Eksiliyordum. Sen gittikçe akıyordu damarımdan kanım. Aşkının boş bıraktığı yer sunak olmuştu, oluklarının ölüme açıldığı. Eksilmeye kızarken için için, seni uğurlarken yüreğimden, başka bir yerde de seni yitirmenin acısı çöreklenmişti bir köşede sessizce. Üşüyordum, ruhuma kalın yorganları sarıyordum mayıs sabahında. Sen gidiyordun ya, geldiğin günlerin sabahlarına benziyordu bu sabahlar da. Gelişinin bahar neşesi, gidişinin yasına eş oldu şimdi. O zaman da ağlıyordum, şimdi de…
Senin sandığın gibi akmıyor artık gözyaşlarım. Taşlaşmış göz pınarlarıma inat ediyor yosun yeşillerim. Bakıyor, görüyor, gülmüyor… Gülücüklerim üşüyor artık gördüklerimle... Kapatsam gözlerimi dünyaya, sana, yalanlara. Geride kalan yaşantımın içinde kaldığını bilmek de acıydı ama hak edilmişliğin sana verdiğiydi bu. Tüm itirazların ve başkaldırıların geçmediği yerdi benim yürek mahkemem ve sen suçluydun. Mahkûm olmuştun çoktan yalnız kalmalara, bensiz yaşamalara.
Sen de üşüyordun, sen de ağlıyordun belki. Belki de üzülüyordun… Belki’ lerle bir aşkı geçiştiriyordum sayende. Belki’ lerle sevmeyi öğreniyordum sanki hiç bilmiyormuş gibi. Sevmenin böylesini bilmiyordum. Sevdikçe yüreğimi eriteceğini, kanadıkça sunaklarda daha çok öfkeye susatacağını, geceleri yaşayıp varlığını ve yokluğunu, gün doğduğunda da susuzluğun esiri olup avlandıracağını, beni yavaş yavaş taşlaştıracağını bilmiyordum.
Geride kalanın, senin ardında bıraktığının, ne ismi var artık ne de cismi? Yokolmuş bir sevdanın kalıntılarını arama boşuna bu evde. Bu şehrin sokaklarında hiç anın yok senin, bilirsin. Bu gözlerde senin resmin kalmadı, senden sonra çok gözde merhem aradı çünkü. Hepsinden bir renk kırıntısı kalmış olsa, senin izini siler/ sildi…
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim