Güvercin Kanı Şiiri - Yüsra Nur Yazıcı

Yüsra Nur Yazıcı
155

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Güvercin Kanı

Güvercin Kanı

    Ellili yaşlarda orta boylu,beyaz tenli bir bayandı. Aşırı beyaz olması dikkatimi çekmişti. Üstelik çok derin farklı bir bakışı vardı.Masajını bitirdim "kendisini nasıl hissettiğini"sordum.

Gayet rahatladığını söyleyip,ücretini ödeyerek teşekkür etti.

  Beraber geldiği arkadaşı Selma'ya dönerek " Kusura bakma lütfen acelem olmasa idi seni beklerdim. Ama şimdi çıkmam lazım" Diyerek salondan çıktı.

   Selma'nın masajını yaparken, merakımdan bir yandan bilgi alıyordum bu yeni gelen bayan hakkında.

   Muğla'nın küçük bir kasabasında dağ eteklerine yakın iki gözlü bir evde tek başına yaşıyordu.

- Neden tek başına akrabası falan yokmu? Dedim.

-Bildiğim kadarıyla yok dedi. Selma ve anlatmaya devam etti.

    Babası bir yüzbaşı imiş. Çok sert disiplinli bir okadarda hissis. Müjganı sevdiğine vermemek için çok diretmiş. Kendisi gibi yüzbaşı olan Hasan beyin oğlu Mete ona göre daha iyi bir aday göründüğünden, Müjgan'ın hislerini bir kenara atarak, Mete ile evlendirmiş. Çaresiz Müjgan kabullenmek zorunda kalmış.

    Kendisi gibi âilenin tek evladı olan Mete ile şaşalı bir düğün olmuştu.

   Düğün gecesinin ertesi günü bütün eşyalarının kayınvalidesi tarafından çatı katındaki küçük bir odaya tıkıştırıldığını gördüğünde şok olmuş, "neler oluyor" feryatlarına aldırış edilmeden, odanın kapısı üzerinden kilitlenmişti.

    Müjgan bir kaç dakika kapıyı yumruklayarak bağırdıktan sonra çaresiz yorgunluk tan susmuştu.              Arkasını döndüğünde eşi Mete ile 

göz göze geldi. Yatağın üzerine oturmuş öylece Müjgan'a bakan Mete yutkunmuştu.

   Tozlar içinde tek bir yatak örümcek ağları ile kaplı küçük, parmaklıklı bir pencere, bir köşede küçük bir lavabo ile tuvalet vardı. Belliki uzun zamandır kullanılmamış bir oda idi. 

     Birkaç saat geçmiştiki büyük bir gıcırtı ile odanın kapısı hafif aralanıp, içeriye bir tepsi içerisinde tek bir tabak, tek bir kaşık ile çorba sürülüverilmişti.

    Müjgan tepsiyi alıp Mete'nin önüne uzattığında, Mete Müjgan'ın gözlerine bakarak yalnızca affet beni, affet diyebilmişti.   

    

      Mete'nin verem olduğunu bu yüzden odasının ayrıldığını ve kendisinin ise Mete'nin yalnız kalmaması için kurban seçildiğini öğrendiğinde artık dönüşü olmayan bir çıkmazda olduğunu anlamıştı.

    Bir tabak çorba ve bir kaşık açıkça Müjgan'a sende Mete ile beraber bu odadan çıkmadan öl! denmişti. 

  -Ne diyorsun kız Selma bu dediklerin doğrumu? Demekten kendimi alamamıştım.

  -Tabiki doğru dur dahası var. Diyerek devam etti Selma.

  Müjgan her nekadar çorba ve kaşığa dokunmasada aynı oda aynı nefes en sonunda kendiside verem olacaktı.

  Günlerdir açlıktan sağlıklı düşünemez olmuştu. Bir ara çorbadan içmeye ve acı sonu erkene almaya niyetlensede yapamadı.

  Camın önüne konan güvercinler, sesleriyle neşe veriyordu odanın içerisine.

   Saatlerce camın önünden kalkmadan onları izliyordu. Bir tanesine uzanmış yavaşça yakalayıp sevmeye başlamıştı. Aklından güvercini nasıl pişireceği soruları geçiyordu. Fakat pişirecek hiç bir âleti yoktu. Çiğ de yiyemezdi, açlıktan başı dönüyordu. Çaresiz güvercin'in kafasını kopardı ve kanını emmeye başladı. Midesi bulanmış ve tiksinmişti. Fakat açlık ön plandaydı emiyor emiyordu...

   Her gün bir güvercin kanı emerek ayakta durmaktaydı. Fakat yalnızca kan yetmiyor güçsüz bırakıyordu. Güvercin'in tüylerini yoldu ve camın önünde kurumaya bıraktı. Artık bir yiyeceği daha olmuştu. Kan ve kurutulmuş güvercin eti.

   Bu şekilde iki yıla yakın bir zaman geçmişti. Mete'nin öksürükleri artmış, rahat nefes alalamakta ve yataktan çıkamaz halde idi. Acı sonun er geç geleceği gün gibi aşikardı ve bir sabahda öyle olmuştu.

  Mete'nin cenazesini alan kayınvalidesi, fazla geçmeden bir bavul ile kapının önünde durdu. Bavul Müjgan için hazırlanmıştı. Odanın kapısı ve dış kapı ardına kadar açılmış sanki " işin bitti bavulunu al nereye gidersen git " denmişti. 

   Müjgan tek varis olmasına rağmen hiç bir şey talep edemeden bavulunu alıp çıkmıştı.

   Anne ve babasına kızgın olduğu için onlara gitmeyi düşünmüyordu. Daha önce kendi âilesinin hizmetlisi olan Fahriye hanım'ın bulundukları yere iki günlük yürüme mesafesinde bir çiftliği var idi. Yürüyerek oraya gitti.

   Fahriye hanım elinde büyüttüğü Müjgan'ı hemen tanımıştı. Sarılıp hal hatır sormak istedi. Müjgan sarılmak istemeyip kendisini çekmişti.

       Fahriye hanım bir anlam veremedi. Müjgan kısaca hastalığını anlatıp, kendisine dokunmamasının daha iyi olacağını söylediğinde hak vermişti. 

    Fahriye hanımdan kendisine samanlıkta yatacak bir yer ve bir iş verip veremeyeceğini sordu.

Fahriye hanım:

  -Ne demek iş vermek, sen benim evladım gibisin. İstediğin gibi evimde yaşayabilirsin. Çalışmana falan gerek yok. Ben sizin azmı ekmeğinizi yedim. Samanlıkta kalmakta ne demek! Diyerek tatlı bir şekilde çıkıtşı.

Müjgan:

   -Olmaz Fahriye ana sizlerin sağlığı için evinize girmemem daha uygun. Hem alnımın teri olmayan hak etmediğim hiç bir şeyi kabul edemem. Eğer beni bu şekilde kabul etmeyeceksen kendime başka bir yer arayayım.Dedi

   Fahriye hanım gidebileceği başka bir yeri olmadığını blöf yaptığını pekalada biliyordu. Ama onu zorda bırakmamak için kabul etti.

   Müjgan artık geceleri samanlıkta kalıyor, gündüzleri de çiftlik de çeşitli işler yapıyordu. Hayvanlara bakıyor saman balyeleri sarıyordu.

    Ailesine kendisi hakkında bilgi vermemesini sıkı sıkı tembihlemişti Fahriye hanımı. Fakat kendisi anne ve babasının neler yaptığını sürekli öğreniyordu. 

   Annesi bir kaç defa kayınvalidesinin yanına gelerek kızını görmek istediyse de Müjgan'ın Mete ile tatilde olduğu bahanesiyle geri çevrilmişti. Hatta bir defasında Müjgan'ın ailesini görmek istemediği yalanı dahi söylenmişti. 

   Müjgan bunları öğrendiğinde,ailesine karşı "beni neden arayıp sormadılar" düşüncesiyle olan kırgınlığı biraz geçmişti. Ama hala babasına kırgındı ve görmek istemiyordu.

  Bu şekilde beş seneye yakın bir zaman geçmişti. Bu zaman zarfında Müjgan doktora giderek hastalığını tedavi ettiriyordu. Doktorlar bu hastalıkla bu kadar süredir dayanabildiğini,hatta iyileşme yolunda olumlu adımlar atıldığını hayretler içinde izliyorlardı.

   Babasının felç geçirdiğini, annesininde ona bakacak kadar sağlıklı olmadığını öğrendiğinde hiç tereddüt etmeden ailesinin yanına gitmişti. 

  Felçli babasının minnettar bakışları arasında her ikisininde bakımını eksiksiz yapmaya çalışıyordu.

   Üç sene sonra babası vefat ettiğinde bütün mal varlığını Mehmetcik vakfına bağışladığını öğrendiğinde âdeta beyninden vurulmuşa dönmüştü. 

  Çok geçmeden iki ay kadar sonra annesi de vefat etmişti.

  Bir arkadaşının yardımıyla büyük bir şirkette sekreter olarak çalışmaya başlamış, hastalığını ise tamamen atlatmıştı. Her nekadar doktorlar güvercin kanının bu hastalığı iyileştirdiğini bilmesede.

  Emekli maaşını aldığında soluğu dağ eteklerindeki küçük evde almıştı. Çam ağaçları ve kuş cıvıltıları arasında yaşamaya başlamıştı.

  

   Sağlığını kazanmasına rağmen ayda bir defa güvercin kanı içmeden yapamıyordu.

Not: Gerçek yaşanmış hikâyedir.

İsimler ve yerler hayalidir.

Yüsra Nur Yazıcı
Kayıt Tarihi : 12.4.2016 11:32:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


12. Geleneksel Ümraniye hikaye yarışması'na göndermiş olduğum ilk hikaye denemem.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Yüsra Nur Yazıcı