Güneş Hilali Şiiri - Bilal Yavuz Şiirleri

Bilal Yavuz Şiirleri
145

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Güneş Hilali

GÜNEŞ HİLALİ

telgraf tellerine dizilen kumrular gibiydik

nakışlarımız gökyüzüne dalarcası dolarken vatana

ezanlar saçlarını okşardı sayvan zarlarımızın

derimizde erkin ülküler gerilirdi tam ilkeli

alnımızda bağımsız bir yurdun hayat çizgileri

ellerimiz hür memleket kokardı batarken deryalara

büyüttüğümüz her gonca; çocuk bahçelerinde

kurulmuş bir Hakikat Devleti çağın ufuklarında

aşkın ahlakıyla sancağa çekilen nur yüzlü umutlar

ırmaktan sofralarca serilir içimizin kış çölüne

her dem yeniden diriydik yavrucak heyecanıyla

sola sola bağışıklık kazanmak bütün solgunluklara

yoksullar yönetseydi dünya iyileşirdi bilirdik

anneler başı çekseydi resmi kurumlarda dantel örtüeri

kibirli ve hırslılar ezse de arzın bütün çimlerini

toprağın sakındığı tohumlar henüz çürümemişti

ezilen gül içinde kabını yarıp çıkacak yeni bir gonca

inadına suladıkça azmi güzellik yorgunu vicdanlar

kötüyü iyiliğin selinde boğup yılmadan susturacaktık

güneşten hilalin gölgesinde selama duracaktık

yoktu ümitsizlikten önemliöldürücünefretlimiz

karanfil yağmurlarına karışan ıhlamur burcuları arasında

hakkını arama meslekleri adalet gününe dek biliyorum

ama nasib et Rab cennetinde bile helal marşlar istiyorum

bizi ordun kıl diz sarsılmaz fazilet ipine ebabiller gibi

mazluma rüya zalime kabus eyle cehennemlerin tarzı

aşkın kâbesiydi cihad meydanları yoktu itirazımız

sevdanla vurur, vurulur, sevdanla yaşar, yaşatırız

ÇEKİRDEK YAĞMURLARI

eğer dünyayı bir kez değiştirebilseydim

tüm silahları imha etmekle başlayabilirdim

bıçaklara bile ihtiyacımız yokmuş aslında

organik şeker, kimyasal içermeyen balon

bez bebek üretimlerini fazlalaştırabilirdim

daha çok gülen yüz ve daha az asık surat

cinnet anlarında canavar durdurma butonu

çünkü bir an beklese insanlaşacaktılar

kentlere bile isteye tıkışıp sürü timsali

dağları, ovaları, ormanları yalnız bırakan

insan asla huzur bulmayacaktı bilirdim

doğaya yeterince dağılmakla başlayacaktı

tabiat ahbaplığı ve ihtiras eriyişleri

hazcı hız çağının açtığı yabanıl açlığa

özge derman köylerin antik sükunetiydi

dünyayı değiştirebilsem değişmeyecektim

kökünden bir değişime hasret kalan insanlık

buçuk dönüşümlerleyalnızca hep yıprandı

bilim ve teknik diye diye büyütüldü oysa

milyonlarca hayatı kül eden jenositteçhizleri

korkulan taş devriydi asıl hikmetli çağlar

meleği iblisleştirecek çapta ferah imkanlarıyla

yamyamlıktan başkası değil modern dediğin

çıplak ayaklarla sonbahar yaprakları üstünde

uçurtma şölenlerinde buluşmaktı hayalim

kimsenin kimseyi biçmediği kardeş halklarla

kültür şenlikleriyle kültürel emperyalizmin

başını gövdesinden aşkla ayırmak isterdim

ihtiyar dünyayı bir kez değiştirebilseydim

çocuk gülüşleriyle iyileştirmeyi denerdim

aldığından fazlasını vermeyi hobileştirmek

nükleer yerine fidanlık üreten bir gençlik

belki gezegenlere ulaşmayacaktı astronotlar

seri ulaşamazdık o çok mühim yerlere belki

asteroid madenciliği olmayacaktı belki ama

her sabah endişeyle uyanmayacaktık inan buna

tırnaklarla kazıyarak, alın terimizle, emekle

kendi ellerimizle cehenneme çevirdik sinemizi

artık çıkış yok geri dönüş yok biliyorum

öleceğini bile bile yaşayan canlı azmiyle

yine de yazmak, uyarmak, bağırmak istiyorum

argın düşler kayıtlara geçsin hiç değilse

KUŞ FIRTINASI

toplu intihar eden kuzular kadar buruk kalbin

toplu mezarlarda çürümüş yorgun iskeletler sanki

ilk cinayetten son katliama kadar evrensel tanık

darağaçlarının salıncağında sallanır masum serçeler

sedefinin içinde bir inci

hep kapanırken kendine

ne kitaplar yaktı ruhun sırf ısınmak için

bekliyorsun… gidiyorsun sanıyorlar…

ve alanında uzman ekiplerce tasarlanan

bir dekorasyona dönüşüyor kadim ıssızlık

ne kadar yürürsen yürü, uzarsan uza, büyürsen büyü

dönüp dolaşıp varacağın yön çocukluğun kokan yer

bütün duvarları yakılıp yıkılsa da o ilk evin

nereye gidersen git… kaçamazsın içinden…

kavuşmaktan kaçamazsın sevdiklerine derin

yıldırım çarpan ağacın döşünde çakan ateştin

bağır bağır bağırıyor yüreğin… gözlerinde…

yüreğin; göğüs kafesinde yorgun bir tarantula

okyanusta püsküren lavlarla oluşan volkanik ada

kuş fırtınası senin ki… düpedüz düzsüzlük…

duvarsızlara çarpa çarpa

boşluğu aşındıran doku

şimdi neyi susarsan sus atılacak çığlık bellidir

geldiğin bütün duraklarda aslında gelmemişsin

hareket halinde bir iz gibi ömür

parlayıp sönen parlayıp sönen her dem her gün

çok renkli karanlığın sahasında

bir ev sahibiydin bütün deplasmanlara

ve durulmaz; hortum bitse bile

hortumun göğsündeki hortum…

kaybedecek bir maçın kalmayınca yorgun kürede

kaybetmeyi bile özlediğin an kanyonların ucunda

kendini bırak ve fırtınayı hatırla…

aşkının insaflı kollarında son nefesini verircesine

uçmayı öğren; karış ummanlara…

ODYOLOJİ

boynu bükük kitaplardır mezartaşları

okumayı söken arif yüreklere

hayır ölüm değil; kesinlikle

hep çıldımışçasına yaşamaklar kokturan

bir kütüphanedir; mezarlık

içiçe aynalar gibi dizili

savaşıyor toprağın göğsünde ağaç kökleri

maddeye nefes aldıran mana kalbin

virüsleri ezip geçen akyuvarlar aşkına

sulama kanallarına düşen yavrular hatrına

andolsun ki garibanlar

sevgi ateşiyle yakacak

ıssız kalabalıklarını ihtiyar dünyalarınızın

göğü rüzgara boyayan kanatlarca

yeri dumana bulayan toynaklarca

ummanları tufanlara dolayan yüzgeçlerce

andolsun incinenler kazanacak

şehadet getiren imanlı gerdanları

Allah ekber diyerek kıran münafıklar için

cennet ancak cehennemdir; hurileri zebani

ve birleştirmek hakikiler mesleği

yıldızları galaksi kılan çekim kuvveti

kalbimizin kalbinin de kalbinde haznedar

rayından çıkmış trenler mi Ümmet

oysa kapanmayı bekleyen onca deccal üsleri

Hürmüz Boğazında çarpışan piyonlar

atlı karıncalara dönüşen o hamal sırtlarca

düşmanın binmeye doymadığı ayrılıklar düldülü

ah; kimseler kimseleri duymuyor

birbirine kulak vermeler rekoru kırılırken

Odyometri; doruğundayken öz tekniğinin

Odyologlar dahil hey OD yüreklim

kimse kimseyi istememek istiyor

biz kendi içimize bakalım o dem dervişler

sağırlaşmamak içininsaf zarına

HİRA SAATLERİ

kimse sizin kadar sevemez sevilemez

nerede iyilik, güzellik, doğruluk görsem

göğsünde rahmetinin kadim nefesi durur

içimde kısık kelleler

dağlanmış zebaniler

içimde katran gibi asfalt gibi bir zehir

ruhumu merhametin cehennemine devir

rıza verdiğin magmada yanmak ne özel

papatyalar çiğneyen yaramaz canlar üstüne

her dem yeniden doğan sevdalarım vasiyet

gazabın kursağında hür insaflar üstüne

galaksi tüten serenatlar kazımak istiyorum

karanlığın tahtına en aydın başkaldırı

sizeşeksiz şüphesiz sorgusuz itaat saatleri

gök denizde can yunuslar gibi çağlayan

rüyalar büyüten ebabil uykusu diliyorum

yağmurlar ağırdır dağlardan

nahif gözlerden bakmayınca

çığın koynunda gürül gürül yanan soğuklar

yataklara savrulan tenha bavullar kadar dargın

vagonlar, sirenler, ıslıklar ve susmak

ansızın esen hortumun usulca göle dönüşmesi

bu sazlıklar bu çakıllar bu köpükler ensemin

ıssızdı mağarada öyle bir ıssızdı ki

hiç kimse böylesine

kimsesiz kalmamıştı

sonra bir tuttunuz mübarek yüreğinin elinden

öyle bir kaldırdın ki

hassas özcevherini

alemlerin en mahşer marşı kılındı kalbi

bebeklerden saf melekler bile yetişmedi

bizi de yükseltRahman biz de öksüz

çağdaşların dağında kimsesiz mağaramız

çoğunluğun hırpaladığı azınlık kullarınız

ahir Bedir zamanıdır

bir avuçtur mücahid

helak olmasın aşıklar ey Maşuk

divanına sunulan aşklar hatrına

KILCAL ZARAFET

ceylan gözlerinde kuğu masumiyeti

üzgün mügeler gibi tenha bir vaha

yüreğin bağırıyor bakışlarından ey

gidenleri susmaktan

yorulduysan

bir ihtimal daha var

hayat gökyüzünde dinozor uçurmak

kadar güzeldi bazen

arş şöleniyle buluşan arz ayinlerinde

irfanlara vurgundur tevazular

benlikten bizliğe hicret

gözleriyle gözlerimizin içine haykıran

yetim çağalar gibi biraz

seccadelerin Kevser sofrası misali

serilirken ki o kılcal zarafeti

gönlün dilerken doğurduğu heyelan

bir ortadoğu düşün

aldığı her soluk

ciğerlerini tırmalayan bir tırnak

uranyum çekirdeklerine

çarptıkça çoğalır seri nötronlar

çoğaldıkça zincirleme reaksiyon

tepkime patlamaları yaşandıkça

hidrojen bombaları

enselerin köklerine

tıpkı içimiz gibi batarken kana

kaldırımların alındaki serinlik

gel kaçalım seninle

kalabalıkların gitmek istemediği o yere

özüne sığmayana gökyüzü sığınaktı

bir uçumluk canı var göçebe gönlün

bakmaya kıyamaz cesurlar

dövmeye doyamaz korkaklar

cehennem bile dünyadan temiz mi

çünkü tüm şeytanlar henüz burada

ah tamtakırdır içerimiz

anlatılamayanlar müzesinde

söylenemeyenler koleksiyonu

atan yürekte çarpan yaşama sevinçleri

mazlumlarla beraber uçtu gitti

“bizi doyurmak için milyarlarca canlıyı

feda eden Hakk’a olma isyancı”

kendini rahat bırak

gökte yüzmeyi öğren

Bilal Yavuz Şiirleri
Kayıt Tarihi : 13.10.2020 14:00:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Bilal Yavuz Şiirleri