İÇİNDEKİLER
1 ACI NİNNİLERİ
2 ACI, ‘ACI’ OLABERİ
3 ADINI YAZDIM
4 SEVGİLİ “AV”IM
5 BABAM ÇOCUK ÖLDÜRÜYORMUŞ IRAK’TA
6 BİZİM DENİZİMİZ YOK ARTIK ANNE
7 FIRAT
8 KİMYA
9 KUŞLAR UÇURDUM AVCUMDAN
10 KALAN
11 GİDEMEM
12 HOŞGELDİN
13 BABAMA
14 DERSİMİZ SEVGİ
15 AY ÜŞÜRKEN DAĞLARDA
16 BELLUR
17 ÇOCUKLA ÖLÜM
18 DUYDUNUZ MU!
19 FATİH ÇOCUK
20 YUSUF
21 ŞIRA ZAMANI
22 ESKİ ZAMAN SAATLERİ
23 RESMİM
24 SUBURCU
25 YANAN GÜL
26 GÜLBEBEK
27 GÜLVER
28 LAZE/ZAR
29 ŞAİR
30 SEN NE ZAMAN ŞAİR OLDUN?
31 ŞİİR
32 ŞİİR YOLLA BANA
33 ŞİİRİM
1
ACI NİNNİLERİ
Ninni yavrum, ninni uyu
uyu da çabucak büyü
büyü yavrum büyürsen
neler alacağım sana...
Acılar alacağım
yokluklar alacağım...
Büyü yavrum büyürsen
saat alamadığım çocuk koluna...
kelepçeler alacağım
Büyü yavrum büyürsen
işsizlikler alacağım sana
açlıklar, horlanmışlıklar gözaltılar alacağım...
Alamadıysam da bisiklet çocukluğuna
fabrikalara, çarklara yönelteceğim
büyüdüğün zaman yolunu
koparıp alsın diye dişliler kolunu.
Uyu yavrum uyu da
büyü yavrum/büyürsen
zindanlar alacağım sana
yurdunu sevdin diye
ulusunu, özgürlüğü sevdin diye
hakkını aradın, doğruyu söyledin diye
idamlar alacağım
yargısız infazlar
müebbetler alacağım sana...
Uyu yavrum, uyu da büyü
Büyüyünce savaşlara salacağım seni
vurasın diye düşman diye gösterilen çocukları
bir ana yavrusu olduğunu
düşünmeden onların da
öldüresin diye nedenini bile bilmeden
savaşlara salacağım seni
insan kasaplarının ürettiği silahlar satılsın diye...
Uyu yavrum, uyu da büyü
Büyü ki bütün bunların
üstesinden gelesin
uyu uyuyabilirsen şimdi
Ninni...
2
ACI, ‘ACI’ OLABERİ
Öldün mu, yaşıyor musun
bilmiyorum gül yanaklım
dağ dağ, çöl çöl, dere tepe
arıyorum ören ören.
yok mudur seni bir gören!
Sen yaşasan, ben ölseydim
ağıtlarımın sunası
şimşekler ağdı başıma
ateşleri yana yana
gülüşlerin kaldı bana.
Hiç bir ateş yakmamıştı
beni yaşamımda böyle
Hiç kimse tatmadı bunu
Acı, acı ola beri
Yüreğimiz gömüt yeri.
3
ADINI YAZDIM
Çıkıp geldi o kara gün ansızın
karanlığın geldi çıkıp içinden
bir vardın bir yoksun sevgili çocuk
adını sulara, rüzgâra yazdım.
Yokluğa karışır nasıl bir anda
Yıllar yılı emekle büyüttüğüm
Her şeyimdin şimdi sensiz bir hiçim
adını annenin sütüne yazdım.
Sen bir yandın, ben her gün yanıyorum
mezar taşın bile olmadı çocuk
yüreğim olsun diye yattığın yer
adını canıma, kanıma yazdım.
Kaç bahar görmüştün daha hayatta
doymamıştın güzeli yaşamaya
senin yerine ben gideydim çocuk
adını sensize, çokluğa yazdım.
Gündüzümdün gecem oldun
Mecnun’undum Leyla’n oldum
yavrusuz ceylanım şimdi
adını çöllere, kumlara yazdım.
Adını ağaçlara, bulutlara, güneşe
sabahlara, mevsimlere, aylara
sesini arayan sesimle çocuk
adını kuşların tüyüne yazdım.
Ateşe dönüşen parmaklarımla
Yıldızlara bulutlara karlara
adını kardelen yapraklarına
ülkemin kıraç topraklarına yazdım.
adını saçlarının her teline
sabahların tan yeline
bebelerin küçük küçük eline
adını gözümün seline yazdım.
4
SEVGİLİ “AV”IM
kimi zaman kuş olurum
kimi zaman tavşan
olmam kurt, tilki
olmam sırtlan
hiç bir zaman.
uç uç güzel kuşum, uç
süzül göklerde
korkma
olmam hiç bir zaman avcı
olmam tüfek
olmam kurşun
kıyamam canına
minik bir kuşun.
kon dallarıma güzel kuşum
korkma düşmezsin tuzağıma
ökse olmam hiç bir zaman.
boa değilim, yutamam seni
dilersen kalırsın dallarımda
dilersen uçar gidersin tutmam seni.
5
BABAM ÇOCUK ÖLDÜRÜYORMUŞ IRAK’TA
Baban ne yapıyor, diye soruyorlar bana/uzakta
Ortadoğu denen oralarda, savaşta, Irak’ta? ..
Babam geleceği için o ülkenin
çocuklarını öldürüyormuş...
Ben de bilmiyordum bunu yaptığını
bir kaset göndermiş anneme
Yarımada denen bir ülkeden
O ülkenin televizyonlarında yayımlanan
görüntülü haberlerden oluşturulmuş bir kaset…
Çok sevindim babamı görünce ekranda
ne biçim bir uçağı vardı ama, dehşet!
Kendisi kullanıyordu o dev kuşu
gökyüzünün yedi kat üstünde uçuyordu
selamlaşarak bulutlarla aşağıya,
aşağıdaki topraklara misketler atıyordu
çocuklar oynasınlar diye herhalde…
Ama anlayamadım yere yaklaştığında
neden patlayıveriyordu bu misketler
neden ateş oluyordu oyuncak olacağına
neden öldürüyordu çocukları?
Babamdı atan misketleri oynasınlar diye
Çocuklara...
Öldüreceğini bilmiyordu her halde onların
atıp duruyordu durmaksızın
neden durmuyordu öyleyse,
oynayamadıklarını öldüklerini
gördüğü halde çocukların.
New York’ta, Washington’da, Orlando’da
soruyor büyükler, çocuklar
“Baban ne yapıyor uzakta
Ortadoğu denen oralarda, Irakta
savaşta? ..”
Masallar okurdu bana
uzaklara gitmeden önceleri babam
Bin Bir Gece masallarıydı adı
İçinde benzersiz, düşsel hanları
sarayları kervansarayları
dudak ısırtan, yürek yakan
camileri, yunakları,
altın musluklarından
ölümsüzlük suyu akan…
şadırvanları…
Onları bombalıyormuş babam
yok ediyormuş
on binlerce yıllık düşsel tarihi
anlatılmasın diye bir daha.
Baba baba nasıl yaparsın bunu bana
çok sevdiğimi biliyordun o Sinbatlı,
uçan halılı, Ali Babalı, Kırk Haramili
sihirli lambası olan Alaeddin’li
Bin Bir Gece Masallarını…
Bombalayıp yok edersen,
nasıl anlatabilirsin yeniden
döndüğünde onları bana
Artık olmadıklarını bile bile? ...
“Geleceği için o ülkenin
askerlerini öldüreceğim diye sivillerini de
öldürüyormuş babam, kadınlarını
yaşlılarını da, çocuklarını da...
Keşke kocaman bir uçağı olmasaydı babamın
keşke göklerde uçmasaydı
yarışmasaydı bulutlarla
el sallamasaydı kuşlara.
selam yollamasaydı bana onlarla...
misket de atamazdı o zaman aşağılara
aşağıda oyun yerine ölümü yutan çocuklara.
Baba baba duyuyor musun sesimi
bir düşman uçağının pilotu da
misket yağdırsaydı senin ülkene
o misketlere avuç açsaydım burada ben de
oynamak için, kapmaya çalışırken
kanlar içinde kalsaydı ellerim de...
Ne yapardın sen o zaman, baba
ölümle kucaklaşsaydım, acaba?
6
BİZİM DENİZİMİZ YOK ARTIK ANNE
Benim de bir annem vardı
benim annem değildi sade
bütün oğulların ve kızların annesiydi o, ülkemdeki
hatta dünyadaki bütün çocukların annesiydi belki…
Yüreği ardımsıra giderdi mayıs alanlarına
gözleri yollarda yorularak
ya ölüm haberimi ya beni beklerdi.
Ölüp ölüp dirilmektense
Mayıs şarkılarında.
benden önce ölmek isterdi.
Annem annelerin iyisiydi
toplandığımızda arkadaşlarımla
ülkemin kurtuluşu için evimizde
o, bizi sabırla dinlerdi
biz generalleriydik devrimin
o, kendince bir er’di.
Kınamazdı bizi hiç
“Size mi kaldı” demezdi
“Yurdun, ulusun kurtuluşu/
için ne gerekse
siz benden iyi bilirsiniz “ derdi.
Bir kuşluk vakti öğrendi
Denizin asıldığını
Ezim ezim ezildi yüreği
Yıkıldı yaşam evinin direği
çöktü yaşam duvarının bir yanı
çekildi canı.
Üzülme anam, üzülme iki gözüm
bir gün doğru dürüst oğulluk edemediğim
boynuna sarılıp doyasıya öpemediğim
anam üzülme/resmi duvarda asılı
haki renkteki bir gocuğa
sarınmış olan bu çocuğa…
başı göklerde olan yiğide acıma.
Acınılmasını istemezdi çünkü kendine.
Acınılmaktansa bir kez daha
Öldürülmeyi seçerdi yine o.
Yine de
hakkedilmemiş bütün ölümlere olduğu gibi
yüreğinin ta başında duydu acıyı anam…
uzun zamandır unuttuğu, böğründeki
sancıyı duydu anam.
Bir taş atsa okyanusu aşardı o
İstese Van gibi, Tuz gibi
Marmara gibi taşardı o.
Uzatsa elini yıldızları tutardı o
Derin bir nefes alsa Kızılırmağı
Asi’yi, Fırat’ı yutardı o…
Anaların binde değil, milyonda değil
milyarda bir doğurduğu
böyle cana, böyle bir yiğide nasıl kıyarlardı? ...
Kırılmaz mıydı elleri kalem kıran o yargıcın
yargıca buyruğu veren sehlik generallerin…
Kırılmaz mıydı parmakları ipi çeken çingenenin
Kırılmaz mıydı haberi duyunca
içindeki tüm sevinç tellerin
senin? ...
Bir daha denizi olmayacak ülkemin
bizim denizimiz yok artık anne!
7
FIRAT
Delice akar bir suydun zamanında
nice nice canları bedeninde uyuttun
durulmuş bir göl oldun sonunda
sen ey nehirlerin nehri
böyle acı duymamıştın sen Fırat
Fırat olalıberi
.
Delice akar bir suydun zamanında
Nice nice canları bedeninde uyuttun
hiç böyle üzülmemiştin gayri
yapabileceğin özge bir şey yok artık sevgili Fırat
Ağla bari...
Ağla sevgili Birecik kenti
ağlayın bir zamanlar sallarla insanları ve yükleri
Gazintep toprağından Urfa toprağına taşıyan SAL işçileri
Sizin yerinizi alan Birecik köprüsü de ağlasın
güzelim Fırat’ımı tepeden izleyen
on bin yıllık Birecik kalesi de
sen de ağla o kaleyi ev tutan
sen ey sevgili son kelaynak
sen de ağla…
Harran toprakları ağlıyor
giderek tuzlanmasına
verimsizleşmesine ağlıyor Şanlıurfa’mın
acı biberleri, İsotları yetiştiren topraklar
ayşekadın fasulyeleri
kokusu kırk gün sonra çıkan sarımsakları ağıyor…
Ağla içinde bıçağımı yitirdiğim Diyarbakır karpuzu
Hatay’ın topatan kavunları
Ağlayın ağamın bağışladığı topraklarımda
ektiğim ürünümden bire on değil
ona bir alamadığım hasatlar karalar bağlayın
halinize hepiniz, hepiniz ağlayın…
verimli Nizip toprağında
her yıl bire bin veren ben fıstık sen de ağla
bu yıl hiç ürün veremedim diye küşümlen
küşümlen küşümlenebildiğin kadar…
Ben ağlayamıyorum
kurumuş göz pınarlarım da onun için
Yerime siz ağlayın...
Oy için, iktidar için
araştırmadan, incelemeden
yapılan hizmet(!) ler sonucu
koca barajlar kuruldu.
sulama kanalları açıldı ama
bu topraklarda ürün alınamayacak artık
aşırı sulamaların sonucu
tuzlanmadan ötürü
bu topraklarda artık bitki yetişmeyecek..
İşte budur halkımın halı
biz yitirdik varımızı yoğumuzu
ey güneydoğu uşağı
kazandı ama biri, kazandı barajlar kıralı.
İşte bütün bu nedenlerledir ki
bağrına bas ta ateşten kor’u
Ağlasın herkes
herkes gibi sen de ağla ey
şiirimin bahtsız okuru.
8
KİMYA
Kimya deyince amerikyum gelir ilkin aklıma
o
halkına rağmen halksız cumhuriyeti
anlatan kelime.
Atom gelir kimya deyince
kendisi atmış gibi bombaların en alçağını
kimya öğretmenim gözlüklerinin altından
bakan, o bakışa eğer bakış denirse
feri kaçmış, çukura çökmüş gözleri
Hiroşimaya…
Kimya deyince ozon tabakası gelir aklıma
sanki onu delmek için icat edilmiş
gibi gelir bana bu bilim.
Depremler…
Sanki dinamit yerleştiriyor kimileri
Kavanoz dibine dünyanın
Sallıyor bir maşruku
Bir mağribi
Öldürüyor binlerce kimyayı bilmeyeni…
Silahlar geliyor aklıma
Örneğin en başta dinamit
Adını altın harflerle yazdığımız
Tarihin sayfaları arasından
bakıyor sırıtarak bizlere
bakın bakın bel bel
Nobel... Sininde yatmaya.
Kimyasal silahlar geliyor aklıma
Kimya deyince
On binlerce canı mort ediyorsun
bir düğmeye basınca…
Nefret ediyorum senden kimya.
İyi ki öğrenmişim yine de seni ya…
Özellikle de simgelerini…
Hiç zorlanmıyorum bulmaca çözerken
şıp diye oturtuveriyorum yerli yerine
rubenyum rb, renyum re, altın au,
gümüş ag, kalay sn, çinko zn…
Bakır’ı sorsana bana öğretmenim
Öğreninceye kadar neler çektim
Bakır: atom numarası yirmi dokuz
yoğunluğu sekiz nokta doksan beş
bin seksen dört santigrat dereceye doğru eriyen
doğal halde serbest ya da
bileşik halde bulunan
ısı ve elektriği iyi ileten
kolay dövülür,
kolay işlenir olduğundan halkım gibi
türlü işlerde kullanılır eski çağlardan beri
en çok da şurasını seviyorum:
KIZIL RENKLİ BİR ELEMENT BU
Simgesi cu…
9
KUŞLAR UÇURDUM AVCUMDAN
Nasıl kıyılır bir cana
sesim çıkmıyor acımdan
alevler taştı saçımdan
ben uçamıyorum ama
kuşlar uçurdum avcumdan.
Daha tanımadan Yar’i
ay kuşum sen ölme bari
vermeden son nefesimi
size taşıyan sesimi
kuşlar uçurdum avcumdan.
.
Küçücük bir kuş olsaydım
göklere kanat vursaydım
ben de sığsaydım dünyaya
ben uçamamadım ya, anne
kuşlar uçurdum avcumdan.
Yeşil bir ağaç altını
mezarım sayarsın anne
unutmayın e mi beni...
söylesinler diye ninni
kuşlar uçurdum avcumdan.
Sus artık ağlama anne
bu minicik kanaryana...
gidip konsunlar avcuna
yoldaş olsun diye sana
kuşlar uçurdum avcumdan.
10
KALAN
Avcılar dönüyor avdan
canlı
gülüşleri dudaklarında
ağızları kulaklarında.
kuşlar dönüyor avdan
cansız
avcıların çantasında.
Ormanda kalan kuşlar
şaşkın
gidenlerinin yasında.
Hep böyle yaslı mı kalacaksın ey kuş
Bak, sana geliyor sıra
Ne zaman baş kaldıracaksın daha?
11
GİDEMEM
”Gitme, gel…” diyorsun, bilmiyorsun
bin kokuşlu bir çiçek adıdır
”gitme gel”
sevgilinin kokusunu andırır
”Gitme, gel…” diyorsun, bilmiyorsun
arının adındadır “gitme gel”
arının balındadır
o balın tadındadır.
”Gitme, gel…”diyorsun, bilmiyorsun
bin bir esişli bir rüzgârın adıdır
”gitme gel”
insana sevdiğinin yüzünü taşır.
”Gitme, gel…” diyorsun, bilmiyorsun
bin yağışlı yağmurun adıdır “gitme gel”
her damlası aşkın
üstüne düşen...
”Gitme, gel…” diyorsun, bilmiyorsun
bin ötüşlü kuş adıdır “gitme gel”
her ötüşü sevdanın
ayrı şarkısını söyler.
Bin kokuşlu çiçeğim ben
arıyım, arının balıyım, balın tadıyım
bin esişli rüzgârım ben
bin yağışlı yağmurum
bin ötüşlü bir kuşum
Sevdayı haykırırım
”Gitme, gel…” diyorsun
”Gitme gel, gitme gel. gitme gel! ..”
duymuyorlar seni
gidiyorlar
kalmıyorlar...
Bana söyleseydin
gelirdim.
12
HOŞGELDİN
Merhaba sevgilim
hoş geldin
elin boş da gelmezsin hiç
gün ışığını eksik etmezsin yanından
bahar kokularını eksik etmezsin
gülüşünle
sevincinle gelirsin.
Karıştırırım ikinizin kokusunu
hangisi baharın, hangisi senin
ya da ne fark eder
zaten bahar kokuşlu
sen de bahar kokuşlu değil misin…
Hiç bekletmedin beni sevgilim
takınarak bütün güzelliğine her zaman
erkenden geldin
yüreğime su verdin gelişinle
çeliğimi biledin
gül gülüşünü saklamadın hiç benden
cömertçe sundun aşkını
sevgini benden hiç esirgemedin.
Hoş geldin sevgili
Ne hoş geldin!
13
BABAMA
Babama şiir yazamadım hiç ben
sanırım yazsaydım hoşuna giderdi
açıkça söylemese bile bilirdim
bizi uyuttuktan sonra her gece
gençliğinde defterine özenerek yazdığı
seçme şiirleri okurdu gizlice.
Aklınca sert adamdı babam
belli etmek istemezdi duygusallığını
sertliği yara alırdı şiiri sevdiği anlaşılırsa...
Babam hiç masal anlatmadı bana çocukluğumda
oturup baş ucumda yatağıma
ben otuz yedi derece ateşler içinde yatarken bile...
Oysa onu görmüştüm yalan değil, düş değil
Andersen masallarını ezberlemeye çalışırken gizlice.
Hiç öpmedi babam beni
otoritesi sarsılmasın diyeydi sanırım
öyle sandım ya da yıllar boyunca
utanırmış meğer çocuğunu öpmeye
bunu anlayabildim anca
gizlice beni öptüğünde.
iki uykumun arasında
bir gece yarısı, herkes yatınca..
Hiç balığa götürmedi babam beni
çünkü kendisinin babası da
balığa götürmemişti kendisini...
Demek ki babasıyla balığa gitmeyen çocuklar
çocuklarını balığa götüremiyorlar baba olunca.
Babam beni izlemeye gelmemişti
ilk diplomamın dağıtımında
benim de rol aldığım yıl sonu müsameresine...
duyar gibi olmuştum anneme fısıldadığını
tek bilet al git sen
bizim gibilerin müsamere nesine...
14
DERSİMİZ SEVGİ
Çıkartın kağıtları çocuklar
yazılı var
dersimiz sevgi.
Soru bir:
Sevgi nedir çocuklar?
Soru iki…
Sevginin yalın hali nedir?
Üç: Çoğul halini yazın sevginin.
Dört: yazın bakalım sevginin “i hali”ni…
”i hali” olur mu sevginin?
Ya “e” hali? ..
Son soruydu bu da..
Eee? ...
Yazsanıza…
Ne bakınıp duruyorsunuz öyle?
Korkarım yanıt veremeyeceksiniz çocuklar
sorularımdan hiç birine…
Nasıl vereceksiniz
sevgi nedir, öğretmedik ki size.
Bu durumda yapılacak tek şey var
sıfır veriyorum çocuklar
sıfır sıfır sıfır! ..
Size değil, yanlış anlamayın
size sevgiyi öğretmeyenlere.
15
AY ÜŞÜRKEN DAĞLARDA
Ay üşürken dağlarda
Üşür bulutlar da, yıldızlar da
ben üşümem,
bir yanardağdır çünkü
dağ başındaki bu yalnız yolcu
ısınır küllerinde.
göğ üşür, bulutlar, yıldızlar orada
tek başına oturan üşür
ben üşümem
ay üşürken dağlarda
ısıtır yüreğimi düşünmek seni.
16
BİLLUR
Keşke bir terazinin iki kefesi olsaydık
karşı karşıya olurduk en azından
Konak ile Karşıyaka gibi...
Anadolu Hisarı’yla Rumeli Hjsarı gibi
Ne kadar özverili olursak olalım
bir yerden veriyor patlak yaşam mutlak.
Aslında birer “billur”uz her birimiz
korkumuz bu, un ufak oluruz bir dağılırsak
döneriz bin kurşun yemiş fanustan bir saraya
Sonra topla parelerimizi işin yoksa, getir bir araya...
Hangi kitre tutundurabilir bundan sonra bizi bize
hangi Japon yapıştırıcı
dört yüz dört, tiner…
Gitti gider…
Keşke billur birer kab olsaydık
belli olsaydı daramız
dışardan bakıldığında
görülebilseydi yaramız...
Dua etmek zorunda kalmazdı
durumu kurtarmak için içimizdeki Şaman
O zaman kıramazdık billur fanusumuzu
hiç bir zaman..
17
ÇOCUKLA ÖLÜM
Boşuna uğraşmayın anlatmaya
anlatamazsınız ölümü çocuklara
annenin özlenen dudakları
konamayacaksa bir daha alnına
ölümü nasıl öğretirsiniz ona?
Boşuna uğraşmayın ölümü
anlatmaya onlara
insanın yıllar yılı kendine verdiği emeğin
yok oluşunu bir anda
nasıl anlayabilir bir çocuk
anlayamazken bir baba
nasıl olup da açılmayacağını kapanan
güzelim kadın gözlerinin bir daha? ..
sevecen parmak uçlarının bir daha
dokunamayacağını saçlarına
gülümseyemeyeceğini asla
gülümseyemeyince de bir çukur
açılamayacağını utangaç yanağında
nasıl anlayabilir bir çocuk
anne gömülürken topraktan çukura?
18
DUYDUNUZ MU!
Duydunuz mu isli sobam
renksiz televizyonum
tuşları kırık bilgisayarım
sevdiğim kadın da beni seviyormuş...
Olacak gibi mi bu çocuklar
geceleri uyku girmiyormuş gözüne
çıra gibi yanıyormuş benim için
aslı varsa...
Sen de duy, üç ayaklı masam
kulpsuz çaydanlığım
ince belli çatlamış çay bardağım
bu işte anlayamadığım bir yanlışlık var
sevgilim de seviyormuş beni
benim kendisini sevdiğim kadar.
Ne duruyorsunuz
çiçeklik yaptığım lazerim
kırık aynam
rafsız kitaplarım
gelin kutlayalım bunu
tadını çıkartalım sevmenin
sevilmenin yani
uyanmadan düşünden
aşkla yaşamanın...
Anasını satıym.
Yaşamak
ne kadar
güzelmiş meğer!
19
FATİH ÇOCUK
Dün Fatih Mollahasanuşağı Mahallesinden F. A. adlı tinerci bir çocuk Alleben Köprüsü’nün altında ölü bulundu. -
(Gazeteler)
Doğdun Fatih, doğduğun gün
-başında kavak yelleri esti
düğün bayram etti- baban
“Oğlum oldu! ” diye kurbanlar kesti.
Ziyafetler verdi arkadaşlarına bir meyhanede
yenildi içildi kasap havaları oynandı
helva dağıttı Fatih, baban kendinden fukaralara
kahvede ısmarlanan çayın bini bir para…
Annen dokuz ay karnında taşımıştı seni
gururla, yüksünmeden, sızlanmadan bir gün bile
doğurdu bin acıyla, yemedi yedirdi,
uyumadıuyuttu gecelerce,
hastalandığında o da hastalandı
ateşin yükseldiğinde seninle yandı
bir dirhem daha süt içirebilmek için peşinde koştu
senin için çekilen Fatih, acılar bile hoştu.
Adını Fatih koydular gururla
deden üfleyip okudu kulağına
kendilerinin yetmemişti takadı
senin fethetmeni istiyorlardı hayatı.
altın top oynadı annen babanla, hoppala sektirdiler
salıncaklar kurup salladılar seni, cibinlik yaptırdılar
yemesin diye sinekler taze yüzünü
bir de güzel, şirin, toramandın ki Fatih
sevmeye doyamazdı komşular
kucaktan kucağa taşırlardı
“tu tu tu maşallah, nazar değmesin…” diyerek
tahtalara vurup kıçlarını kaşırlardı
Okul zamanın geldiğinde sigarayı bırakıp, para artırdı
yepisyeni sim-siyah önlükler yaptırdı sana baban
ap-ak yakalar, bir de ayakkabı aldı yenice,
Dünkü önceki günkü gibi nikotin krizine girse de yine
Dert etmedi, sen vardın ya, diyecek yoktu keyfine
Öğrendin / / / / Eğri,.. düz çizgiler çizmeyi böyle,
A’yı, b’yi, c’yi hemencik öğrendin
Öğretmenin “okut bunu” diyordu babana, “çok akıllı,
büyük adam olacak eğer okursa, beni dinle! ”
Fatih, annen de baban da gurur duyuyordu seninle.
Bu yıl ilköğretimi bitirecektin eğer
uymasaydın kötü arkadaş sözüne,
düşmeseydin kötü arkadaş peşine
esiri olmasaydın tinerin Fatih
ne okulu bırakacaktın ne de kahırlarından
ölmek yerine annen baban tadacaklardı neşeyi
öğrenmeseydin ondan gelecek lanet keyfi
tatmasaydın lanet olası o şeyi.
Duydum ki Fatih itinkinden farksız görmüşler
o sefil yaşamını
hiç düşünmeden senin de
bir ana kuzusu olduğunu
bu hallere düşmenin nedenini
vurup devirmişler Fatih
tinerin kemire kemire
cılızlaştırdığı bedenini.
Cesedin Alleben Köprüsü’nün
altında bulunmuş
kokuşmaya başlayan cesedin günler sonra
yoktu her halde avanen peşinde o sıra
yalnız yakalanmış olmalısın Fatih o gece,
gücün yetmedi her halde
senden de kaba olan bir güce.
Bu yıl lise giriş sınavlarına katılacaktın
sen de, Fatih
o kahrolası yaşamı seçmeseydin ve ölmeseydin
güldürecektin sen de düş kırıklığına uğratmayarak annenin, babanın, öğretmeninin gül yüzünü
tattırmayacaktın onlara hüzünü.
Sen gittin, “iyi ki öldü” dediler ardından,
“kurtuldu…” dediler kimileri
ama daha yaşıyor senin gibiler
senin gibilerin onlarca onu
Dilerim başka Fatihler yaşamasın
aynı yaşamı Fatih
aynı sonu.
20
YUSUF
Yüreğinden ince bir nehir akar Züleyha’nın
aşkım haberini veren kimdir ona
Yusuf diye inildeyen dalgalar mı?
nereden gelirsiniz
nereye gidersiniz dalgalar
içinizde Yusufu gören var mı?
Yusuf ince bir acıdır
parmaklardan yüreğe akan kan
kesilmiş dilim dilim elma kabukları
var mı bu aşkı anlayan?
Kınamayın sevmemeli diye
aşık olmamalı diye
tanrı katında olanlar
asıl onlar sevmeli
onlar yarattı çünkü aşkı
aşktan asıl onlar anlar.
Anlamak isterseniz Züleyha’yı
işte bıçak işte elma
soyabilirseniz soyun…
sonra kendinizi
onun yerime koyun.
Acılar en çok Züleyha’yı vurur
içine akıtmak zorundadır sevdasını da
onun için.
Sormayın, ona
“Züleyha,” diye “nedir yasın? ..”
dilerim hiç kimse Yusuf’u sevmesin
hiç kimse Züleyha olmasın!
21
ŞIRA ZAMANI
Sen ey vak’ayi-nüvis’i hayatımın
ipekten doku, gülden doku
zaman tezgahında yürek çiçeklerimi
meyveye dönüştür sonunda
tarih at şıra zamanına...
sen ey vak’ayi-nüvis’i hayatımın
tarih düş doğurduğun zamana beni
düştüğün gibi birleşeceğimiz zamana da
ölüm olmasın sakın
hiç şıra zamanında
22
ESKİ ZAMAN SAATLERİ
Her eski saatini yenisiyle değiştirirken
bir neden bulursun bırakışa...
Sen ey eski zaman saatlerinin ustası
onarsana eski saatlerini
değiştireceğine yenileriyle.
Bilmiyor olamazsın
yumsan da gözünün önünden geçerler bir bir
Hiç bir yeni saat eski saat değildir.
23
RESMİM
uzgörün varsa eğer
gözlerinin önüne getirebilirsen
işte ben:
Saçları sıfır numara kesilmiş
tepesindeki keller belli olmasın diye…
Kulakları kepçe gibi
adına gül diyorlar
batıcı gelmemesi için.
yüzünde kocaman bir Diyarbakır çıbanı
Tıraş olmadığım gün ucubeye benzerim
tıraş olursam ortaya çıkar yüzüm kırış kırış
dudaklarım kurumuş, çatlamış,
öpüşmeyi unutmuş...
Boynumda gıdım çıkmış
karnım sıtmalı çocuklarınki gibi şişkin
Kıllarla kaplı bedenim
bıyık gitmiş sakal gitmiş hatta
o sevdiğim kapkara rengi gitmiş kıllarımın…
Resmimi istiyordun
işte sana resmim.
hayal edebiliyorsan hayal et beni.
Kim hayal etmek ister ki böyle bir bedeni?
24
SUBURCU
Bir gün çenesi ‘Sakallı’ bir adam gelir Gaziantep’e
bir fırça sol elinin parmakları ucunda
içinden tavşan çıkardığı torbası öbür yanda
konuk olur konuksuz Ali Veli Oteline, Suburcu’nda...
Hastalanırız -şeytanın kulağına taş- birimiz bir gün
Çıkarız, her gün açan,
vakti kerahat geldiğinde ‘cin’ini
Hastasız Doktor Mitat Bey’in
Camlıkahve karşısındaki taş merdivenlerini...
Bir otobüs gelir durur bir gün
İstanbul Garajı’nın kapısında/tahtadan tekerleri
İstanbul’a doğru yola çıkmaya hazır
Fındıklı-Toros, ya da Çayırağası yazar üstünde
dert etmeyen üç gün üç gece sürecek yolu
içi, içi-içine sığmayan yolcularla dolu.
Bağırır kapısında İstanbul Garajı’nın
Muharrem Abi, avazı çıktığınca, gururlu
tıka basa doldurmak için otobüsü
Biletler üç otuz pula
’İstanbul’a İstanbul’a İstanbul’a! ..’
Muharrem abi Muharrem abi
İstanbul garajı mı yalnızca
bütün İstanbul mu senin yoksa
deniziyle, martılarıyla
kamyonları karşıya geçiren araba vapurlarıyla...
Beni de katsana yolcuların arasına
muavinlik ederdim sana
oturmasam da olur
ayakta gideblirim her uzun yola
otobüsümüz Gâvurdağı’nda bozulsa da...
Göremezdim bu düşü
bunca küçük olmasaydım
babamın kitapçı dükkânı önünde oturup
ortası delik o hasır kürsüde, uyumasaydım
Ne kadar büyümeli sizce bir çocuk
çıkabilmek için o gizemli, uzun yola?
iki elimin parmakları kadar olmuş yaşım, saydım
Keşke çocuk olmasaydım!
25
YANAN GÜL
Yüreğim
mahzenlerde unutulmuş şarap
zındanlarda çürütülmüş kalebent
dünyanın en keskin bıcaklarıyla kesilmiş
onulmaz yaralar alan yüreğim
dilim dilim
al, tak onu takabilirsen
alevden bir gül
yanan bir gülden zincir olsun boynuna sevgim
Labirentlerinde firavunların kilitli
bozulmayan bedenlerine eş
karakorsan’ın bin yıldır arayıp
bulamadığı sandık sevgim…
Al sana uzatıyorum onu
kokusuz, görkemsiz
alelade bir dal, dikenli
solgun sarı bir gül sevgim
boynuna takayım eğil
taşıya.bilirsen eğer
ama bil
ki onu taşımak
kolay değil.
Bir yük sevgim
hiç bir yaşam şilebinin
taşıyamayacağı kadar ağır…
Sana yolluyorum onu
dünyanın en küçük
en yaralı adasından
çıkartarak yola…
Al, taşı taşıyabilirsen
yakarken yanar
yanabilirsen sen de yan
boynuna alevden bir gül
gülden zincir
küçücük adamdan erimsiz
büyük ada’na armağan sevgim.
26
GÜLBEBEK
Gül
bebek...
Gülebildiğince gül hele
gülemeyeceksin nasıl olsa
büyüyünce bir daha..
Her yaş dönümünde
bir kat daha vuracaklar sırtına
büyüyecek kamburun
ağır olacak
yükün senden.
Şunu iyi bilmelisin Gülbebek
yüzyıllardır boşuna avuttular bizi.
’yarın bizim’ diyerek
Bizim olmadı hiç bir zaman bir tek yarın
olacağı da yok bundan sonra
İşte bu yüzden diyorum ki
hazır hiç bir yük yokken sırtında
kelebek ol da uç bebek
agucuklar yolla sağa sola durmadan.
Gül, gülebildiğin kadar.
27
GÜLVER
“Gül veren el gül kokar”
gülver.
Bir göze gül veremem ama
her güle bir söz veririm
her güle öz veririm
her güle bir göz veririm.
Verdim eskimiş bütün gözlerimi
güller aldım yerine
daha iyi görüyorum şimdi dünyayı
Şurada hemen, yakınlarda bir yerde
bir güle bin can verenler var
benim iki gözüm ne ki! ..
“Gül veren el gül kokar”
GÜL VER sen de! .
28
LAZE/ZAR
Ölü laleler bahçesindeyim
kesildi kırmızıların ağıdı
her biri bir padişaha tâc oldu
göğüslerine inci
sultanların göztaşından.
Nedim’e kalan nedir bu sayfadan
çatıdan çatıya kaçmak mı?
Bence laleler en çok
onun için ağladı.
Ağla ey gül
ağla sen de
belki gül-i-zar’e kalır adın bir gün
değiştirilir nedimelerinle de
olur nedimlerin senin de
ölür Nedim’lerin senin de.
29
ŞAİR
Şairsin
acılar hamalısın
kendini içerek yaparsın işini
yükün ağır.
boncuktan inci
bakırdan altın
ay ışığından gümüş yapansın
sözcüklerdir yükün.
Piramidin tepesine tırmanırsın
durmadan yorulmadan gündüz gece
oradadır şiirin...
oysa acılardır bulacağın orda
inci acılar
bakır acılar
altın acılar
gümüş acılar...
Kendinden kendine taşırsın yükünü bin yıldır
hiç yorulmaz mısın? ..
delisin şair
yıkarsın dünyayı teline dokunulunca
telin de öylesine ince ki
dokunamam
titrerim her an
yanından geçerim usulca
incinir korkusuyla...
Bir şairle yaşamak zor
kimi zaman pişman olurum doğduğuma
ilenmek isterim ilenenem sana
kıyamam…
Saman alevi gibisin şair
fırtınan uzun sürmez.
beki bir dakika, belki daha az...
gün boyu sürmez hiç
ama o bir dakika yok mu
ömrümü yer
o gün kıvranır dururum akşama kadar
elim ayağım tutuşur.
Ya sen sen ne haldesin o ara?
Bir şair boğulur mu kendi girdabında?
Üzülüyorum seni üzdüğüm için
ama sen de öylesine çabuk üzülürsün ki
elinde değil bilirim
elinde olsaydı
üzülmeseydin
şair olamazdın.
Şairlik zor zenaat
tamam
ama
şairin yürek uçunda yaşamak da kolay değil.
Bugün olabildiğince durusun
şiirin senden güzel
sen şiirinden de güzelsin
şair
memnunum
hep böyle dingin aksa sular
Sen sabah kadar güzelsin
şiirin gündüz...
kendi aydınlığınızı yıkamaktasınız ikiniz
Ne yapıyorsun şair yine böyle sabah erken
geceden beri
şiir mi dokuyorsun
varolma nedeninin bu
görmeseydim şaşardım
seni şiir gergefinin başında.
Şiirim olsaydı şair
sana benzerdi
ben senin şiirine
benzeyemedim.
30
SEN NE ZAMAN ŞAİR OLDUN?
Sakın 'sen ne zaman şair oldun'
diye sormayın bana
tam on iki yıl
öğrenci oldum iyi bir şairin kapısında
ellimden sonra.
Bu bir alicengiz oyunudur
yıllarca çıraklık yapmış da
hiç bir şey öğrenememiş gibi
davranmıştı Keloğlan da...
Neler oldu biliyorsunuz
masalın sonunda...
İtiraf etmeliyim
çok şey öğrendim ustamdan ama
biliyorum hala su dökemem eline
dahası
saklarım sairliğimi
söyleyemem solda sağda
utanırım şiir yazmaya
onun gibi iyi şairler varken
yaşadığım çağda.
31
ŞİİR
ŞİİR bir çiçek değil
yaprakçıklardır
taç yapraktır şiir.
ŞİİR bir ırmak değil
su zerrecikleridir..
Sözcükler değil.
sözdür ŞİİR
Sözcüklerin en güzellerinden seçilmiş
özdür ŞİİR
Büyük harflerle yazılır
Şairin göz nurudur o, alınteri
Ehramın tepesidir yeri.
Gördüğünü sanırsın ama yoktur
Çölde vaha sanırsın değildir
aslında seraptır ŞİİR.
Hurma ağacının altında pınardır.
Koşarsın kapanırsın üstüne
içmek istersin yudum yudum
yakan kum olur yapışır dudaklarına.
karşılıksız aşk gibi bir şeydir.
ama öte yandan
şifalı ottur ŞİİR
onulmayan dertlerini ondurur.
Nazlı bir ceylandır o
berk kaçar
yakalamak belki bir ömür sürer
yakalayamamak da öyle…
Efsunlu içkidir
esrikleştirir aymazları
ayıkları sarhoş eder.
İşte böyle karmaşık
anlaşılmaz bir şeydir ŞİİR
sevgililer gibidir.
32
ŞİİR YOLLA BANA
Şiir yolla bana, şiirler
İyi gelir ayrılığa, acıya, yasa
bin kokulu elvan çiçeklerden
iyi gelir şu ara bir şiir bana.
Ak ellerinin resmi gibi
kahverengi gözlerinin feri gibi
memleketimin kırık coğrafyası gibi
şiirler yolla bana.
Hakketmediğimiz acıları
umutsuzlukları
savaşsızı anlatan şiirler yolla...
Okunmamış, söylenmemiş, yazılmamış
şiirler, memleket şiirleri...
Şiirin memleketi olur mu?
Olmaz...
Öyleyse memleketsiz şiirler yolla bana.
sınır tanımasın dizeleri...
Kızıl kor rengi olsun sözcükleri
simyacıların bin yıldır gümüşe
döndüremedikleri bakırı Altın’a
dönüştüren şiirler yolla bana.
Cerenler koşuşsun içinde şiirlerinin
az sonra vurulmaya hazır, avcısına
ki onlar geyiklerine sevdalı
cereni uğruna boynuzlarını fedaya hazır
kıyasıya vuruşan geyikleri anlatan
şiirler yolla bana.
Öpüşmeye hasretelik çekenlerin
öpülmemiş sevgili avuçlarının içlerini
öpme özlemini yansıtan
şiirler yolla bana.
İyiyi güzeli doğruyu
özgürlüğü eşitliği söylüyor diye
zındanlarda çürütüldüğü
asıldığı ülkelerde
yaşamanın bedelini ödeyen gençlerin
aydınların, yazarların, şairlerin
serencamını anlatan şiirler yolla bana.
Şiir yolla
şiirler yolla bana
iyi gelir ayrılığa acıya, yasa
bir bir kokulu elvan çiçeklerden
iyi gelir şu ara
bir şiir bana.
33
ŞİİRİM
Şiirim modern bir şiir değil
ama küf de kokmaz dizelerim
imgelere yer veririm kimi zaman
Anlaşılabilirdir genellikle
içinden nehirler akar.
Aşık şiiri değildir şiirim
saray şiiri hiç değil
ölçülü uyaklı yazmamaya özen gösteririm
ama kimi şiirlerimde ölçüyü de uyağı da
kokpite, VİP’e alırım çaktırmadan.
Şiirim dürüst bir beyefendidir
kravat takmaz
süssüz hanımdır
ayak tırnaklarını cilalamaz
anaç kadındır/hep
iyi oğullar
iyi kızlar doğurur.
Durgun su değildir şiirim
coşkundur Fırat gibidir
hatta Karadeniz’dir takaları sallayan
fırtınadır boradır zaman zaman
Tanrı dağlarını aşıp/donmuş Berring
buzlarında at koşturarak
yurt edindiği yeni dünyasını dalayan
Ranger’lere gönderdikleri ateş okudur
şiirim, Kızılderili dedelerimin
hedefini şaşırmayan.
El öpmeyi sevmez, elini öptürmeyi de ama
iyiden, güzelden, doğrudan yanaysanız
elinizi öper, uğrunuza ölür
yaramaz biriyseniz insanlığa
ısırır, yaklaşmayın yanına.
Kuyumcu terazisi değildir
ama kantardır en azından
haklıdan yana olan ‘kefe’si ağır basar
yoksuldan
ezilenden, horlanandan yana olanları
şiirim
sırtında taşır.
Kayıt Tarihi : 8.8.2008 22:25:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!