16 Mart 1988 Halepçe Katliamı
İkinci Dünya savaşında ABDnin HİROŞİMA ve NAGAZAKİye atom bombası atması sonucu milyonlarca insan katledildi. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen halen bombaların atıldığı yerlerde ot bile yeşermiyor. O bombaların etksi altında kalan bölgelerde milyonlarca insan kanser hastalığına yakalandı; milyonlarcası sakat kaldı. Dünya tarihinde insanlık adına kara bir leke olarak yazıldı. Savaşın ürkütücülüğü tüm insanlığı tehdit etti. HİROŞİMA ve NAGAZAKİye bomba atan pilotlar her gece rüyalarında o anı kabus olarak gördüler. Ölene dek te bunun vicdan azabı ile yaşadılar.
Bu insanlık dışı katliam unutulacak cinsten değildi. Aradan yıllar geçti ve bu insalık dışı vahşet bu kez Irak Diktatörü Sadam Hüseyin tarafında Halepçede (1988)  tekrarlandı. Halepçe katliamı, insanlık tarihine kara bir sayfası, bir katliam, gözdağı vermenin bir yolu, bir halkı sindirme ve yok etme politikası, Soykırımın ta kendisi olarak geçti ve onca yılın ardından hala unutulmadı...
1979 yılında İranda Humeyni önderliğindeki hareket Amerikan yanlısı Şah rejimini sona erdirmiş Bir yıl sonra Eylül 1980de Irak, İrana savaş açmıştı
İranda yeni kurulan rejimi çıkarları açısından tehlikeli bulan ABD, Saddam yönetimini İrana karşı savaşında destekledi. Bu destek, yalnızca politik destekle sınırlı değildi. Her tür silah desteği de sağladı saddama ve Iraka.
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...



