Fırtına fena bastırmıştı. Bulutlar sanki sevdalı. İçin, için döküyordu göz yaşlarını. Yollar gözükmüyor. Pencere camları buharlı. Evler suskundu. Genç adam, bir köşede öylece oturup mahsun mahsun buharlı camlara bakıp derin zamana dalıyordu. Bulutların ağlamasını seyrediyor, ses çıkardığı zaman gök! Kelime-i Şahadet getiriyor, ALLAH’ a yalvarıyordu.
Vakit, öğlen olmak üzereydi. Kör pencereli evlerinden bakarken gördü onu. Uzaktan tutuldu. Gözler karaya büründü biranda. Artık hayata dair başka bir şey görmüyor, aşkın tadını hiçbir şey vermiyor, kendi kendine ölümümde olsa sevdim diyordu.
Genç kız, şehirdeki gürültüden, yoğunluktan kaçmış, o gün oraya ziyarete gelmişti. Evden hiç çıkmaz çıktığı zamansa dışarıda fazla kalmazdı. Haliyle ufak yerdi, dedi kodu olmasına hiçbir zaman gönlü razı gelmezdi…
Gözler çakır. Bedene bol gelen bir elbise içinde genç adam odada hem turluyor, hem de ilk adımının son adımı olmasından korkarak düşünceler içerisinde gark ediyordu. Uzun, uzun, uğraşların çabalarının ardından, kendince zor bir karar verdi. Ona sevdiğini güller ile laleler ile, sümbüller ile anlatacak. Gerekirse sevgisi için ölümü bile göze alacaktı.
Eve artık hiç gelmez olmuştu. Ailesi, sokak, sokak, komşu, komşu aramaktan bıkmıştı. O ise, sevdiği için gül bahçelerinde gizli, gizli yatıyor, düşlerinde sevdiğinin adını sayıklıyordu.
-ALLAHIM bir kere sevdim
-O artık cennetten bir nimetim
Köy, sümbül, lale ve gül kokar olmuştu. Ilık esen bahar rüzgarlarının, evlerin odalarına kadar sürüklediği ve dayanılamayacak hale gelen bu nurlu kokuyu genç kız iyiden iyiye merak etmeye başlamış, vakit saat ne olursa olsun pencereden ayrılamayacak duruma gelmişti.
-Geceler kara
-Suskun ağaçlar,
-Suskun kuşlar,
-Suskun sevdalar.
-Açtın yüreğimde, güllerin sahibi
-Derin, derin kor yaralar.
Gözler pencerede aranıyor. Bir ses, bir nefes. Bu kadar zor olmamalıydı. Saat çalışmaz olmuş, ay sanki aynı yerinde duruyor, güneş ne doğmak biliyor, doğarsa ki şayet nede batmak.
Genç adam gizli, gizli köşe başlarında nöbet tutuyordu. Yarini izliyor, göz yaşlarına kendi yaşlarını katıyor, adımlık mesafe den korkuyor, ürküyor, karanlık geceler de ince bedeni tir tir titriyordu.
-Halimi bir gör
-Açım sana
-Açım sevdana
-Körpe bedenim
-Düşkün sana
-Müşkül sevdana
Artık çıkmalıydı karşısına. Anlatmalıydı hayat dakikalarının nasıl durduğunu. Ölümün kıyısında, ak kefen ile kırlardan nasıl gül toplayıp, gökten savurduğunu. ALLAHA nasıl dua edip için için yalvardığını anlatmalıydı. Anlatmalıydı ama nasıl! Yoktu cesareti.
Aradan günlerin geçmesi zaman alıyor. Uğruna sevdanın ne ana ne baba artık göze görünmüyor, yemek diye bir şey hatırlamıyor. Akşamlar ateş kapanına bürünüyordu körpe bedeninde.
Zaman her şeyin ilacıdır derler ya öyle değildi işte. Genç adama göre zaman, bir gün ömrü kalmış yaşayan bir cesetten ibaretti.
Kendi kendine konuşur olmuştu. Her gün dağlara çıkıyor kuş bakışı yârin evini izliyor, aklından bir yuva geçiriyordu. Yuva ki; kör pencereli tek göz bir ev içinde onlardan canlar, koşup oynarlar.
Vakti dolmaya başlamıştı genç kızın. Artık şehre evine dönmesi gerekliydi.
Sadece bir günü kalmıştı. Yürekler durgun, gözler yorgun, akılda güllerin sahibinden ayrı bir gündüz birde gece uzun mu uzun…
Saat on bire geliyordu. Pencerenin önüne oturdu ve sabırsız bir şekilde havayı derin derin içine çekti. Sevda kokusu gelmiyordu. Bir daha, bir daha denedi olmadı.
İçine bir ateş düşmüştü. Yerinden fırlayarak üstüne kalın bir şeyler giydi. Telaşla evden çıktı. Yüreğindeki ateş gittikçe korlaşıyor, beden titriyor, gözler kararıyordu.
Sokaklar soğuktu. Evler kapılarını kapamış, ağaçlar filizlenmeyi durdurmuş. caminin ışıkları bir anda yanmaya başlamıştı. Yıldızlar sanki tek bir yöne bakıyordu o gece. Oraya, köşe başına dikkat kesildi genç kız. Beden heyecan yumağına dönüşmüştü. Bir karaltı gördü. Korktu. Kendi kendine ne işim var buralarda der gibiydi. Ya bana ihtiyacı varsa diye düşündü sonra. Ağır hareketler ile ilerlemeye başladı. Hem ilerliyor hem de kim var orda diye sesleniyordu. Ama bütün iyi niyetine karşın seslenmelerine bir türlü cevap alamamıştı. Birisi hem oturuyor hem de uyuyordu sanki orada. Korkularına çelikten siper ördü ve yaklaştı. İlk önce gülleri, laleleri ve sümbülleri gördü. Hepsi solmuştu.
Derin bir oh çekerek,
-Sen.
-Sensin dedi
-Buldum seni güllerin sahibi.
-Kalk.
-Ben geldim.
Ses gelmiyordu. Uyanması için yanaklarını okşuyor, çakır gözlerini açmaya çalışıyor ama olmuyordu. Yüreğindeki ateş neredeyse bedeni kül edecekti. Başını göğsüne koydu. Ne olur, ne olur uyan diye yalvarıyordu.
Bir anda sustu.
Kuşlar sustu
Ağaçlar sustu
Köy sustu
Başını yukarı kaldırdı.
Olmaz, olamaz diye amansız bir feryada başladı.
O körpe, o ince beden;
Seni sevdim bile diyemeden,
Bu aşka, bu heyecana, daha on sekizinde yenik düşmüştü.
Kalp atmıyor.
Beden soğuk.
Güller, laleler ve sümbüller soluktu.
Sevgim için ölürüm demişti ya…
Sözünde durmuştu…
Hamza KöksalKayıt Tarihi : 14.7.2012 20:53:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!