On
İki
Kardeşten
En çelimsiz
En küçükleri.
Peygamber soyundan.
...............Bir tek Allah’a tapan,
…………….Davudi gür sesli,
…………………Uzun nefesli,
…………………….Demir döven,
……………………….Bir usta,
…………………………İdi
………………….………..O.
(D) öküktü tepesinden
S(A) çları,
Da(V) ar güderdi,
Koy(U) n güderdi, çobandı o
Davu(D) peygamberdi o! ..
Kısa boylu,
….Ak tenli,
…….Mavi gözlü,
………..Açık sözlü,
…………..Temiz yürekli,
……………….Kırmızı yüzlü,
İnce bacaklı,
Az saçlı,
Gür ve güzel sesli,
Bir insandı o! ..
Babasının adı İşa, idi.
Annesi bilinmiyor.
On iki kardeşin en küçükleri.
En çelimsizi….
Onun için babası onu hor görür,
İnsan içine çıkarmaya utanır,
Ona davarlarını güttürürdü.
Davud üç taş buldu, yolda giderken,
Konuştu o taşlar, al beni diye,
Şaşırıp bu da ne, nedendir derken!
Rabbinden bir lütuf, taşlar hediye!
Davud aleyhisselam,
Diğer kardeşleri gibi olmak istiyordu.
Ama zayıf ve hasta olduğu için babası,
Ona davar güttürüyordu.
Rivayet odur ki;
Günlerden bir gün,
Babasına geldi,
Dedi ki:
---Babacığım!
Ben sapanımla taş atıyorum,
İstediğimi tam isabet,
Vurup düşürüyorum.
Babası;
--Oğulcuğum!
Müjdeler olsun sana,
Allah senin rızkını,
Sapanın içine koymuştur. Dedi.
Başka bir gün,
--Babacığım!
Dağlar arasına girdiğimde,
Yuvasında olan bir aslan gördüm,
Hiç korkmadım ondan,
Yaklaştım, üstüne bindim,
Hatta kulaklarından tuttum.
Bana bir şey yapmadı!
Babası!
--Müjdeler olsun sana,
Bu da Allah’ın,
Sana verdiği bir hayırdır.Dedi.
Başka bir gün,
Yine gelip babasına;
Ey babacığım!
--Ben dağların arasında,
Yürüyüp giderken,
Allah’a tesbih ediyor,
Süphanallah diyorum.
Benimle birlikte,
Dağlar taşlar,
Gökteki uçan kuşlar,
Allah’ı zikir ediyordu. Dedi.
“Dağları ve kuşları,
Davud ile birlikte, tesbih etmek üzere,
Ram kılmıştık.(Enbiya 78-80)
Babası yine!
--Ey oğulcuğum,
Sana müjdeler olsun,
Bu da sana Allah’ın bir lütfu,
Bir hayrıdır diye yorumladı.
Kardeşleri Calut’la savaşmak için,
Kral Talut’la birlikte gitmişlerdi.
Bir yanda İsrail oğulları,
Öbür yanda, Amalikalar,
Çarpışmak üzere karşı karşıya idiler.
Kendine bir ses geldi!
Bu ses gaiptendi!
Diyordu ki;
--Ey Davud,
Sen, Calut’u öldüreceksin.
Burada durup ne yapacaksın?
Davarlarını Allah’a emanet et,
Koş kardeşlerine kavuş!
…….Kral Talut,
……….Kim Calut’u öldürürse.
…………..Malının yarısını ve kızıyla,
………………Onu evlendirmeyi va’d etmişti.
Davud aleyhisselam koştu babasına.
Babası;
--Sen davarları ne yaptın?
Cevap verdi,
--Ben onları koruyucu birine,
Emanet ettim deyince,
Sandı ki;
Başka çoban arkadaşlarına emanet etti.
Hemen kardeşleri için,
Bir rızık bohçası hazırladı,
Haydi koş bunu kardeşlerine,
Yetiştir durumlarını gör,
Tekrar davarının başına dön dedi.
Davud, sevinçle azık torbasını,
Bir de sapanını alıp,
Yola koyuldu.
Giderken, yoldaki bir taş!
--Ey Davud!
Beni al götür, Calut’u öldüreyim!
………………………………. Dedi.
Davud alıp taşı torbasına,
……………………………Koydu.
Yoluna devam etti.
Yolunun üzerinde başka bir taş,
Ey Davud!
Beni de al deyince!
Sordu ona Davud A.S.
---Sen kimsin?
Ben İbhak’ın taşıyım ki o benimle,
Şunları, şunları öldürdü.
Allah’ın izni ile ben Calut’u öldürürüm!
………………………………….Dedi.
Onu da alıp Davud torbasına koydu.
Yoluna devam etti.
Biraz daha ileride başka bir taş,
---Ey Davud beni de al! Dedi.
Davud A.S. Ona da sordu!
--Sen kimsin?
Taş cevap verdi,
Ben, Yakub’un taşıyım,
Allah’ın izniyle Calut’u öldürürüm. Dedi.
Onu sen nasıl öldüreceksin?
Diye sordu Davud A.S.
Cevap verdi ona taş!
Rüzgardan yardım isterim!
O beni alır götürür Calut’un kafasına,
Ulaştırır! Ben de onu öldürürüm. Dedi.
Onu da aldı Davud! Koydu torbasına….
Şaşırmayın sakın siz, şaşırmayın ha buna,
Konuşturur dilerse, ayak bastığı taş’a,
Dilerse Yüce Rahman, can verir toprağına!
Kanat takar uçurur, benzetir onu kuş’a.
Kardeşlerine ulaştığı zaman,
Kral Talut,
Onun kafasına, yağ boynuzunu koydu,
Boynuzdaki yağ, kaynamaya başladı!
Davud A.S. yağdan vücuduna süründü.
Kral, sen Calut’u,
………….. Öldürsen,
Ben de kızımı sana,
……………Versem,
Ülkemde hüküm,
…………… Sürsen,
Olmaz mı?
……………Ne dersin?
Elbette olur derim.
Talut,
…Atını,
……Zırhını,
……..Silahını,
Verdi davud aleyhisselam’a.
Davud, ata bindi,
Silahını kuşandı.
Biraz gitti, gitti gitmesine de,
İçine sinmedi bir türlü!
Kalbinde bir büyüklenme geldi sanki! ....
O anda döndü Talut’un yanına! ..
Orada bulunanlar,
Davud korktu dediler.
Gelip kralın önünde durdu.
Kral;
Sana ne oldu? Diye sordu!
Davud;
Bırak beni sen,
Bırak ta…..
Onunla,
İstediğim gibi çarpışayım dedi! ...
Tamam dedi kral,
İstediğini yap deyince,
Bıraktı atı silahı.
Sapanını alıp Culut’a doğru yürüdü.
Calut, katı yürekli,
İnsanların en acımasızı idi.
Başına demir bir tolga geçirmiş,
Eşi enderi bulunmayan,
Çok iri, alaca bir ata binmiş,
Cenge hazır bekliyordu.
Amma Davud aleyhisselamı görünce,
Yüreğine bir korku düşürdü Allah!
Sordu Davud’a;
Sen mi, benimle çarpışmak için çıktın?
--Evet dedi Davud,
Hay oğulcuğum!
Köpeğe taş atar gibi,
Sen de bana taş mı atacaksın?
Evet dedi Davud,
Sen köpekten daha kötüsün!
Deyince,
Öylesine öfkelendi ki!
Çok kızdı git defol karşımdan,
Sana acıyorum dedi.
Hayır dedi Davud,
Hayır, belki ben seni öldüreceğim,
Diye cevap verdi Calut’a…
Calut, sen hak ettin artık,
Seni parçalayacağım,
Leşini kurda kuşa vereceğim,
Diye tehditler savurmaya başladı.
Besmele çekti Davud,
Belki Allah,
Senin etini vahşi hayvanlara,
Yem edecek bölüştürecek dedi.
Hemen torbasından bir taş çıkardı,
Sapanına yerleştirirken,
Bu atam İbrahim ismiyle!
Ötekini koyarken,
Bu atam İshak’ın ismiyle,
Üçüncüsünü koyarken de,
Bu da atam Yakub’un adıyla deyip,
Fırlattı taşları! ...
Tam isabet! ...
İki kaşının ortasından,
Girdi taşlar beynine,
Kafasının arkasından çıktı.
Calut’u ölü olarak devirdi yere!
Ordusu da bozguna uğradı.
Kral Talut, böylece savaşı kazanmış oldu.
Topladı askerlerini,
Savaş meydanından ayrıldı.
Kızıl ateş mangalı, ay’ın boynunu eydi,
Toprağın dört bir yanı, ateşten bir küreydi.
Atılan üç taş gitti, alın şakına değdi,
Calut’u serdi yere, Talut’u sevindirdi.
Kral kızını Davud’la evlendirdi,
Servetinin yarısını da ona verdi.
Hem kendi mülkünde Davud’un,
Mührünü geçerli kıldı.
Halk Davud’u sevince,
Kralın kıskançlık damarları kabardı,
Hatta Davud’u öldürmeye kalkıştı.
Amma Yüce Allah,
Onun şerrinden korudu hak kulunu.
Serap denizi taşsa, dalgalanır dururdu,
Susuzlar hasret suya, dudakları kururdu,
Cenk alanına dönse, fitnenin ateş yeri,
Yönü Hakka olanı, mutlak Rabbi korurdu.
Davud A.S. krala mukabele etmekten,
Her zaman kaçındı, ona yumuşak davrandı,
Allah, Talut’un kalbine merhamet,
Tohumları ekti.
Dedirtti ki; Kral’a!
---Allah Davuda rahmet etsin,
------Ben fırsat bulunca,
--------Onu öldürmeye kalkıyorum,
------------O ise, bana kol kanat geriyor,
----------------Beni öldürmekten el çekiyor.
Rivayet odur ki;
En sonunda, yaptıklarına pişman olup,
Tövbeler etmiştir.
Yaptığı tövbelerin,
Kabul olup olmadığını anlamak için,
Yuşa aleyhisselam’ın kabrine gidip,
Ondan sormuştur.
Kabirden gelen bir ses!
Ey Talut!
Tövbenin kabulünü bilemem,
Ama ülkene saldıran düşmanla savaş,
Hükümdar gibi ol! Dedi.
Oğulları ile katıldığı bir savaşta,
Öldürülmüş olduğu rivayet edilir.
Ondan sonra ülkenin yönetimi,
Tamamen Davud A.S. mın eline kalmıştır.
Davud aleyhisselam,
Her gecenin yarısında uyur,
Üçte birinde namaz kılardı.
Rabbine çok ibadet ederdi.
Bir gün oruç tutar,
Bir gün yerdi.
Çok mütevazı biriydi.
Yerlere kapanıp çok ağlardı.
Göz yaşından otlar yeşerir,
Çiçekler açardı! ...
Ya Rabbi;
Gücüm kuvvetim olmadan,
Sana nasıl,
Nasıl şükredebilirim! ..
Nimetin olmadan,
Sana şükretmeye güç yetiremem.
---Ey Davud!
Sana gelen nimetin,
Benden olduğunu biliyorsun değil mi?
--Evet ya Rab!
---Ben bunu tarafından şükür,
Kabul ettim. Buyurdu.
İlahi saçımın her teli,
Olsaydı iki dil,
Tesbih etseydim seni,
Seni gece ve gündüz,
Ödeyemezdim yine,
Sana nimet borcumu.
Anlatılır ki;
Davud aleyhisselam’ın hükümdarlığı,
Rum kralı Dakyanus ve de,
Ashab-ı Kehf zamanında,
Keyhüsrev b. Syavş’ın asrında dır.
Yüce Allah!
Davud’a saltanatın yanında,
Büyük hikmetler vermiş.
Ona peygamberliği de lütfetmiş….
Kendisine, kutsal kitap,
Zebur’u indirmiştir.(İsra 55)
Zaman zaman kılık değiştirir,
Halkın arasına girerek,
Nabız yoklardı.
Sorardı onlara;
--Davud nasıl biri,
Nasıl bir hükümdar?
Onun hakkında ne dersiniz?
Dediğinde,
---O çok iyi bir insan,
Ondan çok memnunuz diye,
……………..Överlerdi….
Bir gün!
İnsan kılığında Cebrail çıktı karşısına!
Aynı soruyu,
Ona da sordu;
Dedi ki:
O!
Ne iyi adamdır,
Kendisi ve halkı için,
İnsanların hayırlısıdır!
Amma ne olurdu!
Kendisinde olan bir şey de olmasaydı!
Kamil olurdu. Dedi.
Davud A.S. şaşırdı,
--Ey Allah’ın kulu,
Nedir o diye sordu?
Melek insan;
--Davud, Beyt-ul maldan,
Müslümahların malından,
Hem kendi, hem de,
Ev halkına yediriyor.
Ne olurdu oradan yemeseydi,
Ev halkına da yedirmeseydi.
Faziletini tamamlardı dedi.
Bu Davud aleyhisselamı uyarmaya yetti.
Açtı avucunu,
Yalvardı Allah’ına!
--Ey Allah’ım!
Rızkın en güzeli hangisidir?
---Elinin emeğidir buyuruldu.
Yine Yüce Rabbinden,
Kendisine bir geçim yolu,
Göstermesini,
Bir sanat öğretmesini,
Onu kendisine kolaylaştırmasını,
Niyaz etti.
Ona, muharebenin şiddetinden,
Korunmanız için zırh sanatını öğrettik.
Bundan dolayı şükredenler misiniz!
(Embiya 80)
demiri mum gibi yumuşattık.
Dokuma intizamı gözet dedik.
(Sebe 10-11)
Hiç ateşe sokmadan,
Eline aldığı demir parçası,
Yumuşacık olurdu.
Uzun zırhlar yapar gömlek yapardı.
Yer yüzünde ilk zırh yapan,
İlk zırh giyen o oldu.
Hurma dalından,
Sepet yaparak, yaptığı sepeti satarak,
Geçindiği de rivayet edilir.
İsrail oğulları,
Öldürücü taun hastalığına yakalanmışlardı.
Onları sahraya götürdü,
Orada düa etti Rabbine,
Allah onları derdinden kurtardı.
Allah’a hamdinizi yenileyin dedi Davud,
--Nasıl dediler?
Allah’ın size merhamet ettiği,
Şu kayanın üstünde,
Bir mescit edinmenizi istiyorum dedi.
Çünkü orası mescid edinilmeye layık yerdir.
Tamam dediler,
Hazırlıklar başlayınca,
Yaşlı fakir bir adam geldi.
Bu kayalıkta benim bir hissem var,
Onu Yüce Allah için satın alın,
Pintilik etmeyin dedi.
Davud A.S.
--Sen dilediğini iste dedi.
Fakir adam,
--Sen Allah katında,
Benden daha şereflisin,
Karşılığında oğluma,
Yüksek bir duvar yaptır,
Onu altunla,
İstersen gümüşle,
Doldur dedi.
Davud A.S.
O kolay dedi.
Yaşlı fakir bunun üstüne:
İsrail oğullarına döndü ve:
--Bu o tövbekardır. Dedi.
Davud’a da:
Ey Allah’ın peygamberi,
Rabbin benim bir tek,
Günahımı bağışlaması,
Bana bağışlayacağınız her şeyden,
Daha sevgilidir dedi.
Ey felek nedir böyle,
Şeriri aziz etmek,
Hor etmek şerefliyi.
Muhalife ün vermek!
Şerirlik meydanını,
Göklere yükseltmek.
Zalimi toplum denizinde,
Mutluluğa boğmak ne demek!
Rab hakkı sever,
Haklıyı hiç bırakmaz.
Kötülerin kesilir zürriyeti,
Salihlere miras kalır yeri.
Ebediyen orda kalırlar.
(Zebur 28-29-37)
Kur’anda da şöyle deniyor:
Şu kesindir ki,
Biz tevrattan sonra Zuburda da,
“Dünyaya Salih kullarım varis olacak,
Dünya onlara kalacak diye yazmışız.
(Enbiya 105)
Mescidin yapımına,
Ömrü yetmedi Davud a.s.mın,
Oğlu Süleyman’a vasiyet etti,
Tamamlanması için.
*
Hz. Davud Lokmanı vezir yaptı kendine.
Böylece işini biraz kolaylaştırıyordu.
Bir taraftan Zebur’un,
Hükümlerini tebliğ ediyor,
Öbür taraftan demircilik yapıyor,
Rızkını temin için.
Hem hükümdar hem peygamber,
Nasıl demircilik yapar!
Maaş alsın beyt-ül malden,
Diye baskılara, aldırmıyordu.
--Ey Rabbim!
Ey sevgili Allah’ım!
İşim kolaylaştır,
Bu sapıtan milleti hidayete ulaştır,
Diye düa ediyordu.
Kabul etti Rahman,
Düasını Davud’un!
Muhalif muvafık hepsi,
Sonunda kabullendi gerçeği,
Davud’a teslim oldular,
Ona biat ettilir.
Mukaddes emanetlerle,
Tabutu da getirip verdiler.
İlahi emirleri tebliğ ediyor,
O İnsanları doğru yola,
Davet ediyordu.
En çok nefsine hitap ediyordu.
Diyordu ki;
Niçin şerle övünürsün ey zorba,
Allah’ın inayeti daim bunu bil,
Dilin fesatlar düzer,
Ustura gibi keser,
İyilik yerine şerri, tavsiye etme dil!
Yalan yerine doğruyu söylemeyi bil! ...
Kudüs’ü başkent yaptı,
Bu onu büyüttü.
İmar etti bu şehri.
Yanına bir gün,
Lokman geldi.
Ayrılmak için izin istedi.
Şaşırmıştı Davud,
Niye ayrılmak istiyorsun?
Rahatın mı kaçtı, neyin eksik!
Bir kusurum mu oldu?
Hayır dedi Lokman,
İlhamlarım istiyor.
Burası sükün buldu,
Bana ihtiyacı olan,
İnsanlar vardır belki,
Beni zorlama ey Davud dedi.
Peki dedi Davud A.S. ilhamlarınsa,
Git tabi! ..
Yüce Allahtan sana,
Selametlik ve başarı dilerim.
Son zamanlarını yaşıyordu,
Hastalandı bir gün.
--Ya Rab!
Ömrüm uzadı,
Yaşım büyüdü,
Bacaklarım zayıfladı,
Diye halini arz etti Rabbine! ...
Yüce Allah!
Ey Davud!
Ne iyidir o kişiye ki;
Ömrü uzamış,
Ameli güzel olmuştur.
Hastalığı ağırlaşınca,
Oğlu Süleyman’a,
Sen Allah’ın tavsiyelerine göre,
Hareket et!
Gönderilen misaklara(emirlere) ,
Uy dedi.
Davud A.S.
Ailesi hususunda,
Son derece kıskançtı.
Evinden çıkarken kapıları,
Mutlaka kilitlerdi.
Zevcelerinden biri,
Oda kapısını açınca içiride,
Bir delikanlının ayakta,
Beklediğini gördü.
Her taraf kapalı,
Kapılar kilitli olduğu halde,
Nereden girmişti delikanlı.
Gelince Davud aleyhisselamın,
Kızmasından korkuyordu.
Tam o sırada,
Davud aleyhisselam girdi içeri.
Onu odada görünce!
--Sen kimsin?
Bu vakitte izinsiz olarak seni kim soktu?
Sen kimsin? Dedi.
Adam;
Ben öyle bir kimseyim ki;
Ben kral da olsa,
Yanına izinsiz girerim! Dedi.
O zaman Davud;
--Vallahi sen ölüm meleğisin dedi.
Evet dedi melek.
--Öyleyse hoş geldin,
Allah’ın emriyle!
Ne haber getirdin?
Ölüm haberi getirdim deyince!
--Önceden hazırlanmam için,
Haber vermedin dedi.
Melek ben sana,
Önceden kaç kereler,
Geldim, haberler getirdim.
Ama sen uyanmadın! Dedi.
--Ey davud,
Hani annen?
Baban İşa nerede?
Kardeşin, komşun nerede?
Hani tanıdıkların?
Hepsi ölmediler mi?
Bilmedin mi ki!
Sana ölüm nöbetini tebliğ eden,
Benim elçilerimdi! ..
Ey Davud,
……..Yıllar aylar tükendi.
………..Yiyecek içeceğin tükendi!
…………..Vakit tamam sıra şimdi sana geldi!
Davud aleyhisselam secdeye kapandı! ..
Ölüm meleği,
O secdedeyken ruhunu aldı! ...
Yıkanıp kefenlendi,
Hz Süleymanın emriyle,
Bütün kuşlar kanat gerdi,
Cesedini gölgeledi.
Son vazife böylece tamamlandı.
İnsanın kaderi gizli içinde,
Ezelden yazılmış, türlü biçimde,
Vardır bir hikmet, toprak göçünde,
İnsanan aslına dönüşüdür bu…
Davud aleyhisselam yüz yaşında,
Tam on dokuz oğlu vardı.
Hükümdarlığına, bilgisine,
Peygambenliğine,
Sadece Süleyman varis kaldı.
Ona ve tüm peygamberlere selam…
YA RAB!
Bedenimi aşkla dokudun,
Damarlarımda hayat oldun.
Bakışımdan taştın fışkırdın,
Sevdim, sevdim.
Tohumun filizinde,
Torağın tozunda,
Gülüşte hıçkırışta,
Serpildin döküldün,
Sevdim, sevdim.
Tayfunlarda coşkundun,
Putlarda suskun,
Sabah sevabım,
Gece günahım oldun,
Sevdim, sevdim.
Aydınlığında yıkandım,
Karanlığında kirlendim.
Muradıma yağan kar,
Hırçınlığımda kor oldun.
Sevdim, sevdim.
*
SONUÇ:
Kimi bilgiye eğilir, sarar sabahı,
Kimi ondan yüz çevirir giyer siyahı.
Kimi korur arını, nurla donanır,
Kimi balçığa sokulur orda onanır.
Kimi terini akıtır, alır varlığı,
Kimi yayılır gölgeye, bulur darlığı.
Kimi uzanır dertliye, eli öpülür,
Kimi yoksula hor bakar, beli bükülür.
Kimi şükreder, bahtı şahlanır,
Kimi hırstan kanat takar, her an ah’lanır.
Kimi öğrenir öğretir, erer rahmete,
Kimi kıskanır ilmini, girer zahmete.
Kimi sırtından vurulur, kalır toprakta,
Kimi şehit olur, yaşar bayrakta.
Kimi Tanrıya inanır, çıkar yüceye,
Kimi puta kul olur düşer geceye.
Şu aşk’ın kıskacında, zamanın belasından,
Yola çıktım dünyanın, mihnetli odasından,
Nasıl avare kılsın, beni şu dönen devran,
Gönlüm nasıl el çeksin, cihanın cefasından.
İşte şimdi geldi, selam sabah sırası,
Çok açıldı gitti, başlangıçla arası.
Söylenecek son söz, artık burası,
Dinleyin dostlarım, beni dinleyin.
Ey saba yeli,
Başın alıp nereye,
Gidersin böyle,
Eğer yolun düşerse,
Kutsal toprağa,
Ademden son resule,
Selamım söyle! ...
Kayıt Tarihi : 15.7.2010 17:47:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI-2010 Yılı Projelerinden

TÜM YORUMLAR (2)