O
Resul,
Peygamber
Zincirinde
Sabrın timsali,
Tur dağına çıkıp
Allah ile konuşan,
Firavunun belasıyla,
Dokuz mucizeye kavuşan,
Kavminin budalalarının,
Eza ve cefasın çeken,
Haline hep şükreden,
Musa kelimetullah,
Mu demek su demek,
Sa ise ağaç
Musa adı
Buradan
Gelmiş
Tir.
Bunun için,
Ona Musa dendi.
Uzun boylu esmer tenli,
Sağ eli nübüvvet benli,
Yüksek burunlu,
Hafif etli,
İri butlu,
Kıvırcık saçlı,
Peygamberler halkasında,
Sondan üçüncü.
Fir’avunların da üçüncüsü,
Velid bin Mus’ab adında biri,
Kavmi İsrail oğlu,
Yakup peygambere verilen,
Lakap bu idi.
Asırlardır kavimler,
Bu ad ile anılır.
Mus’ab,
Kavmini tam elli yıl,
Putlara davet etti.
Onlara tapın dedi.
Kavmi itaat edip,
Dediğini yaptılar,
Ona teslim olup,
O Putlara taptılar.
Bir baktı ki muti millet,
Ne der ise yapacaklar,
Tanrı benim tapın dese,
Kendisine tapacaklar.
Haydin bana gelin dedi,
Azabile tehdit etti.
Eğer karşı çıkarsanız,
Çok çileler çekin dedi.
Neler oldu görün bakın,
Aldanmayın ona sakın,
O bir tanrı olamadı,
Karşı çıktı kavmi ona,
Umduğunu bulamadı.
Henüz Musa doğmamıştı,
Kara günü boğmamıştı,
O günlerin birinde,
Firavun bir rüya gördü,
Beyt-ül maktis tarafından gelen,
Bir ateşin, Mısır evlerini yaktığını,
İsrail oğullarının evlerini ise,
Yakmadan bıraktığını,
Gördü.
Bunun üzerine;
Sihirbaz, kahin,
Falcı izci ne varsa topladı,
Rüyasının yorumunu,
Yapmalarını istedi.
Dediler ki kahinler:
İsrail oğullarından doğacak,
Erkek bir çocuk,
Senin saltanatını,
Elinden söküp alacak.
Başına bela olacak! ..
Seni buradan sürüp çıkaracak,
Dinini yok edip,
Kendi dinini kuracak dediler.
O zaman,
Ne yapacağız diye sordu onlara?
Kim buna nasıl çare bulacak?
Dediler ki;
Eli bıçaklı cellatlar
Sokak sokak dolaşsın,
Her yeni doğan erkek çocuk,
Ölümüne kavuşsun.
Yok mu buna bir çare, yok mu gamın dindiren!
Kendi okun dikeni, bu kafiri öldüren.
Aşk yolunda canını, canana veren aşık,
Göz bebeğinden bekler, ona parlasın ışık,
Zehir olsa elinden, içer o kaşık kaşık,
Yok mu buna bir çare, yok mu gamın dindiren!
Dünya fani isteme, ondan ne mal ne makam,
Alamaz hiçbir kimse, ne öç ne de intikam,
Feleğin dönüşü sert, salınışı tas tamam,
Kendi okun dikeni, o kafiri öldüren.
Gün döndü, devran döndü,
Yıl miladi yetmiş oldu,
Firavunun kaderi dönmedi.
Ettiği onca zulüm,
Başına bela oldu.
Musa’nın annesi o yıl hamile kaldı.
Tedirgindi, tasalıydı,
Ne yapacağını bilmiyordu! ..
Yüce Rab’dan bir nida,
Yetişti imdadına.
Onu emzir,
Ona ve sana,
Bir tehlike gelirse onu Nil’e bırak…
Onun boğulacağından korkma, kederlenme.
Çünkü biz onu sana döndürürüz,
Hem onu peygamber yapacağız.(Kasas 7)
Bir sepet içine koyup,
Yüzdürdü Nil’de,
Kız kardeşi onu takip etti,
Gizli gizli peşinden gitti.
Bir yukarı bir aşağı,
Dalga dalga sular sürükledi,
Firavunun konağında ağaçlığa yükledi.
Vuslatın vaadini, vermeseydi yaradan,
Firavunun adamı, tutar mıydı nehirden!
Çıkarmasaydı şayet, süt anneyi aradan,
Şeker şerbet yerine, zehir emer ahirden.
Fir’avnın hanımı, sultan Asiyeydi.
Cariyeler tutup onu,
Asiye ye götürdü.
Bunu nehirden tuttuk deyip,
Onun önüne koydu.
İçinde mal var sandılar,
Açtılar, baktılar ki bir çocuk.
Asiye hatunun gönlü bu çocuğa ısındı,
Sahip çıktı çocuğa,
Saraya uygun gördü,
Fir’avun ise sonunun bu çocukla,
Son bulmasından korkuyordu.
Asiye hatun ikna etti sonunda.
Evlat edindiler onu da.
Yürümeye başlayınca,
Asiye Firavuna uzatıp,
Benim ve senin göz aydını olan,
Bu çocuğu al dedi.
Firavun bana değil,
Sana göz aydınıdır.
Benim için diyemedi Firavun,
Demiş olsaydı,
Belki iman ederdi.
Kucağına alınca,
Musa sakalına yapışıp,
Yolmadan bırakmadı.
İşte o zaman Fir’avun,
Tekrar öldürmek istedi.
Asiye hatun o daha çocuktur,
Belki bize faydası olur dedi.
Bu ülkede benden zengini yok,
Ben onun önüne,
Bir yakut, bir de,
Ateş koru koyacağım.
Yakutu alırsa akıllı,
Ateşi alırsa o, aklı ermez demektir.
O daha sabi bir çocuk dedi.
Cebrail gelip,
Ateşe el attırdı.
Götürünce ağzına Musa’nın dili yandı.
Nihayet Firavun onu oğul edindi.
Musa artık delikanlı,
Büyüdü saraylarda,
Atlara biner oldu,
Süslü elbiseleri giyip,
Gezmeye gider oldu.
Ona Firavunun oğlu derlerdi.
Bir gün Firavun ata binip,
Gezmeye gitmişti,
Musa da binip ata,
Onu takip etmişti.
Yolda kavga eden iki kişi görmüştü,
Biri kendi kavmi,
İsrail oğullarından,
Öbürü ona düşman bir Kıpti,
Yollar boş tatil günü,
Kimsecikler yok idi.
Kendi kavminden olan
Ondan yardım istedi.
Gitti Musa yanına,
Bir yumruk indirdi,
Yere serip öldürdü.
Sonra da pişman oldu! ..
Ey Rabbim;
Bu adamı öldürmekle,
Kendime yazık ettim! ..
Beni bağışla dedi.
Rahman ve rahim olan,
Allah onu af etti.
O zaman Musa haline şükretti.
Ey Rabbim bundan sonra,
Haksıza ve de günahkara,
Arka çıkmayacağım diye aht etti.
Ertesi gün,
Şehirde dolaşırken,
Aynı adam yine çıktı karşısına,
Yine yardım istedi.
Musa A.S. ona,
“Sen azgınlığı apaçık görülen birisin,”
Dedi amma! ..
Yine de yardım için yaklaştı.
O kıptinin ağır sözler söylediğini duyunca,
Yakalamak üzere yürüdü,
Bunu gören Kıpti,
Dün öldürdüğün adam gibi,
Haydi gel,
Beni de, beni de öldür dedi.
Bunun üzerine onu bıraktı.
Amma adam boş durmadı,
Onun adam öldürdüğünü yaydı şehirde.
Bunu duyunca Firavun,
Musa bizim adamımızdır,
Büyük yolları bilmez,
Küçük yollarda bulup getirin,
Dedi adamlarına.
Şehrin ortasından koşarak,
Bir adam geldi.
Ey Musa;
Mısır eşrafı seni öldürecek,
Hemen buradan çık git,
Ben senin iyiliğini isteyenlerdenim.
Musa korku içinde şehrin dışına vardı,
Ey Rabbim bu azgınların elinden,
Kurtar diye yalvardı.
O sırada elinde kısa,
Bir mızrak tutan,
Atlı bir melek, beni takip et dedi! ..
Medyen’e kadar götürdü.
Bu yol sekiz gecelik yoldu,
Ağaç yapraklarından başka,
Yiyecek bir şey yoktu.
Dünyanın fani mülkü, değil kimseye baki,
Aman dileyen kula, erişir kudret eli.
Yüce Rab tecellisi, oluyor her an vaki,
Sır onda hüküm onda, titreyen gönül teli.
Hicranla gönül harap, hem de o viran,
İmdada yetiş ya Rab, hem çok perişan,
……Lutfundan bir gün bile, olmaz ki pişman.
Medyen kapısına varınca Musa,
Halkın hayvanları su içmek için eğilmişti,
Bu halkın gerisinde, iki kadın,
Mıhlanmışlar sanki,
Atamıyordu öne doğru bir adım.
Sordu nedir derdiniz?
Buraya niye geldiniz?
--Biz zayıflardanız,
Çobanlar sulamadan,
Oraya yanaşamayız.
Musa üç beş kişinin ancak kaldırabildiği,
Kuyunun taş kapağını kaldırdı,
Su çekip kuyudan,
Kızların koyunlarını suladı.
Çekilip bir ağaç altına,
“Ey Rabbim!
Bana indirdiğin,
Hayırdan dolayı fakirim” dedi (Kasas 24)
O kadar karnı açtı ki,
Bağırsakları açlıktan,
Gurul gurul gurulduyordu.
Buna rağmen bir lokmadan başka,
Bir şey istemedi.
Evlerine dönen kızlara,
Sordu babaları;
--Ne çabuk geldiniz akşam olmadan,
Onlar da, Salih bir zat bulduk,
Bize acıdı,
Davarlarımızı o sulayıverdi.
Dediler.
Babaları Salih peygamberdi.
Git kızım onu bana çağır dedi.
Oda yüzün örtüp,
Utana, utana Musa ya vardı.
Yaptığın iyiliğin ücretini,
Ödemek için babam çağırıyor dedi.
Çağrılmaktan hoşlanmadı,
Gönülden gitmek istemese de,
Yırtıcı hayvanlardan korktu,
Emin yer diye haydi yürü dedi.
Kız önde o arkada yürüdüler.
Giderlerken,
Rüzgar kızın örtüsünü uçurdu.
Sırtı açıldı.
Musa bakmadı kızın sırtına,
Başını yana çevirdi,
Sonra da yumdu gözünü.
Kıza sen geç benim arkama,
Biz ehl-i beyt Yakup oğulları,
Bakmayız kadınların sırtına.
Ben yanılırsam, çakıl taşı at ayağıma,
Bana yol göster.
Rabbim ne eylerse,
Her şeyi güzel eyler.
Gün gelir, o kızı,
Musaya zevce eyler.
Şuayp A.S. mın yanına,
Girdiği zaman akşam yemek vaktiydi,
Şuayp peygamber
Ey genç, otur yemek ye dedi.
Yemekten kaçındı.
Sordu Şuayp A.S.
Sen aç değil misin?
Evet açım,
Koyunları sulamanın,
Bedeli olmasından korkarım.
Ahiret emeline değişmeyiz bir şeyi,
Dünya dolusu altın bile olsa! ...
Cennet bağının süsü, oldu yüzün lalesi,
Güzellik sarayıdır, gönlünün mimarisi,
Ayağının tozudur, kızıl lalenin süsü,
Atalardan yadigar, sana kurulan sofra.
Deyince Musa oturdu, karnını doyurdu.
Başından geçenleri anlattı.
Onu çağıran kızı babasına,
Babacığım! .
Onu ücretle çoban tut dedi.
Çünkü ücretle çalıştırdıklarının
En hayırlısı odur dedi.
Babası güçlü olduğunu gördün,
Emniyetli olduğunu ne bildin?
Yolda gelirken önümden yürüdü,
Bana hiyanetlik etmek istemedi.
Şuayp baba kızına,
Git bir asa getir,
Davarları yayarken, ondan yararlansın dedi.
Kız asaların bulunduğu yere girdi,
Bir asa alıp getirdi.
Bu asa insan suretine girmiş,
Bir melek tarafından,
Şuayp’a verilen emanetti.
Onu aldı elinden,
Başka bir asa getir dedi,
Bunu koy yerine.
Kız yeni bir asa almak istedikçe,
Hep aynı asa düşüyordu eline,
Başka bir asa gelmiyordu bir türlü.
Çaresiz Şuayp baba,
O asayı verdi Musa’ya.
Asa iki çatallı,
Ucu da eğri ve kancalıydı.
Bu asa emanetti Şuayb’a,
Hiç içine sinmedi, gitti Musa’yı buldu,
Asayı ondan tekrar geri istedi.
Musa vermek istemedi o artık benimdir dedi.
Sonunda yanlarına gelecek birinin,
Hakemliğine razı oldular.
Biraz sonra insan kılığında,
Bir melek geldi.
Asayı koyun yere, kim kaldırırsa onu,
Asa onundur dedi.
Kodu Musa sayı,
Şuayb’ın gücü yetmedi kaldırmaya,
Musa ise çok kolay,
Kaldırdı onu yerden.
Allah’ın dilediği kadar,
Kaldı Şaybın hizmetinde,
Sonra ayrılmak için,
Ondan izin istedi.
Hakikat şudur ki;
Firavun’un yaptığı,
Mısırda hep zulümdü,
Mısır halkını da fırka fırka,
Zümre zümre o böldü.
Onların oğullarını boğazladı,
Kızlarını affetti.
Musa aleyhisselam,
Karısı koyunları, çakmağı,
Ve asasıyla Medyenden ayrıldı.
Mevsim kış idi.
Yolu bazen düz,
Bazen de yokuş idi.
Geceleri ateş yakar,
Gündüzün yaprak toplar,
Kona göçe yoluna devam ederdi.
Nereye gittiğini bilmeden,
Şehirlere girmeden,
Sapa yollardan giderken,
Soğuk bir kış akşamında,
Tur-u Sina dağının
Batı yanında,
Yağmurlu bir gecede,
Karanlık çökmüş üstlerine,
Şimşekler çakıyor,
Göz gözü görmüyordu.
Zevcesine doğum sancısı tutmuştu,
Yakmak için çakmağı,
Çaktı, çaktı ama,
Bir türlü ateş yanmadı! ..
Şaşırdı, kalktı kalktı oturdu…
Yoruluncaya kadar,
Çakmağı çaktı durdu.
Son derece daraldı,
Bunaldıkça bunaldı.
O anda dağda bir ışık gördü.
--“Ailesine siz burada durun,
Gerçekten ben bir ateş gördüm,
Belki ondan bir kor,
Ya da bir ateş getirir veya,
Bir yol bulurum.”(Taha 10) dedi.
*
“Yıldızlara yansıyan, sevdanın aynasıdır,
Yıllar geçtikçe aşklar, gelir derde dayanır,
Süzülürken bellidir, göz yaşları boyanır
Yüreğinden beslenen, şarkının aynısıdır.
İplik iplik her sözün, nağmesi eski duvak,
Üşüyen damarlarda, ısıtamaz kanını.
Verse bile alamaz, o vefasız canını!
Bırak artık derdimi, dertlerin padişahı,
Makamında oturan her mevsimi çiledi.
Gider ayak herkese mutluluklar diledi.
Ah
Ah be
Ham düşüm,
Son gülüşüm,
Yıllar önceydi,
Bittim işte
Vefasız,
Bittim
Ya! “
Osman Öcal
*
Halbuki o ateş değil,
Yüce Rabbin nuruydu! ..
Yemyeşil ağaçları yakmıyor,
Yeşillikler artıyor,
Dumanı da çıkmıyordu.
Ona yaklaştıkça o nur geri çekiliyor,
Ağaç da uzaklaşıyordu.
Korktu geri dönmek istedi.
Fakat ateş ona yaklaştı,
Korkusu arttıkça arttı,
Gözlerini kapattı,
Uzanıp yere yattı.
Sanki kulağına,
Sanki bir başka sesler geliyordu.
Az kalsın delirecekti.
O sırada
Vadinin sağındaki ağaçtan,
Kendisine bir ses geldi.
--“Ey Musa! ...
Musa A.S. Buyur! Buyur!
Emrine amadeyim! ..
Diyordu amma,
Çağıranı ne biliyor,
Ne de görüyordu.
Nerdesin? sen kim sin?
Diyordu! ..
Rabb-ül alemin,
--“Kulum beni andığında,
Ya da düa ettiğinde yanındayım buyurdu.”
Musa A.S. Alemlerin Rabbine,
Hamd olsun dedi.
Dedi demesine amma,
Heyecanından sanki canı çekildi.
Bacakları titredi,
Dili tutuldu, ölü gibi hareketsiz,
Uzandı yere.
Yüce Allah,
Bir melek gönderdi,
Onun kalbini güçlendirdi,
Aklı başına geldi.
--Ey Yüce Rabbim!
“Duyduğum ses senin mi?
Yoksa elçinin mi? ”
Diye sordu?
--“Rabbi evet o benim,
Yaklaş bana buyurdu.”
--“Ey Musa, o sağ elindeki nedir?
Diye sordu? ”
--Musa “o benim asamdır.”
--“Onunla ne yaparsın? ”
--Ona dayanırım, ağaçtan yaprak silkelerim,
Yük taşırım dedi.
Onu yere bırak diye,
Uyardı Musayı,
Musa yere bırakınca,
Elindeki asayı,
Asa oldu bir ejderha! ..
Musa korktu, Ya Rabbi,
Bu ne iştir deyip kaçmak istedi.
Rabbi ona,
“Korkma ey Musa,
Beri gel, biz onu yine asaya çevireceğiz.
Elini yılanın ağzına sok,”
Musa sokunca elini, asa yine eski halini aldı.
--“Şimdi elini koynuna sok.”
Musa elini koynuna sokunca,
Bembeyaz çıktı, (Neml 12)
Allah Musaya orada,
Peygamberlikle şereflendirdi.
Dokuz mucizeyi de ona lütfetti.
Ey Musa!
Şimdi git, Firavunu hak yola davet et,
Çünkü o pek azdı.
Ya Rabbi!
--“Ben onlardan birini öldürdüm,
Korkuyorum,
Kardeşim Harun’u da bana yardımcı ver,
Onun dili benden açık,
Bana destek olur.”
Benim göğsümü genişlet, İşimi kolaylaştır.” dedi.
Her ikisi de peygamberlikle,
Şereflendiler,
Vazifelerinin başına geçtiler.
Yücelerden…..
Hem çok yücelerden,
Kuvvet aldı güç aldı!
Dendi ki onlara,
Korkmayın sizinle beraberim,
Her şeyi hem görür, hem işitirim.
Hemen gidin siz o Firavuna deyin ki!
Artık, İsrail oğullarını bizimle gönder.
Onlara işkence etme,
Etme sakın!
Sakın karşı çıkma sözümüze,
Sözümüzü dinle,
Dinle ne diyor Rabbimiz,
Rabbimiz senin de,
Senin de Rabbin! İşte ondan sana,
Sana bir ayet getirdik.
Getirdik, bir ayet bir de selam,
Selam, doğruya tabi olanlarındır.Dedi ki!
Dedi ki, “Hiç şüphesiz azap
Azap, peygamberleri yalanlayanların,
Yalanlayanların ve Hak’tan,
Hak’tan yüz çevirenlerindir.” (Taha 45-48)
Aşk olmadan gülünmez, gülen varsa söylesin.
Aşksız hayat yaşanmaz, yaşansa da zor olur,
Dindiremez yaşını, ağlamaktan kör olur,
Aşk ağlatır öldürmez, ölen varsa söylesin.
Musa ve Harun, gecenin bir vakti,
Firavunun kapısına dayandı,
Çalınca kapısını,
Firavun uyandı.
--Siz kimsiniz, ne istiyorsunuz?
--Biz, Rabbül aleminin resulüyüz! ”
Hem biz hem sen, Allah’ın kullarıyız.
Deyince içeri aldı onları.
Musa’nın belinde lif kuşak,
Sırtında abası,
Elinde asası bulunuyordu.
Firavun tanıdı onu!
--Biz seni yeni doğduğun zaman,
Evimizde büyütmedik mi?
Sen uzun yıllar aramızda kalmadın mı?
Sen nankörün birisin dedi.
--Ben daha doğmadan,
Sen İsrail oğullarının erkek çocuklarını,
Ellerinden alıp öldürüyordun.
Sarayına ulaştırılışım bu yüzden olmuştur.
Firavun;
--Alemlerin Rabbi de nedir?
Musa;
--Göklerin yerlerin sahibi,
Bunların arasında ne varsa,
Hepsinin Rabbidir.
Firavun;
--Sizin, benden başka Rabbiniz yoktur! ..
Benden başka bir İlah edinirseniz,
Seni zindana attırırım dedi.
Musa;
--Ben seni yalanlayan,
Beni haklı çıkaran,
Bir delil ile geldim dedi.
Firavun;
--Doğru söyleyenlerden isen,
Haydi çıkar onu dedi.
Bunun üzerine Musa,
Asasını yere attı,
O da ne! O asa,
“O anda apaçık bir ejderha oluverdi! ...(Şuara 30-32)
Her anını onunla, yaşamak ne de güzel,
Dilerse o asayı, elde ejderha yapar,
Sallayınca elini, parıl parıl nur saçar.
Anla onu gör gayrı, bu sevdalar çok özel.
Süslü sarayda doğsa, mutlaka sonu hüsran.
Yağmur yerine gökten, üst üste bela yağar,
Yarılır kızıl deniz, dalgalar onu boğar.
Kör şeytandan Firavun, alırsa böyle ferman,
Firavun İsrail oğullarının,
İman etmiş olanlarına,
İşkence ve çileyi reva görüyor,
Onlara rahat bir nefes bile,
Aldırmıyordu.
Bunun üzerine Rabbim,
Onların Mısırı terk etmelerine,
İzin verdi.
“Bunu duyan Firavun,
Kuvvetli bir ordu ile,
Takip etti onları.”(Şuara 52)
Musa ve inanlar,
Cebrail’in rehberliğinde,
Kızıl denizin kenarına kadar geldiler.
Önlerinde düşman gibi deniz,
Arkalarında da deniz gibi düşman,
Sardı dört yandan.
Rabbinden bir nida! ..
Yetişti imdadına!
Asanı denize vur dedi Musa’ya.
Musa asasını vurunca,
Deniz yarıldı ortasından!
Geçtiler denizi bu yoldan.
Arkalarından gelen,
Firavun ve orduları,
Girince aynı yola,
Dev dalgalar oluştu,
Firavunun ordusu belasına kavuştu.
Firavun tam boğulurken,
Açtı elini! ..
--“İsrail oğullarının inandığı,
Tek Allah’a inandım.
Beni affet ya Rabbi! ..
Ben de müslümanım dedi.”(Yunus 90)
Rabbül alemin! ..
--“Şimdi mi inandın?
Daha önce,
Baş kaldırmış, bozgunculuk etmiştin!
Bu gün gark olan cesedine, kurtuluş,
Vereceğim ki, sonrakilere ibret olsun,”
Diye buyurdu.(Yunus 92)
Diledi de kurtardı, boğulmaktan kulunu,
Yardı kızıl denizi, düz eyledi yolunu,
Şirk koştu da Firavun, put eyledi çulunu,
……….Boğuşurken sularda, yetişti ona hüsran.
……….Nasıl inkar eder ki, inandım diyen insan.
Tur-u Sina da müjde, olmazdı saatinde,
Vuslat vaadini, vermeseydi ol Rahman,
Vücut mülkü tarumar, nice çile kalbinde,
Hasret ateşi yakar, öldürürdü o zaman.
Kavuşmak için garip, bulamazsa bir derman,
Ruh terk eder bedeni, deva olmaz elinde.
Uçup gider sonsuza, alınca Rab’dan ferman.
Vakit saat gelince, lal olur bülbül dili,
Geridönmez bir daha, gönül evinden çıkan.
Dünya kimseye baki mi?
Musa A.S. Kardeşinden sonra,
Üç yıl daha yaşadı.
Hani İsrail oğulları,
Korkutulmuştu dağ ile,
Yolları çizilmişti
Verilen Tevrat ile.
Hani Yüce Allah!
Tur-u Sina da vermiş idi on emri.
Musa dağda iken,
Altından yapmış idi,
Buzağıyı Samiri!
Sizin de Musa’nın da,
İşte budur İlahı demişti ya! ..
Musa bunu kaybetmiş,
Tur-u Sina’ya bu İlahı aramaya…
Gitmiş demişti ya! ..
Dönünce Musa dağdan,
Baktı ki kavmi,
Yine sapıtmış, yine putları,
İlah edinmişti ya…
--“Ey Rabbim,
Beni de kardeşimi de affet,
Bizi rahmetinin içine sal,
Esirgeyen bağışlayan sensin.”
Demişti ya…..
Hani dünyanın en zengini
Hazinelerinin anahtarını,
Deve katarları taşıyan,
Hani dünya kurulduğu günden beri
Ondan daha zengin olmayan,
Adı Karun olan, biri vardı ya…
Süslenmiş üç yüz cariye,
Dokuz yüz bin adamıyla,
Halkın arasına çıkardı ya….
Konağının kapısını altın,
Duvarlarını altın kaplama ile,
Kaplatmıştı ya…
İşte o Musa A.S. mın,
Amcasının oğluydu.
Firavun ve Haman gibi,
Musa’yı yalanlamış,
“Çok yalancı bir sihirbazdır! ”
Demişti ya (Mü’min 23-24)
Hani bir fahişe ile, yattı diyerek
Zina ile suçlayıp
İftira etmişti ya..
İşte o zaman Musa,
Ya Rabbi!
--“ Senin düşmanın,
Benim eziyetçim,
Benim rezil rüsvay olmamı
Aşağılanmamı istiyor,
Medet senden” demişti.
Rabbi ona:
--“Yere dilediğini emret!
Sana itaat edecektir” deyince!
Musa A.S. da,
Ey yer! Tut onları,
Ey yer! Yut onları,
Diye düa etmişti.
O zaman Karunun konağı,
Malı mülkü battı yerin dibine.
Umudun emzirdiği çocuk,
Uyan artık sen de uyan,
Bak şu dünya koca yalan.
Gözünü yumduğun an,
Malın malkün olur talan.
Bu dava zor, bu dava büyük,
Oluyor gittikçe, taşınmaz bir yük,
Sayılı nefeslerin bittiği an,
Ömür denen sarkaçta duruyor zaman.
Tevrat hükümlerine göre,
Amel edecekleri sözünü,
Aldıktan sonra Musa!
Kırk gün, kırk gece daha,
Göründü ortalıkta,
Sonra kayboldu,
Görünmez oldu,
Gören duyan olmadı,
Olmadı bir daha….
Hak yolunda canını, canana veren aşık,
Tanrının huzurunda, cefadan üstün olur.
Yabancıya meyleden, göremez nurlu ışık,
Cevr ile geçen ömrü, vefadan üstün olur.
“Kakılır bir yerde kalır oyuncak,
……………………Kurgular biter.
Ölüm!
O geldi mi! Ne var ondan korkacak,
……………………korkular biter.
Fikir açmaz artık beyinde kuyu,
…………………….Burgular biter.
Unuturuz hayat adlı uykuyu,
……………………Uykular biter.
Biter!
Her şey biter, ses, şekil ve renk,
……………………Kokular biter.
Kabir sualiyle kapanır kepenk,
……………….Korkular biter.
(N.F.Kısa Kürek)
İşte şimdi geldi, selam sabah sırası,
Çok açıldı gitti, başlangıçla arası.
Söylenecek son söz, artık burası,
Dinleyin dostlarım, beni dinleyin.
Ey saba yeli,
Başın alıp nereye,
Gidersin böyle,
Eğer yolun düşerse,
Kutsal toprağa,
Ademden son resule,
Selamım söyle! ...
Kayıt Tarihi : 15.7.2010 17:36:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI-2010 Yılı Projelerinden

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!