Ölüm yağıyor Budapeşte’ye
Güneş yoksulu toprak
Suya sığınan kadınlar kıskanç yılkı atları ve adamlar
Cengiz’in parmaklarında kan mavi zaferle yangın
Kalaharinin penceresinde boz şahin sürüsü
masa savaş alanı
kınından çekilmiş acı, damarının üstünde
sırttan damlayan ışık, ten aynada
anahtarı çevirdi, açılmadı
ihtimal su da yanar
geceye sapladığım fotoğraftan,
ayırdım parmakuçlarını
kirpiklerinden akıttığın kokumu
yıkadım çığlığınla
+
sıra sıra dizilmiş ayakucumun kuytusunda yalnızlık
sonrası adresini şaşırmış bir serseri aşk
Uzandım tütün gözlerinden
yaşamak için
aşk'ın aydınlık dudağına
Dağ gibi, sancıyla yırtılan şu deniz
şu zeytin karanlık orman gibi
gitmeye yalnızlık düşmesin diye
aşk'ı damarında tutan elim büyür
zamanı incitemez
kan döken dudağın
Tamamlanmalı kalbin üşümesi
konuş onunla
Kaç zaman bölünebildin, dört yanını kuşatan o sesle
anlatılamayan değil, saklanandın
bir bakışlık aynadan
-konuş
dedi kadın
beklemek kaç durağın ölmesidir
kaçıncı gidiş bu
Ertelenmiş şarabın yalnızlığıyım
yağmurla, direncin ve ışığın sabrıyla döndüm toprağa
Ölümün göğsünde uyuyan dağ
denizin parçaladığı kıyı
şu karanlık vadi
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!