(GÜLCE-Bahçe) (Gül Tufanı) -İsa Peygamber

Ali Gözütok
153

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

(GÜLCE-Bahçe) (Gül Tufanı) -İsa Peygamber

Muhabbet yolunda,
En sağlam adım!
Mihnet sarayının,
Haremine mahrem!
Dünya evine girmeden,
Anne olan!
Meryem’in biricik oğlu!

Cism-(İ) pak ismi pak,
Hem Re(S) ul, hem nebi,
Süleym(A) n’ın soyundan,
İSA Aleyhisselam.

Merhaba! ..
Merhaba ey, ihtişam erbabının kıblesi.
Dileyince Yaratan, beşikten gelir sesi!
Merhaba ey, peygamberler üyesi,
Nebiler zincirinde, yeri olan bir ulu!
Merhaba ey, yer yüzünün, kutsal çocuğu,
Yolu Rabbe uzanan, Hak yolun yolcusu,
Merhaba, merhaba! ...

Ahiret yurdunda,
Sultan.
Mana yurdunda,
Baki!
Mahşer meydanın,
Cömerti!

Öyle saf, öyle temiz ki!
Kudret nuruyla arınmış!
Fanilik ipliğine tutunmuş! ..
Bir körpenin oğlu!
Dünya varlığının deliğinden geçen!
Rabbimin sevgili kulu! ...

……………………..……………O,
………………….……………Orta
…………………..………Boyluydu.
……………..…………Küçük yüzlü,
……………..………Mülayim huylu,
……………..………Yeni çıkmış gibi
……….Hamamdan, kırmızıya çalan,
…………….Beyaz benizli, çok benli,
…………….Omuzlarına kadar uzun,
……….Dağınık düz saçlı, omzu geniş.
……….Ayaklarına ağaç kabuğundan,
……….….. Yapılmış sandalet giyerdi.

Ama çoğu zaman yalın ayak,
………………………..Gezerdi…
Ne barınacağı bir evi,
Ne evinde eşya,
Ne de oturup konuşacağı zevcesi vardı!
Ölmeyecek kadar,
Bir günlük rızık,
Ona yeterdi.

Değer vermedi mala servete.
Olmadı asla,
Dünya malında gözü,
İncitmezdi kimseyi,
Çıkmadı ağzından kötü bir sözü.

Sırların hikmetini, var olandan ara bul,
İmran’ın kızı Meryem, doğmadan adanan kul,
Öyle bir ağır yük ki! Çeker de ince bir kıl,
Düşündükçe kör düğüm, çekemez onu akıl!

…Bir
…..Hatun,
……Hem yaşlı,
……..Hem de yorgun!
………Dinlenmek için,
…………Yorgun bedenini,
………..Bir ağaca dayamış,
…………İstirahat ediyordu.
…………..Yakınında bir kuş gördü,
……………O kuş, yavrusunu besliyordu.
İmrendi bu manzaraya el açıp!
…… Benim yücelerden yüce Tanrım!
………Bilirim hazinen çok geniş,
…………Bana bir oğlan verirsen!
……………Senin adına onu,
……………..Kutsal mescidinin,
………………….Hizmeti için,
……………………Adadım
………………………Onu,
………………………Dedi.
…………………………..O!

İşte o hatun,
Hanne Hatun idi.
Yani Meryem’in annesi,
Gün oldu,
Harman oldu,
Düası kabul oldu.
Ama oğlan değil kız oldu! ..

Kur’anda bu husus,
Şöyle ifade edilir:

RABBİM!
……“Karnımdakini,
……….Azatlı bir kul olarak,
…………Sana adadım.
………….Benden olan bu
……………Adağı kabul et!
………………Şüphesiz niyazımı işiten,
……………..Niyetimi kemaliyle bilen,
………Sen sin, sen” demişti.(Al-i imran 35)

Düa kabul oldu amma!
Gel gör ki beklediği olmadı,
Doğan kız oldu, oğlan olmadı!
Ama sözünde durdu.
Adını Meryem koydu.
Onu, yine de götürüp,
Mescidin mihrabına bıraktı.

Yüce Allah!
Dileğini kabul,
Zekeriyyayı da bakmaya memur etti.
Zekeriyya özene bezene,
Nadide bir çiçek gibi,
Büyüttü titizlikle!
Çünkü o,
Yabancısı değildi.

Akrabasıydı….
Zekeriya’nın karısı,
Meryem’in teyzesi,
Yahya’nın annesiydi.

Zekeriya onun bakımını,
Üzerine aldı.
Bir de ona süt anne buldu.

Karanlık geceleri, delen mucize emir,
Yükseklerden yetişti, tek hece ol içinde,
Nerde alna yazılan, hani yaşanan ömür,
Saklar kalem sırrını, nurdan bir el içinde.

Sonsuzluk sınır değil, ötesinde neler var?
Nasıl görsün göz onu, görür takatı kadar.
Direksiz gök kubbe ki, ışıl ışıl ışıldar,
Saklar ışık sırrını, yağsız kandil içinde.

Mescit’in yükseğinde,
Yapılan oda,
Tahsis edildi ona.
Zekeriya’dan,
Başkası giremezdi,
Onun yanına.
Yalnızca o yedirir,
O içirirdi.
Kapısını kilitler,
Başka birini,
Sokmazlardı içeri.

Zekeriyya ne zaman,
Kızın bulunduğu,
Mihraba girse,
Orada yiyecekler buluyordu.

Kış içinde yaz,
Yaz içinde kış,
Meyvesi konuyordu! ..

Sordu Meryem’e?
“Bu yiyecekler sana,
Nereden geliyor? ”
--Bu bana Allah’tandır.
Kimi dilerse ona,
Bol rızıklar veriyor! ..(Al-i imran 37)

Hani Melekler ona;
……Ey Meryem,
………Rabbimiz sana,
…………Seçilmiş özellikler,
………….Vererek tertemiz büyüttü.
……………….Seni alemlerin kadınlarından
Daha mümtaz kıldı! ........
…………..Huşu ile,
……….Rabbin divanına dur!
………Secdeye kapan!
….Rüku edenlerle eğil! (Al-i imran 42-43)
……………………………Denilmişti.
Meryem orada,
Ergenlik çağına kadar kaldı.

Peygamberimiz;

……..“O zamanının hayırlısı,
………..İmran’ın kızı,
………….Meryem idi.
……………Bu ümmetin kadınları,
..……………….Arasında en hayırlı,
…………………….Hatice’dir.

Cennet kadınlarının üstünü:
Huveylit’in kızı HATİCE,
Muhammed’in kızı FATIMA,
Firavunun karısı ASİYE dir.”
Diye buyurmuşlar.

Hani Meryem,
Ailesinden ayrılıp,
Şark köşesine gitmişti ya!
İşte o zaman,
Bir perde indirildi aralarına!

Karanlığı hep örter,
Kara perdeler.
Bilir misin?
Perdeler neyi perdeler?
Aleme alem değil,

Gerçek perdeler.
Gerçeği görebilmek,
Mümkün mü?

Evet,
Mümkün amma…
Onu görebilmek,
Hüner ister!
Marifet ister!
Hüner ise,
Zekada değil,
Kalpte gizlidir.

Ne günlerdi o günler, bol sebze meyve ile,
…………………… Mihrab’ı doldururdu!
Hak yoldan sapıtana, dilerse verir şifa,
…………………….. doğruyu buldururdu,
Derde düçar eyleyen, Kudret sahibi olan,
…………………………. Düşeni kaldırırdı.

Gerçek mucize,
Sonsuzun elinde, sanki oyuncak!
Esrarın sırrını,
Oydu açacak!

Meryem’i dayayan,
Koca kütükten,
Çok mu çok leziz!
Hurma saçacak!

Yüce Rab,
Cebrail’i gönderdi,
Genç beşer kılığında,
Rabbinin emri gizli,
Pes pembe dudağında.

Görünce onu Meryem çekindi!
Ben senden, Allah’a sığınırım!
Eğer sakınan kul isen,
Çekil git! Yanımdan. Dedi! ..

Koskoca bir ormanı, nasıl taşır çam tozu! ..
Vuslat yolunda şaşmaz, aşar dereyi düzü,
Bir kozanın içinde, görür mü bin bir yüzü?
Saklar dilin sırrını, tek hecenin içinde.

Cebrail;

Ben sana!
“İnandığın,
Sığındığın,
Rabbinden,
Gönderilen bir elçiyim!
Pak bir oğul,
Müjdesi vermeye geldim.
Ben bir elçiyim.”

Benden korkma!
Çekinme benden.

Meryem;

Dokunmadı elime,
Bir beşer eli,
“Benim nasıl?
Bir oğlum olacakmış,
İffetsiz de değilim! ”

Deyince:
Cebrail, biliyorum değilsin!
Hiç endişen olmasın,
Amma Yüce Rabbim dilerse….

Fitne tufanı kopsa, Hakkın yolu denince,
Düşünsene bir kere, bu köprü kıldan ince,
Ne dilerse yaratır, var olur hükmedince,
Yetişir imdadına, sevgili kulum diyen!

Devam etti Cebrail…
“Hakikat ben size,
Rabbinden bir ayet getirdim.
Senin oğlun olacak,
İsa isim konacak.

Rabbin ona okumayı,
Yazmayı,
İncil’i öğretecek.
Akıl sır ermeyen,
Mucizeler verecek.
Peygamberlikle müşerref olacak!

Diyecek ki kavmine;
……“Ey kavmim;
………..Ben size peygamberim,
……….......Korkmayın çekinmeyin,
………………..Aranızda var yerim.
İsterseniz!
……….Çamurdan kuş yapar,
…………….Üfürünce ben ona,
……………….Kanatlanır da uçar.
İsterseniz!
……….Anadan doğma olsa,
…………..Kör gözleri açarım.
…………….Abraşı iyi eder,
………………...Ölüleri diriltirim.

………..…….Evlerinizde yediklerinizden,
……………Biriktirdiklerinizden,
…….…Size haber veririm.

…….Artık Allah’tan korkun!
….Bana ve Rabbinize inanın! ..
….O benim de,
…Sizinde Rabbinizdir.
…Ona ibadet edin.
..İşte doğru yol budur.”(Al-i İmran 47-51)

İmran’ın kızının,
Koruruz namusunu ırzını,
Meryem’i de yad et ki;
Biz veririz rızk’ını.

Örümceğin ağında, ilmek ilmek sırrı bil,
Güvercinler mi çekti? Gören göze acep mil! ..
Çiçek çiçek ne söyler, arıdaki tatlı dil,
Saklar dilin sırrını, rengarenk gül içinde.

Ne ararsın ey yolcu, koskoca şu cihanda,
Varlığı nurdur onun, tecellisi mekanda,
Bize bizden yakındır, damarda akan kanda,
Saklar kendi sırrını, zikreden dil içinde.
Rivayet odur ki;
………………..Cebrail onun gömleğinin,
…………….Yakasından üfürdü,
………..Üfürüğü döl yatağına erişti! ..
……..Sakın ha, deme ki,
……..Bu nasıl işti! ..
….Böyle bir mucize nasıl oluştu! ..

Meryem böylece İsa’ya hamile kaldı! ..
Ailesinden uzaklaşıp,
Bir dağın ardına çekildi.
Vakit saat gelince,
Doğum sancısı tuttu.
Bir hurma kütüğüne,
Varıp dayandı.

Kahretti kendi kendine,
Şöyle söylendi…
……Keşke bundan önce öleydim,
………Unutulup gideydim.
Diyordu ki,
…Yetişti ona nida!
……“Hem teselli eyledi,
……….Tasalanma sen artık!
…………..Hem üzülme sen dedi.
………Bak alt tarafında,
…….Bir su arkı oluştu! ...
Hurma ağacını,
Kendine doğru silkele! ..
Dökülen hurmalardan,
Ye iç..
…………………….Gözün aydın olsun.
……………….…..Şuna dikkat et!
……………….Kim bu çocuk hakkında,
……………Bir şey sorarsa,
…………Ben Rabbime oruç adadım,
………..Hiçbir kimseye asla bir söz,
……Söylemeyeceğim.”de denildi…..

Soruşturup durdular, nasıl kaldı o gebe,
Doğururken İsa’yı, melekler oldu ebe!
İnanmadılar ona, suçsuz iken o körpe!
Tecelli mucizeyi, çözemedi şu akıl.

Hz. Meryem’in amca oğlu,
Yusuf Neccar,
Hamileliğini görünce,
Ona şöyle seslendi;
Bilirsin seni çok severim.
Senin sırrını gizlemeyi yeğlerim.

Amma sen,
Kalbime şüphe düşürdün.
Onu ölene kadar,
Kalbime gömecektim.

Fakat bu iş,
Beni yendi.
Ferahlamak için sana,
Söyleyeceklerim var.
--O zaman Meryem,
Güzel bir söz söyle dedi.

Yusuf Neccar;
--Ben sana,
Şöyle soracağım;
Tohumsuz ekin biter mi?
Meryem:
--Evet biter!

Yusuf Neccar;
--Bir ağaç hiç yağmur düşmeksizin,
Yetişir mi?
Meryem:
--Evet yetişir!

Yusuf Neccar;
--Hiç erkek olmadan,
Çocuk olur mu?
Meryem:
--Evet olur!

Sen Allah’ın,
Ekini ilk yarattığı gün,
Tohumsuz olarak…
Ağacı da, yağmuru da,
Ayrı ayrı özellikte yarattığını,
Bilmez misin?
Sonra da yağmuru,
Ağacın hayatına vesile kıldığını,
Akletmez misin?
Yahut,
Suyun yardımını istemedikçe,
Allah’ın güç yetiremediğini,
Söyleyebilir misin?

Eğer öyle olsaydı,
Allah ilk yarattıklarına,
Güç yetiremezdi.

Yusuf Neccar;

Ben öyle demiyorum.
Çok iyi biliyorum,
O bir şeyin olmasını isterse,
Ona ol der,
O da oluverir.

Meryem:

--Sen, yüce Allah’ın,
Ademi ve zevcesini,
Erkeksiz ve kadınsız,
Yarattığını bilmiyor musun?
Deyince;

Yusuf’un kalbinde,
Meryem’deki şeyin,
Yüce Allah tarafından,
Gelen bir şey olduğunu,
Allah’tan bir şey gelmedikçe,
Konuşmayacağını anladı.

Bunun üzerine Meryem;
İsa’yı işaret ederek kavmine,

--Biz henüz beşikte olan,
Bir sabi ile nasıl konuşuruz?
Şaşırdılar, kızdılar!
Bunu hakaret saydılar.

Suçladılar durmadan, bu sabi neyin nesi,
Cevabı çocuk verdi, beşikten geldi sesi!
Korkmadılar küfürden, uydurdular teslisi,
Baba oğul kutsal ruh, teslis’in akidesi.

Beşikten bir ses geldi,
Sabi olan o bebek,
Onlara şöyle dedi:

--Ben Allah’ın kuluyum.
O bana kitap verdi.
Peygamber sensin dedi.
Beni kutlu kıldı.
Namazla, zekatla emretti,
Annene hürmet et dedi.

Dünyaya getirildiğim gün,
Öleceğim gün,
Diri olarak çekileceğim gün,
Selam selametlik sana dedi.

Ta Ademden bu yana, sürüp gelen sırlar var,
Sınırsız Rabbin gücü, sürer ebede kadar,
İnkar ateşi elbet, gün gelir yürek yakar,
İmanlı yüreklerde, mutluluk mekan tutar.

*
YÜCE ALLAH;
Meryem’i kavminin arasından çıkardı,
Ona ve oğluna zarar vermesinler diye,
Onu Mısıra gönderdi.

Kur’anda;

“Meryem’in oğlunu ve,
Onun anasını bir delil kıldık.
Onları düz ve akar sulu,
Bir tepede barındırdık.”(Mü’minun 50)

Hz. Meryem Mısırda,
On iki yıl kaldı.
Oğlu İsa’yı halktan gizledi.

Bir çiftlik ağasına misafir oldu.
Hiç kimse İsa’nın,
Onun oğlu olduğunun,
Farkına varmadı.
Bu ağanın evinde,
Yalnız yoksul ve fakir olanlar,
Barınırdı.

Bir gün ağanın evinden
Bir mal çalındı.
Meryem buna çok üzüldü.
Ağa bu işte,
Yoksulları suçlamadı.

İsa aleyhisselam,
Annesinin üzüldüğünü görünce,
Anneciğim!
Ey benin canım,
Çalınan malını,
Ona göstermemi ister misin?
Diye sordu;

Evet isterim.
Ey oğulcuğum dedi.

Öyleyse o ağaya söyle!
Bütün yoksulları toplasın evinde.
Hemen topladılar,
Yoksulları oraya…

İsa aleyhisselam;

Şöyle bir bakındı,
Yoksullar ona çok,
Çok ta yakındı.
Aralarından iki suçlu çıkardı.
Biri kör,
Öbürü kötürümdü!
Kötürümü bindirdi,
Kör’ün omuzuna,
Onunla birlikte,
Haydi şimdi kalk! dedi.

Ama;
…….Ben
……..Bunu yapamam,
…….. Ben aciz biriyim!
Deyince:
……Dün gece nasıl güç yetirdin,
……Onu omzuna aldın,
…….Deponun penceresine uzandın,
…….Sen gücünle,
…….Kötürüm gücü ile,
……..Çalmadınız mı malları? .
Evet deyip ikrar ettiler.
Ağanın malını geri iade ettiler!
Ağa bundan çok memnun.
Meryem’e,
……..Malın yarısını hibe etmek istedi.
………Meryem olmaz!
………Ben bunun için yaratılmadım! Dedi.
O zaman ağa;
……İsa alsın öyleyse dedi.
……Al oğluna sen ver!
…….Yine olmaz dedi Meryem!
…….O hal ve şan yönünden,
…….Daha büyüktür benden!
…….O da alamaz dedi! ...
İsa aleyhisselam,
…….On iki yaşındaydı,
…….Aklı da şuuru da,
…….Başındaydı…
*
Mısır halkını,
Bir korku sardı,
Bu çocukta çok gizli,
Bilinmeyen şey vardı.
Korkularından belki,
Ona bir kötülük yaparlardı.

Yüce Allah Meryem’e;
……Al oğlunu buradan,
…………Emin bir beldeye,
…………….Mesela Şam’a götür.
……………….Sam’ın Nasıra karyesinde,
……………Cebel-i Halil’e,
…………Gidip yerleşin diye,
………Ona ilham eyledi.
……Yüce Allah’ın emrine uyup,
…….Onlara mekan olan,
……Şam’a gittiler.
……Oraya yerleştiler.

Onun için onlara Nasrani denildi.
İsa aleyhisselam,
Otuz yaşına kadar,
Oradan ayrılmadı.
Ona bu yaşta İNCİL nazil oldu.

Yüce ALLAH ona;
Halkı iman’a davet,
Hastaları,
Kötürümleri,
Anadan doğma körleri,
Delileri,
Alacalıları,
Her türlü hastaları,
İyileştirmeyi emretti.
…………İsa aleyhisselam,
…………….Denilenleri eksiksiz,
………………Yerine getirdi.
……………Ona inananlar çoğaldı.
………..İtibarı arttı!
…….Şan ve şöhreti yayıldı.

Ona inanan havarileri,
Onu yalnız bırakmıyordu.
Henüz altı havarisi vardı.

Bunlardan biri olan,
Andreas öğrenmek için,
İsa’ya sordu!
--Nereye gidiyoruz ey peygamberim?
Kısa bir cevap aldı:
--Artık balık avı bitti,
Bundan sonra,
İnsan avlayacağız. Dedi.

Ne demekti bu! ....
Açıklık getirdi İsa A.S.

Allah’ın kendisine,
Halife diye yarattığı insanlar,
O kadar sapıttı ki,
Adeta vahşileştiler.
Onlara Allah’ın varlığından,
Birliğinden söz edeceğiz.
İncil’in rehberliğinde,
Tek Allah’a inandırıp,
Doğruyu göstereceğiz.

Her gittiği yerde,
Vaazlar ediyor,
Doğruyu göstermeye çalışıyordu.

Bir gün vaaz bitmiş,
Mihraptan ineceği sırada,
İçeriye bir adam girdi.
--Dinlediğiniz insan,
Nasıralı İsa dır.
Yani meryem’in oğlu…
Yani HZ.ti Yahya’nın,
Ölümünün baş sorumlusu! ...

Döndü İsa’ya;
Ona da çıkıştı güya,
Buraya bizi de helak etmeye mi geldin?
Kendini saklayıp, inkar etme!
Diye bağırdı! ...

Hazreti İSA,
Onu azarladı;
--Sus!
Ey yolunu şaşırmış bedbaht!
Derhal buradan çık! ..

Adam;
Bir şey söyleyemeden,
Terk etti orayı.

Bu durum kısa zamanda,
Bütün eyaletlere yayıldı.

O vazifesini,
Eksiksiz yapmanın gayretinde,
Akşamın olduğu yerde,
Rabbin divanına durup,
Orada sabahlardı.
Arpa ekmeği yer,
Gündüz oruç tutardı.
Evlerinizi yolcu menzili,
Mescitleri mesken edinin,
Ki selamet bulasınız derdi! ...

Kavmine;

“Ben de sizin gibi bir kul’ um.
Annemde ben de sizin gibi,
Yiyoruz içiyoruz.
Ama ben peygamberim.
Bana uyun.
Allah’ı bırakıp da, size,
Faydası da, zararı da dokunmayan,
Güçsüz kuvvetsiz! Şeylere mi?
Tapıyorsunuz?
Her şeyi bilen ve işiten,
Tek Allah’a inanın! ...”(Maide 76)
Derdi..

Hastalara kötürümlere,
Kapısının önünde,
Sıra bekleyenlere,
Şifa verirdi! .....

Bir gün vaazdan sonra,
Havarilerinden iki kardeş olan,
Simon ile Andreas’ın evine gittiler.
Henüz odasına girmişti ki;
Bahçeden bir adamın,
Sesi yükseldi.

O,
Öyle titriyordu ki,
Zelzele oluyor,
Ev başıma yıkılıyor sandım.
O yandıkça,
Ben de yandım.
Çöl canavarı,
Göğün ateşi,
Böyle yakamaz,
Ben böyle zulüm görmedim.

Merak etti İsa A.S.
Sordu:
--Bu kimdir?
Simon’nun hanımı cevapladı,
---Babamdır!
--Nedir sıkıntısı?
Karısı yüzünden!
O, anlaşılmaz bir derde,
Düçar olmuş,
Çaresiz kalmış zavallı! ....

İSA A.S.
---Görebilir miyim? Dedi.
---Elbette!
Yan odaya aldılar İsa aleyhisselamı,
Yer yatağında,
Yatıyordu hasta….
Titriyor, terliyordu!
Saçlarından dökülen ter,
Yastığını yatağını ıslatmıştı.
Bu sıtma nöbetiydi!

Eğildi üstüne,
Sıvazladı yüzünü,
Başını,
Bedenini! ...
Geçmiş olsun,
Anneniz iyileşti dedi.

Kadın tekrar uzandı yatağına,
Rahatlamıştı, ağrıları kesilmişti,
Ben iyileştim, gençleştim dedi.
Kalktı,
Kapandı İsa’nın ayağına,
Ağladı ağladı,
Teşekkür etti ona.

Serapla mı karşılaştım!
Mümkün değil bu,
Serap hayalden de vefasız.

Rüya değil gördüğüm,
Şaşırdım! ....
Yaşananlar ortada,
Dermansızdım,
Dermanıma kavuştum.
Dedi sevindi.

KAR AYAZI değildi, onu yakıp kavuran,
DÜŞERKEN uyandı o, belki de KARA YAZI.
Kavuran çöl ayazı, belki bitti DÜŞ ERKEN.
Yetişti imdadına, karşısındaki duran.

Döndü oğullarına;
--Ben size,
Bu adamın peşinden gitmeyin,
Ona uymayın demiştim!

Yanılmışım, affedin beni!
Bundan sonra onu bırakmayın,
Diye sıkı sıkı tembihledi.

İSA A.S.
Sık sık şu soruyu soruyordu;

--Siz ALLAH’ın kelimesi,
Ve de ruhundan olan,
Hastalara şifa veren,
Kötürümü yürüten,
Amaların kör gözünü açan,
Benden başka birini,
Gördünüz yada duydunuz mu?
Onlar,
Hayır diyorlardı! ...

Demek ki Yüce ALLAH,
Bu dönemin sapkınlarını,
Musa döneminin sapkınlarından,
Daha üstün görmüş,
Musa peygamberde görülmeyen,
Mucizeleri İsa’ya lütfetmişti.

“Meryem oğlu İsa’ya da,
Gayet açık mucizeler verdik,
Onu ruhul Kudüs ile,
Destekledik.(Bakara, 87)

O dönemde tıp ilmi çok ileri idi.
Fakat doktorların,
Anadan kör doğanların,
Gözünü açmaya,
Baras hastalığını,
İyileştirmekten acizdiler! ..

İsa aleyhisselam ise,
Allah’ın izni ile,
Ölüleri bile diriltiyordu! ..

HZ.İSA,
Ona inanan havarileriyle,
Köy köy,
Kasaba kasaba dolaşıyor,
Oralarda vaazlar veriyor,
Onları tek Allah’a davet ediyordu.

Nasıra’ya yaklaşmışlardı.
O günün akşamında,
Bir kasabaya vardılar.
Gönlü, bir havrada sabahlamayı,
Arzuladı.

Oraya varınca,
Görü ki,
Havrada kimsecikler yok idi.
Kapısında bir adam oturuyordu.
Selam verdi ona elini uzattı.

Adam benim elim tutmaz ki dedi.
Adam’ın elini sıvazladı.
Eli iyileşti amma,
Adam teşekkür edeceği yerde! ....

--Sen o sun. Dedi.
Bağırarak dışarı fırladı.

Onun sesine,
Neredeyse kasabanın yarısı toplandı.
Böylece İsa Peygamber,

Onlara vaaz-u nasihat etme,
Fırsatını yakalamış oldu.

Nasıra’ya gece girmeyi planladılar,
Havarilerinini sayısı dokuz olmuştu.
Gece herkes,
Kendi bulduğu, bildiği evde kalacaktı.

İsa aleyhisselam da,
Annesinin evine gitti.
Vakit gece olduğu için,
Onu rahatsız etmekten çekiniyordu.
Avlu duvarının dibine dayandı.

O arada komşu damdan birinin,
Yıldızlardan ilhamlanışını duydu.
Diyordu ki:

Bir Samanyolu göründü,
Şehri aydınlatmak için,
İnmişlerdi üstüne.

Yıldızlar çözülüyor,
Kopuyordu sanki!
Düşüyorlardı teker teker!

Gözlerim mi kamaştı?
Neden böyle görüyorum!
En parlağı semada,
Düşenlere takıldı gözlerim.

O ne zaman düşecek?
Bilmiyorum!
Ancak davet eden bilir,
Sanıyorum.
Ben!
Kavuşacağı anı,
Bekliyorum.

O anda ışık yandı,
Odaların birinde,
Ondan cesaret aldı,
Gitti kapıyı çaldı.

Açınca annesi,
Hemen içeri daldı.
Kucaklaştılar,
Hasret giderdiler.
Annesine peygamberliğini müjdeledi.

Yarın da, Sinagog da halka ilan edecekti.
Orası Yahudilerindi,
Amma olsun!
Allah’ın emrini,
Yerine getirmekten korkulmazdı.
Hem buna mecburdu.

Meğer batağa düşmek,
Ne kadar zormuş,
Kurtuluşu hiç bir şey,
Temin etmiyor.
Çırpındıkça insan,
Yine batıyor,
Hele kir, hele koku,
Nefes kesiyor.
Kırıldıkça dalları,
Ümit bitiyor.
Bir kuvvetli pençeydi,
Teselli eden.
İki soluk arası,
Kurtardı bizi.

Kur’anda:

“İsrail oğullarından olup da,
Kafir olanlara, Davud’unda,
Meryem oğlu İsa’nın da,
Diliyle lânet olunmuştur.
Bunun sebebi isyan etmeleri,
İfrata sapmalarıydı.”(Maide 78)

İsrail oğullarının,
Yollarının kenarı,
Çukur çukur kazılmış,
Onları bu çukurdan çekip çıkarmak,
Alnımıza yazılmış…
Gelirlerse peşimden,
Kurtuluşa ererler,
Gelmezlerse korkmadan,
Beni ele verirler.

Heveslenenler vardı şimdiden.
Kralımız geldiğini duyarsa,
Bakmaz gözün yaşına,
Uçurtur Yahya gibi,
Neler gelir başına.

Hazıra konmak budur.
Ter dökmeden mükafat,
Kralımız öldürür,
Göstermez asla şefkat..

Az sonra vali Herod’un karşısındaydılar.
Ona, İsayı gördüklerini söylediler..

Vali bağırdı onlara!
Nasıl olur?
Daha az önce konuştum Meryem ile,
İstersen tahkik ettir,
Gözlerimizle gördük.

Tamam ettireceğim,
Aldı onları bir odaya,
Saldı kahyasını İsa’nın peşi sıra.

Haber doğruydu amma,
Yalan söylemezdi Meryem,
Kısa zamanda nasıl?
gelirdi İsa buraya! ...

Kahya anlattı ona,
Dedi bana kalırsa,
Ana oğul cinleri var,
Haberleşirler onunla,
Dileyince gelir İsa,
Ondan haber alınca!

Şehirdeki havariler,
Olan bitenden,
Haber verdiler İsa’ya!
Korkmaya başladılar.

Onları teselli etti İsa,
Korkmayın Allah bizimledir.
Diyordu…..

Ertesi sabah düğün için,
Kana’ya gideceklerdi.
Henüz yatmamışlardı ki,
Kapı çalındı.

Açtı Meryem kapıyı,
Gelen kabile başkanıydı.
İsa kızını diriltmişti.
Şükran borcu vardı.
İsrarla onları,
Evine götürmek istiyordu!
Yarın o düğüne biz de,
Gideceğiz diyordu.
Beraber gitmek için çok,
Hem de çok israr, ediyordu.

Dedi ki onlara;
“Köpürerek taşa akan,
Suyu gösteriyorum da,
Sen hala, yolunda israr ediyorsun!
Akıntıya kapılman yaklaştı,

Maşa dururken ateşi,
Elinle karıştırma,
Külün altında ateş,
Sana dost mudur?

Bırak inadı bırak,
Bindiğin atın kolanı koptu,
Yakında ateşe düşeceksiniz.

Nihayet razı oldular.
Beraber evden çıktılar.
Yarım saat sonra reis’in evindeydiler.

Anlattı kabile reisi olup biteni.
İsa’nın hastaları iyileştirmesi,
Kör gözleri açması,
Apraşları tedavi etmesi,
Sihirbazların işine engeldi.

Onun için uyurken onlar,
Evlerini yakıp ana oğul onları da,
Yakmayı planladılar.
Kabile reisi onları bu beladan,
Kurtarmak istedi.

Bir gün su üstünde giderken,
Onu görenler şaşırdılar!
Ey İSA!
--Böyle su yüzünde nasıl gidersin?
Diye sordular.
Cevap verdi onlara;

--Sizin yanınızda,
Taş toprak,
Altın gümüşle eşit mi?

Hayır, hiç eşit olur mu?
Biri mücevher,
Öbürü ayak altında taş toprak.

İSA dedi,
--Bunlar benim yanımda,
Eşittir.
Bizim aslımız toprak.
Ey güdük imanlılar,
Kendinize gelin! ..
Allah’a dönün.

YÜCE ALLAH’IM:
Gökte İlah sensin!
Yerde İlah sen!
Ne yöne baksam orda,
Yalnız sen varsın!
Ben biliyorum!
Senden başka İlah yok.

Güzel Allah’ım!
Göklerin ve yerlerin,
Sahibi sensin!
Senden gayrı hükümdar,
Hem hükmeden yok.

Yer yüzünde kudretin,
Semada aynı,
Şeref sende güç sende,
Acizlik bende!
Sen her şeye kadirsin.
Ezel ebed’ sin! Derdi…

Ya Hay, ya Kayyum!
Ölülere can
Bilirim ancak senden,
Senin izninden!
Diye düa ederdi…
*

“Muhakkak ki, İsa’nın hali,
Adem’in hali gibidir.
Allah Adem’i topraktan yarattı.
Sonra da ol dedi! Oluverdi.”(Al-i İmran,59)

Rivayet odur ki;

Büyük şeytan,
Güzel yüzlü ve de gösterişli,
Kendisi gibi iki şeytanı da,
Alıp yanına,
İsa aleyhisselam,
Ve de kavminin yanına geldiler.

Onları gören halk,
İsa’yı bırakıp,
Onlara döndüler.

Büyük şeytan fırsatı kaçırmadı,
Şaşılacak şeyler söylemeye başladı! ..
Onlara dedi ki;

Bu adam’ın şaşılacak hali var:
….Beşikte konuştu!
….Ölüleri diriltti!
….Hastaları iyileştirdi!
….Bu ALLAH tır dedi! ...

Diğer şeytan:
….Ey Şeyh!
….Sen ne kötü bir söz söyledin?

ALLAH’IN:
Ne kullarına görünmesi,
Ne rahimlere yerleşmesi,
Ne de kadınların karınlarına,
Sığması mümkün değildir!
Ama o!
ALLAH’IN OĞLUDUR! ...

Üçüncü şeytan:
….İkiniz de ne kötü sözler söylediniz!
….Söyledikleriniz hata ve,
….Cehaletten ibarettir.
…..Allah’ın bir oğul edinmesi,
Layık değildir.

….Fakat bu adam!
ALLAH’la beraber bulunan,
Bir İLAH’tır dedi! ...

Bu sözleri söyledikten sonra,
Kaybolup gittiler.

*

Yine rivayet edilmiştir ki:

……Krallardan bir kral,
………..Yemek yaptırıp,
………….Halkı bu yemeğe davet etmiş.
………İsa aleyhisselam da,
…….Bu sofrada hazır bulunmuştu.

Önündeki çanaktan,
Yemeğini yiyor,
Ama yemek hiç eksilmiyordu! ..

Kral ona sordu:
--Sen kimsin?

İsa aleyhisselam:
--Ben Meryem’in oğlu İSA’yım.
Kral:
--Ben krallığı bıraktım,
Sana tabi oldum dedi!
Krallıktan ayrılıp,
Bazı arkadaşlarıyla,
İSA’ya tabi oldu.

İşte HAVARİ olan,
On iki kişi bunlardı! ...

……Bunların içinde;
……….Boyacılar,
………….Avcılar,
………..Başka meslekten de,
……………Olanlar vardı.

İsa peygamber:
Allah yolunda bana,
Kim yardım edecek?
Bana inanacak,
Olan var mı?
Diye sorduğunda!

Havariler biz varız,
İşte sana inananlarız!
Biz Allah’a inandık.
Ey İsa sen de şahit ol ki;
Biz muhakkak Müslümanlarız.
Dediler.(Al-i imran 52)

Şimdi sıra onların isimlerini saymada:

1) Butrus,
2) Enderais (Enderavüs)
3) Tumas,
4) Filibüs,
5) Yuhannes (b. Zebdi)
6) Yakubüs(Yaku b. Zebdi)
7) İbn.Selma (Telma)
8) Simun (Şem’un)
9) Matta,
10) Yakub b. Halkya,
11) Tüddavüs,
12) Yudüs Zekeriyya Yuta.(*)

Ne mutlu ki, ruhu fakir olana,
Aza kanaat eden gözü tok olana,
Sabredip, Hak yolunu bulana,
Hem mutluluk, hem saadet bundadır.

Göğsü pak kalbi temiz,
Merhamet dolu,
Kardeşiz ta ezelden,
Kardeş hepimiz.
Düşmanlıklar yüzünden,
Eza çekmişiz.
Bırakalım bunları,
Mutluluk bunda.

Havariler ne zaman acıksalar,
İsa aleyhisselam’a;

…..“Ey Allah’ın Ruhu!
……Biz acıktık! ”derlerdi.

(*) İbn.İshak. İbn.Hişam.Sire cilt 4.sah.255.

İsa aleyhisselam;
…Nerede olursa!
……….Ovada ya da dağda!
……………..Elini yere vurur!
……..Vurduğu yerden iki ekmek çıkar!
……..Onunla karınlarını doyururlardı! ..

Susadıkları zaman da;
…..Ey Ruhullah!
….Biz susadık derlerdi!
İsa aleyhisselam;
……Nerede olursa!
……Ovada ya da dağda!
……Elini yere vurur!
……Vurduğu yerden su çıkardı,
……O sudan içerlerdi.! ..

Havariler:

Ey Ruhullah,
Bizden daha faziletli kim var?
Cak dedikçe ekmek,
Cuk dedikçe su, veriyorsun!
Hem de sana inandık,
Sana tabi olduk! Dediler.

İSA aleyhisselam;

…..Eli ile çalışıp,
….El emeği yiyenler,
….Sizden daha faziletlidir dedi.

Bunun üzerine Havariler,
Ücret karşılığında,
Elbise yıkayıp,
Onunla geçinir oldular.

Bir gün İsa peygamber,
Havarilerle oturuyordu!
Onlara Nuh’un gemisini anlattı.
Tufandan söz etti,
Orada boğulanlardan bahsetti.

Havariler;
Keşki, gemiyi gören bir kimseyi,
Diriltseydin!
O bize gemiyi ve de olanları,
Anlatsaydı!
Tarif etseydi dediler.

İsa aleyhisselam,
Yerinden kalktı,
Küçük ve de düz,
Bir tepeye yürüdü,
Bir kabrin başında durdu!
Elini uzatıp,
Bir avuç toprak aldı.
Bu nedir?
Biliyor musunuz?
Diye sordu!

Havariler;
…….Allah ve Resulü,
……….Daha iyi bilir dediler.
…………Bu Sam b. Nuh’un kabridir!
…………....İstiyorsanız onu!
………………Sizin için dirilteyim! dedi.

Havariler;
--Olur dirilt dediler.

İsa aleyhisselam;

İsm-i azamı ile Allah’a düa etti.
Toprak yığınına,
Asasıyla vurup;
Allah’ın izniyle diril! Kalk! ..
Deyince!

Sam’ın oğlu Nuh A.S.
Saçlarının yarısı ağarmış,
Olan saçlarını,
Ve de üstündeki toprakları,
Silkeleyerek kabrinden çıktı geldi! ..

Yoksa kıyamet mi koptu?
Dedi! .....
İsa aleyhisselam,
Hayır, hayır kıyamet falan kopmadı!

Fakat ben Allah’a,
İsm-i Azamıyla düa ettim.
Allah da seni diriltti. Dedi.

Sordu ona,
İsa aleyhisselam!
---Yoksa sen,
---Böyle saçı ağarmış olarak mı öldün?
Nuh cevap verdi:

--Hayır, hayır!
Ama ben!
Kıyamet koptu sandım!
Onun için saçlarım şimdi ağardı.

Nuh aleyhisselam,
Beş yüz yıl yaşamıştı.
Saçlarında tek tel,
Ak yoktu! ..

O zaman saçlar,
Hiç ağarmazmış.
Nuh dirildiği zaman,
Saçlarının yarısı ağarmıştı.

Dirilince!
Gemide olup biteni,
İnsanların helak oluşunu anlattı.

Oradakilere,
Bu Meryem’in oğlu İSA dır.
Ona tabi olun dedi!

İsa aleyhisselam;

…..Öl artık dedi.
O da;
…..Tekrar ölüm sarhoşluğu yaşamadan dedi.

İsa aleyhisselam;
…….Yüce Allah’a düa etti!
…….Allah da, onun ölümünü,
…….Tekrar gerçekleştirdi.

*
İsrail oğulları bu kez de,
Bize Uzeyri dirilt!
Eğer diriltmezsen!
Seni ateşte yakarız dediler.

Asma kütüklerinden,
Pek çok odun toplayıp,
Yığdılar.

İnsanoğlu böyledir, açar gam hanesini,
Zaman sakisi sunar, hicran peymanesini,
Ne yazık ki gafilin, sarayı iken yuva,
Makamım diye sunar, hicran viranesini.

Rivayet olunur ki;

O zamanlar,
İsrail oğulları ölülerini,
Ağzı taş kapaklı,
Taş sandıklar içinde,
Gömerlerdi…

Uzeyir aleyhisselam’ın kabrini,
Böyle taş kapak ile,
Sıkı sıkı kapalı olarak buldular!

Bütün uğraşılarına rağmen,
O kapağı açamaya,
Güç yetiremediler.

Dönüp İsa aleyhisselam’a,
Ondan yardım istediler.

İsa aleyhisselam;

……..Su dolu bir kabı,
…….Onlara uzattı,
…….Bu suyu kabrin üzerine saçınız.
…….Dedi.
…….Suyu saçtılar,
…….Lahdin kapağı açıldı.

Kabrin yanına gelen İsa:
Baktı ki,
UZEYİR A.S.
Kefeni içinde öylece yatıyor!
Sonra onu soydular!

İSA A.S. yine Rabbine,
Düa etti!
Ey Uzeyr!
Rabbimizin izni ile,
Diril ve kalk! dedi.

Uzeyr aleyhisselam,
Dirilip oturduğu zaman!

İsrail oğulları,
Hayranlık içinde,
Olup biteni gözlüyorlardı! ..

Onlar bu kez sordular!
Ey Uzeyr,
Şu adam hakkında,
Şahadette bulunur musun?

Bu İSA mı? Dediler!
--Evet odur:

--Ben onun,
Allah’ın kulu ve resulü olduğuna,
Şehadet ederim. Dedi.

Bu kez de:
….Ey İsa,
…..Rabbine düa et de,
…..Onu bizim aramızda,
…..Sağ olarak bulundursun!

İsa aleyhisselam;

Onu kabrine iade ediniz! ..
Dedi.
İade ettiler, Uzeyr A.S.
Tekrar öldü.
İsa aleyhisselam’a yine,
İman edenler ve de,
Etmeyip küfürlerinde,
İsrar edenler oldu.

Günlerden bir gün,
Bir adam geldi:

--Ey iyilik öğreticisi!
Sen bana bir şey öğret ki,
O öğrettiğinin bana faydası olsun!
Sana da zararı olmasın!

İSA sordu,
--Nedir o?
Adam,
--Kul,
Yüce ALLAH’a karşı,
Hakkıyla takvalı nasıl olur?
İSA,
Allah’ı,
Kalbinden hakkıyla seversin,
Ne yaparsan,
Onun rızası için yaparsın,
Bana inanır,
Hem cinslerine,
Kendine acır gibi acırsın.

……..Sana gelmesini,
………..İstemediğin şeyi,
…………..Başkasına gelsin isteme.
…….İşte o zaman,
………..Sen de Allah’a,
……Hakkıyla inananlardan olursun.

Öyle bir zaman gelecek ki;
………….Dünya malına,
……………Önem vermiyormuş gibi görünüp,
…………………..Mal üstüne mal yığan!
……..Ölüm bizim içindir deyip,
……………Hiç ölmek istemeyen!

Başkalarının yanında,
Kötülediklerine,
Onlardan önce koşan!

Zenginlere yaklaşıp,
Fakirden uzaklaşan!

Menfaate el açan,
Muhtaç görünce yuman!
Bilginler türeyecek! ....

……İşte bunlardır,
………İşlenen şerre eş.
……………İşte bunlardır,
………………..İblise kardeş.

Yaptığına olmazken pişman,
Olurlar korkmadan,
Allah’a düşman.

Bir göz süz ki, ağrılara deva olsun,
Gönüller şifa, nergizler her an gülsün.
Bir söz söyle ki, gönüle huzur dolsun,
İnciler saçan, dudaklardan dökülsün.

Devran her an bin dertle, nice aşık ağlatır,
Şu gönül bahçesini, mihnet gülü donatır.
Zaman dert dersi verir, zamane çocuğna,
Tekrar eder bu dersi, çağıl çağıl çağlatır.

İSA Peygamber;
İsrail oğullarına,
Bazen nasihat, bazen mucizelerle,
Doğru yolu gösterdi.
Amma, bir kısmı inandı,
Bir kısmı alay etti onunla.
Kafir ve münafıkların,
Öfkeleri kabardı, zaman zaman! ..

Bu adam’a, bu kuvvet,
Bu kudret kimden!
Nereden geliyor! ..dediler.
Onun peygamberliğine,
İnanmadılar.

Rivayet edilir ki:
İsa aleyhisselam;

İsrail oğullarına:

--“Sizler Allah rızası için,
Otuz gün oruç tutsanız,
Sonrada ne isteyecekseniz!
Ondan isteseniz!
İstedikleriniz de size verilse!
Olmaz mı?

---Çünkü işçinin ücreti,
İşi üzerine verilir.”dedi.

Bunun üzerine onlar,
Otuz gün oruç tuttular.
Sonra da gelip,
Dediler ki;

--Hani bize,
“İşçinin ücreti işi üzerine verilir,
Demiştin.
Biz işimizi gördük,
Şimdi ücretimizi alma zamanı,
Haydi bakalım!

Biz şimdiye kadar,
Çalıştırdığımız işçiye,
Yemek yedirmeden bırakmadık.

Biz oruç tuttuk,
Aç kaldık acıktık,
Madem sen iyilik öğreticisin!
Düa et Tanrına!
Bize gökten sofra indirsin!
Biz onun için oruç tuttuk.

Bunun üzerine Rabbi,
Semadan bir sofra indirdi!
Sofrada balık ve ekmek vardı!
İsa dedi ki;

Ey Rabbim!
Bu sofrayı rahmet kıl!
Onu bir ceza ve azap,
Sofrası kılma!

Sofranın başına,
Zengin fakir,
Kız kızan,
Küçük büyük,
Erkek kadın,
Kim varsa yığıldılar!

--Ey Ruhullah!

Bu sofradan önce sen ye!
Sonra da biz yiyelim dediler.

İSA;
---O sofradan yemekten,
Beni Allah korusun dedi.

Ondan hiçbir şey,
Ama bir şey yemedi.
O yemeyince…
Havariler de yemediler.
Bunun üzerine,

İSA aleyhisselam;

Ne kadar fakir fukara,
………Hasta,
………….Alil,
……………Kör,
………….Kötürüm,
……………. Cüzamlı,
……..Ne kadar hasta varsa,
….Hepsini çağırdı sofraya..

Yediler içtiler,
Doyan kalktı,
Yenisi gelip oturdu.
Sofra hiç eksilmedi! ...
Bu sizin için şifa,
Küfürde olanlara bela dedi! ..
…….O gün,
……….Hasta olup ta iyileşmeyen,
…………..Kötürüm olup ta yürüyemeyen,
…………..Belaya müptela olup ta kurtulmayan!
…………O güne kadar fakir olup ta,
………Zengin olmayan,
…….Kalmadı…

Yüce Allah;
Bu sofraya zenginleri alma,
Diye vahy etmiş olduğundan,
Onlar alınmamıştı…

Bu durum zenginlerin,
Çok ağırına gitti.
Onlar da,
Sofranın gökten indiğine,
İnkar ettiler.
Halkı da şüpheye düşürdüler.

İpliksiz bir incidir, yüreği nurla dolan,
Sevgi isteyen canan, bulur onda cilayı.
İnkar eder gerçeği, akıldan kuvvet alan,
Böyledir insan oğlu, kendi ister belayı,

Yazıklar olsun size,
O sizin gözünüzü büyülemiş.
Gerçekten bu sofra,
Gökten mi indi! ...
Siz buna inandınız mı? ...
Diye halkın içinde,
Şüphe uyandırdılar!

Seher kuşu melalini artırdı,
Yola çıktı dünyanın,
Mihnetli edasından,
Kurtulmadı hainler,
Kör şeytan belasından.
Seven nasıl el çeksin!
Cihanın cefasından.

Rabbin leziz sofrasını,
Onlar inkar edince,
Afet bulutu sardı.
Birden bire o gece.

Üç yüz otuz üç kişi,
Gece sabaha erince,
Domuz’a döndürülmüş,
Kalktılar döşeklerinden!
Yolları doldurdular,
Pislik yiyerek,
Karnını doyurdular…
Ağlıyorlar, konuşamıyorlardı!

İSA’nın önünde arkasında,
Dolanıp duruyorlardı.
İsa isimleriyle hitap edip,

Sen falanca,
Sen filanca,
Değil misin?
Dedikçe,
Başlarını sallayıp,
Evet diyorlardı…
Üç gün böyle yaşadılar,
Sonra helak olup gittiler.

Cana tema eyleme, yar canından can ister.
Ab-ı hayat olsan da, menfaat için akma,
Göster sevgini ona, düşman olmasın sana,
Bakma sakın meyledip, her gördüğün yar diye.

O zaman havariler;
Gelip İsa’ya,
--“Ey Meryem oğlu,
Rabbin bizim üstümüze de bir sofra,
İndirebilir mi?

…….İstiyoruz ki,
………..Biz de ondan yiyelim,
………….Hem içelim!
……………..Kalplerimiz yatışsın!
Senin bize doğru,
Söylediğini bilelim!
Şahitlik edenlerden olalım dediler.

Eğer inanmışsanız bana,
Düşmeyin sakın kuşkuya,
Allah’ın kudretinden korkun!
İnkarınız sokar belaya! .
Demişti İSA….

Hayır yiyince sofradan,
Sana şahitlik edeceğiz,
Tek Allah’a iman edeceğiz.

Bunun üzerine Meryem oğlu İSA,
--Ey ALLAH’IM!
Ey bizim Rabbimiz!
Üstümüze gökten,
Bir sofra indir ki,
Hem evvelimiz,
Hem sonumuz için,
Bayramımız olsun!

Bize senden unutulmaz bir mucize,
Bizi rızıklandırsın!
Sen rızık verenlerin,
En hayırlısısın!

YÜCE ALLAH;

Ben onu üzerinize,
Şüphesiz indiriciyim.
Bundan sonra,
İçinizden kim!
İnkar ederse! ...
Kim nankörlük eder,
Küfre dönerse!
Öyle bir ceza veririm ki!
Alemlerden kimseyi,
Cezalandırmadığım kadar,
Bir ceza görmüş olur.(Maide 112-115)

Yola düştü kervanlar, bütün eşya yüklendi,
Yükselen toz dumanlar, arş-ı alayı sardı.
Beklendi rahmet Rab’dan, vermedi kimse mola,
Vardılar yüce kata, yola revan olanlar.

Gafil olmaz dertliyi, derde düçar eyleyen,
Arif olmaz derdini, her dem izhar eyleyen!
Devasın verir elbet, derman aramaz dertli,
İsterse verir şifa, derde düçar eyleyen.

….Revha vadisindeki,
………Hacc yolundan,
………..Üzerlerine yün aba giyinmiş,
………….Develerinin liften
…………….Yularlarını tutmuş,
……..Yetmiş peygamberin,
……Mekke’ye gelip hacc için,
Telbiye ettikleri rivayet edilir.

İSA Aleyhisselam’ın telbiyesi,
Şöyle idi:

Lebbeyk,
Allahümme lebbeyk…
Buyur Allah’ım buyur,
Emrine amadeyim….
Ben senin kulun’um.
Senin iki kulunun kızı olan,
Cariye kulu’nun oğluyum.
İsa aleyhisselam;
Uzak veya yakın ülkelere,
Havarilerden,
Elçiler gönderdi.
Yakın yerlere gittiler,
Uzak olan yere,
Gitmediler.
Gidenler kurtuldu.
Gitmeyenler,
Cezalandırıldı..

Bu elçilerden ikisi,
Antakya’
ya gönderilmişti.
Antakya halkı,
Onlara inanmadılar,
Hatta yalanladılar.
Bir üçüncüsü gönderildi…

Şehir halkı:
--Sizde bizim gibi insanlarsınız!
Hem Allah, vahiy indirmemiştir!
Siz ancak yalan söyleyenlersiniz.
Diye onları yalanladılar.

Elçiler:
--Rabbimiz biliyor ki;
Biz gerçekten,
Size gönderilmiş elçileriz!
Bize düşen vazife,
Tebliğden başka bir şey değildir.
(Yasin 16-17)

Şehir halkı:
--Doğrusu biz,
Sizin yüzünüzden uğursuzlandık.
Eğer bizimle,
Uğraşmaktan vazgeçmez seniz!
And olsun ki,
Sizi taşlarız.
Size acıklı bir işkence,
Dokunur dediler.

Elçiler:
Sizin uğursuzluğunuz,
Bizden değil,
Kendinizdendir.
Size öğüt verilince de mi?
Uğursuzluk sayacak,
Küfrünüze devam edeceksiniz?

Şehir halkı:
Hayır! ..
Siz haddi aşan,
Hatta taşanlar güruhusunuz.

Diyorlardı ki;
Şehrin öteki ucundan,
Koşa koşa bir adam geldi.

--Ey kavmim!
O gönderilmiş elçilere uyunuz.
Uyunuz sizden ücret bile,
İstemeyen o elçilere.
O elçiler hidayete ermiş,
Ermiş kişiler! ..

Ben,
Beni yaratan’a,
Ne diye kulluk etmeyeyim.
Siz, ancak ona döndürüleceksiniz.
Ben, ondan başka,
Tanrı edinmem!

Çok esirgeyici,
Çok bağışlayıcıdır o…

Bana bir bela gelse,
Sizin putlarınızın,
Hiçbir faydası olmaz!
Kimseyi kurtaramaz!
O zaman,
Hem siz, hem de ben,
Şüphesiz bir sapıklık içinde oluruz.

İyi bilin,
Aklınızı başınıza toplayın!
Deyince,
Kavmi iyice çıktı zıvanadan.
Ve onu,
Öldürdüler! …
Son nefesini verirken o,

--Rabbimin beni cennetine,
Koyduğunu bilselerdi!
Ne olurdu dedi.

Sanmayın ki, Rabbim!
Bu milleti helak için,
Savaş açtı,
Onlarla meydan muharebesi yaptı…
Hayır! hayır!

Kavminin inkarı üzerine,
Gökten ne bir ordu gönderildi,
Ne de onlara savaş açıldı.
Cebrail’in bir haykırışı,
Onların helak olmalarına,
Yetti de arttı bile.(Yasin 13-29)

Dilerse Rabbim, ol emriyle var eder,
Dilerse kainatı, öl emriyle yok eder.

Merhaba ey,
Nur yüzüyle,
Arzımıza nur saçan!
Merhaba ey,
Nar-ı cehennemden,
Korkup ta kaçan!
Merhaba ey,
Cebrail kanadıyla,
Kanatlanıp ta uçan!
Cennet-i ala olsun,
Sana ebedi mekan.

Allah nasip etmesin, dosta düşman olayım,
Ben değilim alına, kara yazıyı yazan!
Gönlüm mutluluk ister, doğru söylerim vallah,
Düzen dümen bilmem ben, niye düşman olayım.

Senin yaratılışın, yabancıysa vefaya,
Zulümdür senin işin, sitem cevrin adetin,
Vefa andı içsen de, Bundan lakin ne fayda,
Andını saklamaya, yoktur senin kudretin.

Yine rivayet edilir ki;

İSA aleyhisselam’ın,
Azer adında bir dostu vardı,
Onu kardeşi gibi severdi.
Kutsal mekanın,
Bir beldesinde otururdu.

Bir gün hastalandı.
Azer’in kız kardeşi,
İsa peygambere haber saldı,
Kardeşin ölüyor!
Yetiş dedi.

Aralarında üç günlük,
Uzun bir yol vardı.
İsa A.S.
Ashabıyla hemen yola çıktı.
Üç günün sonunda,
Ulaştılar karyeye,
Amma olan olmuştu,
Azer çoktan ölmüş
Onu bir mağaraya,
Defnetmişlerdi bile….

Azer’in iki kız kardeşi:
Ey Yüce Rabbin peygamberi,
Ey efendimiz,
Ey Azerin yakın dostu!
O ölmüş bulunuyor!
O artık yok aramızda. Dediler.

İSA A.S.

Çok üzüldü,
--Onu nereye gömdünüz,
Bana mezarını gösterin dedi.
Hep beraber mağaraya gittiler.

Üzerine taş kapak,
Kapatılmış kabrin başında!
Vardıklarında,
İçeriden pis kokular geliyordu.
Belikli ceset kokmaya başlamıştı.

Kaldırdı ellerini;
Ey Rabbim!
Ey yedi kat göklerin,
Yedi kat yerlerin de Rabbi!
Hamd, sana mahsustur.

Beni, İsrail oğullarına,
Gönderen sensin!
Beni peygamberimsin,
Diyen sensin.

Ben peygamber olunca,
Bu millete;
Ölüleri dirilteceğim demiştim,
Her şeyi veren sensin.
Güç sende,
Kuvvet sende!
Şu anda hem peygamberliğimi,
Hem de senin birliğini,
Kabul etsinler,
Sana inansınlar istiyorum.
Bana yardım et!
Avuç açıp sana geldim.

Deyince yetişti ona,
Yetişti nidası Rabbin!
--Azer’i dirilt!
O zaman!
Kalk dedi Azer’e!
Azer,
İki eli ayağı bağlanmış olarak,
Kefenini sürüyerek,
Ayağa kalktı! ...

Yahudi kavminden,
Orada bulunanlar,
Hemen iman ettiler.
Baktıkça Azer’e,
Sanki dillere tutuldu,
Şaşırdılar kaldılar.

Ama öteki tarafta,
Yahudilerin önde gelen,
Ulu kişileri,
Toplandılar bir araya…

Biz, İsa’nın;
--Dinimizi bozmasından,
Halkımızın da ona uymasından,
Korkuyoruz.

Bir şey yapmalıyız,
Yapmalıyız ki,
Bundan kurtulalım.

Şekillerden izlerden,
Ona bakan gözlerden,
İyi anlayan,
Kahinler başı!

Yahudilerin,
Tek adamı,
Vadide giderken,
Pusuya düşürüp öldürmek,
Her şeyden hayırlıdır.
Diye yol gösterdi.

Diğerleri de ona uydu,
Bazı belde krallarını da,
Kışkırttılar.
Başladılar İsa’yı aramaya,
Ona tuzak kurmaya.

O günlerde, İsa A.S.
Bir merkep üzerinde,
Beyt-ül makdise gelmişti.
Onu gören Yahudiler;
--İşte sihirbaz,

Kötü işler yapıcısı kadının!
Oğlu geldi deyip,
Ona olmadık hakaretler ettiler.
Annesine de iftiralar atıp,
Sövdüler, hakaretler ettiler.

Bunun üzerine:
Avuç açtı Rabbine, İsa aleyhisselam;

--Ey Allah’ım!
Sen benim Rabbimsin!
Bense eserin,
Yoluna feda serim!
Ruhunu taşıyorum,
Ancak seninle varım!
Ruhundan çıkarıldım.
Ol emrinle yaratıldım.
Ben bunlara kendiliğimden,
Peygamber gelmedim.

Ey Rabbim!
Bana ve anama söven şu kavme,
Lanet et! ...
Rahmetinden uzaklaştır.
Diye dua eyledi!

Yüce ALLAH,
Kabul etti duayı,
Domuz kılığına soktu,
Oradaki asi kavmi! ..

İsrail oğullarının başkanı,
Bu hali görünce,
Şaşırdı bir anda!
Korkuya düştü,
Onu öldürmekten başka çare kalmadı….
Diye aht ettiler,
Yemin ettiler…

Her ömrün sonunda, gelince ölüm,
Çekilen çileler, o zaman biter!
Dünyadan ayrılık, sanma ki zulüm,
Kanat takar alır, gider melekler.

Rivayete göre;

Dünyadan ayrılacağı,
Vahy edildi kendine!
O zaman,
Çağırdı havarileri yanına,
Birlikte yemek yediler.

Sonra onlara;
……….Çoban gidince,
…………Davar dağılır.

………Horoz üç kere ötmeden,
…………İçinizden biriniz,
…………….Beni inkar edecek!
Biriniz,
Çok ucuz bir fiyata,
Beni satıp,
Parasını yiyecek!
Diyerek,
Ayrılık gününü yaklaştığını,
İma ile anlatmıştı.

Yahudiler Hz. İsa’yı,
Öldürmek için ararlarken,
Havarilerden,
Şem’unu yakalamışlardı.
İşte bu,
İsa’nın arkadaşlarından biri,
Ondan öğreniriz,
İsa nerdedir!
Dediklerinde,
Ben onun arkadaşı değilim!

……..Diye inkar ettiğinde,
………..Horoz’un öttüğünü duydu,
…………..O zaman üzüldü,
…………….Ağlamaya başladı.
Bir diğeri,
Yahudilerin yanına varıp!
--Mesih’in yerini,
Size gösterirsem,
Bana ne verir siniz? Demiş,
Onlarda ona otuz dirhem,

Kadar az bir para vermiş,
Bu parayı alıp,
İsa’nın yerini göstermişti! ...

Yahudiler onu,
Bir gün sorguya çekmişler,
İsa onlara;
Ey Yahudi cemaatleri!
Hiç şüphesiz Allah size,
Buğz ediyor.
Sizden nefret ediyordur.
Deyince;
Onu öldürmek için,
Üzerine yürüdüler.

……..Tam o sırada,
…………Yüce ALLAH,
……………Cebrail’i gönderdi!
İsa aleyhisselamı,
………..Bir evin cümle kapısındaki,
………….Küçük kapıdan,
……………İçeri soktu.
……………..O odanın tavanındaki,
…………………Pencereden,
Yüce ALLAH semaya çekti onu.
……………….Yahudilerin başkanı,
………….Adamlarından birine,
…….Haydi gir içeri,
………İsa’yı orada öldür diye emretti.
………….Adam içeri girince,
…………….İsa’yı odada göremedi!
…………………Şaşkınlık içinde,
……………………….Orada dondu kaldı!
Gecikince,
………İçeride, İsa’yı öldürmek,
…………Onun hayatına son vermek,
………………İçin uğraşıyor sandılar.
Adam dışarı çıkınca,
Birde ne görsünler!
İSA karşılarında duruyordu!
Kendi adamlarını,
Yüce ALLAH!
İsa’ya benzetmişti!

Onu orada öldürdüler ve,
Çarmıha gerdiler! ..

……Rivayetler muhtelif,
……..Hepsini saymak için,
…………..Teklif etmeyin sakın.
………………Yüce ALLAH kur’an da,
Ne demiş bir de,
Gelin siz,
Ona bakın.

…..“Onların İsa’yı inkar edip,
………Kafir olmaları!
…………Meryem’in aleyhinde,
……………Büyük iftiralar atıp,
--Biz Allah’ın peygamberi,
Meryem oğlu Mesih İsa’yı,
Öldürdük demeleri!
Sebebiyledir ki;
Kendilerini rahmetimizden,
Mahrum bıraktık.

…..Halbuki onlar,
……..Onu öldürmediler!
…………Asmadılar da…
……………Fakat öldürülen,
………………Ve de asılan adam,
..Kendilerine,
………………İSA gibi gösterildi.

Hakikaten kendileri de,
İsa’nı katili hakkında,
İhtilafa düştüler.
Şüphe içinde kaldılar.
Onların bu hususta,
Hiçbir bilgileri yoktu.
Ancak kupkuru bir,
Zanna uydular.

……..Bilakis ALLAH onu,
……….Yükseltip kendisine kaldırmıştır.
……………ALLAH mutlak galiptir.
Yegane,
Hikmet ve hüküm sahibidir.”
(Nisa 156-158)

Ruhundan ruh üfleyip, ol emriyle can veren,
Zilletin toprağında, mahzun kalsın istemez.
Çeker onu göklere, ihsanı üstün kılar,
Yükseltir makamını, ruhundan ruh üfleyen.

İSA aleyhisselam,
Göğe kaldırılmadan önce,
Geleceğin habercisi.

Göğe kaldırıldığı zaman;
……..Yün bir kaftan,
…………..Bir çift çoban mesti,
……………..Bir de deri dağarcıktan,
…………………….İbaretti terekesi….

Diyordu ki:
--Ey İsrail oğulları!
Ben size,
Allah tarafından gönderilen peygamberim!
Benden önce gönderilen,
Tevratı tasdik ederim.

……..Benden sonra gelecek,
………….Hak peygamber ki,
……………..Adı Ahmet tir onun,
……………………..Onu da müjdelerim!

………………….O bana şehadet edecektir,
………………Siz benimle,
…………..Beraber bulunuyorsunuz,
….Sizde şahadet ediniz.

…..Allah’ın melekleri,
……..Yere tohum saçan,
…………Adam gibidir.
……………Gece gündüz uyuyup,
………………………………Kalkar.
Tohum biter,
Yavaş yavaş büyür.
O bundan haberdardır.
……Toprak anadır,
……….Düşen tohumu emzirip,
…………….Büyüten.
………..Önce başak,
Sonra,
…………Başaktaki dolu tane…
……..Hasat olur, biçilir.

Buğday olur,
….Öğütülür,
…….Dökülür,
………İki taş arasına,
……….Öğütülür,
………….Un olur.

Haberdardır bunlardan,
Tohum saçan o adam.

İşte Allah’ın melekleri,
Kavmin işi bitince,
Başka birine gider.
O da inkar ederse,
Tamamlatır devrini.
Taş üstüne düşerse,
Onu da helak eder.

Sevgisiz aşksız hayat, yavan olur tat olmaz,
Meyvesiz kof kütükler, odun olsa od olmaz,
Aşk insana bir lütuf, yaban olmaz yad olmaz,
Ebedi mutluluktur, aşktaki son basamak.

Hidayet eyle ya Rab
İmtiyaz şerefine erdir,
Sadakat yolundan ayırma,
Dergahından uzak tutma,
Şefaatlerine nail eyle,
Ya Rab! ..
Amin.

İşte şimdi geldi, selam sabah sırası,
Çok açıldı gitti, başlangıçla arası.
Söylenecek son söz, artık burası,
Dinleyin dostlarım, beni dinleyin.

YA RAB!

………………..Bedenimi aşkla dokudun,
……………Damarlarımda hayat oldun.
…………Bakışımdan taştın fışkırdın,
………Sevdim, sevdim.

…Tohumun filizinde,
……..Torağın tozunda,
…………..Gülüşte hıçkırışta,
………………Serpildin döküldün,
Sevdim, sevdim.

………………Tayfunlarda coşkundun,
…………..Putlarda suskun,
……….Sabah sevabım,
…….Gece günahım oldun,
Sevdim, sevdim.

…….Aydınlığında yıkandım,
………..Karanlığında kirlendim.
………….Muradıma yağan kar,
…………….Hırçınlığımda kor oldun.
Sevdim, sevdim.

SONUÇ:

Kimi bilgiye eğilir, sarar sabahı,
Kimi ondan yüz çevirir giyer siyahı.

Kimi korur arını, nurla donanır,
Kimi balçığa sokulur orda onanır.

Kimi terini akıtır, alır varlığı,
Kimi yayılır gölgeye, bulur darlığı.

Kimi uzanır dertliye, eli öpülür,
Kimi yoksula hor bakar, beli bükülür.

Kimi şükreder, bahtı şahlanır,
Kimi hırstan kanat takar, her an ah’lanır.

Kimi öğretir okutur, erer rahmete,
Kimi kıskanır ilmini, girer zahmete.

Kimi sırtından vurulur, kalır toprakta,
Kimi şehit olur, yaşar bayrakta.

Kimi Tanrıya inanır, çıkar yüceye,
Kimi puta kul olur düşer geceye.

Şu aşk’ın kıskacında, zamanın belasından,
Yola çıktım dünyanın, mihnetli odasından,
Nasıl avare kılsın, beni şu dönen devran,
Gönlüm nasıl el çeksin, cihanın cefasından.

………..İşte şimdi geldi, selam sabah sırası,
………….Çok açıldı gitti, başlangıçla arası.
…………..Söylenecek son söz, artık burası,
…………….Dinleyin dostlarım, beni dinleyin.

……..Ey saba yeli,
………….Başın alıp nereye,
…………….Gidersin böyle,
……………..…Eğer yolun düşerse,
…………………….. Kutsal toprağa,
…………………………….Ademden son Resul’e,
………………………………….. Selamım söyle! ...

Ali Gözütok
Kayıt Tarihi : 15.7.2010 17:55:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


GÜLCE EDEBİYAT AKIMI-2010 Projelerinden

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ali Gözütok