gül yüzlü
işçi kadın
ONUN ÖYKÜSÜ
Gül yüzlü bir çocuktun
Açmamış tomurcuktun
Henüz ondört yaşında
Ahu gözlü yavrucuktun
Başını bağladılar
Ardından ağladılar
Bir cahilin elinde
Ömrünü dağladılar
Evin işi, hayvan, toprak
Koca keyfi, azar- dayak
Meyve bile vermeden
Kurudu dalda yaprak
Gül yüzüne elem düştü
Ekmek uzaklara kaçtı
Omuzlayıp bavulunu
Uzak bir diyara göçtü
Karanlıkta gider işe
Karanlıkta döner eve
Umut yakalanmaz oldu
Yoksul yerde sürünmekte
Ekmek makina ağzında
Derman bırakmaz kolunda
Tabanların sızım sızım
Bin bir problem kafanda
Acıdır, ağlar çocuklar
Yüreği dağlar çocuklar
Sevgisiz- dirliksiz eve
İnsanı bağlar çocuklar
Fabrika, tarla, dükkan
Koştun yaşamın ardından
Köleliğin değişmedi
Göçmekle eski yurdundan
Evde, işte, her alanda
Dertler çoğaldı kafanda
Tutsaklığın ağırlaştı
Kocan gardiyan kapında
Töreler yaktı seni
Acılar yıktı seni
Tüydün diye kölelikten
Toplum ayıpladı seni
Yapayalnız kaldın orda
Yem olmadın kuşa- kurda
Kol gücünü silah gibi
Kuşanıp çıktın ortaya
Mehmet alkışladı seni
Yobazlar taşladı seni
Yıldızlar elin uzattı
Güneş kucakladı seni
Mart 2002
Melbourne
hafta sonu güzellemeleri
İNCECİKTEN BİR YEL ESTİ
1
Ekmek gibi ellerin
sıcak,
doyurucu.
Buram buram alınteri kokuyor
emek kokuyor burcu burcu...
Gülende
güller açıyor yüzünde,
Gözlerin tılsımlı, derin
Bir sevda pınarı sanki
Binlerce gül içinde
alımlı bir tomurcuk
gül endamın.
Ceylanlarca ürkek,
Selvilerce narin,
Gül yüzlü
ceylan gözlü
işçi kadın...
Ellerim sana
ulaşamasa da
maceramda bir abide gibi
yaşayacak adın!
2
Kalbimi çaldırdım sana
kaşla göz arasında ansızın,
Beynim takılıp gitti ardından
oyarak göbeğini karanlığın,
Donup kaldı
gül yüzünde bakışlarım,
Ve derinliklerinde yüreğimin
bir türkmen kilimi gibi nakışlandın.
Ekmek gibi sıcak,
İpek gibi yumuşak
ortamına
sürükle götür beni işçi kadın...
3
Vurdu bağrıma bir incecik yel
depreşir acısı günden güne
parıldar ışıltısı uzaklarda
seraba benzer.
Erişilmez bir umut mudur benimki
yoksa bir karasevda mı
ya da bir çocuksu hayal belki?
Belki de kim bilir
bir ihtimal de olsa
milyonlar içinde
gönlün kuraklığına çiseleyen,
Ve kararan gözbebeklerime gülen
Mutluluk güneşinden
yüreğime müjdelenen
bir küçücük ışık sinyali
şirin ve renkli bir düş gibi.
4
Seni görünce gözlerim
gül yüzlü işçi kadın
sarsıldı bütün hislerim,
Seni görünce gözlerim
ahu bakışlı güzel kadın
sarsıldı bedenim,
sarsıldı beynim...
Kanat çırptı bağrımdaki kuşlar
uçmak için sevda ufuklarında,
Kanadı kalbimin damarları
içime aktı kanım,
Sessiz sedasız ağladım
Allı gülüm
zincirli benim kanatlarım!
5
Güneş
ışınlarını alıp giderken
benden uzaklara,
Sağınıp gelirken karanlık
dalga dalga üstüme,
Gelip oturdu
anlamsız gözlerimin merkezine
kıvılcımlı gözlerin.
Isındı hücreleri beynimin
Çağladı damarlarımda kan
Gözbebeklerime ışık indi
Çiçeklendi yüreğimde bir filiz
Yeşerdi kalbimde bir ince sevda
................
Ne olur çekip gitme bir daha
yanan yüreğimden habersiz,
Bir damla
sevgi yolla
annesiz bebe gibi bakınışıma,
Karışıp karanlıklara
yok olmasın gümanlı umutlarım,
Kurumasın bağrımda
sevginle yeşeren tomurcuk,
Götür onu mutluluk pınarlarına...
6
Seni o yerde terkedip
gelmedim gülüm,
güneş gözlü
Akdeniz güzeli.
İnan bana,
gövdemi sürükleyip
getirdim buralara,
Orada kaldı
beynim ve yüreğim,
Orada parlıyor
gözlerimin ışığı,
Ben hep seninleyim...
7
Hava serin ve bulanık
İnce bir yağmur yağıyor
sabahın mahmurluğuna,
Yalnız yatakta üşüyorum.
Yanımda biri yatıyor
Yıllar yılı
sırtı bana dönük,
Ben seni düşünüyorum...
8
Televizyona baktım canım
senin oralarda
sıcaklık 36,
23 burada...
Cayır cayır yanıyordur şimdi
Griffith'de soğan tarlaları.
Ve sen çalışıyorsundur
şu anda
o ateş harmanı tarlalarda,
Elinde keski aleti
alnında boncuk boncuk ter damlaları...
Hemen ateş bastı gövdemi
Boşandı tepemden ter
akıyor sızım sızım alnımdan,
Avustralyanın vahşi güneşi
Kavuruyor gözlerimi...
Oysa sıcaklık 23 burada
Ve üstelik
serin bir gölgedeyim,
Ama sen oradasınya gülüm
36 derecede
sarı sıcağın alevinde
Kalbim ve beynimle
ben senimleyim...
9
Hergün yeniden koşuyorum
Western şosesini nefes nefese
başından sonuna dek,
Hergün yeniden yüzüyorum
Murray nehrini
boş verip timsahların
sivri dişlerine
başından sonuna
ve sonundan başına yine.
Deli bir fırtınada yürek
Sana kavuşmak için
püren balı,
sana kavuşmak için
bütün bu çılgınca emek.!
10
Sen bir ceylansın Sunraysia çölünde
bense bir garip avcı,
Her kum zerresinde ahu gözlerin,
Sürüyorum çalı çalı izini
Birleştirip gündüzümü gecemi
koşuyorum çılgınca
ardınsıra senin...
Sen bir serapsın Sunraysia çölünde
bense bir garip yolcu,
Gözlerim deli gözü
ellerim dost kıtlığı,
Kurumuş dilim damağım
kanıyor elim ayağım,
Susuzum çöller gibi
yanarım yalım yalım,
Sürünürüm yollarında
dizimde kalmadı derman
Kavuşmak olası değil mi sana...
11
Ben gözlerini güzelim
yedi renkli görüyorum senin,
Yüzün de öyle.
Dudakların al al elmalar gibi
kirpiklerin hercai menekşe.
Gözlerin üzüm üzüm bakıyor
Yanakların yabani gül bahçesi
Nefesin pür-ü mis kokuyor.
.......................
Alnında rengarenk gün ışığı
Sen bir çiçek bahçesisin,
Alı, moru, göğü, sarısı
yedi renkli görüyorum her yerini
Mutluluğun varı yoğu
yaşamın akçesisin.
Bir sonsuz güzellikte
seyrediyorum sesini
aydınlık, berrak,
ve ışıl ışıl yüzünü, gözünü
ve yapıp yaratan ellerini...
Ömrümün yağmur ormanı
Sabahımda şakıyan kuş
Özlemin sürünüyor ayaklarımda
İpek bir örtü gibi bürünüyorum düşlerini...
12
Yolda seni
düşünüyorum
evde seni,
Gecemde sen varsın yalnızca
gündüzümde sen,
İş yerinde seni çiziyorum
rengarenk duvarlara.
Ve ulaşmak için zamana,
Uzaklaşmak için
geçmiş gecelerin
ağır karanlıklarından,
seni fırlatıyorum
gelecek zamanın ufuklarına.
Nasıl sökülmez bir güçle
işgal ettin beynimi,
Nasıl dizginlenmez bir duyguyla
doldurdun yüreğimi,
Dilimden hiç düşmüyor adın
Hayalin gözülerimin önünde
Sen bende yaşıyorsun hep
gül yüzlü işçi kadın...
13
Seherde seni kokluyorum
seni soluyorum rüzgarla,
İçtiğim suda gözlerin
iki ab-u hayat damlası,
Yediğim ekmekte ellerin
doyumsuz bir yaşam sofrası.
Sen doldurdun peteklerimi
balına yetmiyor kovanım,
Sen dokudun yüreğimi
ateşine dayanmıyor canım.
Sen dolaşıyorsun damarlarımda
çağlayıp akıyor kanım,
Çok yönlü işgalin altındayım
gönüllü tutsak ediyorum
kalbimi sana.
Ne güzel şey
tutulup kalmak sevdana,
Ne güzel şey
yürümek yollarında sevdanın,
Beni yaşatan da
öldüren de
sen olacaksın
gül yüzlü işçi kadın...
14
Ellerin ellerimde olaydı şimdi
gözlerin gözlerimde,
Gözlerinde seyredeydim
yer yüzünün tüm güzelliklerini,
Ellerinde duyaydım
aşkın kor ateşini.
Yaşayaydım
gözlerinin derinliklerinde
bir anlık bir mutluluğu
bin yıllık ömür kadar,
Karışaydı
terin terime
kanıma kanın,
Kopaydı kalplerde fırtınalar...
Aydınlanırdı kararan dünyam o zaman
Göğerirdi ruhumun viran olmuş bağları
Çiçek yağardı kar
Gönenirdi yaşam baharı
Elverirdi gönlümdeki eşkiyaya dağlar.
Ellerin ellerimde olaydı şimdi
Gözlerin gözlerimde,
Yaşam bir meltem mevsimi
Dolaydı nefesin ciğerlerime...
15
Bütün çiçekleri sensin
gönül bahçemin,
Çimenleri sen;
Kırk yıllık sevgimin hüneri
Kırk yıllık hevesim,
Ben kalbimin içine
seni fideledim,
Ve seni ektim
yanık yüreğim üstüne
mevsim, mevsim...
Kızıl kadife gül tomurcuğusun
Yaz güneşi gibi sıcak
Ateşli aşkım gibi yakıcı
Ve yaşamın rahmi kadar ılıman.
Hoyrat rüzgarlarında kışımın
açar ela gözlü nergislerin
ısıtır yüreğini tutkularımın,
Dağıtır sevgisizlik bulutlarını
yeşerir kırları yaşamın...
Mor menevşe olursun sonra
Mor sümbül olursun,
Yayılır sevdama dalga dalga
Binbir türlü renkle
binbir türlü kokun...
Ballanır güzelliğin ağaçlarda
Meyveler doğurur tılsımlı, leziz
Ağlayan ayvam
gülen narımsın.
Bütün güzellerin dudağındaki
alevli kirazımsın.
Misk ü amber kokulu otağım
Ve Eros bağından damıtılan
kan kızıl şarabımsın...
16
Oyarak göğüs kafesimi
kopartıp gövdemden
kanayan kalbimi
avuçlayarak
attım önüne.
Çırpınıyor şimdi
başı kesik bir kuş gibi
ayaklarının dibinde
zavallı Mehmet.
Her şey senin elinde
İster yaşat onu
kollarını kendine
mesken eyleyip,
İstersen yok et...
17
Sıcakta bulut olsam üstünde
Soğuk sulardan esen meltem olsam
Okşayıp serinletsem seni.
Soğukta giysi olsam üstüne
Güneş olsam sevdalı, sıcak
Sarsam, ısıtsam seni...
18
Ben bir sevda işçisiyim
sevgi ekip, sevgi deren
Al, işe koş beni.
Yüreğim bir ak kelebek
salınır sevgi sevgi,
dolaşır çimen çimen,
konup kalkar kuytularda
eker sevda tohumunu...
Ben bir sevda işçisiyim
sevgi yüklü başak başak,
Al yola vur beni.
Gönlüm benim bir arıdır
Dolaşır çiçek çiçek
Toplar balı petek petek
Karar sevda hamurunu...
19
Gül yüzlü işçi kadın,
Yüreğimden
fırtınalarla kopup gelen
sarsıntıları anlatıyorum sana,
İster gücen
ister kız bana,
İstersen döv beni
istersen söv bana.
Ama inan buna:
Gelmiyor benim elimden
bir başka seçenek
seni çılgınca sevmekten başka.
Gül yüzlü işçi kadın,
Kalbime kör bıçak gibi
saplandı aşkın...
20
Yokluğundan
yangın yerine döndü yüreğim
Karardı beynim
kara dağlar gibi
ve kurudu çölden beter.
Dayanmak
zor geliyor artık,
Yetsin bunca zulüm,
yetsin bunca çile
bunca keder...
Gel!
Bulutların üstünden
gelir gibi.
Gel!
Dağların ötesinden
gelir gibi.
Tıkıyor nefesimi geçen zaman,
Tut ellerimi
ve çıkar beni
bu karanlık kuyulardan...
21
Kazısam ismini
keskin bir bıçakla
göğüs kafesimin ortasına,
Resmetsem seni
usta bir ressam gibi
kalbimin duvarlarına.
Ve açıp yüreğimi sana
acı bir hatıra gibi
döksem önüne
kırk yıllık hasretimi.
Gel desem,
Bahar güneşi
gibi
doğsan üstüme,
Ve gözlerin
sarı güneşin
ilk çiy düşmüş
kehribar üzümleri gibi
ıslak ıslak baksa gözlerime.
Yalasa ak alnını
bir kızıl gün ışığı
güz sonu sevdasında yaşamın,
Savrulsa saçların şarap renginde
Yalım yalım tutuşsa dudakların.
Sürsem seni
hoyrat aşkımın
sonsuz bozkırlarına
al yeleli
akıtma alınlı
bir yaban kısrağınca.
Tepsem
çiğnesem
kara toprağın sinesini
ölümsüz sevgiler yetiştirmeye,
Kapatsam kötülükleri
kara derinliklerine
dipsiz bir kuyunun,
Sarsılsa dağlar
Çınlasa yalılar
Toz olsa önümde
bütün engelleri mutluluğun...
22
Evi- barkı terkedip
geldim kapına,
Kapatma yüzüme ne olur
aç kollarını bana,
Kalbimi kilim gibi serdim yoluna
Nar çiçeğim işçi kadın...
Yeşerttin dünyamı sen
ömrümün son baharında,
Dallandı sevdan
gönlümün kışında boranında,
Sönmez, tutuşur hasretin
yanar yalım yalım
tipide, karda
Kar çiçeğim işçi kadın...
23
Neden daralır hep böyle
göğüs kafesim,
Seni görende
tutulur dilim,
Yüreğim vurmaya başlar
Bakamam gözbebeklerine
Silik bir boşlukta
takılıp kalır gözlerim...
Neden oynatamam dudaklarımı
Kalbimin sesini haykıramam sana
Kitlenir dişlerim
lal olurum
Ve donar kalır boşlukta bakışlarım.
Neden bulanır ufkum
seni görende böyle,
Döğer göğsümü kalbin ürküntüleri
Kıpırdamaz dilim- dudağım
Ve haykıramam bilinmez neden
sana, sevdiğimi seni...
24
En çok
ben seni
yaşamı yaratan
ellerinden ötürü sevdim
güzeller güzeli,
Ve kaderini kaderime
çileme çileni
benzettiğim için belki...
Ellerin ellerime eş,
Ellerin şehrin meydanına dikilmiş
bir emek kahramanının heykeli,
Gözlerin oturuyor gözbebeklerime
Ellerin coşturuyor bedenimin tüm üyelerini,
Görkemli sert duruşun
dövüyor yüreğimi
amansız bir kavga gününün coşkusuyla,
Ve sürüklüyor beyin hücrelerimi
doymadan yitirdiğim
gençlik yıllarıma.
Emek ve aşk
bir yumruk oluşturuyor beynimde,
Kavga ve sevda
iki yaban atı gibi çiftleşiyor yüreğimde.
Önü alınmaz bir fırtınada koşturuyorum
Tadına doyulmaz bir kavgada vuruşuyorum
Yüreğin sarsıyor gelecek günlerimi
Bakışların yakıyor kalbimi
Güneş vuruyor uykusuz gözlerime,
Durma diyor beynim
çoktan kaybedişdesin yelesini yıldırımların
fırlat kendini geçmişten gelecek günlere...
Değil mi ki
sevdan dinamit gibi düştü göğsüme,
Değil mi ki
su verdi düşlerin sinemdeki çeliğe,
Ve şaha yekindirdi
paslanmış bedenimi
senin
işçi ellerinin
o sımsıcak kavrayışı,
Gerekmez bana
bundan böyle nar çiçeğim
yaşamın ne ekmeği, ne aşı...
25
Sen insanı yapansın
Sen yaşamı yaratansın
Sen anasın, yarsın...
Sonsuz bir saygım var sana
Sonsuz bir sevgiyle
seviyorum seni,
Ellerin işçi eli
kocaman, hünerli,
Gözlerinde fırtınalar
kirpiklerin buğulu, nemli,
Gözlerin sevda pınarı
Gözlerin ışık kaynağı...
Yaşamın yollarını
sulayarak geldin alınterinle,
Yaşamın yollarını
arşınlaya arşınlaya
bu güne kadar.
Ellerin hünerli bir makine
ellerinden öpüyorm,
Ayakların taşıyor yaşamın
onca ağır ve acı yükünü
ayaklarından öpüyorum,
Ellerin örüyor
iplik iplik
çile çile
kelep kelep
bütün güzelliklerini zamanın,
Sonsuz bir sevgiyle seviyorum seni
gül yüzlü işçi kadın...
26
Yüreğime attın odu
yanar dururum,
Sersem sersem Melburnda
döner dururum.
Kavruluyor günüm- gecem
yanar dururum,
Uydu gibi etrafında
döner dururum.
Sarhoş ettin biteviye
döner dururum
Sevdanla ben ölünceye
yanar dururum.
27
Sen
sevdamın
yavru ceylanısın,
Sen
kavgamın
dişi aslanısın,
Gözlerin yaz sabahı senin
ışıtır derin ve geniş,
Ellerinde doğar güneş
ellerin tomur tomur bahar.
Sen benim
havam, suyum ve toprağımsın
Dudaklarından bal
pınarından abuhayat akar.
28
Milyonlarca yıl yaşayacak
ölümsüz bir anıt gibi
dikmek istiyorum seni
sevgi ve emek dünyasının
orta yerine.
İnsanlık var oldukça
gönül işçileri
bakıp gülümsesin gözlerine,
Yaşamı yaratanlar ısınsın
sarılarak ellerine.
Işıtasın diye gülüşünle
daralan yürekleri,
Onarasın diye sıcacık kalbinle
kırılan gönülleri,
Okşayasın diye hünerli ellerinle
yorgun bedenleri.
Yaşamın son bulacağı ana dek
allı gülüm,
Yaşamın son bulacağı ana dek
yaşatmak istiyorum seni...
29
Hep gözlerimde
üzüm tezgahının önünde
dağ gibi heybetli
selvilerce narin
nazlı nazlı duruşun...
Hep gözbebeklerimde,
Deryalar gibi
dalgalı derin,
Ve yıldızlar kadar
uçsuz bucaksız,
Karanlık bir boşlukta
ışıltılı, aydınlık
yaşam tadında gülüşün...
Öylece kaldın
güzeller güzeli,
Öylece kaldın
allı gülüm,
Beynimde ve yüreğimde,
Çalışırken
bir emek kahramanı gibi
üzüm tezgahının önünde...
30
Ne zaman düşüp yola
gitsem bir yerlere
Western şosesinden
alaca karanlığında
buzlu şafakların,
Yarı uykulu yanan gözlerle,
Ve bahar sabahlarının
mahmurluğu altında
çırpına çırpına vururken yürek
sana geliyorum sanırım.
Ama uzun sürmez bu düş
dikilir gerçek karşıma,
Yokluğun tutuşturur dünyamı
hasretinle kavrulurum,
Söner gözlerimde yıldızlar
İner yüreğime bir hançer ağzı
Dökülür kara bir uçuruma
umutlarım!
31
Nar çiçeğim
mutluluğun tohumunu ekelim
sevda topraklarına,
Yeşerip boyversin aşkın ürünleri
Altın başaklarıyla
savrulsun saçların gibi rüzgarda
Yayılsın yeryüzüne sevgimiz...
Güz çiçeğim
sevginin fidanlarını dikelim
gönül bahçemize,
Açılsın aşk çiçekleri
menekşeler, sümbüller
laleler, nergisler gibi,
Gerçek bir gülistan olsun
geleceğe sevgimiz...
Kar çiçeğim
güzelliğin suyunu serpelim
bütün toplumların üstüne,
Oylum oylum boy versin
doğa ananın kucağında
iyilik ve güzelliğin kızları- oğulları,
Tırpan olsun çirkinliğe sevgimiz...
32
Ben vuruldum sana
ceylan gözlü işçi kadın,
Anlatımı
sözcüklerle olanaklı olmayan
coşkun bir duyguyla.
Gelip oturdun
allanıp sallanarak
yürekte boy veren dal gibi
bir yavru maral gibi
gönlümün altın tahtına.
Emeğin altın kıraliçesi
Sevdamın yakıcı güneşi
Dünyanın en donanımlı
orduları da saldırsalar
O tahtdan söküp almak
olanaklı olmayacak seni.
33
Gözlerimde
onca uzun gecelerin
uykusuzluğu,
Dizlerimde
onca uzun senelerin
yorgunluğu,
Gözlerim
iki alevli kan çiçeği
seni düşünmekten,
Ellerim
sızım sızım yara
sevda yolunda sürünmekten,
Sağa dönerim
sen dikilirsin karşıma
sola dönerim sen,
Savamam bir türlü seni başımdan,
Kapar kapamaz gözlerimi
gelip oturur göğsüm üstüne
allanıp sallanarak,
Ve başlar kalbimin içinde
horon tepmeye gül yüzlü sevdan.
34
Söndüremedi
yüreğimin alevli ateşini
onlarca yılın sevgisizliği,
Karartamadı beynimi
yaşam boyu yakamda
mekan kuran acılar...
Elli kez gidip geldim
güneşin etrafında,
Binlerce kez düşüp kalktım
yaşamın yollarında.
Gözlerimde ışıl ışıl
sevgi kıvılcımları,
Yüreğimde çağıl çağıl
coşkun bir sevda pınarı,
Susuzluğum kanmadı sana...
35
Başı bulutları delen
yalçın dağların ürkek maralı,
Allı gülü kalbimin,
' En ağır işçi benim'
demiş hemşehrim,
' gün 24 saat seni düşünüyorum.'
O bir sevda işçisiydi
yumak yumak
çile çile
ömrü boyunca aşkı dokuyan
gönül tezgahında çileli, dertli.
Ben bir aşk ve ızdırap işçisiyim
Benim yüküm
seni düşündüğüm için
gece- gündüz
aylarca ve yıllarca
onunkinden çok daha ağır değil mi?
Sensizliğin karanlığında
aylar ve yıllar seninle geçti,
Döndüremedim yolumu senden
Ben bir kanayan kalbin bekçisiyim
Ömrüm senden uzak seninle bitti.
36
Çiçekler toplamıştım sana
sevdalar dolusu,
Demet demet
allı, morlu, sarılı
bin bir renkli
binbir çeşitli
kır çiçekleri...
Doğanın güzelliği,
Güzellerin simgesi,
Sevginin kokusu ve nefesi.
Demetler ellerimde
vurdum kendimi yollara
vurdum kendimi,
Yüreğim körük gibi kabararak
Kollarım kuşlar gibi çırpınarak
Kaybettim sana ulaşamadan
bu tatlı düşü
Elimde soldu çiçeklerim...
Koştum yollarında
koştum en çevik yarış atlarınca,
Bitmedi yollar
Yoruldu dizlerim,
Yandı yüreğim keskin bir acıyla
Bıçak gibi bir sızıyla acıdı gözlerim.
Sana kavuşturamadan yüreciğimi
ayırdılar tatlı düşümden beni,
Allı gülüm
Yaban mersinim
Kalbimin ürkek maralı
Yaşamın esin kaynağı
nazlı dilberim,
Elimde soldu çiçeklerim...
37
Ellerin
ekmek senin
gözlerin üzüm,
Göğsün bir gülistan
güz çiçeğim,
Ağzın püren balı
dilin dudağın yemiş,
Ölümsüz bir yaşamın
kutsal otağısın sen
allı gülüm,
Bir kerre
tutunabilsem gözlerine
sonsuza kadar
uzar
gider ömrüm!
38
Belki ben
başının
belasıyım senin
allı gelin,
Belki de
iyi bir kölesi kalbinin.
Al beni
tutsak eyle kendine
Yaşamın boyunca
işçin olayım senin...
39
Hava güzel olmalı
seni her düşündüğümde
ve güneşli,
Yağmur yağmamalı örneğin
mor menevşem
tipi esmemeli.
Hava güzel olmalı
seni her gördüğümde
gönül arısı,
İsteğimce sürmeliyim sevdamı
yaşamın derinliklerine,
Kalbimi verip kalbine
Güneşe karıştırıp gözlerimizi
Kulaç atmalıyız sevdanın enginliklerine.
Hava güzel olmalı
ve berrak
tıpkı senin
gözlerin gibi
seni her özleyişimde...
40
Sen bir gülsün kalbimde,
Bir turuncu sonbahar gülü
her gün yeniden tomurcuklanan
kalbimin derinliklerinde.
Başladı yeşermeye yeniden
sevgi yağmurlarınla senin
gönlümün viran olan bahçesi,
Yenibaştan örmek istiyorum
bir anıt duvar gibi yaşamı,
Her şeye yeniden başlayıp
çiçeklendirmek gönül bahçemi.
Bırakıp gövdemi işçi ellerine
diliyorum ki,
hazan yapraklarınca savrulsun
deli gönlüm
ömrümün son çeyreğinde,
El ayak çekilirken
doğanın nimetlerinden
gönlünden esen sevda yelleriyle...
41
Ben hep böyle
zil zurna sarhoşum
günün yirmidört saatinde
güzeller güzeli,
Her ne hikmetse.
Sevdanın volkanlarıyla
kükreyip taşıyor yüreğim,
Gözlerimin önünden
masmavi gökler
ve bembeyaz bulutlar geçiyor,
Sarsılıyor gövdem
Çırpınıyor yüreğim,
Sıkıştır
kollarının
mengenesinde beni
Mutluluktan
eriyip dağılabilirim...
42
Görkemli bir düğün alayı gibi
düştüm sevdamın peşine
davullu, zurnalı halaylarla,
Allı, morlu bir gösteride yüreğim.
Önümde bin bir engel,
önümde barikatlar var,
Bac isteyen yol kesicilerle
itişe, kakışa yürüyorum
inadına sevdamın yolundan.
Ve elleri al bayraklı
kurşun ata ata coşan
yiğit delikanlılardan oluşan
bir seymen akıyor damarlarımdan...
Yüreğimin yarısı gerilerde
gözü yaşlı bir ana gibi ağlıyor,
Yüreğimin yarısı sarhoş bir iklimde
yaralı bir yiğit gibi sallanıyor.
Bir yanım
kanadı kırık bir kuş şimdi
uzun ve sonu şüpheli
bir yolculuğun ortasında,
Bir yanım çırılçıplak eşkiya
kuş uçmaz
kervan geçmez
karlı dağlarda...
Seni sevmenin bedelini
biliyorum, ağır ödetecek bana
bu köhne kültürün rezil töreleri,
Binlerce yıllık toplumsal sapkınlıklar
göğsüme kurşun olup saplanacaklar.
Ve çöl kökenli hortlağın pençeleri
oturacak yüreğime paslı hançerler gibi.
Kalbim taşkın ırmaklarca coşuyor
oyarcasına dağların ovaların bağrını,
Ulaşmaya günün birinde
sevda denizine dolanı dolanı.
Sevdasız yaşam
çöl susuzluğundan
daha ölümcül ve daha çorak
ve mezar karanlığından berbat değil mi?
Başak vermeyen tarla
Çiçeklenmeyen ağaç
Çağlayıp akmayan dereler
Neye yarar fırtınasız sönmüş bir yürek..?
Görkemli
bir düğün alayı gibi
düştüm sevdamın ardına.
Yolun sonu nerde biter kim bilir?
Kim bilir ne gösterir gelecek günler?
Belki tökezleyip kalır yarı yolda atım,
Belki de şaha kalkıp tüm sisleri dağıtır.
Yeniden yaratıyor ya beni sevdan,
Yürüyorum ya aşkımın gereğince
çırılçıplak
tüm engellere karşın
düşe kalka, koşa dura.
Halaylarla
hoyratlarla
zılgıtlarla allı gülüm,
Görkemli bir düğün alayı gibi
sevdalı- coşkun,
Yüreğimi yüreğinle kucaklaştırmaya
Dikenli yolunda çetin bir yolculuğun...
Ocak- Ekim 2002
Melbourne
ANILARDA KALAN
SOYLU DUYGULAR
Onunla karşılaştığımız zaman
anızlar bozulmuştu çoktan,
Küf kırmıştı bağları
ve çorak bir ortamda
kuruyup kalmıştı sevginin başakları.
İşkencenin yaşam diye dayatıldığı
ve tapınıldığı
karanlık çağ törelerine,
beyinler yönetiminde
sürünüp gidiyordu günlerimiz.
Oysa biz
ne bir gönlün maviliklerine
yelken açmışlığın
hazzını duyumsamıştık ömrümüzce,
ve ne de
serinliği yüzümüze vurmuştu
sevdalı sabah yellerinin...
Bir dipsiz kuyu idi
ardımızda kalan zaman
inilip çıkılamayan
ve ipi gitgide sıkan gırtlağımızı.
Bir çekilmez yolculuktu yaşam
karanlıklar içinde
dikenler üstünde yürünülen,
Tutanaksız bir boşluktu yaşam
nefessiz, ışıksız sürünülen.
Nereden nereye dönüyordu
eziyetli yılların tekerlekleri,
Ve neler bekliyordu daha
bilinmezdi
sırtta kara şelek gibi taşınacak olan
gelecek günler üzerinde bizleri...
Açar yüreğimi bakardım ufuklara
ne yıldızların şavkı vururdu karanlıklara
ne güneş ısıtırdı buzlu camları,
Açar yüreğimi beklerdim
yıldızlar kararırdı
gönlün semalarında,
Işımazdı geceler sabahları...
Beyin mil çekilmiş gözdü
ne bir ışık girerdi pencerelerinden,
ne bir düş filizlenirdi
derinliklerinde yeşeren.
Yürekse
kurumaktaydı
susuz çöllerde,
Yürek
seraba dönüşmüş dört yanı
acı bir hicrandı
viranelerde..!
Üç bilinmeyenli
bir denklemdi
gelecek günler,
Tekdüze bir hareketti geçmiş,
Ve ne olduğu üzerine düşünülmeyen
bir sisli boşluktu içinde yürünülen an.
Ben onu
bir rastlantı sonu
kıça yakın bir yerde tanıdığım zaman...
Çok hafif bir sarsıntı oldu derinliklerde,
Çok belirsiz bir yel esti bir yerlerden,
Çok ince bir yaprak kımıldadı dalların birinde,
Ve
'belli mi olur'
diye
bir düş gelip geçti
beynimin hücrelerinden...
Kuşun kanatları kırıktı oysa
Oysa zincire vuruluydu atın ayakları,
Arada uzun yollar vardı
Arada susuz çöller vardı
Arada serveti muhannet olan
insan suretinde kullar vardı.
Ne yollarda
başında
elleri baltalı
zebanilerin beklediği
su kaynakları,
Ne aşıklara gömüt olan
ince hastalık otağı hanlar,
Toza toza gider yollar
Döne döne uzar yollar
Bir umutsuz güman kalırdı ufuklar boyu,
Duman çöker çöl yazıya
sürüklerdi ölüm tuzaklarına insan soyunu.
Virane kalplerde seraplar vardı,
Ve tutsak gönüllerde
tutsak sevdalar
hançer yarası gibi kanardı...
Çarnaçar bir andı bu,
sürekli gidilip çıkmaz yollardan
ve zorunlu olarak dönülen geri
bir zamandı bu.
Silinmişti kitapların kapakları
Kurumuştu kalemlerde boya
Bulutlar unutmuştu toprağı
Çiçekler salamazdı hasretini suya
Gözler kuruydu,
Gönüller kuru...
Ne kuşlar
selam ulaştırabilirdi gagalarıyla,
Ne zeytin dalları
ilham akıtırdı
kutsal bir güzelliğin damarlarından,
Ne sürebilirdin atını
kopartıp bağlarını
kanatlanıp uçarcasına dolu dizgin.
Ve ne de
nehir yollarında
sevdanın şarkılarıyla
yol alabilirdi küreklerin...
Arada çöller vardı
ve et yenilmez bir mıntıkaydı!
Aynı yoldan dönüp gitti tren,
Aynı raylarda aynı tekerlekler,
İstasyonlarda
yaşam yorgunu tanıdık yüzler,
İstasyonlarda aynı görevliler
ezberletildikleri gibi
gösteriyorlardı yolculara
gidecekleri yönleri...
Ve su verilmedikçe çiçeğin köküne,
Budanmadıkça yaşlanan dalları,
Yeşerip fışkırmıyordu
yeni bir yaşamın ışkınları.
Beklenirdi uyukluya uyukluya
çürüyerek tükenişi uzun yılların,
Akıp gitmezdi günler
kan içinde
ter içinde
çamur ve çirkef içinde
bağından koparak yarınların...
Bir hafif yel esti günün birinde
Sarsıldı ağacın dalında yaprak
Ve bir damarda kan yürüdü
çatlatıp kabuğunu
uçurumlu bir sevdanın azgın sularına,
Döküldü bir şelale yüreğime çağlayarak...
Şimdi bir kez daha yeniden
dönüp baktığımda gerilere
çekilmiş çileler bulurum
dikenli yollar gibi kanayıp giden,
Yaşanmış acılar bulurum
göğsüm üstünde sıradağlar gibi yükselen.
Akıp gitmiştir ömrün en verimli yılları
testere ağzı bir ortamın yollarında,
Ne hesaba gelen
ne kitaba sığan
bir ıstırap katarı gibi
buruk izler bırakarak ardında..!
Ben dolandın o günden sonra
atlayıp yeleleri yıldızlı al bir ata
ekvator boylarını uzun uzadıya,
kış demeden
yaz demeden,
yemeden- içmeden
durmadan- dinlenmeden.
Sonra süzüldüm bir sıcak vadiye
sevda kurbanı bir toros kartalı gibi
yüreğimi altına inciler gibi ektiğim
ay ışıklı bir iklimin sıcak göklerinden...
Onu ne görebildim bir daha
ve ne bir haberini alabildim
o günden sonra!
Kırık bir kanat gibi sızlamıştır kuşkusuz
geçen zaman içinde çaresizce çırpınan anılar,
Tozlara karışıp yitmiştir çöllerde
ulaşılamayan umutları gönül yollarının,
Ve kurulmuş çark işlemektedir habire
ezberletilmiş olarak tutsaklarına yaşamın...
Belki
sarsmıştır selvi boyu
bir kaç kez daha
başka yüreklerin
gövdelerini,
Belki donup kalmıştır mutluluğun
kısacık bir parıltısı yanaklarında
yanıp sönen bir umut ışığı gibi.
Belki de kim bilir
hiç bir serüvene dair
ayak izi bulunmayan
kurutulmuş bir toprakta
çürüyüp gitmiştir günleri...
Elli iki yaşındadır o şimdi
ve kendini bildi bileli
toprakla cebelleşir
on yaşından beri.
O dünyaya geldiği zaman ben
ya doğmuştum ondan erken,
ya da doğurmak üzere beni
günleri sayıyordu anam acilen.
Öykümüzün meramından da anlaşılacağı gibi
onunla biz aynı dertlerin ortasında geldik dünyaya,
Isıtırken bahar güneşi yavaş yavaş toprağı
Tükenmek üzereyken kilerde un
çuvalda arpa, torbada bulgur
Ve keçiler süt vermeye başlamamışken henüz
Yeşermeden toprakta üçgül, çiriş, ebelik
Koca bir sıkıntı yumağı gibi düştük toprağa.
Sonra büyüdük
doğanın eleğinin düşmeden altına
sürünerek toz içinde, kir içinde
karasinek oğulları gözlerimizde
ve sıracalı yaralarla
gövdemizin görünen yerlerinde...
Aynı papuçsuzlukla tepeledik tozlu yolları,
Aynı taşlar alıp götürdü parmaklarımızdan tırnaklarımızı,
Aynı çalılarda kaldı keten gömleklerimizin parçaları,
Bir karabasandı üstümüzde gök
ve altımızda yer
cehennem ateşi gibi yakandı,
Geceler zindan
gündüzler soluk
yanımız yöremiz yokluk yoksulluk
beynimizde zonklayan sancılar vardı.
Ve biz onunla
kanayan yaralar gibi
acıta acıta bitirdik onca yılları...
Güneş yanığı yüzümüz
çapa tarlasından kalmadır hediye,
Pamuk toplamaktandır kanayışı sürrekli
tırnak diplerimizin,
Sivrisinek saldırısını
sıtmalı diş şakırtısını
ve sarı kinin hapını
aynı zaman içinde tanıdık biz
Tumbas boylarında
çeltik başaklarken
Çukurovanın sarı sıcağında.
Anavarza yörelerinde
ellerimizden geçti kavunlar, karpuzlar
İrin kanal suları dilimiz ve dudağımızda,
Salçalı mırmırık çorbası
pamuk tarlalarında öğle zamanı
yalım yalım yanan güneş altında...
Her bir yerde
bir silinmez acı iz bırakmışızdır
'yana yana ördolan' toprakların
kara bağrında!
Kozan altında
Mercimek harasında,
Toprakkale
Düziçi
Savrun üstü
Kanlıgeçit
ve aşağı Andırında...
Kocaman ve gökmavisi
bir pırıl pırıl duru göldür şimdi
ve geniş bir kışla gibi
mekandır kırk kiloluk
kayın balıklarına o topraklar.
Su altında
serin bir uykuda
uyuyup kalmıştır belki
yana yana
yalın ayak basarak kumlara
hızlı sanat yapıtları gibi diktiğimiz
çakırdikenli ayak izlerimiz.
Kurşun gibi geçiyor zamanımız
Gün gelir ve uzun sürmez belki
O bitek ovaların vediği
Kız saçlı başakları,
ak köpüklü pirinci
ak bulut yığını pamukları
unutur insanlarımız...
Yürekte ağıt gibi kalsa da acılarımız
Gün gelir ve uzun sürmez belki
Çapada yarılayan gençliğini
sıska, kuru çocukları,
Pamukta doğuran anaları,
Ve düşlerini
bir somun ekmeğe bağlayan yoksulları
unutturur umursamazlıklarımız...
Vay bre bulutlu gözlerimizden
yeller gibi gelip geçen günler...
Ne de çabuk gidiyor öyle
kısacık ömrümüzün dargeçitlerinden
daha dün gibi duran belleklerimizde
bedeli ödenmeden çekilen çileler...
Vay bre geri dönüşü olmayan
yaşanmış acıların uzata uzata
yarınlarımıza taşıdığı seneler...
Şimdi biz
dönsek gerilere,
Ve eskiden olduğu gibi
dert çekmeye o günlere?
Belki benzer acılar yapışır yakamıza yeniden,
Belki ırgatlar ve beyler arası alış verişin
bir ince püf noktasında çatışır ellerimiz,
Belki
biz yine
tarlaları ateşe veririz,
Kim bilir belki de
çelik bir kuvvet gibi
yapışır gırtlağına karşıt gücün
bini bir olmuş pençelerimiz...
Ama olmaz ki,
aynı yerlere bir daha dönülmez
aynı ırmaklarda bir daha çimilmez ki.
Çoktan akıp gitmiştir o sular,
Salladığı dallar bile kalmamıştır
belki de o yellerin,
Tozlu yollarda oluşamaz aynı ayakların izleri
Ve bilinir ki,
yaşamak olanaklı değildir gerisin geri!
Bakılması gerekir gelecek günlere
Sürülmesi gerekir beynin ve yüreğin
çırılçıplak ileriye,
Gönlümüz kolay kabullenmese de
böyle emreder aklımızın cevheri!
O bir hizmet işçisidir aynı zamanda şimdi
Yapı ve yürek işçisiyim ben,
Sınıf farkı yok aramaızda onunla
duyum farkı var
yaşama ve kavgaya
geçmiş ve geleceğin algılanmasına
ve yaşamın yüklediği sorumluluklara dair omuzlarımıza.
Onun ufku gelir gider ev ve ekmeğin sınırında
Yaşamın fırtınaları işgal etmiştir benimkini
Onun yaşamı ekmek
benimkisi gelecek kavgası,
Coşkun akan sularda
keskin esen yellerde
kabarıp dalgalanan
patlayıp savrulan
toplumsal bir davanın durmayan kasırgası.
Onunki ekmek, benimkisi gelecek kavgası!
Onu tanıdığım günden beri
bir gün olsun eksilmedi
yüreğimin köşesinde yeşeren
küçücük sevda filizleri...
O yüzde yüz bir emekçiydi ömrünce
talan edilmiş bir dünyanın içinde
Ekmeği eşkiyalar hedefi
emeği titrer kahve köşelerinde,
içki kadehlerinde ağıtlar yüklü
ve kumar masalarında can çekişirce.
Ben onu tanıdığım zaman
o bir yarı özgür kişiydi,
Elleri ekmeğin esiri
ömrü ıstırabın eşiydi...
Gözleri oturmadı
kalbimin aynasında uzun uzadıya,
Ellerinin yeli
üflemedi
yüreğimin soğumuş küllerini,
Yalnızca dokunup geçti bir ağrı
uyuşuk tenimin derinliklerinden,
Onu tanıdıktan sonra ben
yaşama açtım gönlümün kapılarını,
Bir yanı
uçurumlu bir yardı geleceğin
güllük ve güzellikti öte yanı.
Çok badireler atlattı yüreğim
ve sekip özürler yarattı
hesapsız fırlattığım oklar bazan,
Onun öyküsüyle başladı maceram
sevda denizlerinde
azgın dalgalar gibi boğuşan...
Bu bir söylencesiz destandır
Bu bir yaşanmış masaldır
Arada serabı esrar çöller vardı
arada geçit vermez yalçın dağlar,
Kısmet olmadı gitmek
bir kez olsun daha o yerlere
ve ilk adımda kapatılmıştı bana yollar...
Ne o beni gördü bir daha
ne ben görebildim onu,
Soydum sırtımdan yılan kavı gibi
ne kadar bayatlamış
anane ve töre varsa
düş ve duygularımda nefesimi daraltan,
Ve geri gelmemek üzere bir daha onları
toplayıp yuvarladım bir bir
derin uçurumlardan...
Gönlümde güller açtı
onu tanıdıktan sonra,
Meyveye durdu dallarım
ve ellerim
gün be gün üretkenleşti
sevdamın tezgahında!
O şimdi bir tarım işçisidir
Bense sevda dokurum
ve güzellik üretirim
gönlümle suladığım topraklarda.
Yüreğimin köşesinde
solmaz bir filiz vardır ondan kalan
ve hep o filizden türemiştir
beni bu günlere kavuşturan
ölümsüz sevdalar...
O bir tarım işçisidir
kocamandı üretken elleri,
Meltemler estirirdi yüreklerde
'yedi köy içinde belli'
ve selvilerce narindi bedeni.
Ne o beni gördü bir daha
ne de ben görebildim onu,
Ne zaman düşse aklıma,
Ve ne zaman çevirsem
ondan yana gözlerimi,
Uzar gider önümde
rengarenk bir gül bahçesi...
Ocak 2007
Bangkok
Kayıt Tarihi : 25.2.2005 10:39:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mehmed Sarı](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/02/25/gul-yuzlu-isci-kadin-dosya.jpg)
Ekmek makina ağzında
Derman bırakmaz kolunda
Tabanların sızım sızım
Bin bir problem kafanda
Acıdır, ağlar çocuklar
Yüreği dağlar çocuklar
Sevgisiz- dirliksiz eve
İnsanı bağlar çocuklar
Fabrika, tarla, dükkan
Koştun yaşamın ardından
Köleliğin değişmedi
Göçmekle eski yurdundan
Evde, işte, her alanda
Dertler çoğaldı kafanda
Tutsaklığın ağırlaştı
Kocan gardiyan kapında
Töreler yaktı seni
Acılar yıktı seni
Tüydün diye kölelikten
Toplum ayıpladı seni
Yapayalnız kaldın orda
Yem olmadın kuşa- kurda
Kol gücünü silah gibi
Kuşanıp çıktın ortaya
Merhaba Mehmet Sarı hocam bu anlamlı şiirinizi kutlarım .Sömürü dünyasinda Dünya Emekçi Kadınlar Günü, kapitalizmin en acımasız yüzünü ortaya koyması açısından, özel bir gündür. Kadınların isyan günüdür emperyalizme,feodalizme,ataerkil toplumuna karşı bir mücadele günüdür bu günü kutlamak ancal sınıf bilincini kavrayan devrimci,emekçi ve sosyalist kadınlara yakışır.. Clara Zetkin kadının emek mücadelesinde bir sembol olan 8 mart'ı günümüze taşınması için çok emek vermiş,bedel vermiş Yoldaş Clara Zetkin’i bu şir vasıtasıyla bir kez daha saygıyla anıyorum.Sosyalizm Kapitalistlerin çıkar amaçlı ürettiği sisteme benzemez.Ne yazık ki kadınları sömürenler sadece kapitalistler değil. Erkeklerdir, eşlerdir ..Aydınlık dolu yarınlara gidecek olan sınıfsal güç bunları yerle bir edecektir….Dünya Emekçi Kadınların Mücadele günününü Kutluyorum.Teşekkürler
Hocam
Saygılarımla
Mehmet Çobanoğlu
sağlık ve esenlikler diliyorum
tam puan + ant.
Hikmet Yurdaer
TÜM YORUMLAR (13)