Uzun zaman önce Gülistan diye bir ülkede Çiçekler Kraliçesi adında güzel mi güzel biri yaşarmış. Her sabah penceresinin önündeki ağaca kuşlar konarmış. Güzel güzel öterlermiş. Kraliçe onların melodileri ile uyanırmış. Bu yüzden güne hep mutlu bir merhaba dermiş. Kraliçe çok ama çok iyi kalpliymiş. Hiçbir canlıya zarar vermezmiş. Ülkesindeki her bitki, hayvan ve insan mutlu olsun istermiş. Bu yüzden ülkesini adalet ile yönetirmiş. Herkesin fikrini ve duygularını merak edermiş. Hep ne istediklerini sorarmış. Ülkesinde yaşayan herkes çok mutluymuş. Kraliçeyi çok severlermiş. Çocuklarına onu örnek gösterirlermiş. Büyüyünce onun gibi güzel yürekli, iyi huylu insan olmanın önemini anlatırlarmış. Günler ve aylar böyle güzel geçerken bir gece kraliçenin canı çok sıkılmış. Eğlenmek için yaptığı her oyunu oynamış. Her kitabı okumuş. Sevdiği insanlarla sohbet etmiş. Ama hala çok sıkılıyormuş. Vezirlerini, memurlarını, bilgelerini ve şairlerini ve şarkıcılarını çağırmış. Dansçıları unutmuş çağırmayı. Dansçıların küstüğünü öğrenince onları ziyarete gitmiş ve gönüllerini almış. Onları da gelmeye ikna etmiş. Herkes Papatya Sarayı'nda toplanmış. Baş bahçıvan hepsine gül suyu ikram etmiş. Baş tatlıcı herkese gül lokumu vermiş. Çok ama çok tatlıymış. Baş şifacı da herkese bitki çayları getirmiş. Kimi yeşil çay içmiş, kimi ada çayı almış, kimi ıhlamur istemiş. Ihlamur içenler üşütmüşler bu yüzden iyi gelir diye düşünmüşler. Kraliçe herkes mutlu olursa onu mutlu edecek fikirler üretirler diye düşünmüş. Yenilmiş, içilmiş. Şarkılar söylenmiş. Şiirler okunmuş. Çalgılar çengiler çalınmış, danslar edilmiş. Gece neşeye ve güzelliğe bürünmüş. Ama Kraliçe hala çok sıkılıyormuş. Bir de neşesini kaybettiğini düşünüyormuş. Yüzü git gide gülmez olmuş. Davetliler şaşırmışlar. Kraliçelerini çok seviyorlarmış. Onu üzgün görmek onları da üzüyormuş. Fikirler tükenmiş. Çaresiz kalmışlar. Tam o sırada Papatya Sarayı'nın bahçesinden bir 'Vak, vak!' sesi gelmiş herkes merak içinde pencereye koşmuş. Sarayın havuzunda zambakların ve nilüferlerin arasında güzel, tatlı, küçük ve şirin mi şirin bir yavru ördek yüzüyormuş. Yavru ördek onları görünce gülümsemiş ve tekrar 'Vak, vak!' demiş. Hiç kimse bu yavru ördeği tanımıyormuş. Kraliçe sormuş:
"Sen kimsin? Benim ülkemden değilsin? Seni ilk defa görüyorum? Neredensin?"
"Benim adım Yeşil Ördek! Karlı Dağlar Ülkesi'nde doğdum. Doğduğum zaman yazdı. Ama sonra kış geldi. Havalar soğuk oldu. Yazın bile dağlarda kar vardı. Kış gelince ovaya da kar yağdı. Göller buz tuttu. Ağaçlar beyaz gelinlik giydi. Yiyecekler beyaz örtü ile gizlendi. Üşüyüp hasta olmamak ve açlıktan ölmemek için Gülistan'a geldik ailemle birlikte. Ailem çok büyük benim. Yüzlerce ördek kardeşim var, kuzenlerim var. Dedelerim ve ninelerim var. Ördek ailem grubun en küçük ve en tatlı üyesi olduğum için beni size gönderdi. Çiçekli Kırlar Şehri'nde Taç Yapraklar Gölü civarında konakladık. Burası sizin ülkenize aitmiş. Göldeki yerli kuşlar söyledi. İzin istemek için geldim. Ama dostlarınız ile eğlendiğinizi duydum, bölmek istemedim."
"Anladım, tamam. Ülkemde huzuru bozmayın. Vatandaşlarımı rahatsız etmeyin. Kışı burada geçirebilirsiniz."
Kapıya koşuyorum
Gelen sen misin diye
Bir siyah saç görmeyeyim
Yüreğim burkuluyor
Ağlamaklı oluyorum
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta