Ağır bir duygu çoraklığında, sevinmeye çalışmışım yıllardır
Yapma çiçekler açmış, gönlümün bahçelerinde
Soğuk güneşler doğmuş, aydınlık sandığım sabahlarıma
Yüklenmiş sırtıma seni aramanın yorgunluğu,
Sıkıca sarılmışım, sana sakladığım 27 senelik bohçama.
Boz bulanık dalgalarda seyretmiş yalnız gemim,
Yoldaş dediklerim, sana benzeyen sahte yüzler takınmışlar suratlarına,
Senin kıyılarına benzettiğim, seraplar görmüşüm ufuklarda,
Battıkça battığım bir uykuya dalmışım, bahar sandığım bataklıklarda
Attığım adımlar, kaybolmakmış benim sandığım hayatta,
Ne gördüğüm kırmızı güller aşkı anlatmış,
Ve kurduğum tüm cümleler, senin adın yanında yavan kalmış.
Hayal kurmaya çalışmışım, çırılçıplak kışın yalnız sokak başlarında,
Meğerse, seni ararmışım soğuk rüzgarların sıcak kuytularında
Tuttuğum çiçekler, ıslak birer kaya kadar soğukmuş avuçlarımda
Islık çaldığım yaz akşamları, bakımsız lalezarların tozuymuş,
Duymamışım, gizli gizli seni fısıldarmış gök yüzündeki yıldızlarım,
Kayan yıldızların tayfında, kaşların çizilirmiş semalarıma,
Zaten ölüymüş yolum üzeri duraklarda tanıdığım yabancılar,
Gölgeni andıran hoyrat viranelermiş, mutlu yuvamız sandıklarım
Sararmazmış yapraklar sonbaharda, gökkuşağı yedi renk değilmiş,
ötenler bülbül değilmiş gül dallarında,anlamamışım yanan mumlar nasıl erirmiş
ben senden önce, kalbimi hiç avuçlarımda tutmamışım.
berrak sandığım yağmur sonrası bahçemiz, kum fırtınalarında sade bir çiçekmiş
akdenizin koyu yeşil selvilerinin şebnem düşmüş körpe yapraklarını, ellerin sanmışım,
çıplak ayaklarımla akrepler ezmişimde ağustos geceleri,
bilmemişim, bozkır kadar güzel gözlerine bakabileceğimi.
hayalin çentik çentik işlenmiş sabır taşımın sinesine,
saçlarını yanar dağların külünden almışım,
aşkının alevi yakmadan gönlümün hazan tarlalarını, yanardağları sıcak sanmışım,
istiridyelerden medet ummuşum, engin denizlerin sefaletime acıyıp,
kılıç keskini bir anda, aşkın dönmüş sevdaya, seni safir yağmurunda bulmuşum.
kızgın bir çöl kadar kuruymuş, alev dalgalarının heyulalarıymış dünya
şimal yıldızı yalancı piyon, boran rüzgarları yanlış yoldan esermiş de;
aşkın yaratıldığına inandığım şaheser varlığın gönlüme düştüğünde anladım.
masum şaşkınlıklarımmış büyük sandığım kayboluşlarım,
eski medeniyetlerin efsanelerini sakladığım sandığım,
varlığının şeffaf yoğunluğunda kaybolduğum lehçenle yazılırmış,
meğer ben, hiçbir zaman dilimin de hiçbir dilde hiç konuşmamışım,
günler , yıllar, anlar yokmuş, hiç akmamış zaman nehri yeryüzümde
yelkovanın akrebe anlattığı, adının 3600 kere tekrarıymış,
gün sende doğar sende batarmış, ayın 11 günlük hırsızlığı gözlerine yanmakmış,
güneş sensizliğine kavrulmuş, kutuplar sensizlikten donmuş
anladım artık, ben sensizliğin sonsuzluğunu yaşamak sanmışım.
vakitsiz sevmişim çocukların gülümsemelerini, görmeden perçeminde salınan şaç tellerini,
binlerce gülümseyen kirli çocuk yüzü asılabilirmiş, bir saç teline,
yeşil kaya yosunları, yağmur ormanlarının ıslak sarmaşıkları, kıskanırmış saçlarını.
bağla bileklerimi, perçeminden sarkan saç tellerinin ilmeğine as biçare bedenimi,
henüz uykuya dalmamış gözlerim üzerine ört saç tellerini.
merakım korkuya dönmeden, huzur sanmışım şehirlerin gömüldüğü mezarlıkları,
recep oğlu İsmail, ölüm 1211, görürdüm hayalini dokunurken mezar taşının tortusuna,
derdim,sandığımdan da canlıymış salınan selvilerin ıssız yalnızlıkları adsız mezar taşları
giren sade beden, kazılan toprağın huzurlu kucağı, yaşarmış sonsuza değin hisleri
ölmek sonsuzluğun başlangıcıymış, gözlerine gömülüp yeniden doğduğumda anladım.
sade sert taşlarmış elmaslar, renkli bilyelermiş; zümrütler, inciler, yakutlar,,,,
değer mücevherin ışıltısında değil, takılan parmağın özleminde gizliymiş.
ne kükreyişiymiş aslanın asaleti, ne korkuturmuş hançer keskin pençeleri,
çıkarıp koyduğunda da ruhun elbisesini, görebilmekmiş sevgilinin gülümseyen gamzesini,
heybet ne ağaç gövdelerinde, nede ne de bozkırın sarı kahverengi yüzündeymiş
dağ başı mağaralarda aşkın ızdırabını yaşatan sevgilinin düşüne kapılmış sadık münzevisiymiş,
güzellik göz pınarındaki uyku saflığının duruluğu
tendeki benin sahiplenmesi, içtikçe kanamadığım abı hayat çeşmesiymiş
aşkı, sevdayı tutkuyu yalnız sevgili bilirmiş.
Gerçeğe uyanmakmış seni sevmek, soyunmak üzerinden yalanın tüm adlarını,
kaderin selinde sürüklendiğim dağlar ardı serüvenlerim, dönelmekmiş odamda
meğer ben perdeleri aralayıp, hiç bakmamışım penceremden dışarı hayata
her anı aynı anda, sonsuz durgunlukta, doğduğun ilk anda ölmekmiş sevmek
saçlarının sicimiyle bağladım varlığımı aşkının kazığına, çaktım varlığının toprağına
kirpiklerinin eğesiyle biledim aşkının baltasını, parçaladım gemimi batırdım limanına
verdim ellerine hamudumun yularını, sür beni sür yollarına
hayallerim ne kadarda yoksul kalıyor adında, adın ki andığımda çığlar düşüyor dağlarımdan
adın ki zelzelelerle sarsıyor dünyamı, yangınlar çıkıyor ormanlarımda
gökyüzü çöküyor, denizler kuruyor, kıyametim kopuyor
adın ki muhteşem varlığına yakışır yeni bir dünya yaratıyor ayaklarım altında
yeryüzünün üzerine gökyüzü, doğan güneşinin aydınlattığı dağlarımda tomurcuklar açıyor
yemyeşil ovalarında her renk laleler kırmızı sarı mor denizler ufka kadar uzuyor
dağlarından aşağı pınarların akıyor,gür ormanlarında güneş yaprakların ardından gülümsüyor
mavi denizlerin kıyılarına beyaz dalgalar bırakıyor, martılar rüzgarlarında kanat çırpıyor
temiz şehirler kuruluyor, mutlu insanlar yaşıyor yollarında
kah oturuyorum bir ağacının gölgesine uyuyorum
kah açıp kollarımı ovalarında koşuyorum
çekip ciğerlerime tertemiz havanı adını bağırıyorum
Kayıt Tarihi : 10.10.2008 22:04:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!