Bu sabah bir gazetenin ara sayfalarında okudum:
Bir abi ve kardeşin dramını.
Abi bir fabrikada hamallık yapıp, kardeşini okutmaya çalışıyormuş.
kardeş okulda son derece başarılı,
ama top oynamayı da çok severmiş.
Her okul çıkışında arkadaşlarıyla sokakta top oynarmış.
bir gün bir köşede,
yırtık pırtık elbiseler içinde
yıkılan bir adam görürsen
uzaktan bakma öyle
yanına yaklaş,
saçlarını okşa,
Oturmuşuz asırların en görkemli koltuğuna
Çayımız önümüzde yudumluyoruz zamanı.
Seyr-i aleme dalmışız bu sessiz yığınlar arasında
tüm vefasızlığıyla geçmişimiz başucumuzda
Altın tenli yapraklar dökülüyor ömrümüzden
Arkamda asırlar yüklü acılar bıraktım
Hala yüreğimin en derin yerlerinde
Bir milyon yıllık kederleri taşıyorum
İhanet kokuyor bedenim
Çünkü kirli ellerde kurumuş tenim
Çünkü şereften uzak nefesleri çarpmış nefesime
Attığım her adım,
milyonlarca kedere doğru
Attığım her adım,
sadece tanrınındır denilen
o vahim yalnızlığa
Geçmez artık saatler
bir gün doğumu gibi sessiz olmalı
gelişin,
hiç kimsenin haberi olmadan.
usulca sokulacaksın penceremden içeri.
hiç kimse fark etmeyecek seni.
yorganımı yavaşça aralayıp,
sana bir deniz getirdim.
el değmemiş taptaze
mavi kokuyor,
mavidir çünkü denizler
mavi olduğu için
sana benzediği için
Gözlerin bulutları andırıyor,
içinde tek damla yağmur olmayan bulutları.
yüreğimin kentlerinde,
kendini kaybetmiş bir güneş,
yakıyor her sahilimi,
sahillerim yanıyor.
Sevgimden öte bir nefretteydin
ve seni en çok sevdiğim anlar,
sana nefretimin köpürdüğü zamanlardı.
Kuş olmayan uçuruma yuva kurmamalıydı.
Ceylanda,yılanı emzirme sevdası olmamalıydı
morarmış bir karanlıkta,
pusulasız bir yolcuyum.
Engebelerle de örülmüşse,
bu karanlık yol,
ben bu karanlığın,
garip bir yolcusuyum.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!