Gülsüm - Öykü Şiiri - Mahir Çiçek

Mahir Çiçek
165

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Gülsüm - Öykü

O yıllarda şehirler, sayılı mahallelerden müteşekkil evler iç içe dar sokaklarda sırt sırta yapışık toprak damlı geniş avlulu, avlunun etrafı yüksek duvarlarla çevriliydi. Evler bitişik olmasına rağmen komşu komşuyu avlu duvarlarının yüksek oluşundan bir birilerini göremezlerdi. O yıllar öyle yıllardı. Eşkıyanın arsızın ursuzun kol gezdiği yıllardı.

Musa Efendinin konağı bu mahallelerden birindeydi ama o evlerden değildi, benzemiyordu, onun evi bir konaktı. Musa efendi seksen küsur yaşlarında, muhitinde sözü dinlenen, ilmiyle hoş sohbetiyle itibar gören, mahallenin ileri gelen eşraflarından birisiydi. Asmalı sokağın köşe başında bulunan cumbalı konağında, kalabalık ailesiyle birlikte yaşıyordu.

Musa efendinin konağı asmalı sokağa cepheliydi ama, diğer evlerin tersine avlusu ve bahçesi konağın arkasında ve yüksekçe taş duvarla çevriliydi. Avlunun biraz ötesindeki bahçede korunaklı ve bakraçlı derin su kuyusu, sol tarafında zer zeminli kileri, konağın fazla eşyalarının saklandığı bir de salaş deposu vardı. Avlunun sağ tarafında halayıkların yaşadığı müştemilatı, bahçenin sonlarına doğruda evin ihtiyacını karşılayan büyük baş, küçükbaş hayvanların ahır ve samanlığı mevcuttu.

Musa efendi konağında evli oğullarıyla birlikte yaşıyordu. Kızları özel günlerde ziyaretine geliyor, el öpüp hayır dualarını alırlardı. Musa efendi böyle davranmalarının gerekli olduğunu düşünenlerdendi. Kızların evlendikten sonra sık sık baba evine gelmelerinin pek doğru olmadığını söylerdi.. Gözleri gönülleri yuvalarında olsun ister ayrıca tembihlerdi de. Sizi yalnız bırakmam ara sıra ziyaretinize gelir torunlarımı sever varsa ihtiyacınız hallederiz tamam mı yavrularım der onları kırmaz gönüllerini alır evlerini sahiplenmelerini isterdi. Hiç bir zaman damatların yanında, kızlarına ve torunlarına bahşiş dışında, maddi yardımda bulunmazdı. Damatlar yüz bulup alışkanlık haline getirmesinler diye.

Musa efendi, bir bayram arifesinin sabahında halayıklardan Ali ve Davut ağalara, küfelerini yanlarına almalarını söyledi. Bayrama birkaç gün kalmıştı. Konağın ihtiyaçlarını temin etmek için beraberce kapalı çarşının yolunu tuttular. Kapalı çarşı ve bedestenden küfe dolusu erzaklar aldılar. Gün batımına yakın, geldikleri gibi yine o dar sokaklardan Musa efendi önde ellerini arkadan bağlamış vaziyette yürürken ağalar sırtlarında lebalep dolu küfeleriyle Musa efendiyi takip ederek konağın yolunu tuttular. Asmalı Sokağın iki sokak aşağısında bulunan, Serinyer Sokağının ortaların vardıklarında, o avlusu önde olan evlerden birinde çocuk ağıtı ile karışık inleyen bir kadın sesi duyar gibi oldular. Musa efendi olduğu yerde durdu ellerini arkasından çözerek, ağıdın geldiği yöne doğru dönüp, sağ elini kulağına götürdü. Halayıklarına işmar ederek sizde duyuyor musunuz dedi. Halayıklar evet duyuyoruz çocuk sesine karışan sanki iniltili bir kadın ağıdına benziyor dediler.

Musa efendi halayıklarına hele bir yükünüzü indirin soluklanın ağalar dedi. Sesin geldiği yöne doğru yürüdü. Kerpiç duvarda eğreti duran yıpranmış, büyükçe ahşap deve kapısının önünde durdu. Emin olmak için kapıya kulağını dayadı. Halayıklarına dönerek evet sesler bu evden dedi. Kapının at nalına benzer dövme demirden yapılmış halkalı tokmağına birkaç kez vurdu. İçeriden gelen ağıt seslerinin bir an kesildiğini duydu ısrarla kapının açılması için tekrarladı. Avludan kapıya doğru ilerleyen biri kim o diye ses verdi, bu ses bir kadın sesiydi. Büyükçe kapının üzerinde bulunan küçük kapının sürgüsünün açma sesi duyuldu. Hafiften kapı aralandığından, ağzını yaşmağı ile kapayan gözleri ağlamaktan kızarmış biteviye burnunu çeken genç bir gelin birini mi aramıştınız dedi.

Birini aramıyorum kızım bu evden ağıt sesi duydum beni yolumdan etti. Gidemedim bir türlü, ağlayan senmisin evladım dedi. Yok dede ben değildim bilmem ki kimdi dedi. Musa efendi gelinin gözlerine baktı o olduğundan emindi, ağlamaktan gözü kan çanağına dönmüştü zira. Israrla; - Evladım saklama, ağlayan sendin bundan eminim dedi. Ben değilim dediyse de gözlerine hâkim olmadı. Sanki hazırda bekliyordu yağmur gibi boşaldı gözlerinden yaşlar.

- Senin deden sayılırım, benim torunumdan da küçüksün. Hadi nedir derdin söyle evladım. Söylemezsen ilahi huzurda iki elim yakanda olur aç kapıyı da derdini anlat dedi. Sokak kapısı olan büyükçe deve kapısının üzerinde bulunan küçük servis kapısı içeri doğru açıldı. Musa efendi halayıklarıyla içeri girdi. Genç kadın ürkek çekingen boynunu bükmüş ağlıyor titriyordu. Geniş avlunun ardında bulunan tek katlı salaş evin eşiğinde oturan dört ila altı yaşlarında gözleri ağlamaktan kızarmış sümüklü iki kız çocuğu yerinden kalkarak analarına doğru yürüdüler.

- Bu çocuklar niye ağladılar da gözleri kızardı peki söylermisin evladım diye sordu genç kadına.
- Genç kadın, babaları yemenden dönmedi yetim kaldılar, bize göz kulak olacak kimsemizde yok. Devlet yardım edecek dediler ama ne arayan oldu nede soran, çocukları doyuramıyorum dedi.
- Musa efendi ileride tüten ocağı gördü. Üzerinde dışı isli bakır tencereye doğru yürüdü. Tencerenin kapağını açtı, buharı dağıldıktan sonra gördüklerine inanamadı, tencerede patates ile soğan haşlanıyordu.

- Kızım, bu o ocakta kaynattığın ne diye sordu!
- Patates ile soğan haşlıyorum ama yemiyorlar, un olmadığı için ekmek yapamıyorum, anne ekmek istiyorum diye ağlıyorlar. Büyük olanı ekmek istiyorum anne diye ağlayınca küçüğü de ona uyup ağlıyor.
Musa efendinin gözleri doldu, belli etmemek için elinin tersi ile gözyaşlarını sildi, halayıklarına,
- Küfenin içerisinde ne varsa girin içeri hanım evladımın göstereceği yere boşaltın bakayım haydi aslanlarım dedi.
- Genç kadın ağlayarak ama dede ben hak etmedim ki nasıl kabul ederim
- Hak ettin evladım hem de fazlasıyla,
- Adını söylermisin kızım dedi Musa efendi genç kadına
- Adım Gülsüm efendim dedi genç kadın
- Gülsüm evladım, şu andan itibaren Allah'ın huzurunda yemin ederim ki sen benim öz evladımsın. Şimdi beni iyi dinle, çocuklarını da al çarşıya gidiyoruz.
- Musa efendi halayıklarına dönerek, ağalar bizi takip edin kızım ve torunlarımla çarşıya gidiyoruz dedi.

Gülsüm ve çocuklarının ne ihtiyaçları varsa fazlasıyla alındı. Dönüş yolunda yine o dar sokaklardan geçip, Serinyer sokağında ki, Gülsümün evinin önüne geldiler. Musa efendi, hafiften sırtını yan dönerek avcı yeleğinin koyun cebinden beş sarı lira çıkardı Gülsüm’ e dönerek bir ihtiyacın olursa harcarsın al kızım dedi.

- Zaman zaman bu Ali ve Davut ağabeylerini sana göndereceğim, onlar senin ve çocuklarının ne ihtiyacı varsa temin edecekler. Yine tekrarlıyorum sıkıntın olur da saklar söylemez isen, İlahi huzurda senden davacı olacağımı bilesin, bu sözlerimi unutma. Hadi şimdilik Allah'a emanet ol, dedi. Huzur içinde halayıkları ile birlikte konağının yolunu tuttu.

Gülsüm bu sefer mutluluktan ağlıyor, hey yüce Mevla’m sen nelere kadirsin sabah neye ağlıyordum şimdi neye ağlıyorum diye şükretti. Efendi dedesi evliya gibi yetişmişti imdadına, onun bu âlicenaplığı için ellerini duaya açıp onun için yakardı.

Bu böyle devam ededururken, Musa efendinin tavsiyesi üzerine Gülsüm halayık Davut ağanın oğlu Zabit ile evlendirildi. İki erkek çocuğu dünyaya getirdi. Büyük olanın adını Musa, küçük olanın adını da Davut koydular. Musa efendi, halayık Davut ağanın ölümünden sonra boşalan yerine oğlu Zabiti halayık olarak aldı. Aynı konakta uzun yıllar beraber yaşadılar. Gülsüm, Musa efendi için hep aynı duayı niyaz etti.
………………………….
Yirminci asrın ilk çeyreği yani cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda devrimlerin etkisiyle kahve haneler de modernize olmuş kıraat hanelere dönüşmüştü. Hane kelimesi yerine salon kelimesi kullanılıyordu. Daha sonraları bu kıraat salonlarının bir tarafında günlük gazeteler ya da kitaplar okunuyor, diğer tarafında yeşil çuha kaplı masalarda, renkli topları deliklere tıkmak için isteka denen sopalarla oynanan bilardo oynanıyordu. Gençler bu düzene bayılmışlardı, bilardo masası başında arada bir istekalarının ucunu çivit mavisi küp tebeşire sürerlerken bilmiş havalarında duruşlarına diyecek yoktu.

Mahalle meydanına açılan sokağın başında açılan kıraat haneyi, Gülsümün büyük oğlu Musa dan olma torunu Mahmut çalıştırıyordu. Kıraat hanenin çay ocağına yakın olan yer de duvarda sırmalı çerçeveli, Atanın mareşal üniformalı yağlı boya resmi asılıydı. Hemen altında Mahmut beyin çalışma masası, masanın önüne serilmiş küçük bir halı. Karşılıklı konulmuş üzeri geyik postuyla kaplı iki adet kollu tahta koltuklar vardı. Çay ocağının diğer yan tarafında kıraat salonu, kıraat hanenin diğer yarı kısmında da üç adet bilardo masası, oyunu seyredenler için çepeçevre dizilmiş seyirci iskemleleri vardı.

Çalışma masası önünde kollu iskemle koltuklardan birine oturmuş yaşlı ama dinç görünümlü, temiz giyimli saçı sakalı ağarmış nur yüzlü bir adam açık çayını höpürdeterek içiyordu. Arada bir kıraat hanenin sahibi Mahmut, yaşlı nur yüzlü adamın yanına geliyor hatırını soruyor açık çayını tazeliyordu.

Bir ara kıraat hanenin kapısı açıldı. İçeri saçı sakalı ağarmış ileri yaşlarda bastonla ilerleyen iki ihtiyar girdi şöyle bir etrafı süzdüler çalışma masasının önünde kollu iskemle koltukta oturan yaşlı nur yüzlü adama doğru ilerlediler. Sırayla yaşlı adamın elini öptüler. Selamlaşıp bayramlaştılar. Nur yüzlü yaşlı adam, piri ihtiyarlara hayır dualar etti, berhudar olun evlatlarım dedi. Köstekli saatinin gümüş zincirinin sarktığı avcı yeleğinin koyun cebinden iki adet Reşat altınını çıkartıp onlara verdi. Kıraathane sahibi Mahmut ihtiyarlara çay ikram ederken verilen altınları görmüştü. Nur yüzlü yaşlı adama dönüp dedem benim, hakkım bakimi dedi, nur yüzlü yaşlı adam elbette evladım senin hakkın elbette baki dedi.

Bilardo oynayan gençler olan biteni an be an izlemişlerdi. İçlerinden külhanbeyi görünümlü olan, kollu iskemle koltukta oturan nur yüzlü yaşlı adama doğru ilerleyerek;
- Utanmıyorsun be adam, baban yaşındaki bu beli bükülmüş ihtiyarlara elini öptürmeye, üstüne üstlük bir de bayram haçlığı veriyorsun.
- Nur yüzlü yaşlı adam, evladım neyine gerek git sen oyununu oyna dedi.
- Külhanbeyi kılıklı genç, bak utanacağı yerde hala ukalalık edip konuşuyor, yaşlı adama vurmak için elindeki istekayı kaldırdı. El öpen yaşlı adamlardan biri külhanbeyi gencin kolunu tutarak vurmasını engelledi.
- Ne yapıyorsun be evladım o gördüğün adam bizim dedemiz.
- İnanmıyorum benimle dalgamı geçiyorsun dedi külhanbeyi.

Torun Mahmut, gençlere doğru ilerleyerek evet delikanlı dedi. Bu gördüğünüz adam benim baba dedem. Eli öpülen benim dedemdir, dedemin ilk elini öpen ihtiyar benim babam, diğer yaşlı ihtiyar da amcam olurlar anladınız mı şimdi dedi. Gençler hayret bakıştılar ve bilardo masalarına doğru ilerlediler. Mahmut önce dedesinin sonra baba ve amcasının elini öptü.

Gençler oyunlarını bitirdiler, hesap öderken, Mahmut Ağabey anlattıkların pek inandırıcı gelmedi vallahi aklımız karıştı. Dedem dediğin adam baban ve amcadan kat kat genç neredeyse senin ağabeyin gibi duruyor, bir gün bize gerçeği anlatırsın inşallah dediler ve kıraathaneden çıkıp gittiler.

Mahmut, bu hikayeyi gençlere başından sonuna kadar ne biliyorsa anlattı. Rahmetli babaannem Gülsüm Hanım biz torunlarına şöyle anlattı.” Tarifi mümkün olmayan zor günlerimde bana ve halalarınız küçücük çocukken onlara hızır gibi yetişen, bize atalık eden, bizi öz evlatlarından ayırmayan Musa efendi dedenizi sakın ola ihmal etmeyin hatırını kırmayın. Eğer ben ondan önce hakkın rahmetine kavuşursam, koruyun sahip çıkın. Eğer ki ihmal eder ona sahip çıkıp korumazsanız huzuru mahşerde iki elim yakanızda olur bilesiniz. Ben, Musa efendi dedenizi tanıdığım ilk günden beri beş vakit namazlarımda duamı eksik etmedim. Dualarımın kabulü için binlerce kez niyazda bulundum.dedi” Nasıl bir duaydı diye sorduğum babaanneme;

“Allah'ım Musa kulun bana ve evlatlarıma atalık etti ondan razı ol, onun bize yaptığı iyiliğe karşılık, öyle bir sağlıklı ömür ver ki torunlarım elini öpsün. 250915 mcicek

Mahir Çiçek
Kayıt Tarihi : 30.9.2015 01:42:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mahir Çiçek