaşır. Yönetenler bu işleyişi sağlamak için o göreve taliptirler. Aksine maaş vermeyi sağlayamazsa sorumludur. Bu bilgi ve ayırt etme yeteneğinden yoksun değerli şükürcü insanlarımızın bu tutumları da, insanlarda sağlıklı bir seçme yetki hakkını ortaya koyduğunu düşün dürttürmüyor doğrusu.
Siyasetin ikiyüzlülüğü de, bu çoğunluğu her bakımdan sadakayla el altında tutmak isteyişi de, bütün abartıların kaynağı olup, gerçeğin saklanmasına ve sürüncemenin devam etmesine neden olmaktadır.
Kimse kendisini kandırmasın ve olmayan gücünü de halk kavramı içinde kendine mal etmesin.
Her sistem kendisini zorunlu olarak eler. Eleme yapmayan sistemler çöker. Hiç kimse sırf saygındır, halktandır diye, cahil birini makine mühendisi yapmaz. Yine halktandır diye ahmak birini askere alıp askerlik koşullarına salmaz. Ve yine çok saygındır diye çobanı cumhur reisi yapmaz. Bunlar açık gerçekliktir. Açıkçası sırf saygındır diye, toplumların robot yapan bireyi,
İle hala 100 yıl öncesinin köylülük standardını taşıyıp üreten halk yapılara cevaz gösterdiği söylenemez. Ki günümüz toplumu, köylülük yapının üretim tarzını da çok çok aşmıştır. Eskinin teknik kültür toplum yapılaşması olan şehir yaşamı da tam bir yoz kültür ve yaşama kaymıştır.
Halktan kişi ile yani, bilgi, teknoloji ve birey emeği ile üretemeyen, gelecek nesillerin dünya kaynaklarını sömürenler durumuna düşmüşlerdir. Ve dünyayı hızla ve bir türden kirleten, bu kirletmenin kendi kendine denge organik süreçler olarak dönüşemediği açık yapıların nedeni olmaktadırlar. Süreçlerle dünya dengesinin oluşmasına zaman ve mekân tanıtmayan bir nüfus patlaması, Dünya'nın hızla yaşanamaz oluşuna kayan süreçleri tetiklemektedir. Bu da Tanrı yaratışının seçme ayıklama evrensel ilkelerine aykırı gelmektedir.
Yeryüzünün sırf insanlardan oluşması, toplumsal üretim gücünün sayesindedir. Ama bu aynı zamanda Dünya'da tek insan nüfusuyla yaşanamayacağının anlaşılmasının da bir sınır olması başlangıç bilincidir. Sadece insan biyolojik nüfusuyla, Dünya'da yaşanmaz olunuşa gidilişin de başlangıcıdır. Her şeyin sınırı kendi ilişkileri içinde kendiliğinden ortaya çıkıyordu. Bu bir Tanrı yasası idi. Değilse biz insan olarak, ne kimsenin yaşamasına ne de yaşamamasına karar veren değiliz, bağıntı ve bağımlılıklara boyun eğen, zorunlu bir bilinçlenmeyiz. Şu da açık olmuştur ki, belki de geleceğin halk yaşantısı olacaktır ama geleceğin bir halkı olmayacaktır. Halk başlangıç toplumlarının zorunlu bir üretim alanıdır.
Şimdilerde toplumlar, köylülük ürünlerini üretir olması, köylünün üretimini ve köylü biçim anlayışını alabildiğine aşmıştır. Yani köylülük artık bir zamanların özlemli toplum ilişkisi olup çıkmıştır. Bende köylüyüm ancak gerçeklik bu. Ufukta bu belirmiştir. Toplumun elenme, seçme kriterlerinin altındakiler, geleceğin toplumunun safrasıdır. Artık çoğalıp çoğalıp, bir iş; bir ev istiyorum diyen acındıran nida çoklaşmaları aşılacaktır. Hümanizm gözünü başka alanlara odaklamak zorundadır.
Bu tür yapılara biz kimiz ki? Kimin yaşayıp, kimin yaşamayacağına kim karar veriyor? Diyen hümanist yaklaşımlar hiç yaklaşım ve akılcılık olmayacaktır. Şu da unutulmasın ki siz yani insanlar yaşayıp çoğaldıkça, diğer yaşamlar yok olmaktadır. Siz bunun hakkını nereden alıyorsunuz diye kendinize sorulmalısınız. Doğada bunun kararını kim nasıl veriyorsa, insan çoğalmasındaki elenme kriterlerinin de kararını da belli bir esnekliğe kadar yine doğanın kendi verecektir. Toplum vahşi yaşama göre, kendi güçsüzünü, hastalıklısını ve aczini ve patolojik vakalarını halk olarak kendi ile katıştırarak acıma, merhamet, hümanizm gibi erdem değerleri etrafında şimdiye kadar yaşatmayı bilmiştir.
Artık Dünya krizlerle üçüncü dünya ülkelerini planlı bir şekilde, bu ilkenin bilinçli Ya da bilinçsiz biçimiyle işletilmesinden ötürü, kısıtlamalarına başlanacaktır. Gelecek şimdiden şekillenmenin zorunlu yoluna girmiştir. Bu yola giriş bizim merhamet ve irademizin çok çok üstündedir. Artık sermaye ihracının ulusları kalkındırma dalavereleri ve belki de süründüren yaşatma ilkesi, Dünya'yı çöplük enkazına çevirmesinin zorunlu karşı dönüşmesine kayan bir süreçleşmeye gidecektir.
Sürecek 1
Bayram KayaKayıt Tarihi : 22.3.2009 17:51:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (2)