Gülüşün için Şiiri - Efruze Efruze

Efruze Efruze
19

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Gülüşün için

gülüşün için...
güneşi ikiye yaracak kelimeler büyütürdüm,
tesbih taneleri ve tesbih böcekleri dolu ciğerlerimde.
tanrı ve güneş
tanrı ve gülüşün
tanrı ve tesbih böcekleri
tanrı ve ciğerlerim
ciğerlerim ve parçalı bulutlu bir nisan.

şimdi gülüyorsun ve ben yokum dudaklarında
gülüyorsun öyle uluorta.
aldırmadan mevsime iklime halime gülüyorsun.
bir gelincik tarlası çarpıyor yüzüme
kızıl kanatırca.

saramıyorum yaralarım derin
sarılamıyorum kollarım kısa
gülüyorsun mesafelerce uzun.

bütün yollar benim için yaratılmışken
koşamıyorum
bacaklarım sıska.
topuklarımdan yakalayıp çiviliyor beni yer.
yer gök yağıyor.
yer gök dişlerinden inci inci, ince ince tepeme iniyor.
saçakaltları yetmiyor
saçakları yetişmiyor saçlarının.
kesilmişim senden inenlerden
lime lime olmuş etlerim niyetlerim....
gülüyorsun benden bigâne hiçbir şeyi bilmeden
gülüyorsun keyfekeder.
gülüyorsun gözlerin meylime tuz biber.

dişlerimi sıkıyorum
ellerimi ovuşturuyorum,
yüzüm buruşuyordur muhtemel.
niyetler muratlar ekşiyordur
zaman ki o da öyle
ekşitir eskitir buruşturur herşeyi.
hepsi muhtemel.
dişlerimi sıkıyorum
ellerimi ovuşturuyorum
parmaklarımı sıkıyorum
canımı sıkıyorum.
sonra sen bir gülüyorsun
gün güneş ben tepetaklak.
sen bir gülüyorsun
bütün güller yorgun.
yorgan döşek olmuş mevsim iklim.
solduruyor gülüşlerin renkleri
ressamlar ilhamdan uzak
tualler ışıklar renkler tepetaklak.
sonra sen bir daha gülüyorsun
ve ben bir kez daha görüyorum
dudaklarında yokum.

şiirler yanıyor parmaklarımda
şehirler kayıp adsız.
paçalarından başlıyor tutuşmaya çocukluğum.
sen bir gülüyorsun
kayboluyorum.

annem ölüyor
alelacele annem ölüyor
en önden koşturan o tanrıya.
oysa ninem var
eski merdivenleri uzunca zamandır doksana ve tanrıya dayalı.
bir basamak bir ramak
derin bir nefes ve kısa bir ahh...
tanrıya aşık eski merdivenleriyle tanrıya aşık ninem var oysa.
bir basamak bir ramak...
ve düşen annem.
tanrı kucağına kırmızı bir elma kadar parlayarak düşen, annem.

sekiz yaşımdayım,
tesbih nasıl kopar ve nasıl dağılır
dağlar nasıl yürütülür anlıyorum
habersiz birilerinden bir şeyler yürütmenin çirkinliğini, o gün anlıyorum.
tanrı ve yürütme
tanrı ve hırsızlık
tanrı ve düşüş
tanrı ve aşk
tanrı ve ninem
annem ve ninem...

tanrı elmaların kırmızı ve parlak olanlarını seviyor, anladım!
adem de öyle.

biz zaman denilen ağaçta buruşmaya tutunuyoruz,
kurtlanmaya, çürümeye, istenmemeye.
ve bu hep böyle güldüğün için.

tutunacağım bu kirli dala
daha sıkı daha sağlam daha inat
kurtlanacağım buruşacağım düşüp dökülmeden.
bütün bunlar hep bu uluorta düşünmeden gülmenden.

ev...
çatı kapı duvar pencere...
beyaz tüller, halılar, danteller...
bir tencere,
ocakta duran kırmızı bir tencere, ev.
tadının zihnimden silineceği bir anne yemeği, ev.
tanrı ve ev,
tanrı ve anne,
tanrı ve acı biberler,
tanrı ve renkli şekerler
tanrı ve tencereler
tanrı ve suskunluk
tanrı ve örüklü bir kız.

sekiz yaşımdan parmaklarıma sinen bir öfke,
bir sitem, bir acı, bir tesbih tanesidir şiir.
tanrı ve şiir,
tanrı ve dizeler,
tanrı ve sası bir tat,
tanrı ve kırmızı bir tencere,
tanrı ve dilim,
dilim ve hayat...

sekiz yaşımdayım,
babam mağden ocağına iniyor.
yerin en dibine iniyor babam.
iniyor iniyor iniyor...
bir daha hiç çıkmamak üzere iniyor.
sekiz yaşımdayım,
babamın elleri kocaman.
babamın elleri kara.
saç bağlarımın rengi annemde kalmış.
bütün renkler annemde kalmış.
bağlarım kara.
örüklerim kara.
kaderle o gün tanışıyorum,
kalemi olanca kara.
babam mağden ocağına iniyor,
gözleri derin bir keder,
kirpikleri tuzlu kurutan bir kara.
dudakları gülüşleri dişleri kara.
nefesi koyu bir kara.
karayla o gün tanışıyorum,
siyahtan keskin olan farkını o gün seziyorum.

sana kadar sevmeyeceğim!
and içerek sayıyorum,
sekiz yaşımdan bir bir
sayıyorum.
sana kadar sevmeyeceğim.
tutmayacağım hiç bir rengi hiç bir yerinden.
siyahların beni bu karadan silene dek,
kalsın tüm renkler yusuflu kuyuda.
bir kör ve parmakuçları kadar bilerek,
ellemeyeceğim hiç bir rengi.

babam mağden ocağına iniyor,
alnında boncuk boncuk ter.
ceplerinde kara bir yazgı.
ceplerinde üç kişi, biri ben.
benimle beraber bir de tanrı.
o gün anlıyorum gövdeme sıkışıp susmayı...
tanrı ve tokluk,
tanrı ve yokluk,
tanrı ve yer,
tanrı ve ter,
tanrı ve terbiye,
anlıyorum...
öğüt akıyor saçlarımın örüklerinden!

sekiz yaşımdayım,
tespih nasıl kopar ve nasıl dağılır,
dağlar nasıl yürütülür,
kırmızı tencereler ne kadar yakar,
yemekler yüzler ve niyetler ne kadar ekşir anlıyorum.
tanrı ve anne,
tanrı ve ölüm,
tanrı ve kasım,
tanrı ve soğuk,
tanrı ve yeşil bi battaniye...

üşümek nedir anlıyorum.
herkesten her şeyden...
kalbimi buzla sarıp, ateşlerimi suya basıyorum.
şubatı sonsuza kadar kalbime...
suya söylüyorum sonra seni, o son sesimle sönerken.
suya, buza, şubata...
ince bir nükte iniyor sol şakağımdan seğirerek,
alnıma sürüyorum seni,
yazılmış bir çileyle.

ben lisan bilmiyorum,
örgü biliyorum biraz.
anemden kalan çilelerle, şişlerle,
haraşo haraşo örüp gövdemin her yanını
şubatla sıkı sıkıya sarınıyorum.
sana kadar başka mevsim sevmeyeceğim.
bir bir toplayıp tabiattan bütün morunu
baş ucundaki sürahiye dökülüyorum
sakar bir şiirle,
sana kadar başka iklim içmeyeceğim.
gırtlağında gizli saklı ötüp dursun bütün ninniler,
sana kadar uyumadan, ölmeyeceğim!

sekiz yaşımdayım,
kardeşimin gözleri kaysı çiçeği.
elleri şırıl şırıl küçük bir dere.
küçük nedir anlayacağın seveceğin kadar küçük.
fındık ağaçları alnının ortasında büyüyor.
annemin yeşil fındık ağaçları...
yeşil nedir anlıyacağın, kıyamayacağın kadar yeşil.
ayakları yürüyor korkak, isteksiz, bağırarak.
tut beni!
tut beni!
beni tut!..
tesbih nasıl kopar ve nasıl dağılır,
bir tesbih tanesi nasıl ağlar,
anlayacağın kadar büyük.
anlayacağın ve korkacağın kadar büyük.

dağlar küçücük ayakların altından nasıl yürütülür o gün anlıyorum.
anlıyorum tanrının çok işi var,
görseydi susmazdı
diyorum görmedi.
yo yo görmedi!..

sekiz yaşımdayım,
gözlerim kum yığını, eski, metruk...
örümcekler istila etmiş yüzümü.
yüzümden silinmişim.
sırtım yavrularını taşıyan akrep çabasında,
taşıp dökülmüşüm.
yüzüm artık yüksüz, yüzsüz,
yüzüm gülmeyi unutmuş.
gülmek güllerin bileceği iş,
gülmek senin bileceğin iş,
yüzüm hıçkırık yorgunu.
yüzüm sızıp gidiyor
boşluğuna geliyorum hayatın.
tanrı ve gaflet,
tanrı ve uyku,
tanrı ve nisan,
tanrı ve kaysı çiçeği,
tanrı ve şırıltılı bir dere,
tanrı ve fındık ağacı,
tanrı ve yangın,
tanrı ve göz yumma,
yumuyor!
yüzüm sızıp yürüyor insanların içinde,
kimseye görünmeden yüzyıllar boyu.

yürüyorum,
topuklarımdan ve parmaklarımdan sızarak...

sesin kirpiklerimi, annem kabrini,
gövdeler cesetlerini deşiyor.
tesbih böcekleri tesbih tanelerini.
günah sebeplerini, sebep günahlarını.
yusuf züleyha'yı...
yo! yo! sevmiyor,
sevene kadar!..
sevene kadar bir bir bir bir
şiir yakacağım parmak uçlarımdan.
çakmak taşlarının çakıl taşlarının
ateş böceklerinin ve gülüşlerinin ışıklarına tutunarak.
yusuf züleyha'yı sevene kadar!..

yusuf kuyuda,
inandığım herkes kuyuda,
tesbih taneleri senelerdir kayıp
belki onlar da kuyuda.
dağlar hep aynı oyunla yürütülüyor.
oyun hep aynı..
ninem beş vakit
ninem hala aşık tanrıya.
eski merdivenleriyle yine en tepede ve yine düşmeden.
bir elma kadar parlak değilim,
kırmızı bir rengim yok.
ölü sarısından halliceyim.
kim düşecek şimdi
ebemkuşakları kadar kucak dolusu bir renkle
ve bilmeden?
kim düşecek şimdi tanrının kucağına?..

herkesin gözleri ne kadar kör birbirine,
herkesin elleri birbirinin yüzyıl uzağında.
herkesin kulağında sağlam bir ölü sağırlığı,
herkesin sesine bir kasım kaçmış.
herkes sıska korkak sarı...
herkesin yüzüne babam bulaşmış.
küflü küfürlü yapışkan sası...
herkes bir mağden ocağına koşturarak her sabah
ve her akşam bitkince bir kuyuya.
herkes kuyuda.
züleyha kuyuda.
yusuf kuyuda.
aşk kuyuda.
annem kuyuda.
kardeşim bir tesbih böceği
küçücük elleri kuyuda.
gölgem yok
gövdem kuyuda.

uzun bir nefese
deliksiz bir uykuya
kısa keseceğim dudaklarında kesileceğim bir
şiire saklıyorum seni.
tüm ukdelerim kuyunda!..

bu kısa değil yo! yo!
bunu uzatıyorum.
bunu çok uzatıyorum.
gözlerini hapsediyorum böylelikle daha çok.
gözlerin kuyumda!
çıkma!
çıkma!
ben yazıyorum bunu ve elma diyorum.
elma!
"yasak kırmızı parlak elma!.."
çıkma!!!
"sezen" yazsaydı bunu dibine düşerdi herkes
dibi düşerdi "herkesin" biliyorum.
herkes kuyuya!..
ben yazdığım için "sezen'in" yüreği hoplamıyor, hoplamsın.
kimsenin yüreği hoplamıyor, hoplamsın,
bu benim acım.
kimseyi sarsmıyor sarmıyor değmiyorum,
benim acım bu kimseyi ellemiyorum.
benim acım bu, baharatları kıskandıracak kadar keskin zengin bir tutam..
benim acım bu
sıska bir şaire uzun bir iniltiye müebbetliyim.
korkacak bir şey yok,
ben lisan bilmiyorum
benim bütün harflerim kuyuda.

bir ses var koynumda,
sıcacık.
iblisin elleri kadar yakıcı ve
sıcacık.
gece yarıları kulaklarıma kıvrılıp
rüzgarlarla ağlayan ağıtlı bir ses.
bir ses var koynumda
nefesine sıkı sıkıya tutunup avunduğum.
bir ses
bir ses
sesin!..
ki bir sesi olmalı cılız çatal çirkin..
bir sesi olmalı duyurabileceği herkesin.
bir sesi ve bir yüzü.

yüzüm yok,
yüzsüzüm.
sesim yok,
sessizim.

sesim, babamın elinde kara bir balçık.
sesim, babamın sırtında ağır bir tasa.
sesim, babamın ağzında istiğfar,
alnında ağrılı pişman bir vebâl.
sesim yok!
sessizim, ateşsizim,
yakmıyorum kalpleri, kulakları.

sesim sekiz yaşımda,
ayağımda lastik bir iran terliği,
usulca seğirtiyorum annemin dualarını.
yapışkan bir alak yapıştırıp taş avluda dilime,
peltek ezberlerimle tanrıya tutunuyorum.
kaymıyor düşmüyorum öyle her arusda,
inadım ben, inandım ben,
tanrıya tutunuyorum!

"o kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir..."
öğreniyorum,
mülkünün kaç kapısı olduğunu.
öğreniyorum
kaçında sıkışıp kaçında koptuğumu.
küsmüyorum,
bir yüzüm yok, yüzsüzüm.
küsmüyorum,
"ikrâ bi-ismi rabbike-llezî halâk.."
öğreniyorum sana kadar
binbir nevrini aşkın döne döne,
öğreniyorum sona kadar
sesimden söne söne.

sesim yok,
sana tutunuyorum.
tesbih böceklerine,
kaysı çiçeklerine,
kırmızı tencerelere,
eski merdivenlere,
tutup sarınıyorum.
yeşil bir battaniye kadar korunaklı sesine.
uyuyorum.
herkese uyuyorum.
yalanım suçum güçüm yok...
benim bir sesim yok!

biat ediyor teslim oluyorum susuna,
amenna!..
gülüşlerinden gelecek başıma her kurtuluş, her cennet.
gülüşlerinden gelecek başıma ne gelirse.
başka yolu yok.
başka yolum yok...
bekliyorum!
eskisin, eprisin, dökülsün gövdem,
sana kadar hiç bir neşe giymeyeceğim.
sussun bütün kuşlar dinlemeyeceğim,
başkaca cıvıltı başkaca bahar
başkaca leylak takmayacağım saçlarıma.
saçlarına eresiye kesmeyeceğim,
aksın ziyan olsun yastığında dolaşmayan şiirler.

yüzümü yıkıyorum,
yüzümü hep nisana ve sana karşı yıkıyorum..
yüzünde yere göğe sığmaz bir yeşil,
yüzünde akılalmaz bir bahar,
üfleyip susunu sesimi söndürüyor,
kirpiklerin tanrı bilmez bir sihir,
kasımla yakıp beni kıblemi döndürüyor!

yüzün bunu niye yapıyor?..

yüzümü yıkıyorum,
gözlerimi sohrab'ın ellerine bağlayıp
yüzümü yıkıyorum.
çağır beni! çağır beni! taşın halinden bir şeyler anlayalım...
anlamıyorsun.
çağırmıyorsun.
yüzümü yıkıyorum,
en keskin şairlerin ellerinden düşerek.
cümlemden dağılıp sesine çarpa çarpa
yüzümü yıkıyorum.

yüzümü yıkıyorum sekiz yaşımla,
içimde kekeme kıytırık bir kays,
hece hece damlatıyorum beni
kestiğin, kopardığın beklediğim o yerde.
kanıyorum sekiz yaşımdan öksüz bir içle.
kanıyorum,
sana kadar başka kızıl sevmeyeceğim!

yüzümü yıkıyorum,
yüzümü yıkıyorum ki yıkılsın bu inat.
yıkılsın,
gurur onur omurlarım...
ellerimi tut, omuzlarını ver,
sana kadar dik durmayı bilmeyeceğim!

yüzümü yıkıyorum,
kirpiklerimin ucu acı biber.
örüklerimden dökülüyor ellerinin gölgesi,
gölgen sessizce kaçıyor.
yanıyor gözuçlarım,
yansın.
sana kadar başka sabun sürmeyeceğim!

tanrı ve kir,
tanrı ve sabun,
tanrı ve acı,
tanrı ve şefkat,
şefkat ve ellerin,
ellerin ve gölgen...
uzuyor...
gölgen sessizce uzuyor.
saatleri sarkaçları delirtiyor bu bekleyiş,
bu acı...
akıyor, eriyor, eksiliyor zaman.
vakit daralıyor.
kapanıyor gözuçlarım,
kapansın.
sana kadar başka rüya görmeyeceğim!

gölgeme yapışmış iblisin kirli nefesi,
üzülmüyorum.
acısın acıtsın cehennem kirli nefislileri.
ateşten korkmuyorum!
sesinle yundum aşk ehliyim ben,
sana kadar başka figan bilmeyeceğim!

alnımdan akıyormuş yapış yapış züleyha,
kime ne aksın!
ayıplıyormuş ayıplı adem,
ayıplasın!
acısın masum hevesim, ağlasın aksın alnım,
sana kadar başka leke sürmeyeceğim!

yüzümü yıkıyorum,
yıkılıp kırılıyor içimde ne varsa.
pahalarım, ilahlarım, putlarım tuz buz.
bir ibrahim nefese dek bütün saltanat,
yıkılsın!
sana kadar sineme başka servet sermeyeceğim!

yüzümü yıkıyorum,
yüzümü hep sana karşı yıkıyorum.
müphem ve meçhul yüzümü,
silinmiş ve sası yüzümü,
sabunlu ve acı yüzümü.
yüzümü yıkıyorum utançla kapına,
kusurlu ve katı yüzümü,
kasımlı ve kötü yüzümü.
ey yüzümün özü,
beni senle bil
bil ki tanrı bile yüzümden gafil...

toprağı kazıyorum,
tırnaklarım olanca kuvvetli.
elinde kazma tutanlara kızmıyorum,
tırnaklarımı kesmiyorum,
ademin karnı gergin, kanı sıcak,
deşilen deşilene...
kesmiyorum kimseyi;
dökülüp dağılan kendindendir.

herkesin ellerinin arasına sığar başı,
herkesin dizleri karnına girer...
annemden sonra dilim tırnağım uzun,
yırtmıyorum kimseyi.
kendime saklıyorum.
saklanıyorum
küçük bir tesbih böceğinin dibine.

gözyaşları büyütüyorum!..
fındık ağaçları kadar sükut, fedakâr...
gözyaşları büyütüyorum!
çam diplerinde etime iğne iğne.
taş, toprak, çamur...
atmıyorum kimseye
inandım herkesin imtihanı zor.
inandım zor-la bağlanmış cennetin tenha başı.

tanrı ve toprak,
tanrı ve kul,
tanrı ve gül,
sen ve gül,
sen bi gül,
sen hep gül,
gül!..
gül,
güllerin bana değer
kokar açarım senden bin çeşit.
içim açar acılarım geçer
sen gül!
gül,
bana mutlaka geçer kokun.
gülersin güzelleşirim, yeşeririm...
hava, su, ateş, toprak...
geçer.
gün, güneş, ömür...
geçer.
senden benden kendinden...
gülüşlerinden...
geçer.
her şey geçer
geçme sen.
sen
gül!

yeni birşey yok
sen gül.
adem hep aynı
kavga hep aynı
kadın hep sıcak
toprak hep paylaşılamayan.
yeni bir şey yok.
coğrafyamın kaderiyim ben
kolları firuz boncuk bir havva kızı.
ellerim hep al, çamur sonrası.
yeni birşey yok.,
gözlerim hala tesbih böceği
tane tane dökülen.
saçlarım sayısınca bu sükutu vird eden.
yeni bir şey yok,
yoksun...
tepeden tırnağa eksiğim ben.

kan hep kızıl
kına hep çamur sonrası.

sen gül
gül ki kızarsın güller.
gül ki sızsın sessizce akan bu al, bu kan.
korkma topuklarımdan...
sızsın topraklarında
yusuf züleyha'yı sevene kadar!..

tanrı ve kan,
tanrı ve kin,
tanrı ve can,
tanrı ve kına,
tanrı ve çamur,
tanrı ve coğrafya,
cimri kirli bir coğrafya...

ığıl ığıl bir leylak harmanı,
vakitsiz bir mor,
başım olanca esrik...
sekr olmuş solum, soluğum...

solumda dövünen bu telaş,
aklımda yalpalayan bu pembe,
midemde uçuşan bu kanatlar,
tanrı değil.
ayaklarımda koşan yedi yağız at
hiç biri tanrının değil.
gövdem topraklarında değil, mutmain değil.
akanlar sert, kaba, katı...
penye değil, pazen değil, annem değil, sen değil!..
sanırım ölüm bu,
sanırım ölüyorum
ve bu bir azrail elinden değil!

parmaklarım kabrimi kazıyor durmadan,
herkesin imtihanı toprak değil, mal değil,
imtihan tek değil!
tanrı çeşit seviyor olmalı!..
bunu bu gün anlıyorum.
bu gün çok şey anlıyorum.
kuyular insanı terbiye eder yusuf,
kuytular deli...
anlıyorum, öğüt akıyor kirpiklerimin dibinden.
anlıyorum,
sesim yok anlatamıyorum.
güce inanmıyorum,
toprağa inanmıyorum,
havaya suya ateşe inanmıyorum.
sana inanıyorum sana,
aşka!
sana kadar hiç bir dine girmeyeceğim.
tanrının kördüğümleriyle yüzüme üfürdüğü,
sana kadar başka ilmek çözmeyeceğim!

tanrı ve sen,
tanrı ve düğüm,
tanrı ve gülüşün,
tanrı ve güneş,
tanrı ve toprak,
tanrı ve telaş,
tanrı ve ateş,
tanrı ve damarlarım,
damarlarım ve aşk!..

sekiz yaşımdayım,
kırık merdivenlerimde kırk yıllık bir bekleyiş bu,
yıllanmış bir hamallık,
seni sevmeyi taşıyorum korkarak.
ağır bu...
tut,
düşüyorum!..

nefesinde dolanan bir misk ceylanı,
pembe, sıcak....
biliyor görüyorum.
soluyamıyorum.
niye?..

her iklime her bahçeye binbir renk su taşıyor ellerin.
ellerinden su taşıyor...
susuzum sunuyorsun,
içemiyorum,
niye?..

gözlerin,
ah o gözlerin,
her şey orada,
biliyorum buluyorum...
rahmet orada hikmet orda cennet orada
inanıyorum eremiyorum,
niye?..

tanrı ve ses,
tanrı ve soluk,
tanrı ve su,
tanrı ve koku,
tanrı ve korku,
tanrı ve iman,
iman ve us,
us ve sen,
sen ve
ben...

bir kara kalemim
kelâmı kırık kalbi kırık
iklimi çöl mevsimi kıt
aklı kıt başı keş
keş, hep keş...
sana ve şiire batmış serkeş!
şarapları, kadehleri, miskleri var tanrının biliyorum.
afyonları kâfurları hatmileri haşhaşları...
vahiyleri suhufları emirleri var tanrının, biliyorum.
iki denizi yaracak, yaratacak, buluşturacak elleri...
amenna!
biliyorum...
sana kadar bekletiyorum
niyetleri, dilekleri, delilikleri...
terinden başka mucize bilmeyeceğim!
eyyûb'un sızım sızım kurtlu sırtıyım
leylaklarında yunmadan dinmeyeceğim!..

annem ölü kuyuda.
babam göçük kuyuda.
tesbih böcekleri kuyuda.
ninem sıratta doksanlık bir saygı,
dökük merdivenleri kuyuda.
alım pulum solmuş
morum kuyuda.
sırtımda sayısız kambur,
sırtımda sayısız kâbil,
hesaplar veballer hayaller... kuyuda.
sekiz yaşımdayım,
seksen yıldır sekiz yaşım kuyuda.
tesbih taneleri gözlerime,
tesbih böcekleri etime iğneli.
sekiz yaşımdan sana erene kadar başka ezâ bilmeyeceğim!

şiir mi şimdi bu?
bu öksüz, bu yetim, bu sensiz şiir mi?
ağladım, döktüm, döküldüm diye dindi mi?..

dinmedi.
yo yo dinmedi!
dinme!
dinmesin...
dinme behramec,
pencereni aç,
avazımı sal,
ninileri tut,
dizlerini ver,
rüzgarları sev,
turnaları öp,
gözlerimi sil,
kasımı süpür,
saçlarını aç,
şefkatini ser,
ellerini ver!
daha çok şey var
kalk,
daha çok şey var.
düşlerimi sar,
inatları kır,
duvarları yık,
dudaklarını yak.
türküleri yak,
köprüleri yak,
şairleri yak,
siktir et şiirleri
yüreğime bak!.
yüreğime bak!..
kalk behramec kalk,
annem misin sen?
nefes alamıyorum,
penceremi aç!
penceremi aç!
pencereni aç!...

Efruze Efruze
Kayıt Tarihi : 15.10.2025 01:44:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!