____________________Aşk'a andolsun ki....
I
Ya
Sîn
Gönül kanaviçeme nakış nakış işlediğim yâr
Acıya sermest ruhuma üflenen fatiha
Kirpiklerimde uzayan heyulayı dağıt!
Ay işlemeli duvağı örten gece
Yoksay yüreğimde duyduğum çarpıntıyı
-gülmek muhaldir bana-
II
Tâ
Hâ
Meryem gözlerinde saklanan bakir sevinç
Göğsüme iliştirdiğim acıyı kutsa!
Yüreğimin sarkacında inler Nasıralı
Eyy Nasıralı
Bakışlarının derinliğinde bir âruz ahengi
Kanat avuçlarını şiir damlasın
(Artık kim ısıtır ellerini…)
III
Hoyrat duygularıma tüneyen yalnızlık
Hüzzamı elem dokur / gözyaşını lacivert
Kızıl nehire boşalttığım sayhâ
Doludizgin düşlerin boynunu devirir / asa
Eyy çehresi nûr
Öfkesi şair olan
Beni sözlerinle vur.. gözbebeğinde yaşat!
IV
Ha
Mim
Gönül sahrasından fışkırır zemzem
Köhne bir bıçağa teslimdir serçe
Kurumuş damarlarında ılır ürperti / aşk ile!
Heybemde güneş yanığı düşlerim
Taifte taşlanır yalınayak
tükenirim…
Çözülür imlası ellerinin
Güncesi ölümdür siyahî bir kölede kırbaçlanan beden / im
Cinnet yurdunun işgalidir sözlerim
Ey insanlar
Recmedin beni!
V
Acı satar hece yağmalanmış kentlerin pazarında
Vurulur gece tükenen şiirin son mürekkebinde
Lambasız odalarında mersiyeler okur /boyun büker dolunay
Nûn alfabesinin söz değmemiş kelâmı
İnler/im
Her inleyişte büyür yüreğim…
Büyür gözbebeklerim
Aşk olur!
VI
Yâr
D u y _k a l b i m i n _ z i k r i n i
T â
S î n
M î m…
Büşra Arslan
Kayıt Tarihi : 26.6.2008 13:58:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
güzel çok güzel.
Bu şiirin,” Hurûf-u Mukataa “ ile başlayıp devam etmesi ve yine onunla bitmesi, üstelik adının Kur’ân-ı Kerim’de; Mü’minûn, Fussilet, Şûrâ, Zuhruf, Duhân, Câsiye ve Ahkâf olmak üzere yedi sûrenin başlangıç âyetleriyle adaş olması dikkat çekici.
Muhtelif rivayetler olsa da Hurûf-u Mukataa’dan ne murad ettiğini ancak Âlemlerin Rabb’ı bilir. Şairenin ise ne murad ettiği noktası bana sanki şiirin târiflerinde bahsedilen ve benim de benimsediğim “ okuyucuyu kendi hayâl gücü ile düşünmeye ve anlamaya yönlendiren ve zorlayan ” bir özelliği ile yüzleştirmektedir.
Öyle ya; “ madem okuyorsunuz ( Okuyarak yorum yapanlar için bu uyarı ) o hâlde düşünün biraz ben ne anlatmak istedim “ der gibiydi.
Eğer, Prof Seyyid Kutub’un Hurûf-u Mukataa konusundaki incelemelerinden elde ettiği sonucu ölçü alacaksak ('Madem ki 'bunu Muhammed uyurdu' diyorsunuz, o halde onun bir benzerini de siz uydurun. Bunu yapamazsınız, haydi onun on suresinin benzerini yazın. Bunu da mı başaramadınız. O halde Allah'tan başka tüm yardımcılarınızı da çağırarak onun sadece tek bir suresinin bir benzerini getirin.' Bu meydan okuyuşa karşı Araplardan bir cevap çıkmadı, susup kaldılar.) Şairenin “ işte benim eserim. Siz de eserlerinizi ortaya koyun mukayese yapalım “ diyerek bir meydan okumaya girdiği yorumu da çıkabilir. Ama en doğrusunu yine şiiri yazan bilir.
Şiirinizin dördüncü bölümünde zikrettiğiniz;
“ IV
Ha
Mim
Gönül sahrasından fışkırır zemzem
Köhne bir bıçağa teslimdir serçe
Kurumuş damarlarında ılır ürperti / aşk ile!
Heybemde güneş yanığı düşlerim
Taifte taşlanır yalınayak
tükenirim…
Çözülür imlası ellerinin
Güncesi ölümdür siyahî bir kölede kırbaçlanan beden / im
Cinnet yurdunun işgalidir sözlerim
Ey insanlar
Recmedin beni! “
… nin açılımı bende şunu çağrıştırdı.
İnsan, yeni girdiği bir ortamda oranın müdâvimlerini ve sâkinlerini tanımak, onlar hakkında doğru ya da doğruya yakın kanaat sahibi olmak ve görüş beyan etmek için belirli bir zamana ihtiyaç duyar. Yanılmayacak insan nerede ise yok gibidir. Önemli olan en az yanılma payı ile tecrübe kazanmaktır. Eskilerden bazılarının; insanı tanıyabilmek için “ dokuz kilo tuz tüketimini “ esas aldığını, meyhane ehlinin; “ içki masasına oturup sarhoş olma ”hâlinin bir ölçü olabileceğini, bir diğer görüşün ise; “ yolculuk ve alışveriş yapılmasının “ şart olduğunu tecrübe ederek iddia etse de, bütün bu tecrübelerin de yanılma paylarını tamamen ortadan kaldırmadığını ve yıllar sonra bile “ yanılmışım ! / tanıyamamışım !” ifadesiyle karşılaşılmasının mümkün olabildiğini bize göstermesi aslında bu işin hiç kolay olmadığını ortaya koymaktadır. Eğer, nefis ve şeytan faktörünün işlevi ve bu işlevin; gurur, kibir, hırs, bencillik, kanaatsizlik ve doyumsuzluk gibi açılımları ölünceye kadar değil de belirli periyotlarla devam etseydi çözüm ve tedavi daha kolay olabilirdi.
Ama öyle değil !
Çoğumuz, sağlam dostlukların olmadığından ya da çok az olduğundan şikâyet eder, gerçek dostluklar ve gerçek yüzler bahsinde hep samimiyete vurgu yaparız. Sosyal hayatın her alanında bu sıkıntılarımızın nedenlerini genellikle kendimizden başka fâillere; zaman ve çevre gibi etkileyici unsurlara yükleyip, müsebbib olarak da şeytanı görürüz. Oysa ki en çok kızdığımız ve bizi yanılttığını bilip itiraf ettiğimiz şeytan en samimi olan değil mi? Huzur-ı İlâhi’den kovulurken; “ dünyanın sonuna kadar bütün insanları kandırmak için mücadele edeceğini “ itiraf etmedi mi?
Şeytanın gerçeği yanıltmak, şaşırtmak ve kandırmak ise ona kızgınlık neden?
Özeleştiriye en çok ihtiyacı olan kendimiz ve eleştirilmeyi en çok hak eden nefsimiz değil mi?
Başkalarını samimiyetsizlikle ve günahkârlıkla suçlarken acaba biz gerçekten samimi miyiz?
Nasıl göründüğünü merak eden bir insanın, başkaları tarafından görünen ile aynaya baktığında gördükleri arasındaki farkı bir de vicdan ve ilâhî pencereden masaya yatırdığımızda aradaki uçurumları ne ile izah edebiliriz?
Ya, aynalar insanın gerçek yüzünü göstermiş olsaydı!
Ya, kalbimiz ve beynimizde istihdam ettiklerimiz yüzümüze yansımış, muhtelif aflarla silinmemiş sabıka kayıtlarımız alnımızda sergileniyor olsaydı acaba kaçımız aynaya bakmağa ve dışarıya çıkmağa cesaret edebilirdik ?
Karanlıkta hapşırdığında ağzını kapatmağa gerek görmeyenlerin bu görüntülerini kamera ile tespit edildiğini ve birçok kişi tarafından seyredildiğini anladıklarında yüzlerindeki rengin tonları ne hâl alırdı?
Makyajla kamuflajın hangi cephede işe yaradığını, nerelerde ise devekuşu misâli gülünç duruma düşürdüğünü hiç düşündük mü?
Neden yanıltmağa gerek duyar, “ olduğumuz gibi görünmekten “ imtina ederiz ?
Kimi, neden, kandırmağa çalışır ve bunu ne kadar, nereye kadar başarabiliriz?
Mumumuzun ateşi mi kuvvetli, yatsı mı çok uzak?
Önce kendimizden başlamamız gerekmez mi?
Kişi doğru yolda, en azından olma yolunda olsun da varsın onu doğrulukçular ve “ fareli köyün kavalcıları ” recmetsin!
قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْداً وَسَلَاماً عَلَى إِبْرَاهِيمَ (Enbiya 69) Nidâsı geldikten sonra varsın ateşi Nemrud /..lar yaksın!
Bütün baskı, iftira ve hakaretlere rağmen “ Meryem “ olabilmek!,
…ve, her şeye rağmen dinlenen kalp zikrinde duyulanın “ aşk ”la bütünleşmesi.
Beni düşündürdüğünüz için teşekkür ediyorum Büşra Arslan hanım kardeşim.
Erdemi sükûtta muhafaza edebilenlere ne mutlu…
Zevâl; kaleminizden, mâlâyânî; kelâmınızdan, kibir ve vesvese; kalbinizden, vesvas; iç ve dış âleminizden ırak olsun inşallah..
TÜM YORUMLAR (18)