Bulutlar aralandı, güneş açtı ufuktan,
Gelmesi yakınlaştı melekler günler sayar.
Âlimlerin hocası gönderilmişti Hakk’tan,
Fîzan'da çöl gecesi Nil'de yıldızlar kayar
Yere düştü bir inci müjdelerle âfaktan.
Horasan Belh şehrinde açtı arza gözünü,
işte sana geliyorum
yumuşakbaşlı rüzgarların kanatlarında bir yer bul bana
suyun ışıltılı sesleri aksın bir yanımızdan,
bir yanımızı defneler sarsın...
demir kollarının yumuşaklığında uyanayım sabahları
zeytin ağacının gözlerinde büyürken bir çekirdek
Devamını Oku
yumuşakbaşlı rüzgarların kanatlarında bir yer bul bana
suyun ışıltılı sesleri aksın bir yanımızdan,
bir yanımızı defneler sarsın...
demir kollarının yumuşaklığında uyanayım sabahları
zeytin ağacının gözlerinde büyürken bir çekirdek
HAZRETİ MEVLANA
Mevlâna Celâleddin Rumî hazretleri, 30 Eylül 1207 tarihinde Belh şehrinde doğmuştur. Babası Bahaeddin Veled, Mevlâna hazretleri henüz beş yaşında iken Belh’i terk eder. İlk durağı, Nişabur’dur. Orada, Ferîdüddin Attar hazretlerini ziyaret eder. Hazret, Küçük Celaleddin’e “Esrarname” isimli eserini hediye eder. Mevlânâ hazretlerinin eserleri incelenirse en fazla etkilendiği zâtlardan birisinin de Ferîdüddin Attar hazretleri olduğu söylenebilir. Bahaeddin Veled, Nişabur’dan Bağdat’a, oradan da Hicaz’a gider. Hicaz’da hacı olduktan sonra Şam’a, oradan da Anadolu’ya hareket eder. Önce Akşehir’e, sonra da Konya’ya yerleşir.
Bahâeddin Veled vefât ettiğinde, Mevlâna hazretleri henüz 24 yaşındadır. Bahâeddin Veled hazretlerinin Kayseri’de bulunan halifesi Seyyid Burhaneddin Tirmizî, Bahâeddin Veled hazretlerinin vefatını duyunca çok müteessir olur ve Konya’ya gelir. Seyyid Burhaneddin hazretleri Konya’ya gelince Mevlâna hazretlerine şöyle nasihat eder: “Bilgide eşin yok, seçkin bir ersin ammâ, baban gibi hâl sahibi olmak için sözü bırak ve onun hâliyle hallen, ona varis ol ve güneş misâli âlemi aydınlat.” Dokuz yıl Konya’da kalıp, Mevlâna’nın manevî eğitimi ile meşgul olan Seyyid Burhâneddin hazretleri, tekrar Kayseri’ye dönmüş ve bir sene sonra da Kayseri’de vefat etmiştir. Mevlâna hazretleri, Seyyid Burhaneddin hazretlerinin ölüm haberini alınca Kayseri’ye gitmiş, onun kitaplarını alıp, tekrar Konya’ya dönmüştür. Mevlâna hazretleri ömrü boyunca mürşidini unutmamış, sohbetlerinden derlenen Fihi Mâ Fîh’te onun sözlerini nakletmiştir.
Mevlâna hazretleri, Seyyid Burhaneddin hazretlerinin ölümünden beş yıl sonra Şems-i Tebrizî hazretleri ile karşılaşmıştır. Mevlâna’yı Mevlâna yapan en önemli mürşidi, hiç şüphesiz aşıkların kutbu olan Şems-i Tebrizî hazretleridir. Eflakî’ye göre Şems hazretleri Mevlâna dışında hiçbir kimse tarafından anlaşılamamıştır.
Mevlâna hazretlerinin, Şems hazretleri ile buluşmasından sonra sürekli onunla sohbet etmesi, talebelerini ve Konya halkını rahatsız etmeye başladı. Rahatsızlıkların artması sonucu Şems hazretleri, bir gece gizlice Konya’yı terk etti. Onun bu ayrılışı Mevlâna’yı çok müteessir etti. Talebeleri ile olan ilişkisini büsbütün kesti. Mevlâna hazretlerinin aşırı teessürü talebelerini de hüzünlendirdi. Sultan Veled’e gelerek, Şems hazretlerini tekrar Konya’ya davet etmesini istirham ettiler. Sultan Veled, Şam’a giderek Şems hazretlerini gelmeye ikna etti. Şems hazretlerinin dönüşü Mevlâna’yı çok sevindirdi. Fakat bu sevinç uzun sürmedi. Çünkü Şems hazretleri hakkındaki dedikodular tekrar başladı. Bunun üzerine Şems hazretleri, bir daha dönmemek üzere Konya’yı terk etti.
Mevlâna hazretleri, Hazreti Şems’i hiç unutamaz. Bir defasında, Şems sağdır diyen birisine, üzerinde ne varsa verdiğinde, dostları bunun bir yalan olduğunu söyler. Mevlâna:
“- Ben onun yalanına bunları verdim. Hakîkatine cânımı verirdim.” der. Mevlâna hazretleri, etrafında hep Şems’deki mazhariyetin devam ettiği kimseleri arar. Bu mazhariyeti, Selahaddin-i Zerkûbî’de hisseder. Onu sever, onunla teselli bulur. Lâkin onun da ölümü üzerine ikinci bir teessüre gark olur. Selahaddin Zerkûbî’nin vefatından sonra Mevlâna hazretleri, diğer müridi Hüsameddin Çelebi ile teselli bulur. Aynı sohbeti devam ettirirler. Hüsameddin Çelebi, Mevlâna’ya ne derece bağlı ise Hazret de ona o derece bağlıdır. Öyle ki, Çelebi’siz bir mecliste Mevlâna’yı neşeli ve coşkulu bulmak mümkün olmaz. Bu beraberlikleri, Mevlâna hazretlerinin ölümüne kadar devam eder.
Mevlâna hazretleri ateşli bir hastalığa yakalanır. Aralık ayının on altıncı cumartesi günü biraz iyileşir gibi olur. Akşama kadar gelenlerle sohbet eder. Lâkin her sözü vasiyet niteliğindedir. Büyük mürşit Mevlâna, 17 Aralık 1273 Pazar günü tekrar ağırlaşır ve o gün akşam üzeri iki güneş birden batar. Hazret, Şeb-i Arus (düğün gecesi) dediği ölüme, yani yüce sevgilisine kavuşur. Vasiyeti üzere cenaze namazını kıldırmak için tabutun önüne Şeyh Sadreddin Konevi geçer. Fakat hıçkırıklara boğulur, namazı kıldıramaz. Bunun üzerine, Kadı Siracüddin cenaze namazını kıldırır. Öğle vakti kalkan cenaze, ancak ikindi namazından sonra makberine varabilir. Halkın izdihamından dolayı, dış tabut yedi defa yenilenir. Mevlâna’nın ölümü sadece müminleri değil, gayrı müslimleri de hüzne boğmuştur.
Hz. Mevlana
Hayatı
Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur.
Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında 'Bilginlerin Sultânı' ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.
Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı.
Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.
1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.
Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.
Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.
Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de 'mutlak kemâlin varlığını' cemalinde de 'Tanrı nurlarını' görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.
Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.
Yaşamını 'Hamdım, piştim, yandım' sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen 'Şeb-i Arûs' diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
'Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir'
Mevlana'nın Hayatı
Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur.
Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında 'Bilginlerin Sultânı' ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.
Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı.
Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.
1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.
Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.
Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.
Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de 'mutlak kemâlin varlığını' cemalinde de 'Tanrı nurlarını' görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.
Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.
Yaşamını 'Hamdım, piştim, yandım' sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen 'Şeb-i Arûs' diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
'Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir'
Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergâhımız, umitsizlik dergâhı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...
-----
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir...
-----
Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim...
-----
Aklın varsa bir başka akılla dost ol da,
işlerini danışarak yap...
-----
Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz
Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz...
-----
Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir
Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır...
İnsan vardır, değerlidir dertler içinde;
İnsan vardır, hayır yok Dünyaya gelişinde
Ne büyük yanılgı, ne büyük aldanıştır
'İnsan' diye anılmasının her ikisinin de...
-----
Bedenimiz tıpkı değirmene benziyor.
O değirmen ki, Aşktan akan sudan döner.
-----
Kötü havalarda insan Dosta aç olur,
Bir araya gelse, Dost Dosta ilaç olur,
Bahçede güller tek tek bir şeye benzemez,
Öbek öbek olunca, Bahara taç olur
-----
Aşk yüreğinde köpük köpük kan döner.
Köpük degil O. Köpük üstünde Can döner
-----
Sevgide güneş gibi ol
Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol
Hataları örtmede gece gibi ol
Tevazuda toprak gibi ol
Öfkede ölü gibi ol
Her ne olursan ol
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN
YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL
ESERLERİ
MESNEVİ
Mesnevî, klâsik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Sözlük anlamıyla 'İkişer, ikişerlik' demektir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine Mesnevî adı verilmiştir.
Her beytin aynı vezinde fakat ayrı ayrı kafiyeli olması nedeniyle Mesnevî'de büyük bir yazma kolaylığı vardır. Bu nedenle uzun sürecek konular veya hikâyeler şiir yoluyla söylenilecekse, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevî tarzı seçilir. Bu suretle şiir, beyit beyit sürüp gider.
Mesnevî her ne kadar klâsik doğu'şiirinin bir şiir tarzı ise de 'Mesnevî' denildiği zaman akla 'Mevlâna'nın Mesnevî'si'gelir. Mevlâna Mesnevî'yi Çelebi Hüsameddin'in isteği üzerine yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin söylediğine göre Mevlanâ, Mesnevî beyitlerini Meram'da gezerken,otururken, yürürken hatta semâ ederken söylermiş, Çelebi Hüsameddin de yazarmış.
Mesnevî'nin dili Farsça'dır. Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunan en eski Mesnevî nüshasına göre, beyit sayısı 25618 dir.
Mesnevî'nin vezni: Fâ i lâ tün- Fâ i lâ tün - Fâ i lün'dür
Mevlâna 6 büyük cilt olan Mesnevî'sinde, tasavvufî fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır.
DİVAN-I KEBİR
Dîvân, şairlerin şiirlerini topladıkları deftere denir. Dîvân-ı Kebîr 'Büyük Defter' veya 'Büyük Dîvân' manasına gelir. Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Dîvân-ı Kebîr'in dili de Farsça olmakla beraber, Dîvân-ı Kebîr içinde az sayıda Arapça, Türkçe ve Rumca şiir de yar almaktadır. Dîvân-ı Kebîr 21 küçük dîvân (Bahir) ile Rubâî Dîvânı'nın bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Dîvân-ı Kebîr'in beyit adedi 40.000 i aşmaktadır. Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu dîvâna, Dîvân-ı Şems de denilmektedir. Dîvânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.
MEKTUBAT
Mevlâna'nın başta Selçuklu Hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerin.e nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen diıü ve ilmi konularda ise açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur. Mevlâna bu mektuplarında, edebî mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır. Mektuplarında 'kulunuz, bendeniz' gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflârla hitap etmiştir.
Fİ Hİ MA Fİ H
Fîhi Mâ Fih 'Onun içindeki içindedir' manasına gelmektedir.. Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve âhiret, mürşit ve mürîd, aşk ve semâ gibi konular işlenmiştir.
MECÂLİS-İ SEB'A
(Yedi Meclis) Mecâlis-i Seb'a, adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisi'nin, yedi vaazı'nın not edilmesinden meydana gelmiştir. Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş, ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlemesi yapıldıktan sonra Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği Hadis'lerin konuları bakımından tasnifi şöyledir:
1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı.
2. Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile gafletten uyanış.
3. İnanç'daki kudret.
4. Tövbe edip doğru yolu bulanlar Allah'ın sevgili kulları olurlar.
5. Bilginin değeri.
6. Gaflete dalış.
7. Aklın önemi.
Bu yedi meclis'de, asıl şerh edilen hadislerle beraber, 41 Hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her Hadis içtimaidir. Mevlâna yedi meclisinde her bölüme 'Hamd ü sena' ve 'Münacaat' ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufî görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevî'nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.
Mevlana'nın anlamı:
'Efendimiz, mevlâmız' mânâsında olan bu kelime, hürmeten büyük kimselere söylenmiştir. Hazret mânâsında da kullanılır.
DAHA ÖNCE YORUMLARINMI BIRAKMIŞTIM DOST
KALEMİN YÜREĞİNİN ÇİZGİSİNDE GİTTİKÇE ÇOK BAŞARILARA İMZA ATACAK
RUHU BESLİYOR EMEĞİNİZ
TEŞEKKÜRLERİMLE
SELAMLAR
Güzel insan Mevlana anısına yazdığınız harika dizeler, müziğin büyüsü ile bütünleşmiş...Keyifle okudum...Tebrik ederim...
Yüreğinize kaleminize sağlık. Ruhu şad olsun.Hepimizin yüreklerinden sevgisi ve nuru eksik olmasın.
tebriklerimle çok güzel bir eser hazırlamışsınız ayrıca yarışmada da başarılar dilerim saygı ve selamlarımla
hoşgörü sınırlarınıda aşarak yüreklerde yer edinen bir insanı dizelerde anmak çok güzel..kutlarım..
^^Mevlanayı anlatmak için en güzel yönüyle tanımak, bilmek lazım tebrikler yüreğinizi kutlarım; bu güzel şiirinizle bizlere tanıttırdığınız için teşekkürler..^^
harika bir çalışma olmuş zaten ben mevlana hazretlerinin hayranıyım severek okudum
bu kadar güzel dizeleri yazan o güzel yüregini ve kalemin tebrik ediyorum kardeşim ayrıca müzikte bir harika olmuş yüregine saglık sevgilerimle yıldırım şimşek yürekten tam puna
Ey sofu bizim sohbetimiz cana safadır
Bir cur'amızı nüs ede gör derde devadır
Hak ile ezel ettigimiz ahde vefadır
Sema' sefa cana şifa ruha gıdadır
Aşk ile gelin talibî gûyende olalım
Şevk ile sefalar sürelim zinde olalım
Hazreti Mevlana'ya gelin bende olalım
Sema ' sefa cana şifa ruha gıdadır
Emeğinize yüreğinize sağlık....
Bu şiir ile ilgili 239 tane yorum bulunmakta