Hani insan yemeğe suya ihtiyaç duyar ya, işte öyle bir açlık bazen sarıyor ruhumuzu ve manevi duygular kaplıyor kör kalbimizi. Yüreğimizden ilahiler okunur san ki, hem de deli divane.
Aslında bu açlık susuzluk gibi değil, bu manevi duygular, bu sürüklenişler bilmediğimiz güzel yerlere sürüklüyor bizleri.
Bu sürükleniş hep vardır aslında insanoğlu hayatın da.
Bir mey’in peşinden giden kuzu gibi, gidiyoruz ardından bu sesin. Duyduğumuz bu kaval hangi notanın sesidir ki, ne çözülebilir, nede akıl sır erdirilebilir?
Bizleri çağıran bu duygular nedir ki, koşarız ardından?
Adına mutluluk der ararız mutluluğu.
Mutluluk olduğunu sandığımız her şeyi Allahtan önce ister, sonrada isteklerimizin, yüreğimizde bizi çağıran o mey’in sesi olmadığını anlayınca da elimizin tersiyle geri iteriz; Çünkü o mey’e yaklaşamaz, onu yakalayamaz ve yine mutlu olamayız, dağ taş koşup terleriz.
Dönüp bakarız arkamızda bıraktığımız dağlarımıza;
Bir dağımızda bebekliğimiz,
Bir dağımızda çocukluğumuz,
Bir dağımızda gençliğimiz,
Bir dağımızda zenginliğimiz,
Bir dağımızda fakirliğimiz, ama her dağımızda mücadelelerimiz, umutlarımız, sorumluluklarımız hep vardır.
Bir tek şey eksiktir her dağımızda yarım bir tablo gibi,
Bir şarkının olmayan yarısı gibi,
Bir kitabın asıl açıklayıcı ve okunması gereken hakikat’i gibi,
Bu ne sondur nede baş, nedir bu mutluluğun eksik yanı?
Bu ne yaman bir arayış, bu ne yaman bir sancıdır?
Bu ne yaman bir seraptır yüreklerde? Çölüne yanarız, ararız zerresini.
Ey insanoğlu;
Bir gün dilimize bir cümle gelir takılır, oltaya takılan değerli bir balık gibi; Mutluluk secde de deriz…
Rabbim, dağ bayır aradığımız mutluluğun şifresini dilimize verir, namaz kılmak gelir içimizden.
Allah’ım ne büyük mutluluktur secdeye baş koymak,
Ne büyük bir ışıltıdır namazda rabbime el açmak,
Ne büyük bir heyecandır secdede Allah’ın huzurunda olmak.
Dönüp arkamıza ne kadar boş, bomboş yaşamışız deriz kendi kendimize. Birde bakarız ki herkes bizim gibi aradığını, ama neyi aradığını bilmeden gidiyor dağlara doğru.
Haykırarak, “Aradığınız secdede” demek gelir içimizden.
Bağıramayız, giden duymaz sesimizi, biz giderken de bağıranlar olmuştur muhakkak; Ki bizde duyamamıştık bize seslenen sesleri.
“Gitme tüm damarlarında kapatabileceğin o boşluğun tek yeri başını koyacağın secde de, aradığın o mey’in ilahi sesi de secde de.”Deriz boğum boğum kendi içimizde.
Arayan duymakla değil, bulmakla bulur aradığını.
Allah aşkı ve hakikat’i bulmak ne güzel bir hazinedir.
İnsanoğlu ne kadarda kördür, aranan ne kadar yakın da olsa da,
Ne kadar uzaklarda aranır mutluluk oysa.
O mutluluk ki kalplerde kandillerin ışığı gibi manevi bir ışık.
En büyük cahil din cahili değilmidir?
(!) “Ben medeniyim ve çağdaş bir insanım, ben anlamam namazdan niyazdan!
Siz Oruç’mu tutuyorsunuz? Bu ne barnazlıktır!
Ben en çokta ramazan ayında öyle ulu orta yerim Oruç’umu!
Oruç’a saygımı, oda ne? Oruç tutan insana saygımı, anlamadım? Oruç’u yerken onu parçalamak, katletmek mi?
Bunlar saçma sapan inançlardır!
Bana ne, ben Oruç’umu yiyorum, herkeste bana saygı duyuyor;
Kimse bana, “ Sen neden Oruç’unu yiyorsun” demiyor, diyemezlerde, kimin ne haddine?
Ama ben Oruç’a da Oruç tutana da saygı duymam, duymuyorum da. Sizin inanışlarınıza, yani sizce hakikate saygı duymam için bana tek bir neden gösterebilir misiniz? ”(!)
Öylemi ey ahmak sen hakikati bilir misin?
Ey fani Allah’ın senin ve benim ibadetimize ihtiyacımı var!
Sen neden geldin dünyaya?
Neden koştun dağı tepeyi?
Neden devirdin sana gelen her çağını,
Çocukluğunu,
Gençliğini,
Olgunluğunu,
İhtiyarlığını?
Neden olgun olman gerekti?
Seni kim eğit ti? Hayat mı?
Hayatı kim sana okul olarak verdi?
Neden hayat merdiveninden çıkınca canın acıdı, takıldı ayağın tümseğine, çürüğüne, yaşına, kurusuna, neden olgunlaşman gerekti? Kim için? Ne için? Allah’ın senin benim ibadetimize ihtiyacı yok ki! Biz im Allaha kulluk etmemiz içindi bunlar…
Hak dünyasında, “Ey rabbim bana müsaade buyur, ben sana secdeye kapanayım” diyeceğiz elbet. Allah’ın bizim ibadetimi ze ihtiyacımı var ki, hak dünyasında secdeye kapanalım, ibadetimizi yapalım.
Akıl başa son noktada gelince, o zaman hakikatin perdesi açılacak! Amma iş işten çoktaaan geçmiş olacak.
Rabbim hak dünyada, en sonunda müslüman kulunu mutlaka af edecektir ama ne acıdır ki, Cehennem’in mührü hep kalacaktır.
Rabbim Cehennem’in mührüyle değil, yüzümüzün akı ile nasip etsin Gül bahçeli Cenneti…2008 DİLEK EJDER
(Not: eski soyadı DİLEK FIRAT'TI)
Dilek FıratKayıt Tarihi : 9.5.2008 10:29:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Dilek Fırat](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/05/09/hakikat-olan-allah-askidir-denemeler.jpg)
af kapıları sonsuz ve bizler de bu kapılarda bekleyenler olarak umulur ki her bir bağışlayıcılığı hak etderiz.Kalemine bin kere sağolsun sevgili Dilek.
Nasıl yaşar isen öyle ölürsün
nasıl öldüysen öylede dirilirsin
Allah güzel yaşayıp güzel ölenlerden eylesin
Peygamberimizin şefaati üzerinize olsun
hürmet ve muhabbetlerimle efendim
Duyarlı yüreğinize ve kaleminize sağlık
daha nice güzel hakikat yazılarınızı okumak ümidiyle
TÜM YORUMLAR (3)