Kraldan çok kral olmadan, olacağından daha fazlası olmadan, güzel şey, güzel ahlaklı olmak…
Eğer bir sebebiyet sizden rahatsızlık olurla çevreye dağılıp yaygınlık oluyorsa, bunun izahını, kutsal değerlerin hepimizde ortak oluşan dokunulmazlık algısıyla örtemezsiniz. Şiddetli ve gürültülü ezan sesinden vaki şikâyetlerine siz; “ezanı mı susturacaksınız? ” demekle, soru; cevabına karşılık bulmaz.
Nasıl müzikten rahatsız olunca müziği ortadan kaldırmıyorsak, elbette ki ezandan değil ama tasvip edilmeyen gürültü değerleri içinde okunan sesten rahatsız olunca da, ezan ortada kalkacak değildir.
Burada güzel olanla, güzel olmayanı ayırmak gereklidir. Ezanın okunması güzeldir. İnsanların hangi inançtan olursa olsun ibadete çağrılması güzeldir. Güzel olmayansa; gürültülü, dayatmacı, saldırganca olur ve yüksek völümlü, cızırtılı, parazit seslerle uygulamalar yapmaktır. Ve bu uygulamaya devamla, uygulamanın yarattığı olumsuz sonuca kulak asmamaktır. Ve nasıl kullandığınızdır.
Böyle “ezanı mı susturacaksınız? ” demekle tehditkâr oluşunuzu ortaya koymanızla, boğmacaya yakalandığınızda; doktora giden birisine; Allah’ın muradından mı kaçarsın kardeşim? Allah’ın elinden kurtulacağını mı sanırsın? Allah’a mı isyanın? Allah’ın hastalık gibi bir takdirinden ve hediyesinden mi kurtulmak istiyorsun? ” demenizle hiçbir farkı yoktur.
İki hal de hayati olur denli bir rahatsızlıktırlar. Ruh ve beden ve zihin sağlığınıza tehdittir. İkisi de çözülmesi gereken sorundurlar. Biri sağlıkları bozulmakta olan insanın sorunu ve serzenişi; diğeri sağlığı bozulmuş insanın davranışıdır. Birinin çağrısı sizi önlem alınmaya, ruh sağlığını korumaya yönelikken, diğeri önlem aşamasını geçmiş, tedavinin acilliğine seyrediştir. Çağımızın en büyük tehdidi hastalıklarından birisi de gürültü ve sağlığımızdır.
İyi bir ses ve mest olduğumuz bir dinleme belli ses değerini aştı mı artık ses, dinlenir bir tahammül olmayıp gürültüdür. Gürültü de susturulur. Yasalar dâhiliyesinde haklar kesp edilmeden düzenlenir. Temel olmayan haklar dışındaki hiç bir hak, sağlıktan öncelikli olamaz. Güzel ahlak ta bunu bilir.
Eğer bir iletilmeye biz böyle bakacaksak; ezan da Allah’ındır, hastalığı halk etmekte Allah’ındır. İnsan da Allah’ındır, insanın rahatsız olması da Allah’ın takdiridir. Sizin şikâyetlerinizi belirtmeniz de Allah’ın dilemesidir. E e... Ne olacak şimdi?
Bu kadar şiddetli ve kirli gürültülü sesten ruh sağlık tehdidi olurla şikâyet olunuyorsa bunda şaşacak bir şey yoktur. Ruhsallığını bozan etki ve tutumlardan şikâyet olunmuyorsa, kendinizi ifade etmekten ve işitsel alıcı ayarlarınızda, bir terslik var demektir. Sağlığını korudu diye uyarırlara, karşı çıkana da, el hak denir.
Bir zamanlar bir Çarli Çaplin konusu okumuştum. Şimdi olayın geçtiği yılı hatırlamıyorum. Bu nedenle olayı anlatmaya rivayet olunur ki diyerek başlayacağım.
Olay, Çarli Çaplin’in hayatta ve sağlıklı olduğu, gündemi yeteneğiyle elinde tutar olduğu yıllarda geçer.
Çarli Çaplin taklitti yarışma organizasyonunu, ama Fransız sanat Akademisi yapar; ama Lyon Güzel Sanatlar Akademisi yapar. Konu şudur, “en güzel Çarli Çaplin taklidi yarışması yapılacaktır. Yarışmanın tek şartı fiziki bir Çarli Çaplin benzerliği olabilecekle en iyi Çarli Çaplin figürleri taklididir.
Yarışmaya 100 kişi kadar katılımcı dahil olur. Bu katılımcılardan birisi de gerçek Çarli çaplindir. Ama bir kostümlü prova olduğundan siz Çarli Çaplin de olsanız, jüri ve izleyenler nazarında artık bir kostümlü kişisinizdir. Kimse Çarli Çaplin’i tanımaz ve Çaplin’in yarışmaya katılacağını dahi akıllarına getirmezler.
Herkes hünerlerini ve tüm yeteneklerini ortaya koyar. Yarışma sonuçlandığında gerçek Çarli Çaplin (rakamlara yer değiştirtmiş olabilirim) ya 56. Sıralamayla veya 65. Sıralamayla yarışmada ancak kendisine bir derece alabilmiştir. Yani elenmiştir.
O kadar iyi Çarli Çaplin karakter ve tiplemeleri ortaya çıkmıştır ki, gerçek Çarli Çaplin’i sollamışlardır. Gerçek Çarli Çaplin ancak sonlara doğru kendisine bir sıralama derecesi bulabilmiştir. Çarli Çaplin dahi bu taklitçiler karşısında kendisinin kötü bir taklidi olmuş gibi görünmektedir.
Gelin şimdi de biz bir senaryo söyleyelim. Biz de sünnette peygamberin, şeriatta kitabın taklitçisi ve uygulayıcısı, özelinde İslamın yaşayıcısı olan saygın Müslüman İnanırlarız.
Biz Müslümanlar bu hal üzerine; yukarıdaki gibi insanlara lanet okutur denli ezan sesi dinletiyor olsak. Tekke ve türbelerde dua ve ayetler okusak. Okunan ayet ve dualarla adak, dilek dilemeler yapsak. Mezar taşlarına yüz sürüp, mezar taşlarını öperle; ritüelce tapınmalarında bulunsak. Ve yine patlayıcı madde yüklü araçlarla; din adına ve Allah adına kalabalıklar içine dalıp 70-80 kişiyi günlük patlatsak. Bu gibiden İslam dışı bidatler içinde yaşanan bu günler içine, es kaza Sevgili Peygamberimiz de gelmiş olsa.
Değerli insan ve saygı değer kişilik olan büyük insan, sevgili peygamberimiz; bugün bizim haberimiz olmadan yaşamın içine katılmış olsundu. Sizce neler olurdu dersiniz?
Hani biz de Muazzez İnsanı tanımasak. Onu her hangi bir yurttaş gibi görsek. Kuşkusuz ki nebimiz kişi olacakla bizi uyaracaktır. Bu uyarı ikazlarına ne tepkiler verirdik acaba?
Ve peygamberimiz, Müslümanca yaşadığımız bu yaşama, katılsa. Peygamberimiz bizlere nasıl bir Müslüman olarak görünürdü acaba? Biz, onu bize emanet ettiği hal üzerine mi görür olurduk? Yoksa o bizleri; Maide Süresi ayet üç içinde “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâmı beğendim” ayetinde belirtildiği gibi bu günkü hal üzerine olan yaşam tarzlarımızın bu gibi davranışlarını, kitaba ve sünnete tabi mi bulurdu dersiniz?
Sevgili Peygamberin; bu kabil tutumlarımıza karşı uyarıcı olması, bizlerce beğenilir miydi? Yoksa o da İslam’ın bu tür eski oluşun tekrar İslama sokulmuş bidat eylemlerinin ve anlayışlarının din olduklarına kanaat getirip; yukarıda söylenenleri İslami olur bulup; bu yaşamları benimser miydi dersiniz?
Bu kadar sözüm ona İslami olanların! Uygulayıcıları karşısında; elbetteki sevgili peygamberimiz kendi tebliği içinde olacak olmasıyla bize nasıl görünürdü ki? Yukarıda sayılan bu gibi kimi uygulayımların hiç biri, İslam’ın güncele uygulayımı olan versiyonlar da, değildirler. Aksine tümü İslam’ın başında beri olagelen ve İslam’ın bunlarla mücadele ettikleri gelenek durumdurlar.
Sizi bilmem ama ben, bir Müslümanda (hatta insanda): bu gibi şirkçe olanın ve bir Müslüman da olmaması gereken hasletleri gördükçe, peygamberin bizleri uyaracağı kanısındayım. Nedir bu bir Müslümanda olmaması gereken özelliklerden bazıları?
Sevgili Peygamberimiz, kendi mezarını ve kendi resmini tapılır bir totem olmamasına dair, tutum ve söylemlerin içinde olmuştur. Bu kabil gerekçelerle ne resmini yaptırmıştır. Ne de sık sık bir kabir ziyareti ön görmüştür. Sadece: arada bir kabir ziyareti, size ölümü hatırlatır diyecekle, bu anlamın dışındaki kabir ziyaretlerinin de bom boş olduğunu, bu dinin muazzez peygamberi belirtmiştir.
Örneğin; kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, sevdiriniz nefret ettirmeyiniz diyen bir ahlak anlayışıyla, peygamberimizin; dinimizde ezan daveti, bir çağrı olacakla elbet vardır derle, bir başkasına rahatsızlık verileceği şeklinde bir anlamacı oluşumlar içinde olacağı düşünülemez bile; değil mi?
Yine Arabın, Kâbe’de bağıra çağıra, gürültüler içinde “gösterişle” ibadet etmesini kötüleyip bu şekil olur yaklaşımları yasaklamıştı. Mezarlarda dilek dileme, ölmüş kişilerin yüzü suyu hürmetine aracılık istemeyi putçu lük olarak bir müşrik tavrı diye tanımlamıştı. Ve bu müşriki hareketlerini de Tövbe süresi 28. ayet içinde, bu gibi tutumlar başka yerlerde de müşrik tutumu oluşla söylenip, müşrikler üzerinde; “Müşrikler ancak bir pisliktir” diye yasaklanmıştırlar.
Açıkçası peygamberimiz varsayımsa olacakla içimize katıldığı şu günlerde İslami olmayan bu kabil anlamaları “pislik “olacakla mı tanımlayacaktı? Yoksa insanlarımızın içinde oldukları bidatçi hale okey mi verecekti? Hiç kuşkusuz ki peygamberimiz, birincisini; yani Kuran-i olanı ön görecekti.
Hele bu değerli şahsiyet, bir ahlak kuramcısı ise ve Ben size güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim diyorsa; güzel ahlakın içinde başkasına zarar vermenin; başkalarını rahatsız etmenin; o peygamberin doktrini içinde oluşla; insan ruh sağlığına saldırgan olmanın, o doktrin içinin genel bir uygulaması olacağı düşünülemez bile; değil mi?
Hele böyle bir rahatsızlık durumunda bir şikâyetçinin serzenişini zındıklık! İslam düşmanlığı! Allahın adının anılmasını yasaklamak! Gibi belirtip söylemek, tümden gerçek dışı ve insafsızlıktır. Sizin suçlu olur bu yaklaşımınızı; bir tahkir, tezyif ve tahrik olaraktan su yüzüne çıkmanızın gayreti olurla yansıtmanızdı. Daha kendiniz dışında olup biteni anlamamayı baştan kabul edip saldırgan olmanızdı.
Tüm bu olumsuzlukları, güzide insanın güzel ahlakı içinde olduğunu söylemek demek; İslamı hiç bilmemek ve İslamı hiç anlamamak olurdu. Bizim bilip te, bir peygamberin kendi tebliğ ettiği dini bilmemesi olamazdı değil mi?
Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız; “Müslüman; elinde, dilinde (saldırgan olmayışla, rahatsızlık vermeyişle) emin olduğunuz kişidir Diyen bir erdem, sizi bu gibi halinizle asla doğru yol üzerinde görmeyecekti. Üstelik bu yaptıklarınız çağınıza göre olan bir yorumlanışla gelişmiş bir tutum da değildi. Arabın ve her gelişememiş geçmişteki kültürlerin en temel davranışlarıydı bu tutumlarınız.
Sevgili peygamberimizin, bu tutumlara şiddetle karşı olacağı apaçıktır. Halk bu muazzez kişinin karşı oluş ve eleştirel oluş tutum ve davranışlarına bakıp, peygamberimize; “ne erdemli, ne soylu insan; tıpkı bir peygamber gibi olur söylem ve davranış içinde” mi derlerdi? Yoksa insanlarımızın bu günkü uyarıcılara dedikleri gibi peygamberimizin üzerinden çok çok uzak olsun, sevgili peygamberi sapıklıkla ve zındıklıkla mı suçlarlardı?
Peygamberimiz kendisini açık etmeme bağlamında, önce ben hangi tarikattaydım diyemeyeceği için; önce “değerli arkadaşım İslam’ın peygamberi hangi tarikattaydı? ” Diyecektir. Tabi bu söylem ve uyarı karşısında siz peygambere (haşa oradan) islamı içte yıkmak isteyen bir münafık gözü ile bakacaktınız!
Yine peygamber size; “ey müminler! Ben mezarlara ve ölmüş ata ruhlarına tapınmayı yasaklamıştım. Allahtan gayrısın da dilekte bulunmayınız gibi şirkçe, putçu müşrik hareketlerini sizlere yasaklamıştım diyemeyecekti. Onun yerine; “din kardeşlerim, bu dinin Muazzez Peygamberi, Allah’tan başkasında aracılık ve şefaat dilemeyi yasaklamıştı. Allahtan başka birinde bir istekte bulunmanızı ve onlara tapınmanızı yasaklayıp, asıl bu anlayışları yıkarak, Müslümanlığı kurmuştur”, diyecekti.
Tekke de, türbeler de, kabirlere yapılan tazimler karşısında peygamber şaşkınlığa düşecek ve belki de öfkeyle haykıracaktır. Ve belki de şöyle seslenecekti; “İslam peygamberi; Yarabbi kabrimi tapılır bir put yapma diye sık sık dua ederdi” diyecektir. Ve akabinde ekleyecekti. “Görüyorum ki siz, bu şirki, ve bu putçuluğu yeniden ve alenen ihya etmişsiniz” diyecektir.
Hiç kuşkusuz ezanı mı kaldıracaksın? diyen ve onlara dinsiz, sapık diyen pek çok kişiler; tekke türbe, mezarlık, yatır ve tarikatlar nezdinde derman arayan ekâbirler; ki bugünkü günde içlerine karışmış olan varsayımsa peygamberini, İslam’ın düşmanı ilan ederlerdi? Bununla kalmazlar, peygamberlikte peygamberi yaya bırakışla, onu geçerlerdi (sollarlardı) !
Yine haldeki var sayımsa peygamberimiz, İslam’ın önce içinde çıkarttığı, sonraki uygulamaların yeni anlayış gibi tahrifi yorumlarıyla atılanları tekrar İslami uygulamanın içine alınmalarıyla da karşı karşıya kalacaktı.
Bidat yapılan bu gelenek ve bu tavırlar karşısında peygamberimiz bence ilk iş olarak şunu yapacaktır. Emanet olarak bıraktığı tutum ve davranışlarla, yine emanet olarak bıraktığı kutsal kitaba, bizlerin ne kadar hâkimiyetle vukuf olduğumuzu gözlemleyecek ve bunun eleştirisini, bunlara göre yapmakla işe başlayacaktır.
Gerçekler acıdır. Bu vakitte de, İslami olandan çok, alışmalarını ve alıştırılmalarını İslami tavır yapmış olanlar; peygamberimizin varsayımsa bulunuşu senaryomuz içinde, ona karşı saldırgan olacaklardır.
Tıpkı geçmişte Taifte sevgili peygamberimize yapıldığı gibi bugün de çağdaş Taifler içinde, çağdaş Taif’liler ortaya çıkacaktılar. Bu mümtaz kişiliği azıtıp sapıtmakla suçlayıp, sevgili varsayımsa nebimizi İslam düşmanı yaftasıyla ve katli vacip, meczup demelerin eşliğinde, taş ve sopa ile saldıracaktılar!
Bu saldırı ve tahrikin gerisinde, çok büyük kitleler, ağız köpürmeleri içinde; Allahını, peygamberini seven bir taş atsın, bir sopa vursun deyişleriyle peştekileriyle galeyan içinde olacaktırlar. Hızlarını alamayıp; “bunların kanı İslam’a helaldir”; “haydi Müslümanlar, bu adamın katli vaciptir” denecektir!
Oysa Sevgili peygamberimiz; “ümmetim sapıklık üzerinde birleşmezler” demiştir. Başkalarının hakkına saygı göstermeden; başkalarının rahatsız olabileceklerini anlayamadan; başkalarının kendi rahatsız olmalarını söyleyebileceklerini dahi hazmedemeyen; mantalite; ezanı mı susturacaksın? Gibi bin bir hezeyanla, bir şikayetti haklı olmayı susturan temsilcilik; Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği ilkeler olamadığı gibi Kıymetli Peygamberimizin öğrettiği güzel ahlak ta, olamazdı.
Türbelere yatırlara giden, adaklar adayıp, isteklerde bulunan, ağaçlara çaput asıp, niyet tutanlar; Kutsal Kitabın kapsamında olmayışla, Kuran’ın emri ve tavsiyesi olmayan; dinin tebliğcisinin dahi bilmediği tarikat adı altında her biri birbirini anlamaz fıkralara ayrılmayı, Kuran-i anlayışla nasıl sindirir olacağız?
Üstelik şeyhlerin, şıkların, pirlerin, ermiş ve keramet ehlilerin! Kutsanıp saygılandığı totem eşiklerine yüzlerini sürdükleri, totemleri, kendilerinin ağızlarına tükürttükleri müritlikler vs. nasıl bir kabuldü?
Bir müminin diğer bir müminde bidati olurla görüş te olduğu tutumlar karşısında asıl görevleri olacak olur, diliyle, eliyle ya da buğuz ederek karşı olmaları gereken İslam dışı bidatlere, bir Müslüman dilsiz kalıyordu. Kalıyordu da; ama insanların anormal açılmış hoparlör seslerinde rahatsız olmalarını söyler olmalarına karşı çıkışta; güya İslami olanı savunuşla (!) aslan kesilmekteydiler!
Aslında en az dört tane hoparlörü açıp bağırtarak, cızırtılar eşliğinde davet yaparak; saldırgan olmayı ve dayatıcı olmayı benimsemiş oluyorsunuz. Ama farkında bile değilsiniz! Bu hataları, belirtmemeyi; bu hatalara; bu baskı ve saldırganlığa, katlanıp; sesiz kalınmayı Müslümanlık sanıyoruz.
O kadarı Müslümanız ki karşı tarafın rahatsız olabileceği hakkını teslim etmeye ağzımızı dahi açamıyoruz. Bunu da, İslam adına ve İslam’ın güzel ahlakı adına, yapıyoruz! İslam bize insanları güzellikle davet ediniz diyor. Hoparlörü patlatırcasına ve çevresini rahatsız edercesine açarak müjdeci olmadan sakındırırla, yaptığınız haksızlığı görmezden gelerek, insanları ibadete davet edin denmiyor değil mi?
Bir saçmalık ve sapıklıkta şu; “ezandan rahatsız olunur mu? ” Buna, öp babanın elini derler adama. İnsanlarımız ezandan rahatsız olmuyorlar. Bilakis aşırı sesten; sesten çok cızırtılardan, güzel olmayan okumalardan; gürültü desibeliyle, yerinden fırlatan rahatsız ediciliklerden, korkup ağlayan çocukların haliyeti ruhiyesinden, yeni uyumuş hasta, yaşlı, bebeklerin yerlerinden hoplatılmasından şikâyetçiler.
Şunu da unutmayınız insanların rahatsız olma ve rahatsız olduğunu söyleme hakları da vardır. Rahatsız oluna bileceğini de Tanrı yaratmıştır. Bu nedenle; “bağırıp çağırmadan; rahatsızlık vermeden; doğru sözle; hikmetle ve güzellikle; insanları Allah yoluna davet ediniz” denmektedir. Birbirini anlamayan insanlar en uzun kan gölü olmalarının da, sürecini yaşamaktadırlar.
Tabi ki bağırmağa alışmış, bunu bir hizmet sanan, insanların rahatsız edilmeme hakkına da saldırganca yaklaşıp; rahatsızlığını dile getiren insanları da; zındıklık, sapıklık diye sindirmiş bir tutumlar; kendisini hikmetli oluş diye anlayacak denli, izansızdırlar da!
İnsanlara zorla ezan dinleten anlayışa, saldırgan değildir; denebilir mi? İnsanların yüksek volümden rahatsız olmaları gibi toplumsa karakterli olmayan ilanı dinlememek gibi hakları da vardır. Bunları düşünemez denli aciz insanlar mıyız da, her Müslümanlar dendiğinde yel yepelek oluyoruz?
Tüm bunlar Güzide İnsanın ömrü boyunca mücadelelerini verip, yıktığı; şirk unsurları değiller mi? Yeni totemler yaratan ve bunların ayak suyunu içen ümmetten kişiler, ne üzerinde birleşmiş olurlardı? Kuranın dışında mürşit aramayı, yasaklayan peygamberimiz; şimdiki zaman içinde ve birde güncel hali icabın şartlarında, bunları görüşte sapıklık saymayacaktıysa; bu güzel insanın sapıklık dediği tanım ne olacaktı?
Yukarıdaki örnekte, Çarli Çaplin taklidi, anlaşılıyor ki hakiki Çarli Çaplin’i geçmiş; iyi bir Çarli Çaplin formasyonudur. Ama aynı misali Güzide İnsanın, güzide ilkelerine uyuşta; sevgili insanlarımızın çoğunlukla aynı pekinliği gösterdikleri söylenebilir mi? Hakkını yemeyelim sevgili insanlarımızın içinde yine azımsanmayacak kadar bir kitle Kitabı ve sünneti en iyi şekilde takip etmekle bu gibi olumsuz tutum içinde olmamaktadırlar.
Ne var ki bunların sesi pek duyurulmaz. Genel olarak İslami görsellik bu ikinciler üzerinden yansıtılır ve sokaklara da maalesef bu ikinciler damgasını vururlar.
11.05.2012
Bayram KayaKayıt Tarihi : 11.5.2012 14:28:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!