Hakan Demirkan Şiirleri - Şair Hakan Dem ...

0

TAKİPÇİ

Hakan Demirkan

Çiftli kağıtların sisleri sardığı gecede
Yıldızlar kayan yüzümde
Meskun mahal dilimde
Adın yazılı.
Bir türlü konuşamam...
Sorma...

Devamını Oku
Hakan Demirkan

Bütün gözü yaşlı,
Gözü yaslı bütün günler
Kafesteki hayvanlar kadar üzgünler mi şimdi?
Bütün günler yalnızca hayal mi?
Çekilmek için ekilen acılar..
Mahsulü alınan kaoslar

Devamını Oku
Hakan Demirkan

bahşedilen bir ömrü
geri çevirmek de hakkınız,
çünkü
dört işlemden de geçirseniz yaşamınızı;
siz kalansınız…

Devamını Oku
Hakan Demirkan

Kayboluyorum pastel bakışlarında.
Ruhumun girdabında kaybolacak mıydın bu denli?
Ve matlaşıyor muydum zihninde?
Bu karanlık silüetimde?
Sen ki,
En canlı hücrem beynimin çeperlerinde.

Devamını Oku
Hakan Demirkan

..Koşmaya başladım. Şehir arkamdan çığlıklar atıyor ve gökyüzü tüm korkunçluğuyla beni gecenin içinde hapsetmeye çalışıyordu. Herşeyi geride bırakmak istiyordum. Bütün gördüklerimi ve bütün duyduklarımı...

İçinden çıkılması zor bir labirentte peyniri arayan bir fare gibi gerizekalı hissediyordum kendimi. Kokusunu alabildiğim bir çıkış yolu vardı ama attığım adımlarımın altında gömülen toprak ve etrafımı sarmış başı olmayan küçük çocuklar beni engelliyordu. Gitmek istediğim yöne doğru değil de tam da onların istediği yere doğru son sürat koşuyordum. Beni götürmeye çalıştıklarının farkındaydım elbette, ancak koşmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. Ne yöne doğru olursa olsun koşmak... Evet... Kesinlikle eminim ki koşmak zorundaydım.Gökyüzü giderek daha da fazla kararmaya başladı ve önce beyaz ay sonra da başsız çocuklar bu karanlığın içine gömülüp kayboldu. Toprak biraz daha sertleşti ve soğuktan donan ellerim ısıyı hissetmeye başladı. Bütün bu artılara rağmen hala nefes almakta zorlanıyordum ama ulaşabileceğim son yere kadar gitmeliydim. İçimde anlaşılması zor bir istek vardı. Amacımı ya da ne yapmak istediğimi de bilmiyordum. Etrafıma bakındım. Beni takip eden herhangi bir şeyin varlığından şüpheliydim. Ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Yere doğru çöküp toprağı yokladım. Artık tamamen sertleşmişti. Daha doğrusu topraktan çok yeni dökülmüş bir asfalt gibiydi, tam olarak olmasa da, sıcak ve sert...Bir boşlukta gibiydim. 2-3 adım kadar ötesini görebiliyordum ve hiç bir ses yansıması yoktu, ya da görüntü. 'İçinde bulunduğum durum' dedim kendi kendime, 'yenik bir savaşçının rüyası olmalı.'Ayakta öylece durarak gideceğim yönü kestirmeye çalışıyordum. Canım bir sigara istedi. Derin bir nefes herşeyi söküp götürebilir gibi geliyordu. Söyleyebileceğim tek şey buydu. Herşeyin normale dönmesini de isteyebilirdim elbette ama normal olanın ne olduğunu anımsayamıyordum. Yaktığım sigara elimden kayarak yere düştü. Düşerken saçtığı kıvılcım çakmağımdan bile daha fazla aydınlatmıştı etrafı. Kesik başlı insanlar belirdi etrafımda, başsız çocuklarla birlikte. Bir an çocukları kızdırdığımı ve onların da ana-babalarını çağırdığını düşündüm. Ama nedense bu düşüncemden hemen vazgeçtim. Aklıma pek yatkın gelmiyordu. Zaten insan dediğim şeylerin de aslında insan olduklarından emin değildim.Her biri bana benziyordu. Onları görebiliyordum. Her ne kadar zifiri karanlığın içerisinde olsam da onlara baktığımda üzerlerindeki her detayı son ayrıntısına kadar seçebiliyordum. Işık yanılsaması gibi bir şeydi bu. Üzerlerindeki kan, güneş gibi parlıyor ve etrafa kırmızı bir ışık saçıyordu. Karanlığın içinden yüzüme doğru vuran yüzlerce koyu kırmızı ışık süzmesi hissettim. Kafalarının olması gereken yerden, kesik başlarının kesildiği yerden bir alamet gibi yükseliyordu, önlerine doğru süzülen koyu kırmızılık...Bir tanesi yavaş adımlarla -ki daha çok bir sürünmeye benziyordu- öne doğru çıktı. İçimdeki koşma dürtüsünü zar zor bastırıyordum. Gene nedenini bilmiyordum. Koşup gitmektense orada durup onu dinlemeyi tercih ettim. Nasıl konuşacağı konusunda bir fikrim yoktu. Bana doğru yaklaştıkça kalp atışlarımın hızlanmaya başladığını farkettim. Bu basit bir kandırmacadan ibaret bir hissediş değildi. Zonklama kulaklarıma kadar vuruyordu. 'Ne yapmamı istiyorsunuz? ' diyebildim nefes almamı zorlaştıran sancının arasından hıçkırıklarla seslenmeye çalışarak. 'Doğru yön neresi? 'Soğukluk arkamdan yaklaşıp belime dolanarak ikiye bölündü ve bir kısmı sırtımdan dolanarak kendini beyinciğimde hissettirip yukarı doğru çıkarken, diğer kısmı da ayak parmaklarıma kadar inip onları sarmaladı. Kendimi yanlış bir kelimenin arkasına saklanmış bir yalınlık gibi hisettim. Toprak tekrar çamurlaşmaya başlamıştı ve aşağıdan yukarıya doğru bir kan kokusu hakimiyeti baş gösteriyordu.Elini kaldırıp kırık parmaklarıyla bir yöne doğru işaret etti. Ne yönden geldiğimi bilmediğim için doğru tarafın o taraf olduğuna emin değildim. Ama elimde kendime inandırabileceğim somut bir gerçeklik de bulundurmuyordum. Bu yüzden artık gözlerimi neredeyse dışarıya doğru fırlatacak olan kalp atışlarıma ve dayanılmaz koşma dürtüsüne rağmen son bir soru sorma eylemine cürret ettim.'Neden? 'Ardından bir cevap beklemeden gösterdiği yöne doğru koşmaya başladım. Verilecek cevabın tatminkar olmamasından öte cevabın nasıl verileceğinden korktuğum içindi sanırım bekleyemeyişim. Arkama bakmadan koşmaya devam ettim. Ne zamandır koştuğumu ya da ne kadar mesafe kattettiğimi bilmiyordum. Geçtiğim yollar sanki arkamdan beni kovalıyor ve önüme geçerek tekrar tekrar aynı şeyi yaptırıyor, onları geçmem için yavaşlıyordu. Önümü doğru dürüst görememe rağmen bana yaptırmaya çalıştıkları herşeye nedensiz bir itaatle uyuyor ve soru sormayıp düşünmeden koşuyordum. Zaten ne yöne gideceğim ya da varacağım yerin neresi olacağı konusunda günlerce düşünsem bile bir sonuca varamayacağımı biliyordum. Aslında bilmek bile gerçek anlamda bir bilmekten ibaret değildi. Şu ana kadar yaptığım ya da anlatmaya çalıştığım her şey, her eylem sanki farklı bir zamandaki farklı anlatımsal uygulamalardı. Bilmek ya da düşünmek, koşmak ya da nefes alamamakla hemen hemen aynı şeylerdi.Başıma gelebileceklerden umarsızca koşmaya devam ederken önümdeki yolda bir beyazlığın belirdiğini farkettim. Aslında farkedişim ayaklarımı görebilmemle birlikte belirmişti. Durdum... Bir süre ayaklarıma doğru baktım. Uzun zamandır ayaklarımı görmemiş gibiydim. Onlara doğru eğildim. Yorgun olmalıydılar. Ellerimle okşarken gerçekten çok ağrıdıklarını hissedebiliyordum. Normalin dışında olan tek şey bunu ellerimle ya da ayaklarımla hissedemeyişimdi. Dokunuyor ve dokunulduğunu veya dokunduğumu hissetmeye çalışıyordum ama bu bir temastan daha farklı olarak, düşünmek gibiydi. Anlatması gerçekten zor. Sanki ayaklarımın beynini okuyordum, dokunsam da hissetmeden...Başımı gökyüzüne doğru kaldırdığımda üzerimdeki beyazlığın nedeni şekilsiz bir yuvarlak olarak bana doğru bakıyordu. Bir süre ona doğru baktım. Belirli bir surat ifadesi yoktu. Öylece durmuş ve bana dönüktü sadece. Ne bir insan ne de bir hayvan ya da herhangi bir şeydi. Sadece basit bir anlatımla aya benzeyen beyaz bir yuvarlaktı.Bakışmamızı kesen şekilsiz çığlıklar oldu. Ne yönden geldiklerini tam olarak anlayamıyordum. Arkamdan, önümden, sağımdan, solumdan... Her tarafımdan bana doğru yaklaşıyorlardı. Bir insandan çok insana yakın bir hayvandan çıkan seslerdi sanki. Acıyı en derinden hissettirmeyi başaran ve insanın derinliklerinde öfkeli duygusallıklar uyandıran... Bütün bunları hissetiğimde ağlamaya başladığımın farkındaydım. Defalarca söylediğim gibi neden olduğunu bilmiyorum. Sanki göğsüme bastırılmış onlarca acı bir anda boğazıma kadar gelip düğümlenmişti. Hissettiğim şeyler aslında ne olduğunu bilmediğim anlamsızlıklardı. 'Kesin sesinizi' diye bağırmaya çalıştım. Hıçkırıklarım sözcükleri boğazımda düğümlüyor, gözyaşlarım yanaklarımdan kayarken tenimi yakıyordu.Ayaklarımda hissettiğim bir uyuşuklukla kendimi çığlıklardan dışarı doğru çektim ve bacaklarıma kadar tırmanmış sarmaşıklarla boğuşmaya başladım. Onlar da gözyaşlarım kadar sıcaktı. Pantalonumun dışından tenimi yakıyor ve dikenleri sıcaklığın verdiği acıyla katlanarak daha bir fazla batıyordu. Dikenlerin açtığı yaralara rağmen kanayan ellerimle sarmaşıklardan kurtulmaya çalıştım. Başarmaya yaklaştığım bir anda yorgunluğumu fırsat bilerek beni aşağıya doğru çektiler. Karanlığın içerisinde bir süre aşağıya doğru düştüm. Düşerken hissettiğim rüzgar bacaklarımdaki ve ellerimdeki yaraları serinletiyor, az da olsa acımı azaltıyordu. Ama sert zemine düştüğüm an acılarım bütün vücudumda hissettiğim ağrılarla birleşti ve bir süre yerde yanağımı taş zemine dayamış bir vaziyette kıvrandım. Bu sırada beynimin içerisinden az önce yaşadığım şeyler geçiyor ve eksik kalan parçalar birleşerek bütünlüğü oluşturuyordu. Ayrıntıları anlamaya başladığımı biliyordum ama tasvirlerim bunları kelimelere dökmeye yetmeyecek kadar zayıf kalıyordu. Dışarıda ışıklarını söndürmüş koca bir şehir vardı. O andır ki aklıma koşmaya başladığım an geldi. Şehirden yükselen çığlıklardan kaçarken içine gömüldüğüm karanlık... Pencereden geriye doğru korkak adımlarla uzaklaştım. Koşar adım odanın çıkışına doğru ilerleyip duvarı yoklayarak odanın lambasını yakmak için düğmeyi aradım ve saf bir mutlulukla ışığı yaktım. Mavi duvarlarımın gözlerimi alan parlaklığı arasında saate doğru bakmaya çalıştım. Ayrıntı gözüme takıldığında farkettim yatağımın kenarından süzülen kanla dolan saatin çaresiz çırpınışlarını. Yelkovan ve akrep üstüste gelmek istercesine umarsızca dönüyor ve camın kenarlarındaki boşluktan dışarıya bir fiskiye gibi kan fışkırtıyordu. Acımı hissettim gözlerimde. Duvarlarım yukarıdan aşağıya doğru siyaha boyandı. Koşarak sokak kapısına doğru gittim ama kapının yerine demir bir zırhla karşılaştım. Aynı şekilde pencerelerim de üzerime örülmüş bir zindan halini almıştı...Bu düşünmemişliği düşünme, yeni bir şeyin farkına varmamı sağladı. Eve dönmemden önceki bunalımdan farklı olarak artık düşünebiliyordum ve düşünce normal bir düşünmeden farklı değildi. Öyleyse aradığım gerçekliğe daha yakın olmalıydım.Yerimden doğrularak ayağa kalktım...Duyabildiğim son ses bağıran ama giderek uzaklaşan 'Geri gel', 'Sakin ol' ve 'Korkma' kelimelerinden ibaretti.

Kim olduğunu çok merak ettiğim bir kadın, kalın ve buğulu sesin arkasından sesleniyordu:

Devamını Oku
Hakan Demirkan

Seni, sende, sana rağmen yaşıyorum ben... Hep sen, benimle tamamlanmış eksiklerine bakıp daha fazlasını isterken, ben sende yeni boşluklar yaşıyorum... Daha çoğunu isterken sen, bense yarımlarında kayboluyorum...

Bir ada değil, bir kıta vardı karşımda keşfedilecek, ama geriye dönüp bakınca sadece bir arpa boyu ilerlediğimi görüyorum sende... Üstelik ben bir adım ilerlerken sana ulaşmak için, sen hızla uzaklaşıyorsun benden, kaybolup giden bir serap hızıyla...

Kaç kez vazgeçtim, kaç kez yolun kenarındaki ormana girip yok olmak istedim... Yaşadığım neydi? Senin varlığını bilmek bile yeterken bana, sende kendimi yok hissetmek, 'yok' olduğumdan başka ne düşündürebilirdi bana?

Devamını Oku
Hakan Demirkan

Seni izliyor, izledikçe tanıyor ve tanıdıkça seviyordum. Sevgim, hayatına çıkan kapıyı sabırsızca aramaya zorluyordu beni. Gözlerinden içime düşürdüğün yıldızları hiçbir gökyüzü konuk edemezdi ve hiçbir sen; gerçek olamazdı düşlerimdeki sen kadar. Yüreğinin yanlış adresine gitmekten korkuyordum ama istilaya hazır bir asker gibi ölüme de razıydım yüreğinin kapılarında...

Ve bir gece;
Bir sevinç çığlığı gibi düştün hayatımın orta yerine
İlahi bir armağan kabullendim seni,
Dişsiz gülümsemeleri gibi bebekliğimin..

Devamını Oku