ENDONEZYALI EBUBEKİR
Öğle namazından otele giderken tavukları aldım. Hanımda sofranın diğer hazırlıklarını tamamladı. Tavuk ziyafeti için misafirlerimizi beklemeye başladık. Fazla bekletmediler. Sadece Bacanağım Süleyman gelemedi yemeğe. Müftüsünden izin alamamış. Ama Baldızım geldi. Bayanlar bayan tarafında, erkekler erkek tarafında iki sofra kuruldu.
İkindi namazını yanımızdaki camide kıldıktan sonra, son kez şeytanı taşlamak için yola çıktık. Yürüyerek gittik bu sefer. Ama ne rahatlıkmış buradan gitmek ya. Bu yazıyı okuduktan sonra hacı olacaklara derim ki: Şeytan taşlamak için Mesfele bölgesinde iseler, önce Kâbe’ye oradan da yürüyerek şeytan taşlamaya gitsinler. Arabalardaki sıkıntı çekilmez. Hele bu kolaylığı ve rahatlığı gördükten sonra.
Şeytan taşlandıktan sonra o civarda durmak doğru değilmiş. Ben de taşlarımı attıktan sonra kenara çekilip beklemeğe başladım. Alt katta taşladığımız için köprü direklerinin dibine doğru gittim. Orada birini gördüm. Oda birilerini bekliyordu benim gibi. Yanına sokulup ismini sordum İngilizce. Ebubekir dedi. Memleketini sordum. Endonezyalıyım dedi. Çat pat bildiğim kadar konuştuk işte. Bende kendimi tanıtıp, Türkiyeli olduğumu söyledim. Anlayacağınız samimi bir hava oluştu. 5-10 dakika içinde. Bizimkiler işlerini bitiren yanıma gelince ayrılık vakti geldiği belli oldu. Bu konuşmanın hatırası olarak. Bana kafasından çıkarıp fesini verdi. Bende ona fesimi verdim. Onunki el örmesi kırmızı desenli güzel bir festi. Benimkisi ise orada 3 Riyale alınmış bir fes. Ondan sonra o fesi takmaya başladım kafama. Teyze oğulları çok sulandılar Endonezyalı Ebubekir’in fesine ama nafile.
Artık birbirimize iki yabancıyız.
Her ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa
Her şeyi evet, her şeyi unutmalıyız.
Her kederin tesellisi bulunur, üzülme.