Mustafa CEYLAN
*
(Yeni Edebî Akım: Gülce /Gülistan)
CANA CANDAN
Dertli başım eser durur, can dayanır yanar her an
Bir selâmın getirmeyen posta geçer, yağar boran.
Âh be gülüm, batan günüm; açsa nolur şu bahtımız
Bitse zulüm, susar ölüm; gel ne olur yürek saran!
Sus yüreğim sus n’ ola sus! Duymasınlar efkârını
İyi belle benim gülüm, duvarları yıkacağım!
Saçlarıma yağan karım, duymaz ki telin zarını
Bekle beni gönül erim, takvimleri yakacağım!
Sen baharım, bahar dalım; senle gelir baharlarım
Senle açar gönül falım, eyleme köşkümüz virân.
Bekle canım, dayan, desem; güllerimiz yanar mı yâr
Bil ki kanar içimde aşk, bir busenin tadında an..
Avuç avuç içtim aşkı ve sevdayı, kanamadım
Kış ortasında çileyi kaymak bildim be adamım
İşte bu yüzden vurgunum, bu yüzden gönül inadım
Seni özlemekten hüküm giydim, üzülme sen canım!
Refika Doğan-Antalya 2010
En son Garip Üçlüsü, İkinci yeni ve Mavi’yi gördü Türk Şiiri. O zamandan bugüne nerdeyse bir asır zaman geçecek. Şimdilerde zaman o kadar hızlı işliyor ki, elektronik devrimle bir günde eskiye göre birkaç devir değişmektedir diyebiliriz. Haberleşme-iletişim ve yayıncılık... Bu internet, bu cd-kaset-mikrofilm; bu ses ve yazı, bu görüntü ve transfer... Bu kilometreleri eriten hız. Düşünce gücü. Bu akış, bu sel... Bunun önünde durmak mümkün değil. Deli gömlekleriyle meydana çıkıp bu gelişim ve değişime karşı duranlar süpürülür giderler. Zaman eridi, mesafe sıfırlandı gayri. Bu teknolojik devrimle, sınırlarını kaldıran AB ve öteki ülkeler, globalleşme, ortak beyin ve nabız, toplumsal akıl... Bütün bu adımlar, dünyayı içten içe sarsmaktadır. Toros yaylalarında Karacoğlan sazının yerini bilgisayarlar, navigasyonlar ve öteki görüntülü – renkli cihazlar almışa benziyor. Dünya, içten içe kaynayıp, çağın süratine ayak uydurmaya çalışmakta. Ekonomik kalkınmasını tamamlamış ve bireyin maddi ihtiyaçlarını tümüyle gidermiş toplumlarda maneviyat açlığı haddinden fazladır. Ve gençleri başta intiharlar olmak üzere, ruhsal boşluklarda kıvranmakta, çare arayışları sürmektedir. Müzik, resim, heykel, tiyatro başta maalesef şiir de bu çağcıl zihniyet ten nasibini almış bulunmaktadır. Batı, ruh kökünden koptukça, hip-hop müziği, çılgın arzu ve sınırsızlıkla ne yaptığını bilmez haldedir. İşte bu sebeple sanat güneşi, insanlığın ve geleceğin ışığı gene doğudan hem de Anadolu’dan doğacaktır.
Çünkü;
Anadolu sancılar içindedir. Çünkü Anadolu’nun insanları kentle-kırsal doku arasında kentin varoşlarına taşınmış, köyünü kente getirip oturtmuştur. Çarpık kenteşme, ters ve kopuk kent mimarisi, bize benzemeyen yollar, bina projeleri, renkleri, şekilleri, kent estetiği; köklerine yabancı bir nesili doğurmaya çalışmıştır. Anadolu insanının % 85’i şehirlerde yaşamaya başlamıştır. Köylerimiz en yakın çevreye, ilçelere, ilçelerde illere akın etmiştir. İşsizlik ve kalleş-kancık terör, dağ eşkiyaları; insanımızı taşından-toprağından-köyünden etmiştir. Anadolu bir uçtan bir uça taşınırken, politik-sosyal ve kültürel sancıları da beraberinde taşımıştır. Eğitimden, sağlığa, tarıma varıncaya kadar bu sancılar artarak devam etmiştir. Fert başına düşen milli geliri, şehirlerimizde doktor başına düşen hasta sayısını, sınıf başına düşen öğrenci sayısını ayarlayamaz durumdayız. Kırsalımızda ise mobil-taşımalı eğitim işlemekte; aile hekimliği sistemini akuple etmeye çalışmaktayız. Toprak analizlerini yapıp, doğanın cömert ellerinden verimli ürünleri alamamaktayız. Gıda maddesi ithalatçısı olup çıktık. Doğu ve Güneydoğuda toprak reformunu yapamadık. Sistem, kanamaya devam etmekte. Sistem sancı üstüne sancı dolu. Üstelik; Dil ve kültür emperyalizminin müthiş saldırısı altındayız. Özenti, moda ve gösteriş ile esasında menfaatperest ve bana neci, telefon ve internet bağımlısı, geleneklerden kopuk bir nesil hazırlanmaya çalışılmıştır. Ülkemiz, türban vb bir takım yapay meselelerle senelerce boş ve gereksiz tartışmalarla vakit geçirir hale gelmiştir. Özelleştirmede yapılan hatalarla milli sanayimiz ve bazı öz kaynaklarımız, başta madenler ve temel sanayi sektörlerimiz bir bir elden çıkmıştır. Üreten değil, dışa bağımlı, sadece tüketen, har vurup harman savuran bir yapı tesis edilmeye çalışılmıştır. Uluslararası silah ve esrar çetelerinin kuklası bir PKK terörü her köyümüze şehit tabutu göndermiş, çok büyük oranda ekonomimize darbe vurmuştur. Yabancılara toprak satışları hızlanmış, daha çok ithal eden, az ihraç eden ülke konumuna gelmiş bulunmaktayız. AB kapısında bekleyen, kendisini AB ye kabul ettirememiş, Kıbrıs başta çoğu problemi hep bir başka bahara ertelemiş bulunmaktayız.
Ve
İnternetin getirdiği kolaylıkla şairi çok, şiiri oldukça az bir kara bulutun içindeyiz şimdi. Parlak, apaydınlık bir güneşe ihtiyacımız var. Bu kadar olumsuz bir zamanda bir EDEBİYAT AKIMI çıkmayacak da, yağlı-börekli zaman da mı çıkacak? Tam zamanı. ((Şairleri haykırmayan bir millet—sevenleri ölmüş öksüz çocuklar gibidir))) diyen usta şairin sözüne uyarak, yeni çağın yeni edebiyat akımının ortaya çıkmasının tam zamanıdır ve GÜLCE miz de işte bu tam zamanında çıkan bir yürek birlikteliği, yeni çağın yeni edebî akımıdır.
Türk şiiri, Dünya şiiri içinde hak ettiği noktada değildir. Şiirimiz, öteki milletlerin şiirlerinin önünde olmasına rağmen arada çok büyük mesafeler olmalıydı. Önde ama, açık ara ile önde olmasını istemekteyiz. Bugün aruzu otantik bir eski malzeme olarak raflarda tozlanmaya terk eden, Anadolu aşıklık geleneğini yaylada unutan, kolaycı, uydurukçu, çabuk tüketen, estetikten yoksun, taklidci, yapay bir şairler curcunasını yaşamaktayız. Hece ve serbesti, iki ayrı duvara kadar götürmüş, oradan öteye nerdeyse 50 yıldır geçemeyen iki ana damar. Birisi Nazım Hikmet duvarı, ötekisi Karakoçlar ve Koşma duvarı. Birisi Orhan Veli, Atilla İlhan taklitçisi, ötekisi geleneksel ozan şiirimizin kafiye-ayak-uyaklarından aşırmacı. İşte bu gidişe (((dur!)) demek zorundaydık. Bu gidişe, “gerçek böyle değil” demeliydik. Bu gidişe “sonun iyi değil” diye haykırmalıydık. Dünya şiirinin, öteki ulusların şairlerinin bizim şiirimize benzemeye çalışmalarını göz ardı edemezdik. Veya, cebinden kök kelimeleri ve bir başka cebinden eylem ve sıfat kelimelerini yazı tura şeklinde çekip, anlamsız ve köksüz, imge sevdasıyla dokunan bugünkü İngiliz şiirinin şırıngası ile zehirlenmiş şairlerimizin sağlığına döndürülmesi şarttı.
İşte GÜLCE, bu hakikatleri göze alarak yola çıktı. Türk şiirini, mazisinden, köklerinden koparmadan geleceğe taşımaya ve Dünya şiiri içinde hak ettiği yere ulaşması için gayretler sarfetmeye başlayan tek ve en önemli edebiyat topluluğunun ortak amacıdır.
Bütün edebî akımlar, toplumların-ulusların sancılı ve problemli zamanlarında ortaya çıkmıştır. Yağlı-ballı-börekli Cumhuriyetin ilânından bugüne geçen bir süreçi hep birlikte yaşadık. Bize, ANADOLU gibi aziz bir vatan emânet edilmişti. Rus emperyalizminin baskısı altından kurtulan Türk Cumhuriyetlerinde bugün bir şiir kitabı 5.000-10.000 adet basıp satıyorsa ve bizde en fazla 1.000 tane ve o da hiç satmıyorsa, sebebini biraz da rahatlıkta aramalıyız.
Bu süreçte ne olmuştur?
Bu süreçte, Necip Fazıl Kısakürek, Arif Nihat Asya, Attila İlhan, Sunay Akın, İbrahim Alaattin Gövsa, Turgut Uyar ve daha bazı şairlerimiz izlerini çize çize gitmişler, arayışlarını devam ettirmişlerdir. Onların bıraktığı noktaları, baştan KABUL NOKTASI olarak tespit edip, oradan İLERİYE ADIM ATMALIYDIK. Atabildik mi? İMGE adına SANATI katledenlerle, UYAK-KAFİYE adına SANATI yerlere serip israf edenlerin anlamsız ve gereksiz kavgalarını izledik hep.
Hele bir düşünelim;
Bugün GÜLCE ye karşı çıkanlar, şayet şu vereceğim örneklere şiir ve şairlerine şair diyorlarsa; ki GÜLCE işte bu ÖRNEKLERden hareket etmektedir.
Geleneğe, HECENİN ve ARUZUN kalıp duruşu na KARŞI DEĞİL GÜLCE. GÜLCECİLER de zaten öteden beri aruz ve heceyi, serbesti kullanmış ve kullanmakta olan şairler. Sadece, tespit ettiğimiz ETOLON-SIÇRAMA NOKTASIndan daha ileriye nasıl gidebilirizin arayışındalar. Yenilik deyişleri bu arayıştan işte...
Çamlıbel’in HAN DUVARLARI’nda gerçekleştirdiği şiir tekniği bizim ışıklarımızdan birisidir. Beyitlerle devam eden bir şiir bünyesi arasına “Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış” ın koşmasının girmesi yok mu, işte bu teknik, bu manzaradır bizim ışığımız. Hani Orhan Veli, arkadaşı Ahmet Tufan Şentürk’e (Senelerce 4 bacaklı masada yemek yemeye alışmıştık; biz ortaya üçgen bir masa koyduk, şaşkınlık ondan. Eve, illâ ki kapıdan girip kapıdan çıkmaya alışmıştık; biz eve açık pençereden girilebileceğini ortaya koyduk. Geleneksel hece tutkunlarının şaşkınlığı bundandır” demiş ya, mesele işte tam da bu noktada…
İnternet çağında dünya o kadar küçüldü ki. İngiltere’ de şiirin can vermek üzere olduğunu anında haber almaktayız. İskoçya’ da “Stanza” atışmaları ile 13 ülkede, haftanın belirli günlerinde belirli saatlerde yapılan atışmalardan haberdar olmaktayız. Güney Kore’ de oyuncak fabrikasında çalışan bir işçi şairin dizelerini okuyabiilmekte; Tunus’ da seyyar tezgâhından zabıta tekmeleriyle yerlere düşen bir yasemen demeti, dünyayı kokusuyla baygın hale getirebilmekte ve tek adama dayalı baskıcı rejimleri perişan edebilmektedir.
AB fonları, kültür sahasında; uç ve acaip projelere destek verirken; şiiri görmezlikten gelmekte; Anadolu’dan yükselecek şiire dair has sesin Avrupa’ da rönesans gerçekleştirmesinden korkmaktadır. Alman gençleri, Fransız şarkıları ve İkoç müziği ile hemhâl olmanın yanı sıra, bizim HECE’ mizi öğrenmekte ve bir moda salgını benzeri hece önde gitmektedir.
Bütün bunlara karşılık, günümüzde Dünya şiirini hizaya getirecek güçte bir şairimiz maalesef henüz yoktur. Gidenler, rahmetli olanlar beyaz atlara binip gittiler de, meydan bizim gibi sığ ve yapay sularda oynaşanlara kaldı.
Şiiri, aşkın, imanın ve vatanın dili yapanlar birer birer ayrıldılar aramızdan. Ve ayrılmaya da devam etmekteler.
Şiir tarlasında sürülecek daha çok yer var. Bu sahanın, imar planının çizilip sanat gökdelenlerinin dikilmesi gerekir. Kulağını ve gözünü dünyaya tıkayarak, tahta barakalara hapsedilen, gecekondu ve arabesk, sığ ve yapay, köksüz ve gelecekten yoksun bir şiir anlayışı ve şair yapısını yaşamaktayız.
Arif Nihat Asya’ nın BAYRAK şiiriyle yaptığı “serbest aruz“ diyebileceğim o güzelim çalışmasından hareket ederek bir adım ileri atamadık, yazıklar olsun bize. Rübai, Taşdir, mesnevi, musammat, müstezat dediğimde yüzüme aval aval bakan, şiiri sadece, kafiye arkası parmak hesabıyla doldur boşalt olarak algılayan, koşmadan gerisine şiir demiyen bir dayatmacı anlayışın, katı-dar-taş yüreğini gül muştularıyla değiştirmeye geliyor Gülce...
Korkulan ve unutturulan aruz, Arabın ve Fars’ın hegemonyasına terk edilen aruz, yeniden şiir dünyamıza girmelidir. Ziyanı yok “Divan edebiyatı” nın mazmunları şimdilik biraz uzakta dursa da, en azından kalıplar, en azından şekilsel yapı, ses, evet ses yaşamalı. İnsan sestir, şiir de sesin kendisidir. Musiki ve ritm sesin âhenginden ortaya çıkar.
Peki; ;
GÜLCE, aruz konusunda bu düşünceden hareketle neler yapmıştır, geliniz ona bir göz atalım, olmaz mı?
1-Öncelikle, İbrahim ALAATTİN GÖVSA ve rahmetli AKİF ile Mehmet ÇINARLI’ nın üzerinde senelerce çalıştıkları aruz kalıplarının Türk Gençlerine sunumunu ele almalıydık. Çünkü, FAİLATÜN-FAİLATÜN dediğin anda korku başlıyordu. Bu korku zinciri kırılmalıydı.
Kırdık da...
Ne mi yaptık?
Üstad İbrahim Alâettin GÖVSAnın metodundan hareket ederek GÜLCE ARUZun TEMELLERİ(Ki eskiyi asla inkâr etmeden, bozmadan, karşı çıkmadan) ŞUNLARDIR diyerek temeller atmaya başladık.
1-faûlün (feûlin) (.) (-) (-) -SE-VER-DİM
2-fâilün,fâilât(-) (.) (-) -SEV-ME-DİM
3-mefâilün(.) (-) (.) (-) -SE-VER-Mİ-SİN
4-fâilâtün(-) (.) (-) (-) -SEV-Dİ-ĞİM-SİN
5-müstefilün (-) (-) (.) (-) -SEV-DİR-Dİ-ĞİM
6-mefûlâtü(-) (-) (-) (.) -SEV-DİR-DİK-CE
7-müfâaletün (.) (-) (.) (.) (-) -SE-VER-Gİ-Bİ-SİN
8-mütefâilün(.) (.) (-) (.) (-) -SE-VE-CEK-Mİ-SİN
Bu ana parçaların hece düzenlerinden birtakım değişik parçalar daha doğmuştur. Bunlar da şöyle gösterilebilir:
1-fa, fâ(-) -SEV
2-faûl(feûl) (.) (-) -SE-VER
3-falün, fâil(-) (-) -SEV-DİM
4-faûlün(feûlün) (mefâil) (.) (-) (-) -SE-VER-DİM
5-feilün,feilât(.) (.) (-) -SE-VE-CEK
6-fâilün, fâilât(-) (.) (-) -SEV-Dİ-ĞİM
7-mefûlü(-) (-) (.) -SEV-DİK-CE
8-mef ûlün, mef ûlât(-) (-) (-) -SEV-MEZ-LER
9-feilâtün(.) (.) (-) (-) -SE-VE-CEK-KEN
10-mefâilün(.) (-) (.) (-) -SE-VER-Mİ-SİN
11-mefâ îlün(.) (-) (-) (-) -SE-VER-LER-KEN
12-mefâ îlü(.) (-) (-) (.) -SE-VER-LER-Dİ
13-fe ilâtü(.) (.) (-) (.) -SE-VE-CEK-Tİ
14-fâilâtün(-) (.) (-) (-) -SEV-Dİ-ĞİM-SİN
15-müstefilün(-) (-) (.) (-) -SEV-DİR-Dİ-ĞİM
16-müfteilün(-) (.) (.) (-) -SEV-Dİ-Ğİ-MİN
17-fâilâtü(-) (.) (-) (.) -SEV-Dİ-ĞİM-Dİ
18-mef ûlâtü(-) (-) (-) (.) -SEV-DİR-DİK-ÇE
19-mütefâilün(.) (.) (-) (.) (-) -SE-VE-CEK-Mİ-SİN
20-mütefâ aletün(.) (-) (.) (.) (-) -SE-VER-Gİ-Bİ-SİN
21-müstefilâtün(-) (-) (.) (-) (-) -SEV-DİR-Dİ-ĞİM-SİN
2-Bu temel üzerine, TUĞRA ismiyle TEK DÖRTLÜKTEN meydana gelen, tamamen Türk vezni olan TUYUĞ ve MANİ’ mize benzer bir şiir türü ile; GÜLİSTAN adı ile ikinci bir şiir türünü önerdik.
Gülistan, evet GÜLİSTAN...
Aruz ile Hece’ nin tek bir şiir bünyesinde buluşması.
Han duvarlarının şekilsel yapısını göz önüne getirin. Konu bütünlüğü bozulmadan, madem ki hece de aruz da “ahenk” unsurunu önde tutmaktadır, şu halde, aruz hece birlikteliği neden olmasın diyerek GÜLİSTAN’ ımızı sunduk.
Ardından;
Hece temeline dayalı ÖZGE(10 mısralık şiirimiz) de aruzla yazılırsa ÖZGECAN; üçer mısralık heceye dayalı ÜÇGÜL’ ümüzü aruzla yazarsak ÜÇTUĞ dedik. İyi ki de demişiz.
Korku çiçekleri, ürkek ve titrek çiçekler yerlerini, daha bir güvenli açan ve uzun ömürlü çiçeklere bırakmaya başladı bile.
*
Refika DOĞAN’a ait “CANA CANDAN” başlıklı bu şiir, GÜLCE-GÜLİSTAN türü bir şiirdir. Hece ve aruzun bir şiir bünyesinde buluşmasından oluşmaktadır. Şüphesiz, aruz, zamanla deneme –m yazım adeti çoğaldıkça daha bir oturacak, kusuru daha bir az olacaktır.
Fatih Üniversitesi internette VEZİNMATİK diyebileceğimiz, TÜBİTAK ile ortaklaşa bir sistem-site ortaya koymuş. Aruz vb vezin konularında öyle uzun boylu tek tek ses araştırması yapmanıza gerek yok. İşte şu adreste(http:nlp.ceng.fatih.edu.tr/~aruz/? Home) ... Evet atınız şiiri, anında size sonucunu versin...
*
Sözü daha fazla uzatmadan, şiirin ruh kökü analizlerini başta Hikmet Çiftçi üstadımız olmak üzere diğer arkadaşlarımız gayet güzel yaptıkları için, ben o tarafa girmeden, biraz GÜLCE temelini anlatmayı uygun gördüm.
Teşekkürler Refika Doğan...
Teşekkürler GERÇEK DOSTLAR BİRLİĞİ..
Kayıt Tarihi : 3.3.2011 03:54:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (2)