Bela ülkesinin yolcusu,
Celal sahibi,
Yaratan'ın sevgilisi,
Dostluk mesnedinde,
Şeref ve helallik! ..
Sıkıntı yurdunun sakini,
Sözünün eri…
Peygamber zincirinde,
Çilekeş biri.
İbrahim Halilullah.
Put perest bir babanın oğlu,
O baba ki, putunu kendi yapar,
Kendi yaptığı puta,
Yine kendisi tapar.
Ey millet! ..
Geliniz, kulak veriniz,
İbret alınız.
Yaşayan ölür, ölen gider,
Olan olur.
Yağmur yağar, otlar biter.
Çocuk doğar,
Ana olur, baba olur.
Devran döner.
Gece gündüz birbirini kovalar.
Haksızlık bulutları,
Etrafı sarar.
Bazen bela yağdırır gökten,
Bazen bereket.
Bazen de,
İbret fışkırır yerden.
Gök yüzü yüksek tavan,
Yer yüzü süslü eyvan.
*
Yıldızlar yürür gökte,
Güneş yürür ay yürür.
İbrahim aleyhisselam,
Babasının putuna,
İp bağlar yerde sürür.
Düşün ey insanoğlu,
Nemrud’un istilâ ateşi,
Alev alev neyi sardı! ..
Bunca isyânı niye! ...
Var mı böyle bir zulmün,
Dünyada başka eşi?
…………………Düşün! ..
………………Hani nerdeler şimdi?
……………Ne oldu Firavuna, hani Karun?
…………İsyankâr Nemrut nerde?
………Hani mağrur zenginler,
……Hani süslü saraylar,
…Hani nereye gitti?
Hangi güç hangi kuvvet,
Bir çırpıda yok etti! ..
Hangi değirmen döndü,
Öğüterek mahvetti! ...
**
Dergâh-ı İlâhi’nin, huzurundan kovulan
Nemrud’un istilâ ateşi, alev alev,
Duman duman sardı, sardı dört yanı.
Mancınığa koyup, o hain Nemrut,
Atmak üzereyken İbrahim’i,
Melekler dediler ki ya Rab,
(BİR) liğine inanan o,
Odur senin resulün.
Ona acı ya Rab!
Ya da izin ver,
Bitirelim
İşini,
İzin
Ver,
Biz bitirelim Nemrud’un,
Dünyadaki işini,
Dediler.
Dergh-ı İlâhiden,
İzin çıktı onlara,
“Yardımına gidin! ..”
Bulutlar meleği İbrahim’e:
--Ey Halilullah:
İznin olursa eğer,
Ceza selini, salayım üstlerine,
Düşmanlık ve inat binalarını,
Yıkayım tepelerine! ..
Fesat ateşlerini bir anda söndüreyim,
Yer meleği de:
--Nemru’du ben,
Karun gibi çekeyim,
Şu toprağın altına. Dedi.
*
İbrahim Halilullah:
--Hayır olmaz…
Ne gelirse Hak’tandır,
Razıyım ben olana,
Sakın ha girmeyin siz
Tanrı ile arama.
Lutfu da hoş, kahrı da,
Ey dünya imalathanesinin işçileri,
Ey varlık hazinesinin bekçileri,
Bana dosttan gelen, her sıkıntı bir sevinç,
Her üzüntü bir neşe, karşı koyamam,
Karşı koyamam ben, asla böyle bir işe.
Derdine razı olan, asla derman istemez,
Mihneti seven aşık, rahatı can istemez,
Böyle aşk âleminde, kimi isterse o yâr,
Sabreder cefasına, başka canan istemez.
………..Diyerek ateşlerde yanmaya,
…………………..Yârin sunduğu aşkın,
…………………………Deryasına banmaya razı oldu.
*
Fırlatıldı taş gibi,
Har ateşin içine,
Tam düşecekti ki,
Tutundu Cebrail, onun eteğine,
“----Var mı şu anda benden? ”
“----Bir isteğin dileğin? ! ”
“--Evet, evet var ama,
O istek senden değil! ..
Rabbim görüyor beni,
Odur benim tek ecem,
Ona muhtacım,
Odur başımda tacım.”
Derde düşüren elbet, gafil olmaz dertliden,
Sadık olan âşıklar, etmez şikayet halinden,
Anladım siz bırakın, çaresizlik kendimden,
İsterse sıhhat verir, kurtarır o derdimden.
Sadık olan âşıklara ar olur
Yabancının tedbiri,
Arayan bulur muhabbet denizinde,
Coşturan (Tek) birini.
Allah’ın sevgilisi,
Böyle deyince,
Yanan o ateşe, Rabbinden geldi nida;
“Ey ateş,
Soğu ve İbrahim için selametli ol.” (Enbiya 69)
…….O zaman yakmadı İbrahim’i,
…….Yakmadı o har ateş,
…….Şefkat yolunu seçip,
……Ona oldu serin eş.
Ümit bahçesi,
Sabrın bulutuyla sulanır.
Her su damlası,
Sabırla inci kalır.
Sabreden her gönül,
Karanlıklarda kalmaz.
Aydınlatan güneşten,
Mutlaka ışık alır.
*
Sınavın en büyüğü,
Verilen sözde durmak,
Rabbinin huzuruna,
Huzuru kalple varmak.
Rivayet odur ki;
Allah elçisi İbrahim,
Epeyce yaşlanmıştı.
Bu yaşına kadar hiç çocuğu olmadı.
Günlerden bir gün,
Rabb’ine yalvardı.
----Ey Yüce Rabbim.!
“Bana bir oğul verirsen,
Ben de onu,
Sana kurban ederim.”
Dedi.
………………………………….Rabbi kabul eyledi,
……………………………..Bir oğul müjdelendi.
………………………..Emir alan melekler,
…………………….Selam verip, girince odasına,
O: “Doğrusu ben sizden korkuyorum”
Demişti.
“Korkma biz sana,
Bilgin bir oğlun olacağını,
Müjdelemeye geldik” dediler.
……………………..“Ben kocamışken bana
………………..Müjde mi veriyorsunuz.”
Deyince:
……….“Umutsuzlardan olma,
……………….Gerçekten seni müjdeliyoruz.”
Dedi Cebrail(Hicr 54-55)
……………………………..“Vakit saat gelince,
……………………….Sözler yerin bulacak.
………………..İsmail adında, bir oğlun olacak.”
Derdine deva buldu.
İbrahim peygamberin
Sonunda bir oğlu oldu.
………Her geçen gün oğluna,
…………..Muhabbeti çoğaldı.
……………..Ay parçası yüzüne,
…………………Bakmaya doyamadı.
Misk-i amber saçları,
Her teli sanki bağdı,
Bağlandı gönlüne, bağlandı muhabbetle.
Ağzından şu sözcükler döküldü;
---“İlahi bu ne güzellik!
…………..Ne de tatlı bir çocuk.
………………..Dil aciz, gönül hayran,
……………………..Bakmalara doyulmaz,
………………………….Nurdan sanki bir surat.
Meyledince İbrahim, Hak’tan başka birine,
Sevgisini koyunca, Hak sevgisi yerine,
Mecazi sevginin çözüldü bağı.
Merhametli sevgili, kıskandı sevgisine.
Gerçek aşk odur ki, meyletmez asla,
Asla Hak’tan başka birine.
Yâr istemez âşığın, başka yâr’da gönlünü,
Tereddütler içinde, gönlü bi karar olur.
Soldurmak istemez ki, gonca açan gülünü.
Solarsa gönül gülü, belki bir ağyâr olur.
Ayrılmazsa hiç yârdan, mutluluk onu bulur,
Aksettirir sevgiyi, kırmaz gönül telini,
Gayrıya gönül vermez, sevgisi onda kalır.
Kalbinin levhasından, çekmezse hiç elini,
Mutluluğu yakalar, sevdiğine yâr olur.
Hülâsa….
Halilullah’ın kalbi,
Oğul sevgisiyle dolunca,
Hükümdar divanından,
Geldi ona bir seda! ..
“……………………………….Ey sevgi evinin sırdaşı,
……………………….Elçilik şerefiyle şereflenmiş,
……………………..Hidayet rehberi.
…………….Muhabbet yolundan sapma! ..
………..İsmail’in sevgisini,
…….Rabbinden üstün tutma.
Onun yaşam bağını,
……..Sevgi kılıcınla kes at.
…………….Hayatını bitir.
…………………Vaadini unutup, gösterme ona şefkat.
Bu bir rüya idi.
Kan, ter içinde uyandı uykusundan,
Verdiği sözü hatırladı.
İkaz ediyordu, mutlaka onu Rabb’i.
Ciğerpare canını,
Canan için kurban edecekti,
Hakk için Hakk’ı için.
*
Sana yönümü döndüm,
Ey yerlerin ve göklerin
Eşsiz hükümdarı! ..
Senin için bir değil,
Binlerce can fedadır.
Deyip Hak divanında durdu.
Karısı Hacer’e,
Şöyle buyurdu.
“--Ey Hacer! ...
…….Sevgili hayat arkadaşım.
………….İsmail’i giyindir.
………………Eli ayağı temiz,
………………………Hem tertemiz olsun.
………………………….Yanında bir ip,
……………………………..Birde keskin bıçak olsun”.
---“Nedir?
Kimdendir bu isteğin? ”
Deyip, şaşırdı Hacer ana,
Şaşırttı onu bir iple bıçak isteyişi.
O Hacer ki;
Letafet semasının güneşi,
Sadakat yarışında,
Asla bulunmaz eşi.
Sordu! ..
--Nereye böyle?
Bir dost ziyaretine gideceğiz.
--İp ile bıçak niye?
Ne yapacaksın onları?
“Ey Allahın dostu,
……Dostluğun hasbı hali,
………Bu bıçakla bu ipin,
………….Nedir buradaki işi?
…………….--Üzülme sen ey Hacer,
…………………O dosta kurban gerek,
………………………Kurban kesmek için hem bir ip,
………………………………Hem de bir bıçak gerek.
Deyip evden çıktılar.
Hacer endişe edip,
Düşüncelere daldı.
Bunu fırsat bilen iblis,
Dost kılığına girip,
Yaklaştı Hacer’e,
O iblis ki;
Kargaşa ocağının maşası,
Ortalık karıştırıcısı,
Dostluk ocağına,
Fesat tohumları ekmeye çalıştı.
Yaşlı bir fani gibi,
Karşısına dikildi.
Ey Salih kadın:
“…………………--İbrahim, İsmail’i nereye götürüyor,
…………………Biliyor musun? ”
“---Evet, “
“………………….--Bir dost ziyaretine,
………………..Gaflete düşme sakın!
…………..Oğlunu kesmeye götürüyor,
……..Uyan uyuma” dedi.
Onun ana yüreğini,
Endişeye gark edip,
Kışkırtmak istedi.
Hacer hemen anladı,
Bu kör şeytandı!
“Sen iblis misin defol git” dedi.
…………..“O asla böyle bir iş yapmaz,
……………….İncitmez karıncayı.
………………….Eğer emir yüksektense,
…………………….Bela bıçağının suyu,
………………………Ebedilik çeşmesinin pınarıdır.
İsmail’in her damla kanı,
Yükselme yücelme,
Hakka varıştır.
O, İlahi bahçenin açan gülüdür.
“Can ile eğer, hoşnut ise o canan,
Can minnettir ona, kurban olsun canımız.”Der.
Ondan ümit kesen iblis,
Koştu Halil İbrahim’e,
--Ey akıllı adam,
Dünya bilgisine vakıf,
İktidarının süsü….
Bu nübüvvet bahçesinin çiçeğini,
Risalet sedefinin parlak,
Nadide incisini,
İzzet ve itibarının tacını,
Asılsız bir kuruntu uğruna,
Nasıl kesersin! ..
Nasıl böyle bir belaya düşersin?
Pişmanlık kasırgasına atarsın kendini! ..
---“Ey bağban, bağının gül dalını kesme sakın,
---Gül bahçesinin nadide bir süsüdür o,
----Düşmanı sevindirip, incitme sevgilini,
---Ölümünden üzül amma, kesme onu kesme sakın.
---Yabancının kem gözünden, endişe kıl onu sakın.”
Dedi İbrahim’e.
Onun iblis olduğunu anlayan İbrahim:
---“Hayatımın meyvesi,
------Hazinemin tek incisi,
---------Bilirim İsmaildir.
-----------Vücudumun her damarı,
-------------Olsa bile bir İsmail,
---------------Emir gelmişse eğer Haktan,
----------------Hiç endişem olmaz asla,
-------------------Durmam keserim hemen.
Asla Hakka karşı gelemem.”
Yâr aşkının derdi derdim, o gönlümün sultanıdır,
Bin can feda olsun ona, ferman onun fermanıdır.” Dedi.
Lânet edilen iblis:
Bu kez de soluğu İsmail’de aldı.
--“Ey risalet bahçesinin çiçeği,
---Ey nübüvvet tarlasının fidanı,
---Ey Hacer ile İbrahimin tek canı,
Nereye gittiğini biliyor musun?
Baban seni kesmeye götürüyor! ”
……………………………….“Evet” dedi İsmail,
…………………..……..Biz gidiyoruz bir dostun ziyaretine”
--Baban seni, boğazlamaya,
--Dünya yurdundan ayırmaya götürüyor,
İsmail:
--Ey insanlığın düşmanı,
Ey Allah’ın lânetlisi,
Ey yolunu şaşırmış bunak ihtiyar,
Yoksa iblis sen misin?
Boğazlanmam emirse,
İtaatim sonsuzdur.
Direnmem asla,
Bir değil bin kere boğazlansam da,
Direnmem direnmek ne haddime? ! ”
“Canımı eğer canan isterse, minnet canıma,
Yoluna bin can feda, bir can nedir bana,
Nasıl kurban etmem onu, hem de cananıma.”
İbrahim ey oğul:
--Gördüğün bu ihtiyar, iblisin ta kendisi.
Şerrin ve belanın, en beter efendisi,
Sorma sakın sorma ona, bir soru,
Kendini onun şerrinden koru.”
Deyince,
İsmail onu taşa tuttu.
İbrahim:
………………………….--Ey aziz oğul,
………………………Hikmet dergâhından,
………………….Fıtrat yurdundan,
…………….Boğazlanman için bir emir geldi.
………Bu emre karşı senin cevabın nedir?
Babacığım!
-……-Bu emrin sebebi nedir?
…………..Neden beni keseceksin?
……………..Bunun hikmeti ne söyler misin?
Ey oğul,
--Muhabbet öyle bir şey,
Ortaklık kabul etmez,
Ona karşı olan sevgi üstüne,
Sevgi konmaz.
Biliyorsun sana karşı olan sevgim,
Sevgilerin en alâsı,
Muhabbetin hem de hası…
Aşk bağının harikası,
Amma! ....
İzzet sahibi coştu,
Sana karşı aşırı sevgi muhabbet,
Haddini aştı.
Hoşuna gitmedi mabudun.
Onun aşkı bir başkadır,
Olmaz üstüne sevgi,
Onu seven aşık,
Terk eder uykusunu.
Aşığına olur yanık,
O her zaman, hep uyanık,
Gördüm onu ben rüyamda,
Ona karşı sözüm vardı,
Beni rüyamda uyardı.
İsmail,
…………..--Senin rüyan bana şeref,
………….Hakk’ın emrini tut!
……….Ey ulu baba,
……..Denileni yap.
Ancak,
……..Elimi kolumu bağla,
…………Gözlerimi kapat,
………………Yüzüme bakma sakın,
……………………Ola ki canın acır, belki vaz geçersin.
……………………….Sana karşı koyamam,
………………..İsyankâr olamam, ne sana ne de Rabbime.
……………Boğazlarken sarı benzimi yere çevir,
………..Sıçramasın üstüne akan kan.
………Teselli et annemi,
Eve döndüğün zaman.
Sığındı Rabb’ine İbrahim,
Vurdu bıçağı İsmail’in boynuna,
Oda ne,
Bıçak kesmez oldu.
Bir daha,
Bir daha,
Bir daha denedi,
Yine kesmedi.
Bir kere de taşa çaldı bıçağı,
Taş parça parça parçalandı.
Tam o anda,
Gökten ona,
Kurbanlık bir koç yollandı.
Bütün melekler toplandı! ...
Şaşırdılar bu işe..
Şaştılar, şaşırdılar melekler,
Ya Rabbi! ...
Bu ne haldir, ne hikmettir?
Bu ne büyük bir kuldur! ..
Eşi enderi yok! ..
Ne ateş yakar onu,
Ne bıçak keser oğlunu! ..
İşte Rabbin kudreti bu! ...
Yanma derse har ateşe,
Güle döner o ateş.
Boğma derse o denize,
Yola döner o deniz.
Kesme derse o bıçağa,
Yele döner o bıçak.
Buna şaştı melekler,
Ey İbrahim:
“--Sen mi cömertsin! ..
Ciğer pareni hiç tereddüt etmeden,
Ona kurban edersin?
Yoksa İsmail mi ki?
Hak rızası için, ona canını versin?
Hak’tan geldi bir nida! ..”
--Asıl cömert olan benim.
Ey İbrahim;
“--Sen rüyanı doğrulttun,
Rabbin yolunu tuttun,
Kabul oldu dileğin,
İndimden sana koçu,
Kesmen için gönderdim.”
Şükretti baba oğul,
Rabbin düa katında,
Hatem-ül enbiyanın ümmetine rahmet kıl,
Bu hikmıtin özünü,
Çekerde ince bir kıl,
Çekemez asla onu, çekemez bin bir akıl.
Nasıl?
Akıl fikir ermiyor,
İnsanlığın işine! ..
Hem inandım ben deyip,
Hem inkâr edişine.
Sanki küçük dağları yaratan oymuş gibi,
Bir de çalımlar satıp, gururla gidişine! ...
Kainatta ne varsa, yaratıldı hiç yoktan,
Cinler yalın alevden, insanoğlu topraktan,
Aldığı her bir nefes, lutufken ona Haktan,
……….Daha nice sırlardan, haber verirken Kur’an,
……….Nasıl inkâr eder ki, inandım diyen insan.
Bak şu kızıl denize,
ASAYI Musa ile
Yarılmış ortasından,
İnkârından Firavun
Boğulmuş ordusuyla.
Diledi de kurtardı, boğulmaktan kulunu,
Yardı kızıl denizi, düz eyledi yolunu,
Şirk koştu da Firavun, put eyledi çulunu,
……….Boğuşurken sularda, yetişti ona hüsran.
……….Nasıl inkar eder ki, inandım diyen insan.
Dikkat et! .. bak semaya,
Bir yarık yırtık mı var?
Bak şu iki denize,
Acısıyla tatlısı, nasıl yan yana akar?
Böyle iki denizden, inci ve mercan çıkar.
Masmavi gök kubbeyi, ondan başka kim bezer,
Çizdiği yörüngede, ay güneş yıldız gezer,
Balıklar ve gemiler, bu denizlerde yüzer,
………Hala görmezden gelir, bunları kara vicdan,
……….Nasıl inkâr eder ki, inandım diyen insan.
Tüm övgüler O’nadır, şanı yüceden yüce,
Onun emriyle bürür, gündüzü kara gece,
Var mı iki cihanda, karşı koyan bu güce,
……….Anlatamaz bu gücü, aciz kalırken lisan,
……….Nasıl inkâr eder ki, hükmüyle ölen insan.
Kayıt Tarihi : 8.7.2010 17:55:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI-2010 Projelerinden
![Ali Gözütok](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/07/08/gulce-bahce-gul-tufani-hazreti-ibrahim-ve-ismail.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!