Hastane
-1-
Büyük bir heyecanla cevap vermeye başladı temizlik görevlisi ‘’çok çıkmışsınız iki kat aşağıda aradığınız servis. Bakın hepsinin duvarında kendi isimleri yazıyor’’…
Bir anda boğazımıza kadar ulaşan deterjan kokusuyla minnettar bir bakış bırakıp o kata, aşağıya inmeye başladık.
Kendisine soru sorulmuş olmanın gururundan da olsa ne büyük iyilik etmişti o sıcak sesiyle stres ve korkudan mütevellit kuşlaşan kalbimize... Hastane koridorlarında böylesine rastlamak pek zordu. Onca insanla muhatap olmak büyük bir azim gerektirdiğini düşünecek kadar az kırılandık gerçi... Fakat Cerrahpaşa bana diğer hastanelere nazaran en azından 1 saatliğine daha sıcak, daha ılımlı geldi.
Kuzenim selen’in rahatsızlanmasıyla tavsiye üzerine gelmiştik buraya. Boğazda oluşan nodüllerin panik atak ve daha ileri boyuta taşıyacağını onda görene kadar hiç düşünmemiştim. Birbirine geçmiş koridorlardan hızla ilerlerken bir soru daha sorma cüretine düştü selin, boğazını zorlayan bir sesle:
- Hüseyin Bey burada mı?
- Evet burada
- Ameliyatta değil, değil mi?
- Hayır, buralarda olması lazım, karşı odaya bir bakın..
Cevabın içten bir ses tonundan oluşmasıyla hayretim taaccüp seviyesine ulaşmıştı… Geçen yaz Babaannem için bulunduğumuz hastane servisinde odaların kapısına yanaşmaktan bile korkardık. Şimdi ise bir odaya girdik, birkaç servis doktoruyla bakıştık, sonra konferans odasına sonra bir başka…
Biraz eski biraz kirli duran yapı. Hastalar ellerinde idrar torbalarıyla dolaşıyor. Bir hastalıkla göz göze gelmekten korkarcasına gözlerimi kaçırıyorum camdan dışarılara… olabildiğince soğuk bir hırpalama gibi vuruyor pervazlara...
Servis dışına çıkıp Hüseyin beyi bekliyoruz belli ki acile inmiş. Hüseyin Bey zamanında bizim arkadaşın babasının burs verdiği öğrencilerden. Ahmet amca kızına ‘’ ona gidin ve dokunabildiğiniz kadar merhametine dokunun her hamlenizde onu kendinize yönlendirmiş olacaksınız’’ Demiş… Doktorlar merhametli insanlar olmasalar göbekli ilahlardan başka ne olabilirler ki…
Omuzumuzu duvara verip, Bir ayağımızın tabanını diğer ayağımızın böğrüne atıp bekliyoruz… Devamlı açılıp kapanan şeffaf kapıya çivilenmişken gözlerimiz, kulağımıza beyaz önlüğünün üzerine sırt çantası takmış bir öğrencinin sesi doluyor:
- hayır, dayı ben diş doktoru olamam, diş bölümünü okuyan da doktor olamaz
- sen maaş alıyon mu peki yeğenim
- maaş yok belki son sene o da 3 yüz 4 yüz lira…
Her bölümde fazlasıyla beyaz önlüklü, sırt çantalı, gencecik çocuklara rastlamak mümkün Cerrahpaşa’da… Bir eğitim hastanesinin en güzel yanı daha dışardayken dev binaların arasında kütüphane binasıyla karşı karşıya gelmektir. Sonrasında koridorlarda geçip giden o gençler.. Kızlar iki dirhem bir çekirdekken erkek öğrencilerin saçları başları dağınık. Öyle ki baktıkça tümüne, bunu bir moda akımı olduğunu düşünebilirsiniz.
Hafızamın bir bölümünü işgal eden bu dağınık izlenimleri beyaz martıya sormalıyım diye düşündüm bir an. Beyaz martı, arkadaşım… Onun da beyaz önlüğünün üstünde dağınık saçları var. Ve su yataklarından esirgemediği kitapları, mürekkebi akana kadar gezmelere çıkardığı beyaz kâğıtları…
Ayaktaki duruşuma kollarımı birbirine geçirmeyi de ekledikten sonra tekrardan eski ve kirli bir havası olan duvarlara baktım ve o burada olsaydı tüm duvarları kitapla kaplardı diye mırıldandım.. İki duvar arasında ağrılı ve aksak gezinen hastaların hepsini bir kitabın yuttuğunu ve bunu en iyi beyaz martının yazacağı düşüncesi de bir gülümseme ile yerleşti dudağıma… Dev kütüphaneden kitapları cerrahi sevisine taşımak için peşinden koşturduğumu tahayyül ettim. Bir martının denizin üzerinden uçarken ki coşkusuyla…
- Parayı yatırırsan deniz manzaralı oda da kalırsın bacım.
- Aman efendim sağlığım olsun da manzarayı ne yapayım
- Hikâye değil, bu işler böyle yürüyor. rahat etmek istiyorsan tek kişilik oda şart hemşerim o da biraz …………………………
Bekleme koltuğunda cereyan eden bu konuşmanın devamı, adamın başparmağını, bükülmüş şehadet parmağının üzerinde hızlıca hareket ettirerek para işareti yapmasıyla devam ederken, bunaldığımı hissediyorum. Ne kadar yumuşatmaya çalışsam da onlar duvar… Ve dağınık saçlıların işleri zor… birinin kolunda ince bacaklı ihtiyar ve soğuk denilen şey dışarda kar…. Evet hali vaktin bir acımasız kış…
Beyaz önlüklü çocuk dayısına’’ bak dayı şu giden benim hocam, bu hafta psikiyatri bölümünde onunla dolaşacağım. Niye buraya geldi acaba? Siz işinizi halledince ararsınız beni ben Dr. Yusuf’a yetişeyim.’ Diyerek çıktı kapıdan …
Kapının tekrardan açılmasıyla selen;
- İşte geliyor. Yakışıklı değil mi ( hasta ve muzipçe bir gülümseme) bekle raporları gösterip geleceğim….
- Tamam… Dedim ve doktoru uzaktan da olsa süzme işlemini atlamadım.
35 yaşlarında kumral ve orta boylu bir adam. Beyaz kıyafetiyle kapıdan içeriye girdiğinde abinizle karşılaştığınızı zannedebilirsiniz yüzündeki mülayimlikten… Bir şeyin merhamet vasfıyla anılması yeryüzüne bahar çiçeği gibi düşer. Toprağın karşılıksız lezzet sunması gibi. Gümüş bir kalemin kendi içinde çoğalttığı mürekkep mucizesi gibi… Sarı ağrıların saçlarını parmaklarıyla tarayanlar Safir bir ayna gibi düşer yeryüzüne…
Merhameti andıkça İsmet özel uğuldanıyor usul usul koridorların kılcal damarlarında..
‘’Yufka mıdır
yufka mıdır benim bakışım dünyaya
ki acılarıyla başlatırım insanları
derimi yalayarak geçen mevsim
beni alır şehirden yıpranmış bakışlarla ….’’
Zamanın geçimsiz olduğu anda Selen yanıma gelip ‘’hadi gidelim Biyopsi tarihini aldım ‘’ dediğinde usulca telaşsız dışarıya çıkıyoruz. Hastane çıkışına yakın bir bankta soluklanırken ufak tefek yaşlı bir teyze selam veriyor:
- selamünaleyküm, hayırlı cumalar, rabbim ömrünüzü güzel etsin yavrularım
- âmin teyze buyur gel otur
- oturmayacağım evladım yolum uzun. Kısa da ama uzun. Gıybet gibi olmasın az önce birine selam verdim beni dilenci sandı galiba, almadı selamımı
- Estağfurullah teyzeciğim aleykümselam olsun yeniden…
Önce yüzüm kızardı teyzeyi ilk gördüğümde sandığım şey yüzünden, sonra o dualı sıcak ve samimi sesi ile gökyüzüne baktım. Hayat ılık ılık yağıyordu… Caddeler boyu akıp giden hayat ile sekteye uğramış yaşam arasında, yani arafta, Yani tam burada, şu bankın üstünde yüzüm ılık yağmurun karşılayıcısı iken, sonsuza kadar durabilirdim…
sevecen teyze az ilerde selamlaşacak bir kedi bulmuş onun yüzünü avuç avuç yerken biz tramvay durağına doğru inmeye başlamıştık. Suratı yenildikçe tatlı tatlı miyavlayan kedi, dilenci görünümlü sevgi dolu yaşlı ve muhtemelen yalnızlık nedir bilen teyze, hastanenin büyücü okulu gibi duran ıslak kütüphane binası, cerrahi bölümünün merhametli doktoru ve beyaz martıya kağıt olacak koridor duvarları ardımızda kalmıştı… Meydana vardığımızda arkamı dönüp avazım çıktığı kadar bağırmak istedim
- Az sonra insanlığımızı kaybedeceğiz!!! nükleer tıp sizin olsun bana psikiyatri katını verin…!!
Karşıdan karşıya geçmek için insanlar birbirini iteklerken, her şey yüzümüzü ve kalbimizi felç edecek kadar soğuktu… ve çalkantılı beynimde hiçbir martı uçmuyordu…
----------------
Feyz KarihaKayıt Tarihi : 25.4.2021 13:17:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
tamamlanmamış delilik...
bulunca nasıl insancıllaşıyoruz birden.
TÜM YORUMLAR (1)