ah ne kadar işveli, cilveliymiş benim güzelim., saçları dalga dalga dökülüyor omuzlarından. gözleri ışıl, kalçası şık gamzeli..., nasıl deli bakıyor gözleri, nasıl davetkâr.
şölenler akıp gidiyor meydan yerinde. dev kuklalar, komikliğini çoktan yitirdiğini bilemeyen palyaço, çocukluğumdan fırlamış tüm tahta bacak adamlar… başımın üstünden üstünden bakıyorlar nafile.
bir koy buldum, diyor sevgilim saçlarını atarak omuzlarından; ah bir görsen... öyle bir koy ki suları taşkın, taşları kaygan. orayı buldum ya gitmem sensiz bir daha... içim kalkıyor, içim iniyor şakaklarımdan, hücrelerimden geçiyor reçelli bir su... anlıyorum altüst olacağız, orada içdış… belli ki sarhoş olacağız sular altında.
gümüşlük, diyorum sesli sesli köpüren denize bakıp., neyse ki duymuyor kimse..., olsun, diyorum içimden; olsun..., önemli değil... ben biliyorum o koy olsa olsa ordadır. biliyorum aşk varsa gümüşlüktür o koyun adı. ürperiyor tenim, nefesim derin., bakıyorum etrafıma kuşkulu, sakin. bir kürt kadın kaldırıyor yorganından başını... içimi sever gibi konuşuyor, okşuyor ayinli dilin heceleri her yerimi. bakıyor yılların uzun, yolların içinden…
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla