Belki de; yıllarca avucunun içinde lastik top gibi, çok ustaca oynayıp dururken benimle hayat, birlikte eğlendiğimizi sandım gayet iyi niyetimle. Ne çok şey sığdırdı bu oyunun içine bana farkettirmeden. Minik sürprizlerin köklü değişimlere gebe olacağını bilmeden yuvarlanıp gittik öylece...
Oduncunun Çocukları masalının Hans ve Grathel”i gibi iki yol ayrımında şaşakaldığım zamanlar oldu benimde. Sonradan öğrendim ki; hangi yöne gidilirse gidilsin bir garantisi yokmuş ve mutlaka bir bedel ödenmeliymiş. Ya çukulatadan evdeki cadının kazanında yanacaktı poponuz ya da üvey annenin sevgisizliğine maruz kalacaktınız.
Dört çocuktan oluşan altı nüfuslu memur ailesinin en küçük ferdi olarak dünyaya gelen kazan dibi çocuğum ben… Bize sunulan kısıtlı yaşam şeklini benimsemeyi, kanaatkar olmayı, yemekte tabağımıza konulan kadarını kabullenmeyi, diğer fertlerin tabaklarındakileri kontrol bile etmemeyi, geceleri yer yatağında radyo tiyatrosundan yayınlanan arkası yarınları dinlemeyi, ertesi günkü yayını heyecanla beklemeyi, kitap okumayı, müzik dinlemeyi, iyi insan olmayı, iyilikler yapmayı ve karşılık beklememeyi, en çok da sevmeyi, insanlara güvenmeyi öğrendim büyürken.
doğum;
ne güzeldir,
bilinmeyene yolculuk gibi...
bereketiyle gelen;
nisan yağmurunun,
bahara coşkusu gibi...
Hani, diyorum…
Hani;
Konuşulmamış, yarım kalan sözler var…
Önüne set çekilmiş,
İki yakası bir araya gelmeyen,
Şuursuz gülüşlere yenik sözler …
Kabus dolu ve karışık rüyalarımın ortasında,
Gerçeğe uyandım...
Daha ayılmamıştı aklım.
Kolumu uzattım yastığı buldu ellerim...
Sen yoktun...
kocamandı elleri; çatlak ve nasırlı…
yazma’sının kıyısından görünen,
sarıya çalan ak saçları…
arkasında; yılların yorgunu,
barakadan bozma bir ev…
Göğü siliyorum yalnızlığının kurtuluşundan,
Işık bitti…
Karanlık kuyulara gömdüm çığlıklarını,
Çalışmalarım iki ayrı çizgi içeriyor gibi görünse de (duygu durumu aktarımı /Kızılderili tarihi ve kültürü aktarımı) dikkatle incelendiğinde varılan sonuç İnsan.. Kendi yaşadıklarımı, hissettiklerimi ya da şahitliklerimi içselleştirerek tuvale yansıttım. Duyguların insan yaşamındaki yerini ve işlevini anlamaya çalışarak, öncelikle kendimi tanıdığımı keşfettim. Bu benim için bir dönüm noktası oldu. Çocukluğumdan itibaren okuduğum psikoloji kitapları ve hayal gücüm bir anlamda sanatıma rehberlik etti diyebilirim. Hayal gücü aslında insanın düşüncelerini serbest bırakması ve onun istediği yöne özgürce uçmasına izin vermesi demektir. Hiçbir zaman kuralcı değildir. Sınırları olmayan dünyalara yolculuk gibi... Engellenmeden ya da sınarlandırılmadan istediğini seçebilmek, yapabilmek ve hareket edebilmek, bastırılma kaygısı duymadan müdahalesiz olabilmek… Bu nedenledir ki eserlerimde imgesel olarak kullandığım ışık ve kanat, özgürlüğü temsil eder…
(Beşeri Duygular Resim Sergisi bülten yazımdan)
bir bilseydin...
içimin kasırgalarını,
buz tutardı
içinin yangını...
Her karanlığın sonu aydınlıkmış.. Bir de her güzel şeyin bir sonu varmış … Ne yaman çelişki değil mi? Biri ışığa, diğeri hüsrana iz sürüyor. Yaşanılan duygusal karmaşalar sonucu, bu iki farklı anlam içeren cümleleri kullanmayanı yoktur sanırım.
Zaman zaman hissedilen; duygusal yoksunluk (yalnızlık, acı, üzüntü) , empati yoksunluğu (anlaşılamama hissi) , haksızlığa uğrandığı düşüncesiyle yakalanan öfke nöbetleri, kızgınlıklar, kırgınlıklar, geleceğe dair endişeler ya da kabına sığmayan coşkular… Kısacası insana dair yaşanılan duygu durum dalgalanmaları…
Bu tip durumlardaki etki ve tepkiler kişiye göre değişiyor. Kimi bağır çağır yaşarken duygularını, kimi matruşka gibi üst üste atarak yani susarak içinde şişiriyor…
Kimbilir, kaç kadına yetecek çığlıklarını,
Hapsetmişsin göğüs kafesinde...
Kaç gecenin zifirisine zincirledin,
Gerçek seni...
Boşuna bu direnişler...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!