Bazen bir hikâye düşer gözlerime, erinmelerim arasında gel git lerde. Fi tarihinden kalmış çınarlara konu olan cinsten. Dallarında, boy veren salıncakların salladığı, küçük kızlar ve erkekler hakkında… Ne bebeyken dinlediğim masallar tadında tatlı, ne de inandığım masallar kadar acı. Hep iki arada bir derede.
Bana yabancı gelen şarkılar eşliğinde söylediğim, hiç bilmediğim lisanda konuşan, türküler sanki yüreğimden kopup gelen satırlarıma. Hep karmaşa hâkim üç öğün yediğim, çeşnisi bol happaklara… Saçtığım kokularda bile bir melankoli hâkim, kandırıkçı sevinçlerimin arasına sıkıştırdığım.
Sınav bu hayat. Yazılıdan kopya çekmeye kalkıştığım ama elime yüzüme bulaştırıp sınıfta kaldığım… Yok, sevmelerin adı, yok yaşanılanların tatminkâr bir tadı. Hep boyalı şekerler gibi dilinizin üstünde, erirken bulaşan dudaklarımıza… Sahte mi sahte. Sakarinli.
Gözlerimi kapıyorum, detaylara dalıyorum, pikseller kaplıyor ekranımı. Renklerim birbirine giriyor. Anılar amorf kalıyor kendi sanalımda.
Dünya var olalı beri çirkin ve soğuk,
Erken içeceğimiz bir ilaç gibi.
Tadı dudaklarımızda acımsı, buruk.
Bu saatte gözyaşları, yeminler,
Boş bir tesellidir inandığımız.