Mülk onun,
Varlık onun,
Onun tasarrufunda!
Kainatta ne varsa!
Lütfettiği nimetler,
Ne olur bizi de sarsa!
Can verip tertemiz ruh üflemiş,
İlk insan Adem’e,
Bize düşen vazife,
Üflenen o ruhu temizliğinde muhafaza!
Yine tertemiz, sahibine iade! ...
Bulutta bir nur iken,
Toprağa düşen damla,
Çırpınırken,
Ya buhar olur uçar!
Ya kaybolur o toprakta!
Yada, akarken kirlenir,
Irmak olur sel olur,
Kavuşur okyanusa! ..
İşte, insan da öyle…
Tek başına olamaz,
Yalnız doğar amma,
Birleşir, kaynaşır,
Çoğalır yavaş yavaş.
Aka aka sel olur! ..
Yağan yağmur misali,
Akarken kirlenir!
Sonunda kavuştuğu gibi damlanın,
Kavuşur o da Rabbine! ..
Düşünsene bir kere, kimdir nedir şu insan!
Mekan tutmuş yer tutmuş, konuşur olmuş lisan,
Donatılmış yer yüzü, sunulmuş türlü ihsan,
Düşünsene kimsin sen, yolculuğun nereye! ...
Asırlar öncesinden, ne çileler yaşanmış,
Gelip göçen kavimler, hiç mi hiç ders almamış,
Yol kesmiş, haram yemiş, bu dünya benim demiş,
Halbuki dünya fani, kimselere kalmamış.
Sapıtan kavimlere,
Gönderilmiş peygamber,
Hak yolunu göstersin,
Gerçeği görsün diye…
ŞUAYB Peygamber de gönderilmiş,
Medyen ve Eykeli’ye.
O,
Güzel,
Nur yüzlü,
Bir Peygamber.
Allah’ın elçisi,
Akıllı yumuşak huylu.
İki şehrin peygamberi,
Nebi, Şuayp aleyhisselam.
Gök ta(Ş) ı gibi akma hedefsiz,
Sakın n(U) urunu söndürme!
Kandil k(A) ndil yansın,
Nuruna bo(Y) ansın alem,
Parlasın e(B) ediyyen.
Şuayb aleyhisselam’ın annesi,
Lut peygamberin kızı! ..
Kendisi,
Musa’nın kayın pederi,
Medyen ve Eykelilere,
Gönderilen peygamber.
………Medyen halkı,
…………..Allah’a ortak koşan,
……………….Sapıtmış bir millet!
Rivayet edilir ki;
Bu iki millet, başlangıçta,
Tek Allah’a inanıyorlarmış.
Kur’anın ifadesine göre;
Sapkınlığı atalarından almışlar.
Meşe ağacını tanrı edinmiş,
Ona tapmışlar sapıtmışlar.
Eksik tartmış, yol kesmişler,
Haram yemiş bir millet!
………İnsanlığın Allah’a yürüyüşünü,
…………Durdurmaya çalışmışlar,
…………….Azgın bir millet!
Bu yüzden geçmişte,
Helak olanlardan,
(Ad. Semud ve Lut kavimlerinin,
Helak olmalarından,
Ders çıkaramamış bir millet! ..
Yol kesmiş,
Haraç almış,
Alay etmiş inananlarla…
Huzur bozmuş, sonunda helak olmuş,
………………….Bir millet! ..
Koşarken bakma arkana,
Sırtından iten yok seni!
Bakma! peşinden koşan yok senin!
Suçlu arıyorsan,
Kendi içinde ara!
Şahlanmış,
İhtirasın ipini koparmış,
Azgın bir tay gibi,
Kudurmuş! .......
Ey insanoğlu!
Sana düşen yapabilirsen eğer,
Dönüşü olmayan bu yolculukta,
İhtirasının boynunu kırmak,
Düşüyor sana.
Sarıl boynuna ihtirasın,
Kır!
Kopar yapabilirsen!
Yoksa kendin düşersin!
Sürünürsün!
Hüner ilk adımı atmakta! ....
Yüce Allah!
Şuayb aleyhisselamı böyle,
İki kavm’e peygamber gönderdi.
Medyen (evlatlarına) kardeşleri,
Şuayb’ı gönderdik.(A’raf 85)
Şuayb aleyhisselam’a,
Çok yaşlandığı bir zamanda,
Peygamberliğinin müjdelendiği,
Rivayet edilir.
İki yüz yaşlarındayken! ....
Eykede binlerce halk,
İhtiyaç içinde kıvranıyor,
Bir yardımcı bekliyorlardı.
Onlara yardım edecekti.
Allah’ın verdiği ilimle doluydu.
Kalbi, gönlü, göğsü bu ilimle,
Bu inanç yükünün olgunluğuyla,
Zonkluyordu sanki! ..
Muhtaçlara aktarırsa,
Çok rahatlayacaktı.
Hava sıcak, ufuklara dayanan çöl,
Kaynıyordu.
Onun geçtiği yerlerde,
Meşelikler vardı,
Onların gölgeliğinde ilerliyordu.
Bir ara durup dinlenmek istedi,
Uygun bir yer seçip oturdu.
Oturduğu kayalığın altındaki gölgelikte,
Bir adam gördü! ....
Adam,
Duygularını şöyle dile getiriyordu;
Ben içi dolu bir pınarım,
Serinliğim,
Tenimden sızmış.
Bedenimde,
İnanç yeşilinin,
Hayat müjdeleri filizlenmiş.
Bir el bekliyorum.
Derde derman olacak,
Ağzımdaki tıkacı çekip alacak,
Çatlayacak bedenimi kurtaracak,
Kurtaracak bir el,
Bir el bekliyorum.
Diyordu! ...
Adam ayağa kalktı,
İleride mağara ağzındakilere seslendi,
Haydin gidiyoruz,
Gidiyoruz bu lanet yerden.
Şuayb dur ey delikanlı!
Ey oğlum,
Ey kardeşim,
Biraz dur,
Bekle beni.
Döndü delikanlı baktı Şuayb’a,
Hazreti Şuayb gülümsedi,
Tanımıştı onu,
O, Kürre idi.
Seni tanıdım ey Kürre! ...
Genç adam şaşırdı!
Evet ben küreyim. Fakat sen kimsin?
Yıllar geçen hayatım,
Beni yıprattı,
Onun için sen beni tanıyamadın.
Baban, ağabeylerinle amcalarınla,
Çok konuştuk,
Onlar benim Medyenli kardeşlerim,
Ben de Şuayb’ım! ...
Kürre başını önüne indirdi,
Asabi bir hareketle,
Tepti kumları,
Söylenmeye başladı;
--Medyenli Şuayb ha!
O şehir vaktiyle şerefli olan,
Atan Medyen tarafından,
Kurulmuştu.
Şimdi git bak,
Ne hallere düştü!
Biliyorum dedi Şuayb!
--Sen nasıl bilirsin!
Yirmi yıldır ayrı yaşayan,
Sen değil misin?
Eyke de öyle,
Bu iki şehir,
Sapkınlık ve zalimlikte,
Birbiriyle yarışıyor.
İçimizde uyananlar var,
Bir an önce oradan kaçıp,
Kurtulmak istiyorlar.
Kaçıyorlar bu yangın yerinden.
Doğrumudur kaçışın! ..
Yangını söndürmek gerekmez mi?
Deyince Şuayb;
--Nerede dedi,
Nerede yeterli suyu uzatan eller!
Sapkınlık çöllerinde,
Dolaşan kervanlar,
Hangi kuyuya baksalar,
Kör çıkıyor kuyular! ..
Artık bir kuyu var,
Kör değil!
Gözü açık!
Doğruyu gören!
Hani dedi genç adam,
Hani nerede?
İşte karşında duruyor,
Ben’im dedi, Şuayb peygamber!
Gitmeyin,
Aile efradına söyle,
Girsinler mağaraya,
Sen benim yanıma gel.
---Zaman kaybı niye,
Yolumuz uzak.
--Hedefin neresidir ey Küre?
--Hedef değil, murat….
Kabeye doğru,
Uçacak kuş hafifliğindeyim.
Sabahleyin ben de öyleydim,
Durdurulup çevrildim.
--Kim çevirdi seni?
Medyen ve Eykeyi, eski haline
döndürmek isteyen kudret.
--Yani, bizi yaratan mı?
Evet,evet….
Yoksa vazifelendirildin mi,
Ey ŞUAYB! ..
Evet dedi tekrar Şuayb peygamber.
Onlara tekrar imanlarını kazandırıp,
Medyene döndürdü.
Vazifeye başlamıştı artık…..
O,daha önce;
Adem,
Şid,
İdris,
Nuh ve
İbrahim’e gönderilen,
Sahifelere tabi oldu.
Hitabeti çok kuvvetli idi.
Kavmini yüksek sesle,
Çok güzel sözlerle,
Uyarmaya çalıştığı için,
Peygamberler hatibi diye anılır.
Kavmini ibadete,
Tek Allah’a imana davet etti.
Fesat çıkarmaktan,
Halkı Allah yolundan,
Men etmeye çalışmaktan,
Zulmetmekten,
Eksik ve kalp para,
Alışverişinden men etmeye çalıştı.
Ama ona inanmadıkları gibi,
Alay ediyorlardı onunla…
Hakaret ediyorlardı ona!
Ta şehir kapısına kadar,
Kovaladılar onu…
Şuayb onları uyarmaya devam etti.
--Ne yapıyorsunuz?
Rabbim daha iyi bilicidir.(Şuara 188)
Şehir kapısına kadar gelen biri,
Hayretini gizleyemedi.
--Medyenli Şuayb kör olduğu halde,
Belli etmiyor.
Sanki görür gibi bakıyor bize.
Hiç yolunu şaşırmadı!
Nasıl olur bu? ...
--Demek kör değil!
Soyundan gelen Medyen halkı bilmez mi?
Hatta anadan doğma kör,
Olduğunu söylerler.
Dediler ki;
--Ey Şuayb,
Biz senin söylemekte olduğunun,
Bir çoğunu anlayamıyoruz.
Seni de içimizde çok,
Zayıf görüyoruz.(Hud 91)
Bir çoban şöyle dile getiriyordu duygularını;
İnanmıyorum asla
İnanmıyorum,
Anlatılanlar yalan.
Putlara bile,
Gönülsüz tapıyorum.
Korkum olmasa,
Dağ başında değil,
Şehir içinde,
Onların suratına
Haykıracağım.
Dilediğime gazap,
Dilediğime,
Armağan serperim.
Dağda bayırda,
Orman derinliğinde,
Arzu ettiğim,
Her şeyi yapmadım mı?
Kuzulara bak,
Onlar kimin eseri,
Elbette benim.
Koç katımı yapmasam,
Mümkün olur mu?
Tek kuzunun doğması!
Can veren benim,
Canını alanda ben!
Firavunlardan,
Neyim eksik ki benim!
Ben bir tanrıyım!
Tapılmalıdır bana.
Dedikçe üzülüyor,
Üzülüyordu Şuayb! ...
Geçmiş dönem olsa da,
İnsan yine insandı,
Hisleri duyguları hem,
Her zaman vardı.
Ehl-i küfrün içinde,
İnananlarda vardı.
Şöyle diyordu onlardan biri;
Sayıları sona doğru boşuna sayma,
Bunun sonu gelmez, gelse de faydasız.
Uzar gider, insan sapıtır.
Sayacaksan başa say,
Ferahlık kurtuluştur.
Çünkü başlangıçta BİR var!
Bütün haşmetiyle hep var, hep ayakta,
Onun evveli yok! Ama o hep var.
Her şeyi var eden o,
Onu var eden yok! ...
Dilimizin tutulduğu,
Nefeslerin kesildiği,
Hayran kaldığımız varlığı sevmek,
Elbette çok güzeldir.
Niçin gönül vermeyelim!
Niçin her şeyden çok,
Sevmeyelim,
Sevmeyelim o var’ı! ...
Eşsiz olduğunu düşünüp,
Ona gönül vermeyelim.
Aşk budur işte! ..
Ona muhabbet,
Ona gönülden bağlılık,
Deryalar dolusu hazinelerden,
Daha değerli, daha doyurucudur.
Kutlu bir sevda ile, karılmış kara toprak,
Türlü türlü renk almış, şu insana dön de bak,
Kainat ağacını, donatmış yaprak yaprak,
Asla mümkün değildir, aşk olmadan yaşamak.
Zavallı olma! ..
Yaprak dururken,
Meyveye uzanma,
Dal sallanırken yaprağa bakma,
Gövde nurdan bir sütun,
Dallarda gölgelenme! ...
Elbette doymayacaksın!
Yorgunluğun tükenmeyecek,
Serinlikten nasibin olmayacak!
Azgın nefis kuduracak…
Zehir çiğnemiş, canavar gibi,
Sakın nefsine kanma,
Zavallı olma! ...
Şuayb aleyhisselam’ın uyarmaları,
Allah’ı hatırlatmaları,
Fayda vermediği gibi,
Daha da azdırıyordu onları.
Yüce Allah’ın rızık bolluğu,
Geçim rahatlığı,
Onlara gelecek felaketi,
Çabuklaştırmaktan başka,
Fayda vermiyordu.
Amma! ...
Şuayb aleyhisselam,
Yalnız Eykelileri, Medyen halkını değil,
Mısır firavununu bile uyarıyordu.
Onlara diyordu ki;
Ey Firavun!
Göktekiler,
…Yerdekiler,
……Denizler ve dağlar kızdığı zaman!
Allah’ın gazaba geleceğinden,
Korkmaz mısın?
Diye uyarmaktan geri durmadı! ...
Amma ne imana geldiler,
Ne de vazgeçtiler puta tapmaktan! ...
Medyen ve Eyke halkı,
Peygamberlerini yalanladıkları,
Onun öğütlerini dinlemedikleri için,
Helak oldular.
Yüce Allah!
Onların üzerlerinden,
Tatlı yel esintisini kesti,
Son derecede kavurucu,
Bir sıcaklık saldı.
O sıcaklık yaktı bunalttı!
Evlerin içlerine girdiler,
Dışarıdan farkı yoktu içerlerin de! ..
Yedi gün bu sam yeli devam etti esmeye! ...
Sıcaklık,
Kuyuları,
Kaynakları kuruttu.
Sıcaklıktan ayaklarının,
Altındaki etleri döküldü!
Dayanılmaz hal aldı.
Yere uzanıp yattılar,
Ne gölge ne su bir fayda vermedi.
Nihayet çareyi sahrada aradılar.
Kendilerini çöle attılar.
Sahraya kaçtılar.
Yüce Allah,
Güneşten korunacak bir bulut,
Gönderdi.
Hepsi o bulutun altında toplandılar.
Bu sefer de altlarından,
Yer sarsıntısı başladı.
Üst taraflarından da,
Cebrail’in çığlığına yakalandılar.
Cebrail aleyhisselam,
Üzerlerine inip,
Şiddetlice bağırınca!
Dağlar ve yer sarsıldı.
Yüce Allah gölgeyi çekip aldı,
Güneşi alevlendirdi!
Sonra da üzerlerine ateş yağdırdı.
Çekirgeler gibi,
Yanıp kavruldular! ...
Günah kasırgaları.
Cellat çevikliğinde,
Doğruyordu etlerini.
Sinirlerini koparıyor,
Damarlarını boşaltıyordu.
O iklimlerin ayazında,
Hangi yasak çiğnendi de cezasız kaldı.
Allah’ın göğsünden düşen beden,
Kör kuyu değil de neydi? ..
Koşan yolcu,
Menzile yaklaştım sanma,
Belki de uzaklaşıyorsun,
Bir adım ileri,
Beş adım geri.
……..Ufuktan ufuğa,
…………Çırpınıp duran hangi kanat yorulmaz.
…………….Ya kopar günün birinde,
………………..Ya da tüy dikilir.
Kıtlık kuraklık
Yıllar sürse de,
gelir geçer,
Açtığı yaralar kapanır.
İçten içe dökülürse insan,
Günah çiçekleri açarsa,
Dikenliğe dönerse gönül!
Açmaz olursa orada gül,
Ürkütücü hal alır,
İşte böyle milletler,
Gün gelir helak olur.
Yüce ALLAH,
İman edenlerle birlikte,
Peygamber Şuaybı,
Bu azaplardan rahmetiyle kurtardı.
Duyarım,
Öyle iklimler varmış,
Öyle iklimler varmış ki,
Saçakları adam boyu,
Buz tutarmış,
Hem kılıç gibi keskinmiş.
Duydukça benim de içimde,
Fırtına koptu, ayazdan dondum!
Hak tanımayan iklimler,
Gezindi içimde!
Buz tutmayan yerim kalmadı,
Bedende!
İnananlarda,
Ümit ışığı tükenmedi,
Sevgi ve saygıya hasretliklerini,
Şöyle dile getiriyorlardı;
Bakışlarımın takıldığı her şey,
Güzel, alımlı hoş….
Rabbimin aşkı var onlarda.
İsterdim bizde öyle olalım,
Nerde! …..
İnsan bu kadar mı alçalır!
Nefsine esir olur!
Dünya malına meyleder,
Paslı zincirler kuşanır.
Umudun emzirdiği çocuk,
Uyan artık sen de uyan,
Bak şu dünya koca yalan.
Gözünü yumduğun an,
Malın mülkün olur talan.
Bu dava zor, bu dava büyük,
Git gide ağırlaşan, taşınmaz bir yük.
Kolay değil, bendeki benden ayrılıp,
Ötelere uzanmak.
Kolay değil,
Ölümsüz dünyada, yeniden doğmak,
Hiçte kolay değil! ....
Sonsuz varlığın nurunda yunmak.
Kolay değil,
Şeksiz şüphesiz, Ona inanmak.
Hiç kolay değil! ...
Şuayb aleyhisselam,
Sapıtmış insanları, doğru yol’a,
Getirememenin ezikliği içinde,
Duygulandı,
Söylendi kendi kendine;
Hep yükselmek ister,
İnsan oğlu.
Niçin di bu?
Meçhulleri bulmak,
Onları yenmek için mi?
Hayır,
İnsan doğuştan Allah’ındır.
Sır yumağını aça aça,
Hep ona doğru gider,
Nemrud niye yaptı,
Babil kulesini,
Kartallarla havalanmayı,
Niçin istedi! ...
Aynı merak ve arzu, değil miydi? …
Firavunun piramitleri,
Oraya her çıkış her tırmanış,
Neye hizmet ediyor!
Havalandıkça insan!
Allah’ın Azameti önünde,
Alçalıyor, cüceleşiyor! ..
Yarın ay’a yıldız’a,
Ayak basacaklar,
Gurur çılgınlıkları yaşanacak,
Sonunda,
Kapanacaklar huzurda,
Secdelere,
İnsanlar! ...
Bu sabah yurdu daha sıcak,
Şuayb’ın,
Neresine baksa,
Gülümsüyorlar ona.
Sanki gideceğini sezmiş gibi…
Bırakmak istemiyorlar.
Yapraklardan,
Kayalardan,
Otlardan çiçeklerden,
Sızan krağı değil,
Ağlıyor toprak! ...
Sevinçle göz yaşı,
Bir aradalar,
Bir sır var,
Çözülecek,
Üç yüz yıllık bir ömür,
Son mu bulacak! ...
Evet,
Bunun haberi gelmişti,
Artık Şuayb aleyhisselama,
Rahmet-i Rahman’a kavuşmuştu.
Ümmetleri helak olan,
Tüm peygamberler,
Mekkeye gelir,
Orada vefat ederler,
Kabirleri de orada bulunur.
Ona ve gönderilen tüm peygamberlere,
Selam olsun! ....
Kayıt Tarihi : 15.7.2010 17:34:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI-2010 Yılı Projelerinden

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!