Bir intihar davetlisiydim. Kalktım geldim. Bu Haliç’tir her şeyin tanığı, odur... Bilir nelere vurgun olduğumu. Şarkı söyleyemeyen çocuklar dünyasında şarkılar bestelediğimi gözyaşlarından, sadece sağır ve dilsiz çocukların duyabildiği... Bilir bu dünyaya dargın olduğumu. Ne zaman yürüyecek olsam, mutlaka ayağıma bir taşı takılan, belki de sırf bu nedenle öğrenemediğim yürümelerimle yalnız kalmanın kahredici ağırlığını bana taşıtan dünyaya... Şüphesiz bütün denizler gibi bilir Haliç’te çocukluğumu. Ve neden durgun olduğumu... Bütün travmalarını bir çocukluğun, nasıl taşıdığımı hayatın devamına. Sonra hangi kemanın, hangi sazın teline dokunulsa tarifsiz bir çocukluk mutsuzluğuna dokunduğunu ucunun... Belki de bu yüzlerden sevme özürlüsü olduğumu da bilir. Bilir neden yeşermediğini dallarımın. Ve bu son ilkbaharında ömrümün, neleri fark ettiğimi. Su yollarının benim toprağıma uzak olduğunu... Yine bu nedenle tüm bayramların yetim çocuğu olduğumu bilir Haliç. Daveti bundandır.
Daha önce hiçbir yerde yazılmamış öyküler anlatır Haliç. Dul kadınları anlatır, yetim çocukları, genç ölenleri, bilmeden yaşayanları... Öyle tanıdıktır ki anlattıkları, bir anda bütün evlerde olurum. Her kapı eşiğinde yaşanmışlıklarım olur. Bütün adamları tanır olurum. Bütün kadınları ve çocukları bilir olurum. Bütün öykülerinde lirik bir yara izi vardır. Bütün öykülerde bir suçluluk payım. O anlatır, anlattıkça bütün kapı önlerinden geçer yalnızlığım, ışık hızıyla... Bir anda bütün evlerde ölürüm. Bilir Haliç ölüm sebeplerimi... Küsüp arkamı dönecek olsam bir bardak yeşil cehennem uzatır. Tutar içerim bir solukta. Boğazımı usulca ve yemyeşil okşayıp yüreğime sinsi bir yılan şefkatiyle çöreklenir. Gitsem, gidemem. Kalan yanlarımı bir takım çocuklar onarır. Biri yürekli sözleriyle yeşil bir cehennem çıkarır içimden, yakar düne dair ne varsa. Biri yeşil gözleriyle bana bakar gece gündüz, yeniler, yarına hazırlar. Haliç’ in ısrarlı daveti banadır, bütün bunları bilir. Nedendir bu kadar içimde duruşu bilmem... İçimde bir akşamın sıra dışı hikayeleri döllerken, bir sürü sabahı bitirir.
Diyemem bu akşam gelemeyeceğimi bir takım çocuklara... Kafaları karışır diye, akılları ermez, anlayamazlar diye, insanı yaşatan umuttur diye/diyemem... Oysa her an kalkabilecek gemiler büyüyor, sabırsızlanıyor içimde. Belki birazdan Karadeniz’e... Köstence limanda bir çingene bilmeden neler çalacak kavalıyla... (İstanbul’da çobanlar bilir mi kaval çalmayı? diye sorduğumda, onların yalın ve keskin ıslıkları var. demişti Haliç.) Neler çalacak bilmeden hayat çantamdan... Benim hiç keskin bir ıslığım olmadı. Ne de ıslığıma cevap verecek birilerim... Oysa ıslık olmaya bile razıydım, yalnızlığı daha saygın ve anlaşılır. (Haliç ile yakın durduğumuz bundandır.) Romanyalı bir çingeneyi Köstence’ siyle ve gemileriyle bırakır, demir alırım oradan... Kiev’ den Ukrayna sokaklarına götürür beni yelkenlerim. Yanağı gamzeli bir çocuk ararım. Yüreği örseli. Bir yanında varları, bir yanında yokları, yarım mutlulukları ile bir çocuk... Ukraynalı çocuklar İstanbul’dakilere benzemiyor. Oysa Karadeniz de bir içdeniz değil mi Haliç gibi? (Orada da yeşil cehennemli kadınlar var, daha soğuk cehennemleri) Şimdi buradan demir alacak olsam beyaz yüzlü polisleriyle ve yitik tanrılarıyla Novorovsky karşılar beni. Sonra uzun ve geniş yabancılaşan, büyük topraklar... Ben el kadar Haliç’te kaybolurken, cesaret edemem o topraklara girmeye. Haliç bunu da bilir...
Üç köprüsü vardı Haliç’ in. Sonra biri emekli oldu, yerine yenisini koydular. Bir oğul yitirmiştim. Haliç o zaman üç köprülü o eski Haliç’ti. Bir köprüsünün altında yürek eskitiyorduk. Kiraz zamanıydı, gençtim, çaresizlik içinde bir oğuldan geçtim. Haliç bilir... sonra yürek başka yitirmelerinde tanığı oldu. Bu kıyıları arşınlıyor örselenmiş adamlar. Ben de onlardan biriydim. Örselenmelerim yitirdiklerimdendi. Sıralı sırasız insanlar yitirdim. Zamanlı zamansız odalar, kapılar... Kalanlarla yetindim. Birtakım yüzlerle olurum sandım, birtakım seslerle... Oysa ne yitirdiklerimi unutturdu bana, ne de edindiklerimle kendime yetebildim. O kadar çok şeye tanık ki Haliç, koca şehir ikimize dar gelir.
Bu takaların sesleri yakamı bırakmaz. Bu yosunlar, mazot ve iyot kokusu, bu martı ve karabatak kuşları, tersaneler, mavi denizlerden mavi leğenlere çırpınan balıklar, bu kiliseler, camiler, viran binalar, bu Haliç yakamı bırakmaz... Anlatsam kimse inanmaz. Ne zamanki bir yalnızlık anının aralık kapısından içeri göz atsam, sürüklenirim bir kıyıya... Tutup anlatacak olsam bunları, tutup yazacak olsam kimseyi inandıramam. Haliç, ustam, dostum, celladım Haliç, sevgilim bellenir. Sonra herkes kendi Haliç’ ine, herkes kendi davetine...
18/21 Kasım 2002 – Haliç
Şenol DenizciKayıt Tarihi : 18.12.2003 14:45:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
insanın kanamasına benzer mi Haliç'in kanaması, bir iyice öğrendim.......
eski bir dosta kavuşmanın sevinci ve ayrılmak zorunda kalmanın hüznü birikti adını bilmediğim bir yerinde yüreğimin.
kalemin dert görmesin.......
sanki....
NevReklam/Yusuf
TÜM YORUMLAR (2)