Büyük, beyaz, yelkenleri rüzgarda bulutlar gibi kabaran, güneş vurduğunda pirinç aksamı altın çiçekler gibi parıldayan, geceleri damla damla ışıkları uzaktan bakanlara eski masallardaki şehrayinleri anımsatan bir gemi düşünün.
Sizi, hayallerinizle büyüyen münbit sahillere, geniş yeşilliklere, baharat kokularının ve esrarlı yamaçlarında gümüş madenlerinin saklı bulunduğu değişik kıtalara götürecek bir gemi.
Ve bu geminin adı “cennet gemisi” olsun.
İçinde heyecanı, özlemi, aşkı, tüm içkileri ve bir o kadar da güzel kadını barındıran bir gemi.
Böyle bir gemi düşünün işte.
Bu gemi bir iskelede, kalın halatlarıyla kıyıda babalara bağlanmış olarak kımıldamadan sizi bekliyor olsun.
İpleri babalardan kurtulduğunda usulca kayıp kendini bekleyen mor yakamozlu derin sularda, iki yanından kuş sürüleri gibi köpükler salarak yüzecek bir gemi.
Ve bu gemiye binin.
Bindiniz işte.
Siz maceralarla ve zenginliklerle dolu yeni bir hayata gitmenin heyecanıyla gemiye bindiğinizde, kaptan köşkünde süslü üniformalarıyla dolaşan zabitanlar el sallayarak size mutluluğu tattıracak duygusu verecek tebessümler gönderdiklerinde siz de aynı şekilde mukabele edin.
Selam verin işte.
Sonra, itilerek açıldıktan sonra kendi kendine sessizce bir sustalı gibi hızla kapanan kapıdan solona geçin. Salon mor ve akik rengi fosforlu lambalarla titreyen Decameronvari bir karanlık olsun. Alın ellerinize istediğiniz içkiyi, içmeye koyulun.
Fakat ortalıkta içki servisi yapacak birileri yok.
Biraz bekleyin.
Önce hiçbir şey görmeyin.
Sadece o karanlığın alışmadığınız bir şekilde kıpırdandığını hissedin.
Biraz şaşkın ve utangaç bir halde, iriyarı smokinli bir adamın yanından geçip karanlığa alışmaya, kendinize oturacak bir yer çalışın, bir yandan da o kıpırdanan şeyin ne olduğunu anlayabilmek için çevrenize bakının.
Gözleriniz karanlığa alıştığında, ilk gördüğünüz, tek sarı spotla aydınlanan dipteki sahnede, spotun ışığına bir girip bir çıkarak aldırmasızca dans eden çıplak genç bir kadın olsun.
Sonra bir yarı kör gibi yürüyüp oturacak bir yer bulun, sonra çevrenize bakının artık.
Bakının işte.
Şaşkınsınız biliyorum.
Sonrasını bana bırakın isterseniz ben anlatayım.
Çünkü ben bu gemiye sizden önce bindim.
Bindim işte.
Önce, sizin gözleriniz karanlığa alıştıkça, orada kıpırdanan karanlık parçalara ayrılarak, salonun her yanında eğilip kalkarak tuhaf hareketler yapan ve aynı anda soyunup giyinen onlarca kadına dönüşüyor birden.
Aynı anda bu kadar çıplak kadın görmediğinizi düşünüyorsunuz.
Fakat içki istiyorsunuz, yok.
Keyifli bir yolculuğa çıkmanın hazzını daha ilk anda böyle tatmanın güzelliğini hayret hanenize ekliyorsunuz.
Sonra yavaşça etrafı gözlüyorsunuz.
Boyundan askılı uzun elbiseleriyle dolaşan şaşırtıcı derecede güzel kadınlar kibarca erkeklere yaklaşıp “dans ister misiniz” diye soruyorlar.
Eğer erkek “evet” derse hemen boyundan askılı elbiselerini çıkartıp, kalçalarını açıkta bırakan tangalarıyla kalıyorlar
Kendilerine “evet” diyen erkeğin kucağında, onun bütün vücuduna vücutlarının her yanını sürterek dans etmeye başlıyorlar.
Dans ederken erkeği okşayıp, kulağına bir şeyler fısıldıyorlar.
Erkekler ise, kadınlar ne yaparlarsa yapsın onlara dokunmuyorlar, ellerinden içkileri alınmış, kasılmış yüzleri ve yumruk yapıp koltuklara bastırdıkları elleriyle kıpırtısız duruyorlar.
Erkeklerin içki içmesi ve kıpırdaması yasak!
Bu yasaya kesinlikle uyuluyor çünkü salonun içine dağılmış bir smokinli iriyarı erkek kalabalığı var, birisi kuralı çiğner de bir kadına dokunursa, onu, bir daha bir kadına dokunamayacak hale getirecekleri hemen anlaşılıyor.
Bu kadar çok kadının bulunduğu yerde, çok da iriyarı erkek olduğunu anlıyorsunuz.
Garip olan ise, çıplak kadının bu kadar bol olduğu bir yerde bir tek gülümseyen bir erkek bulunmaması.
Herkes acı çeker gibi asık bir suratla oturuyor.
Bu arada bir iki güzel kadın sizin de yanınıza gelip “dans isteyip
istemediğinizi” soruyor.
Doğrusu hiç kıpırdamadan durup, kucağınızda oynayan bir kadının kımıltılarını hissetmek fikri kışkırtıcı.
İçki yok.
Israrla reddediyorsunuz.
Bir kadınla böyle bir oyunun çekiciliğini anlamanıza rağmen aranızdaki çıldırtıcı bir oyun yüzünden değil de, çevredeki iriyarı adamlardan korktuğunuz için kıpırdamadığınızı düşünmek biraz aşağılayıcı geliyor.
İçkinin cesareti arttıran özellğine muhtaçsınız.
Huzursuz oluyorsunuz.
Güverteye çıkıyorsunuz.
Güvertede sizin gibi kalabalık bir erkek kalabalığını görünce şaşırıyorsunuz önce.
Sonra gülümsüyorsunuz.
Yalnız ya da sarhoş olmama duygusu bu belki.
Kaçsanız da gidecek bir yeriniz var, salonun tutsağı değilsiniz artık.
Güvertedesiniz.
Karada olmasanız da dışarıda bir hayat olduğunu düşünebiliyorsunuz artık.
Gökyüzündeki yıldızlara ve aya sanki daha önce hiç görmemiş gibi dikkatlice bakıyorsunuz.
Çünkü sahici olan tek şey onlar.
İçki yok
Kadın yok.
Kadın olsa da, değil bir kadına, kadının kokusuna rahatça yaklaşmak yasak.
O içeriden gelen dans melodisi artık size bir sürü çıplak kadını ve bir o kadar iri yarı siyah smokinli adamı hatırlatıyor sadece.
Siz güvertede duran diğer erkek kalabalığı gibi aklınızdan geçen şaşkınlığı olgun bir gülümsemeyle saklayıp içerdeki kıpırtısız duran erkekleri, acaba bunlar, ne zaman kıpırdayıp gelecekler aramıza diye düşünüyorsunuz.
Sizi, hayallerinizle büyüleyen münbit sahillere, geniş yeşilliklere, baharat kokularının bulunduğu esrarlı yamaçlara götüreceğini sandığınız geminin aslında 'cehennem gemisi' olduğunu fark ediyorsunuz artık.
Size güzel bir kadından gelecek en ufak bir işaret gelse de hür değilsiniz.
Vücudunuzun ritmi bile yasak.
Hayalleriniz kanıyor.
Aşağalandığınızı hissediyorsunuz.
Tıpkı diğer güvertedekiler gibi.
Neyse üzülmeyin arkadaşlar
Üzülmeyin!
Bir daha böyle bir gemiye binmeyeceksiniz..
Binmeyeceksiniz işte….
Ne olursa olsun binmeyeceksiniz
Hatta içkisiz hiçbir mekanda eğlenemeyeceğinizi aklınızda hep tutacaksınız.
Orası değil “cwennet gemisi” cennetin ta ortası bile olsa.
Çünkü içki kendine acıyan erkeklerin içkisi değildir
Çünkü içki güzel bir kadına en güzel cümleleri kurdurmak için içki sufle verir.
Alkol erkeği daha bir erkek, kadını daha bir kadın yapar
İçki ne kadınların ne de erkeklerin avunma şurubu değildir
İçki candır.
Arkadaştır.
Karagün dostudur.
Karargah ordusudur.
Olmayanı oldurur.
Görünmeyeni gördürür.
Dilde, gönülde bağ çözer.
Zincir kırar.
İçimizdeki diğer benl çıkartıp geceleri yaşatır.
Fakat içkinin içilmesi gereken yer, para zenginliğinin değil gönül zenginliğinin yanındadır.
Başka yerlerde sakın içmeyin.
Ben o tuhaf yerlerde içtim.
Siz içmeyin.
Orası, büyük, beyaz, yelkenleri rüzgarda bulutlar gibi kabaran, güneş vurduğunda pirinç aksamı altın çiçekler gibi parıldayan, geceleri damla damla ışıkları uzaktan bakanlara eski masallardaki şehrayinleri anımsatan bir gemi olsa da….
Ömer Faruk GirginKayıt Tarihi : 23.5.2004 17:29:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Ömer Faruk Girgin](https://www.antoloji.com/i/siir/2004/05/23/guverte.jpg)