*-(Gülce) Yeninin de Yenisi Olmak(1) -*-

Mustafa Ceylan
658

ŞİİR


21

TAKİPÇİ

*-(Gülce) Yeninin de Yenisi Olmak(1) -*-

YENİNİN YENİSİ OLMAK

Mustafa CEYLAN

Günümüz Türk Şiir Dünyasında internetin sunduğu imkânlarla bir fırtınadır, kasırgadır esip gitmekte. Göz gözü görmüyor, toz duman içinde her yer... İnternetteki her siteden derin feryatlar yükseliyor. Şiirimiz, şiir ağacımız ardı ardına baltalar yiyor, hem de şiir adına, şiir yazıyorum diyenler tarafından. Ah ki ah! ! ! Vah ki vah! ! Kara bir zaman girdabındayız... Bu kara zaman gidecek mi dersiniz?

Peki kim, nasıl ve ne zaman bu kara zaman dilimini şiirin sonsuz aydınlığıyla aydınlatacak dersiniz?

Şahsen ben, şiir yazanın 'çokluğu'ndan asla şikâyetçi değilim. Şiire dair internet sitesi, radyo, dergi vb'nin çokluğundan son derece memnunum. Hattâ, daha da çoğalsın arzusundayım. Fakat, esas olan bu çokluğun, 'kalitesi', 'kalıcılığı'... İşte biz bunu bekliyor ve istiyoruz.

Şiiri düzyazı, nesirden ayıran ve diğer sanatlardan ayıran özellikler nelerdir? Genç şairlerimizin bunu çok iyi bilmelerini istiyorum.

Serbest şiir, 'tamamiyle, biteviye serbest, rast gelesiyelik' asla değildir.

Günümüz serbest şiir tutkunu arkadaşlarımın çoğuna bakıyorum da, maşallahları var, günde bir değil, beş-altı şiir yazanları pek fazla. Şiirinin 'çokluğu'yla övünen şair yerine, gelecek yüzyıllarda da kendini ve şairini yaşatacak Mimar Sinan eseri benzeri 'kalıcı şiir'i yakalamış, kendi tarzını oluşturmuş, fakat övünmeyen, kadirşinas şair olabilsek keşke...

Derdimiz büyük. Büyük derdi deşmek yerine bu yazımda sizlere serbest şiire dair ÖNERİLERİM' i getirmek istiyorum.

Ve
Diliyor, bekliyorum ki, gençlerimiz 'yeninin de yenisi' olsunlar.

Yeninin de yenisi olmak için ne yapmak gerek?
Yeninin de yenisi olmak için okumak, araştırmak, tefekkür etmek, tecrübe etmek, düşünmek, çalışmak gerekli. Maziden, şiir tarihimizden hız ve ilhamlar almak gerekli.

42 yıldır şiir dünyası içindeyim. Şimdi rahmetli olmuş önemli şairlerimizin rahle-i tedrisinden geçtim, ders aldım. Çokça okudum, araştırdım, denedim, çok şiirimi yaktım, yırttım ve halâ 'kalıcı şiir' peşindeyim.

Tecrübelerimin akıl ve ruh dünyamda oluşturduğu SONUÇLAR'ı burada, bu sayfalarda, sizlerle paylaşmayı bir görev addediyorum.

Bu nedenle;
Dilerim, bu önerilerimi dikkate alan olur.

İşte İLK ÖNERİM:

1) Bakınız, HAN DUVARLARI şiirini hepiniz bilirsiniz, değil mi? Faruk Nafiz ÇAMLIBEL'in bu şiiri, yazıldığı dönemin 'yeninin de yenisi' bir şiiridir. Ve Türk şiir tarihimizin en önemli kilometre taşlarından birisidir.' HAN DUVARLARI' şiirini zirvede tutan, o güne kadar 'beyit' tarzında yazılmış bir şiirin mısraları arasına 'Maraşlı Şeyh oğlu Satılmış' ın dörtlükler_koşma-ile girmiş olmasıdır. Ölümsüzlüğü bence oradan gelmektedir.
Yani, “Han Duvarları” nda şair, o güne kadar denenmemiş bir “şekli-fiziki yapıyı” ustaca denemiş ve şiir tarihine imzasını silinmeyecek biçimde atmıştır.

Şimdi soruyorum:

Serbest şiir yazan kardeşlerim, serbest şiirin arasına niye bir dörtlük veya uyaklı-ayaklı-hece veya aruzla yazılmış dizeler monte etmeyi denemezler ki?

Ünlü şairlerin unutulmazlar arasında katılmış çoğu serbest şiirine bakınız, mutlaka;

İÇ AHENK'i sağlamak için KAFİYE veya REDİF'lerden, ses oyunlarından istifade etmişler veya, mısraları arasına HECE - ARUZ u serpiştirmişlerdir.

Arif Nihat ASYA'nın 'BAYRAK' şiirini okuyun, başlıbaşına serbest bir şiirdir, ama, muhteşem ses benzeşmeleri vardır.

Bakın şahsen ben SERBEST ŞİİR ile HECE ŞİİRİ'ni bir araya getiren yeni bir NAZIM TÜRÜ ÖNERİSİ ortaya attım. 'HER İNSAN ve BEN' başlıklı ve buna 'BULUŞMA' adını verdim. Hece ve serbestin buluşması yani. İsterseniz, bir inceleyin.

Genç şairlerimizin ve geleceğe kalma kaygısı taşıyan şairlerimizin 'yeninin de yenisi' olmaları için, yenilikten asla vaz geçmemelerini önermekteyim. Yenilik ama, mazinin tecrübelerinden istifade ederek tabi.

...DEVAMI GELECEK...

--------------işte bakın---------
önce HAN DUVARLARI:

HAN DUVARLARI

-Osmanzade Hamdi Bey'e-
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...

Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.

Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...

Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;

'On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben'

Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına! ...

Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı 'İşte Araplıbeli! '
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.

Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;

'Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben'

Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!

'Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben'

Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna! ..

Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
'Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu? '
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi:
'Hana sağ indi, ölü çıktı geçende! '

Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.

Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları! ..

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

VE
BİZİM ÖNERİMİZ ' BULUŞMA'

-Her İnsan ve Ben- (Buluşma*) -Yeni bir NAZIM ŞEKLİ denememiz-(BAYRAM HEDİYEMİZ) -

Her insan, her insan birazcık deli
Ben sana deliyim, hem de zırdeli.
Hep seni görürüm ne yana baksam
Hep seni ararım gittin gideli...
Gittin gideli ne haldeyim,
Sorsan bir, arasan bir; ne olur...?
..............Hasret dağlarının Ferhatıyım
...........................Tek sana, tek sana sevdalıyım...

Her insan, her insan birazcık aşık
Ben sevdanı saran çılgın sarmaşık.
Yıktım duvarları, bahçeyi, çiti
Bu sebep yüzünden başım dolaşık...
Işık...
......Işık...
..........Işık...
...........Sonsuzluk türküm, bitmeyen ışık....
Yoksun işte, yoksun yanımda, canevimde
Özledim nefesini, sesini
....................Dava açtım mevsimlere
.......................Kışların kapısındayım
....................................Firardayım....

Her insan, her insan düşkün paraya
Ben sana düşkünüm, bak şu yaraya
Olmazsa derdime derman gözlerin
Döner deli gönlüm yıkık saraya...
Varlık sen, yokluk yine sen
Ötesi sadece boşluk,
.................Yosun gözlerinle bir bak istersen...
.....................Acılarımla başbaşayım;
...........................Işık* hızıyla sana koşayım
..................................................'Gel! ' dersen...

Her insan doğduysa, mutlak ölecek
Ölsem sevdan ile kim ne bilecek..?
Kırıp aynaları, durgun suya bak
Gözlerin benimle orda gülecek...
Gülüm,
..........Gülüm...
...................Gülüm...
..............Ve sana kavuşmaksa ölüm
......................Dünden razıyım her şeye, hazırım inan..!
.............................Gece yarısında suya indiğinde bir ceylan
.................................Mor menekşe buselerle avuçlarına
....................................Avuçlarına düşeyim; mutlu olurum o an...
.............................................Bitsin bu zulüm,
................................................................Gülüm,
....................................................................Gülüm...
...........................................................................Gülüm...

10 / 11. Ocak. 2006
******************************************************************
(*) Not. (Buluşma) adını verdik bu nazım türüne işte dostlar.
Hece şiiri ile serbest şiirin buluşması...
Burada;
Hece Vezinli mısralarımız 65=11 hece ile dokunmuş olup;
kafiye düzeni de (a / a /-/ a) (b / b /-/ b) (c / c / - / c) (d / d /-/ d) şeklinde olup; BULUŞMA' da rahatlığı temin maksadıyla 'mani' türünü özellikle seçtik. Buluşma noktalarını da ses tonlamalarıyla renklendirmeye çalıştık. Serbest mısralarımızı alabildiğine serbest bırakırken de ses ve iç ahenk'i gözden kaçırmamaya gayret ettik. Tekerrür sanatından istifade ettik.
Böylece hece-serbest kavgasını bu bayramda sona erdirmiş olduk biz...
E hadi, ne duruyorsunuz? İşte örnek dostlar....
Denemeye ne dersiniz?

(*) Işık- kelimesi Ahmet Erdem kardeşimin armağanıdır. (Atom hızı) demiştik. Duygu İmparatorumuz şair Ahmet Erdem'in görüşleriyle (Işık) yaptık dostlar...

(**) Yakında yeni NAZIM şekilleri ve türleri' ni sunmaya çalışacağım. BULUŞMA adını verdiğimiz bu nazım şeklini, başta şair Harun YİĞİT kardeşim 'İstanbul' şiirinde ve bir çok şair kimi şiirlerinde denemiştir. Ama bizim yaptığımız bunu sistematize edip bundan sonra sunacağımız NAZIM ŞEKİLLERİ ile yeni bir AÇILIM sağlamaktır. Zira, maksadımız Türk Şiirine yeni nefes alanları açmaktır dostlar. Yıllardan beri üzerinde çalıştığımız hususlardır bunlar. Saygılarımla...

Mustafa Ceylan

Mustafa Ceylan
Kayıt Tarihi : 2.6.2008 22:02:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Gürsel Güveloğlu
    Gürsel Güveloğlu

    EDEBİYATIMIZA KATKILARINIZI VE ŞİİR SEVGİSİ İLE DOLU YÜREĞİNİZİ KUTLUYORUM HOCAM..SAYGILAR BENDEN..

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Mustafa Ceylan