(GÜLCE-Bahçe) (Gül Tufanı) -İlyas ve Ely ...

Ali Gözütok
153

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

(GÜLCE-Bahçe) (Gül Tufanı) -İlyas ve Elyasa Peygamber

Yeter mi h(İ) ç yazmaya,
Ağaçlar ka(L) em olsa! ..
Lütfuyla du(Y) ulur sevinç,
Açıktır Rahm(A) nın her an kapısı,
Mürekkebe dön(S) e denizler!
Yaz yaz bitmez, hikmeti Rabbin! ..

Karanlıkları yakan,
Risalet güneşi!
Gökleri aydınlatan,
Mehtabın eşi!
Vefa kubbesi ay’ı,
Kerem kaynağı,
Nebi bağında servi,
Sedefte inci.
Cibrildir habercisi.

Aşık ki, korkmaz cefa kılıcından,
Parça parça etseler, bir kez ah çekmez!
Kan ağlar sabreyler, dert çeker her an,
Asla bir yabancıya, yardan sır vermez.

Küçülüp böcek kadar,
Bal küpünde beslense!
Dinmez içindeki sonsuz sancılar.
Kime sığınsa da çare istese,
Şaşırır yükseldikçe ta arşa kadar.

Onlara gönderilen,
Peygamberlerden biri,
İlyas aleyhisselam.

Uzun boylu,
Zayıf bedenli,
Kıvırcık saçlı,
Büyük başlı,
Çekik kaşlı,
İnce bacaklı…
Başında,
Kırmızı bir ben vardı.
Her kez onu öyle tanırdı.

Musa peygamberden sonra,
İsrail oğulları yine sapıttı!
Gönderilen peygamberlere,
Yine isyan ettiler.

Geçmiş olanlardan,
Hiç ders çıkarmadılar,
Kimi helak oldu,
Kimi boğuldu.
Çok azı uyup peygamberine,
Doğruyu buldu! ..

İlyas aleyhisselam;

SAPITAN BU MİLLETE,
Doğruyu göstermek,
Tek Allah’a inandırmak,
Tevrat’tan unuttuklarını,
Hatırlatmak için,
Gönderilmişti…

Bu insanlar o zaman,
Şam ülkesinde,
Dağınık yaşıyorlar,
Başlarında da,
Hükmeden krallar vardı.

Çünkü;
Yuşa’ b. Nun peygamber,
Şam ülkesini feth ettiği zaman,
İsrail oğullarını,
Oraya hakim kılmış,
Şam topraklarını,
Onlara bölüştürmüştü.

On iki bölümden olan,
Bu milletin biri de,
İlyas aleyhisselam’ın,
Kabilesi idi.
Onların beldesine,
Ba’lbek deniyordu….

İşte bu kavmin peygamberiydi,
İlyas A.S!
Bütün kırallar;
Emri altındakileri,
Sömürüyor,
İnim inim inletiyordu.

Ancak,
Ba’lbek kralı,
Diğerleri arasında,
Doğru yolda olanıydı.
İlyas Aleyhisselam,
Ondan çekinmezdi.
Bu kral ve karısı,
İlyas’a inanır,
Onun sözünden çıkmazdı.

Diğerleri kendilerinin,
Yaptıkları,
Ba’l putuna tapardı! ...

Ba’l altından yapılmış,
Bir kadın heykeliydi.
Göz bebekleri yakuttan,
Başında inci ve,
Cevherle süslü,
Bir de taç vardı!

İlyas A.S.
Siz Allah’tan korkmaz mısınız!
Sizi yaratanı,
Sizin de atalarınızın da,
Rabbi olan ALLAH’ı,
Bırakıp ta, Ba’l’e mi,
Tapıyorsunuz? (Saffat 124-126)
Dedi.

Onları Yüce Allah’a,
İman ve ibadete davet etti!
Fakat onlar,
Peygamberlerini yalanladılar.
(Saffat 127)

Ba’lbek kralından başka,
Hiç birisi ona inanmadı!
Söylediklerini kabul etmedi.
Ona yalan söylüyorsun dediler.

Muhabbet davasında, bulunmak kolay olmaz,
Gönül tarumar ise, toplanmak kolay olmaz.
Mum misali yanmazsa, gam ateşinde aşık,
Sevgili vuslatında, kabul izzeti bulmaz.

Akşamın loşluğu,
Çölü sararken,
Geceler sarar beni,
Gün batımında.

Kimine azap kuyusu,
Kara geceler!
Kimine kundul dikeni,
Doğan yıldızlar.

İşkencedeyim,
Gün doğana kadar.
Feryadımı duyun geceler!
Güçsüzüm,
Yalnızım,
Kulak ver kalbime,
Ecel şalı,
Ey kara gece,
Gündüzler uyur,
Seni görünce…

Kral yine efkarlandı,
Yine söylendi, kendi kendine.

Yalnız ben mi böyleyim!
Yoksa her insan saklıyor mu?
Benim gibi! ...
…………Saklıyor mu içindekileri! ...
Biliyorum!
Bir eksiklik var bende! ...

………………..Onu arıyorum.
Ah bir bulsam, bir görsem,
Mutlaka tedavi eder,
…………………Kurtulurum! ...

Bir su başı lazım bana,
Öyle bir su başı ki, berrak mı berrak,
Tabanı bile görünsün, gizlenmesin!
Ona bakarsam görürüm eksiğimi,
Gözlerim parlar, yüzüm güler.

Rivayet edilir ki:
Günlerden bir gün,
Bir adem oğlu,
Kızgın güneş altında,
Kum sahrasında yürüyordu.
Kâbeye doğru.

Bir çocuk gördü!
Yüzünün ışığı,
Nur veriyordu güneşe! ...
Koku saçan saçları,
Onu gölgeliyordu.

Dedi, kendi kendine;
……Bu çocuk ya Hızırdır!
………. İlyastır ya da,
…….. Belki de can suyu…
…………….Gamlarından kurtulur,
………………..Gören onu tenhada.
Yaklaştı, selam verdi çocuğa,
Aldı çocuk selamı.
--Kimsin?
--Hakkın kulu!
--Nereden geliyorsun?
--Hak’tan!
--Nereye gidiyorsun?
--Hakka!
--Bu sahrada ne arıyorsun?
--Hakkın rızasını!
--.Yol azığın nedir?
--İbadet!
--Vahşi sahrada niye yalnızsın?
--Ziyaretine giden gafil değil!
--Ey genç,
Görünüşün çocuk amma,
Olgun birisin! ..
--Hangi kabiledensin? ..

--Adem oğluyum! ...
Biz,
Bela çekenlerdeniz.
Görünüşte,
Mihnet köşelerindeyiz,
Gönül her an perişan,
Çile çekeriz.
Amma! ...
Murat aynamız,
Gurbet vadilerinde,
Örtülür tozla! ...
O zaman da açılır,
Hakkın kapısı!

Hem mazlumuz, hem masum,
Hak girdabının
Sakini sultanıyız.
Mahşer meydanlarının,
Cömertleriyiz.
Kevser suyu feyziyiz.
Diye cevaplar verdi! ...

Adem oğlu,
Bu çocuk boş değil!
Bir hikmet var dedi,
Dedi kendi kendine! ...

Evet bu çocuk,
Harun A.S. mın torunu,
Süleyman peygamberden sonra,
İhtilafa düşen,
İsrail oğullarından,
Ba’lebek soyuna,
Peygamber olmuştur.

Ba’lbek hakimi,
O zaman bedeni altından,
Gözleri yakut,
İnek vücutlu dört başlı,
Her biri başka yöne bakan,
Kadın kılığında bir put,
Yaptırmıştı.
Kavmin simgesi oydu…
Bu kadın kralın karısı,
İzebelle idi.

Rivayet odur ki;
Hicretten önce, bin üç yüz elli altı,
Milattan yedi yüz otuz dört yıl,
……………………….Önceydi.
İsrail oğullarının parçalanışı,
Hz. Süleymanın vefatının,
………….Elli yedinci yılıydı.

İsrail devletine;
On iki yıldan beri, Omri oğlu Ahab,
……………………Hükmediyordu.
Bir akşam üstü,
Samiriyedeki sarayında dinleniyordu.

Öyle bir oh çekti ki;
Onu eğlendirmekle görevli adamı,
Ey hükümdarım!
Senin ağzından böyle bir nefes,
……………..Nasıl çıkar!
Diye yarandı ona.
Nasıl çıkmasın, ben insan değil miyim?
Evet amma kralım,
………………..Bu başka bir nefes.
Her dediğin yapılıyor!
Hasta da değilsin! Deyince…
…………………Sıkılıyorum,
…………Her şeyden bıkılırmış meğer!
Bir yenilik lazım. Dedi.

Adam gecikmeden akıl verdi,
Hep beraber ava çıkalım dedi,
Bu işe aklı çok çabuk erdi,
Yarın erkenden çıkmanın hükmünü verdi.

Pek bir şey avlayamadılar,
Yoruldular,
Ağaçlıklı bir tepeye tırmandılar,
Orada bir mola verdiler.
Beni yalnız bırakın dinleneceğim dedi kral!

Dağıldılar etrafından,
Ağaçlıkta kayboldular.
Yalnız kalınca kral,
Uzun uzun bakındı etrafına,
Bir mağara önünde,
Yirmi beş yaşlarında bir delikanlı gördü.

Tertemiz giyimli biri,
Işıkta yıkanmış gibiydi.
Saçları yüzü elleri,
Parlıyordu.

Kalktı gitti yerinden, delikanlıyı inceledi.
Delikanlı kır çiçeğine eğilmiş,
Saray seyreder gibi bakıyordu.

Yaklaşınca yanına,
Dayanamadı öksürdü,
Delikanlı baktı ona,
Göz göze geldiler.

Bakışları içinde,
Şimdiye kadar görmediği,
Yepyeni alemler gördü!
Diz çöktü önünde,
Kendini tanıttı, ben kralım dedi.

---Sen kimsin?
Delikanlı;
Ben de şu Tişbel köyündenim,
Adın ne?
---İLYAS,
Hangi kabiledensin?
Biraz düşündü İlyas,
Sonra şöyle bir cevap verdi.

Ben babam Yasin yoluyla,
Atam Harun’a ulaşırım amma!
Hepimiz aynı şeye inanıyorsak,
----Kardeş değil miyiz? ..

Aynı şeye inanmak ne demek!
O nedir?
Birden cevap vermedi,
Gösterdi kır çiçeğini,
Şuna bak iyice incele ey Ahab,
Ne şahane! ....
………………..Değil mi?
Bizler hep böbürleniriz,
Ama onun gibisini yapamayız,
………………..Değil mi?
Diye imalı bir cevap verdi.

Ağaçlar,
….Bulutlar,
……..Kayalar,
………..Dereler,
…………..Su,
…………..Gök yüzü,
…………….Yıldızlar,
………………..Güneş,
Ne bileyim ben!
…….Hatta,
…….İnsan ve hayvanlar!
Bütün bunlar,
Bizim için değil mi?

Bütün bunları seveceğiz,
Dikkat edeceğiz,
Onları yaratan’ı düşüneceğiz,
Büyük çok büyük!
Akla, gönle sığdıramayacağımız,
……………Bir aşkla seveceğiz!

Bu güzellikleri yaratan,
Kim bilir ne kadar güzel!
Kudret sahibidir!
O varken,
Varlığına inanılırken,
Hiç insan sıkılır mı?

Ezelden ebede zerrede varsın,
Çepe çevre sarıp, koruyan zarsın.
İmanlı göğüste edepsin arsın,
Derviş nefesinde varsın Allah’ım.

Öyle bir İlahi aşktan,
………..Hiç bıkar mı?
Aksine ona koşar,
Ona tutunur,
Sevinir, sevindirir.
Emirlerini yerine getirir.
Deyince; Kral ne diyeceğini şaşırdı,
İçi bir hoş oldu,
Üzülsün mü,
Sevinsin mi,
Yoksa İlyas’ın boynunu mu vurdursun!

Uyandı sanki gaflet uykusundan;
--Sen bana,
Öyle bir şey ilham ettin ki,
Gerçekten sıkıntım geçti.
İsterim ki bu sürekli olsun.

Düşünen akılda fikirde sensin,
Rükuda secdede, zikirde sensin,
Sonsuzda zenginde, fakirde sensin,
Edilen düada varsın Allah’ım.

İlyas,
Bu senin elinde ey Ahab!
Yüce Rabbimiz’in,
Hazret’i Musa’ya verdiği,
Tevrat hükümleri bozulmak üzeredir.
Hazreti Davud’un zebur’u da öyle,
Senin devletini putlar istila etti,
İneklerin, buzağıların, sığırların,
……………………… Otlağı oldu.

İnsan bu kadar mı zavallı,
Bunca kan akıtmak niye?
Bilmiyor musun ki, Yüce ALLAH,
Kaç kere emir verdi.
Bu topraklarda,
Salih kullar oturacak diye! ...

Biz Salih miyiz! Düşün bir kere!
Biz de kovulacağız bu topraklardan.

Kral’ın kafası iyice karıştı.
Anlamak istedi,
Döndü İlyas’a sordu;

Ey İlyas,
Kendin güzelsin,
Dilinde çok tatlı,
İnandırıcı konuşuyorsun.

Ben atalarımdan öyle gördüm,
Öyle işittim!
Yoksa sen sihirbaz mısın? ...

İşte bunu reddederim.
Ben peygamberim.
Köyümden yeni çıktım.
Baş şehir Sana’ya gelecektim.
Yüce Allah,
Vazifemi kolaylaştırdı,
Önce seninle karşılaştırdı.
……..“Zekeriya’ya,
…………Yahya’ya,
……………İsa’ya,
……………..İlyas’a da,
Böyle hidayet verdik,
Onların hepsi salihlerdender.”
(Saffat 123)

Ba’lbek kralı,
İlyas aleyhisselama,
Sıcak bakıyor,
Diğer krallar,
İlyas A.S. mı,
İnkar ettikleri halde,
Bu kral ve karısı,
İnkar etmemişlerdi.

Ama fitne uyur mu?
Uyur bazen akıp giden su,
Su uyur, ama uyumaz,
Uyumaz düşman doğrusu!
Doğrusu gelmez onun uykusu.

Kral putlardan uzaklaşıp,
İlyas’a meyil verdi ya,
Dedikodular sardı, ortalığı!
Kıskandılar,
Kıskançlık onların huyuydu.
Ne yapıp da kralı,
İlyastan uzaklaştırmalıydı.

Pusuda yatanlardan biri,
Kralın yakın askeri,
Düşünceli,
Döndü akşam vakti evine.

Sordu annesi,
Nedir bu halin ey oğul,
Yine hükümdar mı azarladı?
Hayır ama,
İlyas adında biri,
Avucuna aldı kralı,
Hazmedemiyorum!
Onu nasıl uzaklaştırırım kraldan!

Annesi, dayanamadı oğluna,
Düşündü, düşündü!
Buldu sonunda;
Ben öyle biriyim ki,
Kayayı bile,
Ayırırım ortasından,
Bir kıl ver hele,
Oğul saçından bir kıl
Koparıp verdi.

Sen çok bön birisisin,
Ey oğul dedi.
Ona öyle bir kız bulacağım ki,
Aklını yitirecek,
İsterse kız canını,
Gözünü bile kırpmadan,
Verecek hale gelecek!

Sen gönülden habersizsin.
Gönül yuvasını bulunca,
Öldürsen ayrılamaz.
O öyle güzel bir kız,
Öyle güzel ki,
Dünya ondan habersiz.

Deyip ilhamlandı annesi,
Dilinden şu sözcükler döküldü.

Bir baş tanıyorum,
Kuğu boyunlu,
Mermer tenli,
Lacivert bakışlı.
Altın saçlı baş,
Kudretten nakışlı.

Bir baş tanıyorum,
Salkım söğüt fidanında oturur,
Nazlı, nazlı bükülür,
Adım attıkça ipek saçlar,
İnce bele dökülür.
Gönül peşinden koşar,
Eğilir el eteğe,
Dudak olur öpülür.

Bir baş tanıyorum,
Dudaklara dişlere,
Nar çiçeği gülüşlere,
Mest eden öpüşlere,
Sahiptir.

Hele,
Alay edercesine,
Uçları bükülen dudaklara,
Gamzeli yanaklara,
Yaydan fırlamış sanki,
Hedef tutan oklara,
Kim dayanabilir.

Bir baş tanıyorum,
Değil o başı,
Yakut bedeni değil!
Saçlarından bir tek kıl,
Getir uzat hükümdarına,
Gönlü bir ömür boyu,
Asılı kalır kılda,
Daha neler var,
Bendeki bu akılda.(*)
İşte o kızın adı İzabel idi.
Onu bu kadın eskiden tanıyordu.
Tam gelinlik çağındaydı.

Kralla evlendirilirse,
Buna çöp çatanlık yapan,
Büyük lutfa nail olur.
Deyip,
Aldı asasını çıktı evden.
Hükümdar Ahab’ın sarayıydı.

Ne yaptı yaptı, tanıştırdı,
Kral ile bu kızı,
Kızın evlenmeye gönlü oldu amma,
Tek şartı vardı.
Dünya durdukça adını yaşatacaktı.
(*) A. Cemil Akıncı,
Peygamberler tarihi sayı 18, sayfa 90

Onun suretinde bir put yapacaktı.
Yapacaktı yapmaya amma,
Bu kavim hep inek suretinde puta tapardı.

İnsan suretinde put yoktu.
Düşündü nasıl bir çözüm olurdu.
Buldu sonunda!
İnek şeklinde bir put olmalı.
Onun yüzü, Sebe melikesinden,
Daha güzel olmalı.
Tıpkı İzebel gibi.

Kararı ilan etti.
Baal beke hareket etti.
Arkasından altın yüklü kervan,
Onu takip etti.
Binlerce gönüllü usta,
Hem de işçi bu işe soyundu.

Yüksek bir tepe üstünde,
Tam üç yılın sonunda,
İnşaat tamamlandı.
Bitene kadar, kral oradan ayrılmadı.
Son yılın yazında,
Çok görkemli bir put çıktı ortaya.

Tepenin çevresinde,
Kahinlerin oturacağı evler,
Yapıldı.
Dört yüz kahin putu ve put haneyi,
Yönetecekti.
Her tarafa, komşu krallıklara,
Haber salındı,
Put’un açılış merasimi vardı.
Sayda kralıyla, kızı İzebel de vardı.

İzebel hayretler içinde,
İneği seyretti.
İneğin dört başı vardı,
Her baştaki yüz.
İzebel’e benziyordu!
Her biri dört yöne bakıyordu.
Hayallerine kavuştuğu için,
Ebedileştiği için,
Deliye döndü sevindi, sevindi.

Halk’ın gözünden kaçmadı bu benzeyiş,
Hükümdar Ahab’ın,
İlhamına veriyorlardı, inek arzusunu,
Amma İzebel’e benzemesi,
Nasıl izah edilirdi.

Komutanın annesi.
Bu fikrin de anasıydı.
Halk arasında dolaşıyor,
Onları tahrik edecek, şu sözleri söylüyordu.

Bu inek niye dört yöne bakıyor,
Yüzündeki sır örtüsü nedendir?
Şerefli kadın bakışı, aydınlatıyor,
Yer yüzünü,
Her anne bir kıza karşılık,
On oğul doğuracak!
Kudret yatağı olacak topraklar.

Sonunda evleniyor kral bu kızla,
Kız ilk gecede sordu ahab’a,
Çöpçatanlık yapan, komutanınla,
Annesine ne yapacaksın?

Onlar buldu seni bana,
Hak ettiler hediyenin en güzelini!
Ne dilerlerse benden,
Vereceğim onlara…

Yanılıyorsun Ahab!
Yanılıyorsun sevgilim.
Sırrımızı biliyorlar,
Gün gelir nankörlük yapar,
Bizi ele verirler.
Sırrı en iyi koruyan ölümdür ölüm!

Düşünemedi kral,
Henüz gençliğin baharında,
En delikanlı çağında, gencecik bir kız,
Fitne ve fesatta zeki,
Zalim ve nankör,
Kim bilir ona ne yapardı!

Düşünemedi bunları,
Aşk gözünü kör etti.
Aksine onunla gururlandı.
Sen bana çok yardım edeceksin,
Ey güzel izebel. Dedi.
Arzun bu gece yapılacak.

Tapınakta büyük bir ateş yanıyor,
Şu anda,
Merasim başlayacak,
Beni seven kim varsa,
Ateşe atılacak! ...

Bu sarhoş gurup,
İçlerinde komutan ve annesi de dahil,
Kendilerinden habersiz,
Kral’ın emri ile,
Ateşte yakıldılar!
Bekleyen muhafızlar tarafından,
Belalarını buldular.

Bu kralın sarayının yanında,
Ona komşu olan,
Bir zat-ı muhterem vardı.
Onun çok mu çok güzel,
Bir bahçesi vardı.

Kral, hanımıyla,
Zaman zaman bu bahçeye gelir,
Orada dinlenir,
Gezer tozar, yer içerlerdi…

Halk bu bahçeyi,
Kral’a layık görür,
Kralın burayı sahibinin,
Elinden almadığına,
Şaşarlardı! ..

Kral ise,
Komşuluk hakkını gözetir,
Çok iyi davranırdı.

Karısı ise,
Başka türlü düşünür,
Bu bahçeyi kendilerine,
Layık görür,
Orayı ele geçirmenin,
Planını yapardı! ...

Günlerden bir gün,
Kral uzun bir seyahate çıktı.
Onu fırsat bilen kadın,
Komşusunun,
Krala sövdüğünü söyledi! ..

Bu iftirasına,
Yalancı şahitler buldu.
Ne yaptı, yaptı,
Bahçe sahibini öldürttü!
Bahçeyi de gasbetti! ....

Kral döndüğü zaman,
Durumu öğrenince,
Düşündü ince ince!
Dönüp karısına dedi,
Sen davranmamışsın,
Hem de adilcesine! ..

Bundan sonra biz felah bulmayız,
Bu yaptığın,
Cahilce,
Sonu ne olur!
Nereye varır,
Hiç düşünülmeden işlenen bir iş!
Deyince,
Karısı;
Ben bunları senin için yapayım!
Sen şimdi beni suçla,
Olacak iş değil,
Diye sitem etti.

Kral;
Yazık sana vah sana,
Sen ki,
Kraliçesin!

Komşu hakkını hem korumak,
Hem gözetmek,
Senin vazifen iken!
Büyüklüğün,
Affediciliğin,
Nerede kaldı! ..

Kraliçe o zaman,
Olmayacak bir şey oldu,
Diye hayıflandı….

Bu hadiseyi Yüce Allah’ın,
İlyas peygambere,
Bildirdiği rivayet edilir..

İlyas A.S.
Yaptıklarından dolayı,
Tövbe kar olmalarını,
Gasbettikleri bahçeyi,
Varislerine vermelerini,
Vermedikleri taktirde,
O bahçede öldürüleceklerini,
Gömülmeden açıkta kalacaklarını,
Etlerinin kokuşarak,
Kemiklerinden ayrılacağını,
Onlara haber verdi.

Bunun üzerine kral,
İlyas A.S. ma kızdı.
Yanlarına puta tapanlardan,
Bir topluluk geldi.
Kral’a:

--Sen,
Dalalete ve boş şeylere,
Davet ediliyorsun!
Sen de diğer krallar gibi,
Gel put’a tap!
İnandığın dini bırak,
Dediler.

Kral,
Bir gün İlyas’a;
Ey İlyas! ..

--Vallahi ben,
Senin davet ettiğin şeyin,
Boş olduğunu görüyorum.

(İsrail oğullarından,
Put’a tapanların isimlerini sayarak)
Onlar da,
Bizim gibi,
Yiyor içiyor,
Nimetler içinde hüküm sürüyor!

Senin batıl dediğin,
Dinleri ve inanışları,
Onların dünyasından,
Hiçbir şey eksiltmiyor! ..

Kendimizde de,
Onlara nazaran bir üstünlük yok! ..
Deyince;

İlyas aleyhisselam’ın:
Tüyleri diken diken oldu! ..

“ Bizler Allah’ın kullarıyız,
Ona döneriz.”Bakara 156)
Deyip yanlarından ayrıldı.

Kral da ötekiler gibi,
Allah’ı bırakıp,
Yaptırdığı dört başlı,
Put’a tapmaya başladı.

İlyas aleyhisselamı,
Öldürmenin yollarını aradı.

İlyas A.S.
Mağaralara kaçtı.
Tam yedi yıl oralarda gizlendi.
Dağlarda ağaçlardan,
Yerlerde bitkilerden,
Ne bulduysa,
Onlarla beslendi.

Kral arkasından,
Adamlar saldı,
Arattırdı her yerde!
Onu görüp yaklaşan yanıyordu!
Yüce Allah kulunu,
Böylece koruyordu!

Biz ahiret yurdunda, müstakil bir sultanız,
Mana yönünden baki, görünüşte faniyiz.

Bela feyzine eren, Rab katında sevilir,
Hiç şüphe yok ki bela, Rab ehline verilir.

Geçtiği yol kanlı yaş, kırmızı gül bahçesi,
Yoksun olmuş yoldaştan, gam içer boyun bükük.
Kılavuzu göz yaşı, göç davulu ah sesi,
Kanlı gözün rengi gül, gönlü mahzun kör kütük.

Perişan bir vaziyette,
Gizlice şehre inip,
Bir koca karının evine sığındı.
Kadının çok hasta,
Elyasa b. Ahtup adında,
Bir oğlu vardı.

Bu çocuğun yaşlı annesi,
İlyası görünce duygulandı;

Dilinden:
Bazen sert bazen yumşak,
Koşar dalgalar vurur kıyıya.
Darma dağın olurlar.
Bunda bir sır var sanma,
Haber verirler onlar,
Un ufak oluşlarından,
Kıyıya vuruşlarından.
Gururluydular.

Kıyılar kayalıkken,
Ufuktan kopup gelen dalgalar,
Güçlüyü tanımazlar, gururla vururlar.
Şırak,
Şırak çınlar sesleri.
Kıyı ve deniz,
Uyan ey zaman,
Uyanın sabırlar,
Bana kimleri hatırlattınız.

Ey! ....
Kalın enseli İsrail oğulları,
Şu kıyıya serpilen kum taneleri,
Onları vurup dağıtan,
İlahi gazap değil mi! ...

Çocuk bir türlü şifa bulmuyor,
Annesi üzüldükçe üzülüyor,
Bazen İlyastan bile şüphe ediyordu.

Acaba o peygamber değil miydi?
Diyordu kendi,
Kendince….

İlyas!
Sus ey güzel kadın,
Sus ey Elyasanın acuze annesi,
Diyordu! ...

Hz İlyas yatağa sokulunca,
Ona çocuğun annesi ihtar etti hemen.
Sokulma o yatağa,
Dokunma ona.
Her kuş avlanır amma,
Güvercin asla, o bir güvercin,
Haset edenlerin nazar oku,
Vurdu onu.
Ölümünde bile ne güzel,
Dokunma seyredeyim doya doya! ...

Öldü sanmıştı çocuğu!
Halbuki çocuk ölü değildi.
Sağdı, nefes alıyordu,
Hastalığından kalkamaz olmuş,
Yatağında yatıyordu…

İlyas A.S. ona,
Düalar etti,

Şifa buldu o çocuk,
Hastalıktan kurtuldu.
Yavaş yavaş gözlerini açtı,
Bir süre sonra ayağa kalktı.

O zaman,
Elyasa da,
İlyasa iman etti inandı.
Peygamberliğini tasdik etti,
Bir daha ondan ayrılmadı.

İlyas A.S. artık,
İyice yaşlanmıştı,
Elyasa da genç bir delikanlı.

İsrail oğulları ise,
İyice zıvanadan çıkmış,
Azıtmış, sapıtmışlardı.
Onların kahrı,
İlyas aleyhisselamı,
İyice yıpratmış,
Dayanılmaz hal almıştı.

Açtı elini semaya,
Yalvardı Yakardı Rabbine…
Ey ALLAH’ım! ...

Onlara yağmurunu tut!
Onları zelil eyle! ..Dedi.
Tam üç yıl,
Bir damla yağmur düşmedi!

Büyük baş,
Küçük baş hayvanlar,
Böcekler kuşlar,
Ağaçlar taşlar,
Kuraklıktan kurudu.
Düştüler darlık içine.
Kraç tarlalarda ot bile,
Bitmez olmuştu.

İlyas A.S.
İsrail oğullarının yanına varıp;

--Siz kuraklıktan,
Darlıktan,
Mahvoldunuz varlıktan.
Ehli hayvanlar,
Ve vahşiler,
Böcekler,
Kurtlar kuşlar,
Sizin yüzünüzden oldular harap.
Kurudu susuzluktan çatladı türap.
Eğer, taptığınız putlara,
Duyuyorsanız güven,
Şimdi tam zamanı,
Çıkarın onları! ..
Diz çökün önlerinde,
Yalvarın yakarın,
Sizi kurtarsınlar,
Bu dertten! ..
Siz boşa aldanıp duruyorsunuz!
Dedi.

Eğer düanızı kabul eder,
Kurtarırlarsa sizi,
Onlar dediğiniz gibi Haktır.

Şayet yapamazlarsa,
Biliniz ki;
Yanlış yoldasınız!
Vaz geçin bu sevdadan,
Tek Allah’a gelin! ..
Diye tekrar uyardı.

Onlar;
İlyas peygamberin dediğini yaptılar,
Toplandılar put’un etrafında,
Yalvardı yakardılar.
Diz çöküp de taptılar.
Ama değişen olmadı,
Ne yağmur yağdı,
Ne bela kaldırıldı.

Ey İlyas;
Biz mahvolduk!
Bizi ancak sen kurtarırsın!
Ne olur bizim için,
Allah’a düa et! ...

Bizi kurtarsın!
Bu beladan,
Bunu ancak sen yaparsın! Dediler.

Hükümdar Ahab,
Odasının penceresinden,
Viraneliğe dönmüş şehre bakıp,
Şöyle diyordu kendi kendince;

Ben hükümdar değilim
Viranelikte baykuş’um.
Kime ferman edeyim?
İskeletlerin kemikleri boşalmış,
Niçin aldandım.

İlyasla geçen günlerimde,
Zaman bitmesin diyordum.
Öylesine renkliydi hayat,
Tadına doyamazdım,
İçim açılıyordu, Kimlere kandım!

Evet evet niçin aldandım?
Bir sesin sihrine kapıldım.
Neden put’a inandım!
Yandım, yandıkça yandım.

Sürümü sürüklettim,
Çobanlığı kirlettim,
Bittim, kendim de bittim.

İmansız yürekte, sen zaten yoktun,
Müşriğin aklına, şeytanı soktun,
Yunus’u balığın karnında tuttun,
Musa asasında, varsın Allah’ım.

İlyas A.S.
Döndü Rabbine;
Ey yerlerin ve göklerin,
Tek sahibi,
Yücelerin yücesi,
Benim yüzümü kara çıkarma,
Yağmurunu gönder!
Kurtar bu milleti,
Beladan diye düa eyledi! ...

Mümkün olsa kanatlansam,
Dolaşsam her yeri,
Hikayemi ansam.
Bilinse keş ki onun değeri.

Daha dün denecek zamanda,
Bir deri bir kemiktim,
Toprağa karışacak saatimi bekledim.

Biraz sonra,
Denizler ötesinden,
Kalkan misali bulut,
Yükseldi yavaş yavaş!

Hepsi şaşkınlık içinde,
Baktılar o buluta,
Gözlerinin önünde,
İri yağmur damlaları,
Sıklaştı
Döküldü üstlerine.

Tarlalara,
Dağlara taşlara,
Ağaçlara kuşlara,
İndi bereket,
Yeşerdi ovalar kırlar,
Kurtuldular bu dertten.

Ama dönmediler,
Ne putlarından,
Ne de isyanlarından.

Daha da azıttılar! ...
Yaşlı bedeni İlyas’ın,
Tahammül edemedi.

Tükendi direnci,
Üzüldü.

Onların zilletinden, kurtulmak için,
Son çare ölüm idi.

Rivayet edilir ki;
İlyas aleyhisselam ölmedi.
Her yıl hacc mevsiminde,
Hızır aleyhisselamla buluştukları,
Söylenir.
Güneş batıya dönmüş,
Hızla denize doğru alçalıyordu,
Lübnan dağlarının, güney tepelerinin birinde,
Bir adam oturmuş,
İnen güne bakıyordu.
Önü denizdi.

O zaman Rum Denizi denilen Ak Deniz..
Güneş işte bu denize,
Bir bağrı yanık gibi,
Koşuyor, koşuyordu….

Kaya sırt vermiş adam hayıflandı,
Mü’min insan,

Şu güneş gibi parıl, parıldır.
Fakat sapıtınca,
İblis ona, sapkınlık denizini,
Kurtuluş yurdu gibi,
Gösterir! ..
Amma o denize giden onda boğulur.
Bağrındaki ateş,
Söneceğine,
Düştüğü cehennemde yanar,
Yanar ilelebet.
Bunları söyleyen, İlyas peygamberdi!

Ya Rabbi!
Ey sonsuzun sahibi,
Sanadır sonsuz hamdim,
Kavuştur kulunu, muhtacım sana.
Hicranım vuslata, dönsün istedim,
Vuslatın lütuftur, inan ki bana.

Deyip bu belalardan kurtarmasını diledi.

Kendisine bir nida,.
Yetişti!
Filan günü,
Filan yere git! ..orada bekle….

Sana ateş renkli,
Bir hayvan gelecek!
Ondan korkma,
Ona bin!
Diye buyruldu…

O gün gelince,
Yanında Elyesa,
Olduğu halde İlyas A.S.
Denilen yere gitti.
Oraya vardığında,
Ateşten bir at,
Onun yanına geldi!
Önünde durdu.
İlyas A.S.
Sıçratı bindi atın üstüne,
Elyasa seslendi! ...
Ey İlyas;

Bana ne emrediyorsun?
Aldı götürdü onu,
O at Şam diyarına,
Bir daha haber alınmadı.
Uçarken kilimini,
Havadan,
Elyesa’ya bıraktı.

Bu demekti ki,
İsrail oğullarına,
Bundan sonra peygamber o idi.

Buradaki güneş kadındı! Yani,
Baal putuydu.
İhtiyar bir adam,
Bir dere kenarında toprak eşiyor,
Bulduğu çürümüş yapraklar çıkarıyor,
Torbasına dolduruyordu.
Yoruldu,
Bağdaş kurdu oturdu.
Söylenmeye başladı:

Kim küstürdü yeşili,
Üç yıl önce daha, buralar baharken,
Yeşeren onca dallar, yollarımı keserken,
Yapraklar ışığımı, tutup gölgelerken,
Bu çıplaklık şimdi nedir?

Yağmur’un damlası yok,
Hani günlerce yağan, sinirleri bile geren,
Sağanaklar nerde!
Şimdi sokuyor bizi,
Onulmaz nice derde.
Varsın temeller çürüsün,
Varsın sellere kapılsın sürüm,
Yine öyle olsun isterim.
İsterim bin sürüm boğulsun.

Yine rivayet edilir ki:

İlyas aleyhisselam,
Gittikten sonra,
Yüce ALLAH,
Ba’lbek kralı ve kıraliçesinin,
Üzerine düşmanlar musallat etti.

Onları o bahçede öldürdüler.
Orada bıraktılar.
Etleri dökülüp,
Kemikleri çürüyene kadar,
Cesetleri ortada kaldı.

YÜCE ALLAH,
Şöyle buyurur:
“Biz ondan,(İLYAS’tan):
Sonra gelen ümmetlere,
İyi bir nam bıraktık.
Gerçekten o,
Mü’min kullarımdandı!
Bizden selam İLYAS’A…
(Saffet 129-132)

*

BÖLÜM II

ELYASA A.S.

İlyas aleyhisselam,
Otuz yaşlarında iken,
Elyasa, Akdeniz kıyılarında,
Sayda kentinde doğdu.
Annesi Hezekiyeldir.

Doğum yaptığı zaman,
Çok yaşlı idi, onun için ona,
Acuze (koca karı) derlerdi.
Bu kocakarının oğludur,
ELYASA….
O,
Fefakardı,
Uzun ömürlüydü,
Hiç sapıtmamıştı,
Annese de mü’mindi.
İlyas’ın fedaisi, sırdaşıydı.
İbadetine düşkün,
Tatlı konuşur, kızmazdı.
Geçimini ziraatle sağlardı.

Rivayet edilirki;

Hz. Elyesa zamanında,
ALLAH’U Teala,
Sapıtan İsrail oğullarına,
Cüzzam hastalığını, musallat etmişti.

Saray halkı ve bir takım kumandanlar da,
Bu hastalığa yakalanmışlardı.
İnandıkları ve taptıkları,
Baal putuna ve onları idare eden,
Kahinlere;
Kuru canlarından başka verecek,
Bir şeyleri kalmamıştı.

Tek kurtarıcıları, Hz. Elyasa idi.
Ne zaman başları sıkışsa,
Ona koşarlar, medet umarlardı.

Elyasa onlara çeşitli dereler gösterir,
Oralarda yıkanınca şifa bulurlardı.

Hz. ELYASA Onlardan sorduğunda;
Hala putlarınızdan,
…………..Aman dileyecek misiniz?
Onlardan hala fayda,
……………Umuyor musunuz?
Kurtuluşun umuduyla,
Diyorlardı ki;

Senin öğrettiğin, tanıttığın,
Allah’ tan başkası yoktur.
Biz bundan sonra ona inanacağız!
Diyorlardı!
Amma! ....
Çabuk eski inanç ve putlarına dönüyorlardı.

Bir gün Suriye kralının baş kumandanı da,
………………………………….Yakalandı.
korkulan cüzam hastalığına, onun adı,
…………………………………. Naamdı,
Saray gibi bir evi vardı, acı ve keder ile,
……………………………….. Kıvranırdı.
Cüzzam’ın derdi, acısı sancısı,
……………………………..Her yanını sardı.

Kahinler tedavi ediyor, onun evinden sanki,
…………………………….. Hiç çıkmıyorlardı.
Naamdan çok kral acı çekiyordu,
Çünkü o kralın sağ koluydu.
İstiyordu ki, bir an önce iyileşsin,

Bu uğurda,
Nice hekimin kahinin canına kıymıştı.
Yine bir akşam üstüydü,
Naamın bahçesinde,
Her taraf, gölgelenmişti.

Küçük bir kız, bahçede çiçek topluyor,
Kendi kendine bir şarkı tutturmuş söylüyordu.
Sesi ta hasta yatağındaki komutana geliyor,
Ona duygu yüklüyordu.
Onun şarkısından etkileniyor,
Sözlerinden şarkının, bazı sırlar seziyordu.

Haber gönderdi kıza,
Küçük kızdan,
Tekrar söylemesini istedi.
Aynı şarkıyı,
Kız da söyledi.
Diyordu ki;
Şarkıda! ....

Şimdi mi anladın değersizliğini,
Sana koltuk değneği olan, saltanatını,
Şimdi vermeye hazırsın değil mi?
Ta sırtındaki gömleğe kadar.

Amma gecikmedin mi?
Ne istedi senden,
Neleri tebliğ etti, düşün,
Düşün bir kere.

Karşına her çıkışında,
Horlayıp kovduğundan,
Tekmelediğinden,
O peygamber,
Sana bed düa etmedi mi?
O yüzden!
Bu hallere düşmedin mi?

Hangi meyve,
Küfür rüzgarıyla toprağa düştü de,
Üzerine günah böcekleri üşüşüp,
Parçalamadılar onu! ...

Tekrar düşündü baş kumandan,
Anlamıştı anlıyacağını.
Kızı yanına çağırttı.
Kız içeri girince şaşırdı,
Onu yatar görünce.

Perişandı komutan,
Belli cüzamdı onu böyle yatıran.
Sordu kıza,
------Adın ne senin?
-----------Metelaya.
Demek İsraillisin?
-------------Evet.
Son savaşta esir düştük,
Bizi saraya yerleştirdiler.
Peki anladım!
Nereden öğrendin bu şiiri?
----------Annemden.

Sen dedi küçük kız sen!
Cüzamlısın!
-----Doğru dedi komutan.
Çok zekiydi Metalaya!

Hemen bir yol açtı,
Bu şiiri annem,
Senin gibi bir cüzzamlıya söylemiş!
Cüzzamlı iyi olmuş!
Deyince,
Komutanın merakı iyice arttı.
Nasıl iyileşmiş o hasta?
Kız,
---Bizim oralarda biri var,
--------Onun adı ELYASA!

Elyasa bir peygamber!
İsterse bu hastalığı iyi ediyor.
Kaç tanesini gördüm, iyi oldular!
Tek istediği var,
Neymiş diye sordu komutan!
Putları bırakıp, Allah’a,
İman etmendir.

Tamam dedi baş kumandan,
Kızı savdı başından,
Düşündü,
……….Düşündü kendi kendine!

Putlardan ne fayda görmüştü.
Tek hastalığından kurtulsun da,
Her şeyini vermeye hazırdı.
Kahinlere neler vermemişti ki! ....

Savaştığı bir ülkeye nasıl giderdi!
Onu asıl düşündüren bu idi!
Ama olsun,
Ölse bile razıydı,
Derdi ona yetiyordu.
Nice sonra hükümdar’a açtı derdini,
Ummadığı bir cevap aldı kraldan.
Şaşırdı! ...
Suriye kralı,
Sen küçük bir mahiyetle,
Samiriyyeye git.
Ben İsrail hükümdarına bir mektup,
--------------Göndereceğim.
Benimle tekrar savaşmamak için,
--------------Razı olacaktır.

Ulaklarıyla mektubu gönderdi.
………………..Sabah erkenden.
Baş kumandanı da yola çıkardı.
……………..Küçük bir mahiyetlen.

İsrail hükümdarı mektubu alınca,
--------Kızdı, sinirlendi!
Aldığı mektubu yırttı attı!
-----------Bağırdı çağırdı!
Bana cüzamlı komutanını göndermiş,
Şimdiye kadar hangi cüzamlı,
------------İyi olmuş ki,
Bu iyi olacak!

Bu işin bahanesi,
Yine benimle savaşmak istiyor!
Baş kumandanı iyi olmazsa,
Onu bahane edip,
Yine benimle savaşacak.

Baş kumandanını,
Feda edemez diyeceklerdi ki,

…………….Onları susturdu:

Artık dedi,
Böylesine hasta,
Böylesine düşkün,
Bir kumandanı neylesin!

Ben,
O kumandanı akıllı sanırdım!
Kralının tuzağına düşmüş.

Ertesi gün geldi,
Çıktı hükümdarın yanına, komutan!
Hükümdar;
……….Benim sana faydam olmaz,
Benim kahin ve hekimlerim de,
Buna çare bulamaz! dedi.

Böyle bir cevap bekliyordu zaten,
On kişilik mahiyetiyle,
Koştu Elyasa’nın yanına! ..
Elyasa yol gösterdi!

-----Ey Naam!
Hemen Ürdün’e Şeria nehrine,
…………………………Git!
Yedi kere yıkan, her seferinde,
Allah’ın adını tesbih ve tenzih,
………………………….Et!
Amma Allah’a imanda samimi,
Ona ibadette sebatkar ve daim,
…………………….Olman gerek!

Naam çok sinirlendi,
……………………….Kızdı!
Benim topraklarımda Ürdünden,
Daha şifalı sular var!
Boşuna niçin gideyim taa Ürdün’e,
Diye söylenirken…..

Onu duydu,
Oradan geçen, bir Müslüman!

Yaklaştı şöyle dedi.
------Belki haklısın amma,
Peygamber’e böyle vahy edilmiş,
………………Onun dediğini yap!
Gitti kumandan nehir’e,
Yıkandı yedi kere, Şeria’a da,
Sağlık buldu, sıhhat buldu,
Eskisinden çok, dinç oldu.

Koştu Elyasanın yanına,
Onun peygamberliğini kabul,
Tek Allah’a iman etti.
Hediyeler, bağlar bahçeler.
Altın gümüş paralar vermek istedi.
Hiç birini almadı peygamber.

Elini öpüp ayrılırken;
Ben Kudüs’e gidip yerleşeceğim.
Bundan sonra benim yerim,
Suriye değil! ...
Mescid-i Aksa’ya yakın olmaktır!
Deyip oraya yerleşti.

Akıllı olan kimse, odur ki, her işinde,
Düşünür öncelerden, sonunda ne olacak,
Akıl yoktur bunları, düşünmeyen başında,
Gaflet ile geçirir, her bir gününü ancak.

Bir bahar sabahıydı,
Samiriyye’de bereketli bir mevsim,
………………………Başlamıştı.
Şehrin dışında, ağaçların altında,
Bir adam oturuyordu.
Bu Elyasadan başkası değildi.
………………….Epey yaşlanmıştı.
Seksen beş yaşına basmıştı.

Gerek İsrail devleti,
Gerekse Yahuda devleti,
Sapkınlıklarının içinde yüzmekteydi.

Şaşkınlık selleri içinde,
Bocalayıp duruyorlardı.
Hz. Elyasa,
Hz. İlyastan daha rahat,
Çalışma imkanı bulmuştu.
Amma hayat kimseye baki değildi.

Saraylarda hükümranlık kavgaları,
Kahinlerin birbirleriyle çekememezlikleri,
Kabile başkanlarının ihtirasları,
Üzüyor,
Üzüyordu Elyasa’yı.

O çok yaşlı olmasına rağmen,
İbadetini aksatmıyor,
Namazını kılıyor,
Toplanan mü’minlere,
Nasihat ediyordu.

Hastalandı günlerden bir gün.

Yakından uzaktan duyan,
Mü’minler toplanmaya başladı.

Elyasa zor zahmet,
Kısılan sesi ile,
Beklenen haberi verdi.

Ey mü’min kardeşlerim!
Evlatlarım!
Dostlarım!
Sanırım Allah’ın emri,
Yakında gelecek.
Bu yer yüzü nice,
Peygamberler gördü.
Hangisi hayattadır?
Hangisi aramızda şimdi?

İsrail oğullarının başına,
Ne geldiyse sapıtmalarından! ..
Siz öyle olmayacaksınız!
Değil mi? ...

Hiç değilse bu soyda,
Bir avuç mü’min kalsın!
İnsanoğlu bir anadan,
Bir babadan üremiştir.

Soy hiç bir mana, ifade etmez.
Bütün hüner, Allah’a teslimiyettir.
Geceyle beraber,
Gökyüzü yıldızlarla donanacak.

Yıldızlar olmasa,
Gök yüzünün hali ne olur!
İşte mü’minler o yıldızlar gibi,
Parıldarlar. Diye nasihat etti.

İkindiye doğru da ruhunu,
Allahı’na teslim etti.
Ona ve tüm peygamberlere salam olsun! ...

YA RAB!

Bedenimi aşkla dokudun,
Damarlarımda hayat oldun.
Bakışımdan taştın fışkırdın,
Sevdim, sevdim.

Tohumun filizinde,
Torağın tozunda,
Gülüşte hıçkırışta,
Serpildin döküldün,
Sevdim, sevdim.

Tayfunlarda coşkundun,
Putlarda suskun,
Sabah sevabım,
Gece günahım oldun,
Sevdim, sevdim.

Aydınlığında yıkandım,
Karanlığında kirlendim.
Muradıma yağan kar,
Hırçınlığımda kor oldun.
Sevdim, sevdim.

SONUÇ:
Kimi bilgiye eğilir, sarar sabahı,
Kimi ondan yüz çevirir giyer siyahı.

Kimi korur arını, nurla donanır,
Kimi balçığa sokulur orda onanır.

Kimi terini akıtır, alır varlığı,
Kimi yayılır gölgeye, bulur darlığı.

Kimi uzanır dertliye, eli öpülür,
Kimi yoksula hor bakar, beli bükülür.

Kimi şükreder, bahtı şahlanır,
Kimi hırstan kanat takar, her an ah’lanır.

Kimi öğrenir öğretir, erer rahmete,
Kimi kıskanır ilmini, girer zahmete.

Kimi sırtından vurulur, kalır toprakta,
Kimi şehit olur, yaşar bayrakta.

Kimi Tanrıya inanır, çıkar yüceye,
Kimi puta kul olur düşer geceye.

Şu aşk’ın kıskacında, zamanın belasından,
Yola çıktım dünyanın, mihnetli odasından,
Nasıl avare kılsın, beni şu dönen devran,
Gönlüm nasıl el çeksin, cihanın cefasından.

İşte şimdi geldi, selam sabah sırası,
Çok açıldı gitti, başlangıçla arası.
Söylenecek son söz, artık burası,
Dinleyin dostlarım, beni dinleyin.

Ey saba yeli,
Başın alıp nereye,
Gidersin böyle,
Eğer yolun düşerse,
Kutsal toprağa,
Ademden son resule,
Selamım söyle! ...

Ali Gözütok
Kayıt Tarihi : 15.7.2010 17:40:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


GÜLCE EDEBİYAT AKIMI-2010 Yılı Projelerinden

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ali Gözütok