Gözlerim bulanık ellerime yağıyor damlıyor
Örs, e vurulan bıçak saplanır gibi sözler sitemler
Hâlbuki yok oluşlardan çıkıp, yıkıp gelmiştim
Korkular büyüttüğüm gece gün salladığım
Masmavi boncuklarla süslenmiş tahta beşiğimde
Adım atılacak eşik bulamıyorum yıkıntılardan çıkaramadığım
Düşlerim yonga parçası her yontuşunda incelip yok oluşlarda
Kâbussuz korkuların sarmalayışında ruhsuz bedenim
İşte o sendin götürürken sendeki leri mi?
Ufacık boşluklar unutmuş sürdüğün noktalarda
Sürgünler izlerinde, adımının tozunda boyadın
Kat, kat örtüp kaybettin sanmışlığını.
Ay çalası gecelerimi yıldızsız dileksiz koyup
Ateş böceklerinin ışığını çalıp
Baharımı neşesiz koyup örseleyip toza buladın
Sam yeli değdi dalım yaprağıma çatlamış kurak toprağım…
Kanını çekip aldığın kalbim içinde yasını tuttuğu matemleriyle
Avuntuları esen yelden dilenmişti halbuki..
Dilim lanetler yağdırıyor sema ya değecek kadar kudretli ulaşılmaz
Yağdırsa güneş yansıtsa ay söküp alamam,
Yüreğimden, sürgünün terk edişin deki süngüsünü…
Zennehar Yılmaz
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.