Gül İstanbul - Yanıldım Şiiri - Mehmet Avcı

Mehmet Avcı
23

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Gül İstanbul - Yanıldım

I.
/Elleri ellerimde kanayan,
yüreği tenimde dul
dün gece koynundan
kovdu İstanbul/

Şafağında Eminönü'nde,
Üsküdar vapuruna yasladık sırtımızı
Galata kulesinin gölgesi sakladı ilkin
Sonra martılar yarenlik etti yol boyunca
Nasırlı ellerimle tutarken titrek ellerini
Avuçlarımda kalan on yıllık özlemin nemi

/Kayboldum, yeşiline sepya giydirdiğim
umut yolculuğunda, beni bul
Sağdan istila, soldan ihtilal
tam dikine alıp, vurdu İstanbul/

Yığılıp kaldığımda bir başıma,
Çökerken aydın ufuk üstüme kapkara
Kezzap tadında içerken ilk sigaramı
Ellerimi açıp boş kalmışlığıma bakarken
Gözlerimden amansız düşen ilk yaşa yarenlik
Avuçlarıma sıkıştırılan
demir liralara şahitlik etti Esenler garı

/Cemaline Leyla düşmüş,
gözlerinde aynı acıyla bir kul
Sirkecide kara bulutlar düşerken üstüne,
mermi sıktı göğsüme İstanbul/

Çığlık çığlığa
uğultunun ardına koştuğum vakit
Boğaza Anadolu'dan bakmanın adıydı Dilruba
Yokuşunda feri kesilirken diz kapaklarımın
Sana koşmanın tadıydı Dilruba
Vuslata bağlasak da adını,
Senden kopmanın,
Sana uzak düşmenin adıydı Dilruba

/Ankara’da çınlayan çığlıktı,
gece üzerinde çul
Şiiri geçti boğazdan Koç Ali'nin,
nalân İstanbul/

İnerken yokuşundan kucaklayıp öylece
Ayaklarını kesip yerden çevirmiştim,
semazen
Vapuru terk ederken Eminönü'nde
Ekmek arası balığa dayamıştık dudakları
Gülüşüne takıldı düştü şiir dilimden

/Kovdun madem öylece kaldım kalakalışla,
gönderme ayaza gönderme karakışa
Çatıp kaşlarını öylece bakma be koca şehir,
bir kez olsun yüzüme gül, Gülistanbul/

İzmit dönüşümüzde koşup seni,
Sinan'a anlatıp
Yenikapı'dan feribota
yetişme ihtimalim kalmamışken
Hele yetimin başı sevilmeden
Kalakalmışlığı gibi kalmışken otogarda,
Sinan lazımdı
Yoktu, atmıştı köprüleri;
İstanbul kaybetmiştim

/Ayaklarının önünde düştüm
bir an öyle, zül
İçime düşen deniz Marmara'ysa,
yıkılsın İstanbul! /

resmimiz kaldı elimde koca şehirden
Vapurda çekilmişiz
manzarada koca Süleymaniye
Şahit olsun aşkıma,
sözüm söz olsun sana
minaresinde kıyarım cana
Tutamazsam elinden,
bakamazsam gül sima

/Aşkına nağme olan bütün hengâme dilde,
öter çığlık çığlığa zavallı deli bülbül
Topkapı'dan tutuver, Çemberlitaş'a düşür,
Yeditepe bir dilde ağlıyorsun İstanbul/

Dönüp ardıma bakmadım giderken
Düştü istemesen de gözlerin yere
Durdum adam gibi karşında
Çektim kalemi kuşandım kâğıdı
koşar adım şiire
O güzel adın boşalsın Marmara'ya
Gürül gürül akarken
İstanbul'dan Ağrıya

/Ellerime batıyor tuttukça ellerinden,
ne çok sevdim seni gül
Sevmedi sevgimizi, iki ayrı dünyaya
saldı bizi İstanbul/

Artık gitme vaktidir şafağında bu şehrin
O geldiğim gün gibi
başım dik göğsüm ilerde
Gözlerine sokarım
namahremime baktığı yerden
Öptüğümü gördüyse
dudaktan tek nefeste
Hoşça kal kıskanç şehir,
kal yığınlığınca taş yığınıyla
Bekle bir yorgun sabah
koynunda yalanlarla iç çekerken,
Çek beni içine çek be İstanbul

/Halkıma benzeyen yıkılmış koca Musul
Gün gelince yıkar seni benim aşkım İstanbul/

II.

Bana hayallerini sat
ve kıvrılıp yanıma bir ömür yat

Sonbahara gebe,
Sancılı doğumlarıma
Düşür cemrelerini
Sevda filizlerini yıldızlara çat
Karanlık yüreğime mermi sık
At gözlerimin çıplak tenine adımlarını

Yüzüm buruşmuş yılların acısıyla yüklü
Gözlerime düşen öz suretinin yansıması
Sen bürümüş her yanı
Gözlerin ağlamaklı bulut
Ellerin kaldırım taşı
Tenin soyunuk mezar
Şehirler sensin
Kaldırımlar
dudaklarından damlayan cam kırıkları
Dışarısı özlem, sürgün

Üşüten ayrılığın sancısında beden
Yalnızlığın kollarında patlamada yürek
Hangi kadına baksam
Hangi göz geçse görüş alanımdan
Kaldırımlarda ayak izlerin
Tak tak koşan topuk sesleri senden
Üstüme düşen şehir tuvalinden
Geride kalan koca yalnızlık sen
Kulaklarıma dolan nefes
İçimdeki ürperti
Çığlık...

taçlandırıp saçlarını papatyalardan
Rüzgâra inat duran ses...
Kaçıncı özlemi kursam aklımın direnişinde
Düşlerimdeki kentin
sensizliğinde boğulur özüm
Gülüşünü dudaklarıma yapıştıramadım
Yeşil gözlerinden uzak ve sürgün

Sarı saçlarında keder
Yeşil gözlü İstanbul
Gözler ki en çok hasret doğurur
Bu benim çocuğum emzir onu İstanbul

nargile salonunda dumandan gözler
Yokluğundu, giydim üstüme
Sonra vapur çığlığında sesler
Nefeslerde pus tutmuş şiirler
Yırtılmış patiska Marmara
Önce içine oturmuş intihar
Sonra taş yığını Ankara
Her yüzde aynı telaşla
Simit satan soğuk eller

Adımı attım sardılar gözlerinin iris'ine
Âşık ruhlar ülkesine atıldım
Sarıldım çukurun gölgesine
Burada boylu boyunca yatan olmalıyım
Yoksa bu kadar beyaz olmazdı tenim
Örttü üstümü açık kalan mısralarımın buğusu
Sarı saçların demin ayrıldı cismimden...

Ölüm! Düş yakamdan
İstanbul ağıt yakmasın ardımdan

Prangaya vuruldu yürek
Dilde bakir ağıtlar
Sakın... Sakın! Yok, olma
Ölümü düşün
Düş yakamdan

III.

/ Kapanıyor perde usul usul
Oyun bitti hoş kal İstanbul /

Biliyorum gözlerini açıp arayacaksın
Güneş gibi doğacağım üstüne
İki kıtanı birbirine bağlayan yerinden öpeceğim
Gözyaşlarımla dolduracağım Marmara’nı
Saçlarımı öpüp koklayacaksın
Üzülme,
Bir sabah gözlerini açtığında
koynunda pusuyor olacağım.

a-

Jelatini yeni açılmış tenimde
yıllardır buz tutmuş ellerin gezinmekte
İrkilip kalkmalarım bundandır,
Bu yalnız gök kubbe,
dünyanın çatısı kentte sensizliği soluyorum
Vapurları kundaklayan denizlere döktüm kanımı
Çeşmelerinden hep ben akacağım bu suretle

b-

Sanma çocuk gibi sevdiğimi
erkek gibi yakarım bu kenti
Geçtiğimiz ne kadar yol varsa
toz yığını ederim önünde
iliklenmiş dar sokaklarda
yine keserim ayaklarını yerden
Keserim ayaklarımı gerekirse İstanbul’dan
Söyle;
Hangi şiirimin içinde ağlamadan durabildin
Her birinde senden iz
Gözümde nasır tutar suretin
Dudaklarımda adın fışkırıyor sessiz

c-

Al beni dar sokaklardan sakla içine
Özlesin İstanbul gözlerinden süzülen tenimi
Delirmiş anne gibi arasın beni
Ben gözlerinde ölümler büyüteyim ikimize
Duldasız ve bağrı göbeğe kadar açığım gecelerinde

d-

Adımı söylediğinde sen,
soluğu kesiliyor nabzımın
Saatlere kal geliyor tutuyor akrep yelkovanı
Düşüyor cam kırığı yansıyan yıldızlar
Bilekleri kanıyor aynaların
Karları duruyor Ağrı’nın,
öpüşün eriyor sırtımda
Sayrılı sevdamıza kol geziyor Azrail
Acımıyorum sana koca taş yığını
Mendireklerine ayak izlerimi düşeli beri yalnızsın
Fatih bırakıp gideli arsızsın.

e-

Sen hiç bırakmadın beni
Her gün doğumuna yeniden doğurdun
Ben aç bebek gibi
memende ölümler emdim
Bakışlarında deniz tükenen kadın!
Neredesin şimdi?
Gözlerinin doğurgan yağmurlarında
titriyor tenim
Üşüyor sen’im

f-

Gözümden çektiğim kanla
yazıyorum sana son mısraları
yanardağdan püskürür gibi
sen fışkırıyor retinamdan
Gidemez miyim bir adım öteye?
Senden uzak olamaz mıyım sanırsın?

Haklısın…
Haklısın…

/ Bu oyunda kaybettin
tavlamda son zar, kırık pul
Gele senin kaybettin
düşeş benim İstanbul /

IV.

/Önünde alabildiğine şamata
Sene iki bin sekiz
dimdik duruyor karşımda Galata/

Söküp aldığın kalbim hangi kalpte çalışır
Suni teneffüs yamanmış dudağımda
vita kutuları, kurumuş fesleğenler
Geç ayıldım,
Uyandığımda geçmişti sarhoşluğu İstanbul’un
Kararmıştı gözlerine düşen Kız Kulesi
Gözleri yaşlıydı
Üsküdar da küpeştelere yaslanan martılar
muska gibi boynumda taşıdığım ağır vebalin
hayattı sana verebildiğim
Alıp götürdüklerin geri gelmeyecek
Koparken ellerin
ve ellerim koparken
kalan boşluğu şimdi hangi aşk doldurur?

/Ölü aşklar denizinde henüz ısınmamış aş
Yanına bile yaklaşılmamış aşktı Beşiktaş/

Susayacak artık İstanbul,
Gözbebeği sevda şarkısına
Nihavent’i eksik kalacak yanında
gelinlik kızlar ağlayacak aşkıma
Gittim say!
Say kopardığın ne varsa bir çırpıda
Kaç İstanbul öldürdüm içimde
kabuk bağlamadı can kesiği gidişim.

/Kirden geçilmiyordu,
temizlenmemişti aşk kırıntıları dolu evin önü
Önce sakladı bizi,
sonra unuttu niyeyse Eminönü/

Eyvallah deyip ardımdan,
başını sallamaktan başka
neyin kaldı ey koca taş yığını?
Şimdi soramadığın ne varsa sor hadi.
İçinde çiçek gibi büyüttüğün
sakındığın eksik yanlarımı vur yüzüme
Artık rahatlat birikmiş irinleri
sık, sök, at.
Yüzüme vuramadığın eksiklerimden bahset
yeteri kadar veremedim kendimi sana
onları da söyle ne olur
Ama sessizliğimi bana bırak
Bunlar bir gün
vapur çığlığı inleyecek yokuşlu sokaklarında.

/En çok sana kızdım
senin için ağladım içli
Sırf bu yüzden, bir gün olsun,
kapının önünden geçmedim Şişli/

Bilemedin yüreğimin otobüs olmadığını
düğmeye basınca seni ilk durakta indiren,
Sonraki durakta yeniden bineceğin,
Ömrümden söktüğün ömrün bedelini
nasıl ödeyeceksin?
Hangi otopside aklayacaksın kendini?

/Yedi tepe bir kent kamburlarını da al sırtına,
senin olsun aşk sandığın bu gedik
Eğdim boynumu gidiyorum,
alacağın olsun Pendik./

Göbek bağım gibi bağlanmış kaderime iki alyans
Biri senin şimdi İstanbul,
Sevgilinin diğeri.
Ve vapurlarında kıyılmış nikahı
denizci yeminiyle.

Şimdi bütün nikahlar boştur İstanbul
Bütün aşklar bozulmuştur
Ahitler, antlaşmalar geçersiz artık
Yıkılacak ne varsa; hisarlar, kuleler.
Sabahını bekleyen aşk askerleri, esirimdir
Şairlerin bebeğimdir koynumda
Alıp onları da gidiyorum yarına.

/Ayakları yerden kesilmiş aşka
şahitlik eden nefesi dar
Yüreği İstanbul kadar
ey can Üsküdar/

Şimdi beni ölmek paklar
Seni doğmak
Ben öleyim
annemin tırnaklarını geçirdiği toprakta
dilinde ağıtlarla
doğur beni tırnakların aynı toprakta
dilinde yeni bestelenmiş ninnilerle
Adı Yağmur kız ver tepeden tırnağa sen
İçinde hırçın Karadeniz
Durgun Ege karışımı çocuklar
Senden koptuk işte sevgili annemiz.
Ben ölmek yaşadım sen doğmak
Alnıma düşülmüş şafak
tuz tadı tenimde
Terimde karavana aşk talimleri…

/Bu şarkının tınısı bitti,
kesildi bütün sedalar
Saklar mıydınız uğrasaydık Adalar/

Bir numara büyük diktiğin elbiseyi
çıkardım üstümden
İstanbul kadar büyüyünce giyeceğim anne
Diyeceğim sabahı gören çocuklara bu ağıtı,
/Kandırdı beni İstanbul /

/Kadın, teni şarap kadar haram
Gözümde ölü kadar cansız artık Harem/

Öpüşme sahneli filmlerde
kızaran yüzümün hatırına
çatlamamış ar damarımın hatırına
Akşemsettin’in
Sultan Mehmed Han’ın
Hz. Yuşa’nın
seni fethe gelen ordu için
en güzel haberi müjdeleyen Peygamber hatırına;
İstanbul!
Sende gizle öpüşmemizi
Sende sus dili lal olasıca.

/Yaktığın ateşten geride kalan
sadece kül
Sevin yiten aşkların ardından
zalim İstanbul /

V.

/Hayat her dersini astığım,
teneffüs arası okul
Haylaz çocuğum ben
tut elimden İstanbul/

a-

Çıkmaz yola saplantılı gidişimin
sonundaki hülyaydın
Yanlışlarımın hepsini boynuma vebal astım
Sonsuzluğun adının son olduğu
sen saatlerimden kalansın şimdi
Her rüya gibi göz açınca bitecekti sonunda
Açtım, gülümsüyorsun karşımda
Hala "aynı oyunun tekstleri"
beni bekliyorsun Üsküdar'da.

b-

Bir aralık sızı verdiğin
çaresiz demlerimden
arta kalan kırıntı gibi
silkeleyip sereceğim bezde
kaybolacak izlerin
Eteklerimdekileri de döküp avuçlarıma
Ardım sıra bakakalan gözlerden
kırılmadan uzaklaşacak dizlerim
Bundandır içimde hıçkırarak ağlayan Mozart
Şiirin içinde gizli Mona Rozasın
akrostişini yitirmişliğim,
Adını hiçbir şiirime sığdıramayışım,
bu çaresizlikten
suskunluktan martıların çığlıkları
Bundan sırılsıklam, sokakları Avcılar'ın

c-

İki gözümün iki çeşme olduğuna şahitlik eden!
Şimdi ne kadar mendil satan çocuk varsa
al kapıdan içeri...
Al ellerimin titrekliğine değen
yetim kalmışlığımla
dolmuş durağında,
öylece, ardında el sallayan adam var şimdi
Şimdi yıkık kent coğrafyasına düşecekler beni
silecekler kentin alaşağı cetvelinden seni
Mevsimler çizeceğim alt üst edilmiş
Şehirleri kundaklanmış
Anadolu çocuğu
Mezopotamya evladını;
Fırat ve Dicle'den söküp alacak Marmara
Yeni ütopyalar kuracağım
seni götüren dolmuşun ardından
Aklımda yalnız ağlayan gözlerle
kadın sureti olacak
İçimde yanlış binilen
Esenyurt dolmuşu kalacak

d-
Aldığım dersler, girdiğim tenler,
bin bir pişmanlık iklimi
titreyerek çıktığım her nefes
senden uzak sanki
Bu kez her seferinden daha yalnız İstanbul
Ellerinden tutulmuş olta yok
Galata'dan savrulan

e-

Şimdi yoksun
Bir daha olmayacaksın
Seni en sevilenler mezarlığında,
iki büklüm kalmışlar arasına gömüyorum
Yerin yedi kat altında çıyanlara emanet
Tenini kirlettiğin tenimle beraber
Ruhumu da söküp aldın
Şimdi çığlığımdır geceye düşen,
Seni çiğ tanesi yanağımda süzen
Gözüme çöp kaçmış dem
Valizleri toplayıp alelacele
kaçışların babasıdır Harem.

f-

İstanbul!
Bu savaşın nihayeti yok
Galibini arama
Sen ne kadar yaşarsan
ben yaşatırım bağrımda
Ne zaman geçersem sana yakın kentlerden
Yine başım dik göğsüm ilerde
Teslim olacağımı sanma sana yeniden
Korkak âşıklarını da
çıkar kuytu sokaklarından
Dilersen sal üzerime tekmili birden
yaşanmış yaşanmamış aşkları
otel odasının yaşlı ranzalarında
Nem kokusu sinerse üstüme
Anımsarım seninle geçen birkaç saati
Kan ter kendimi attıysam sokaklara
İşte bilmelisin ki
Ora Sirkeci...

/İstanbul benim olan,
sen yüreğimde virane
Adınız bir olmalı kaderiniz gibi;
sen, o, aynı suret Asitane/

Mehmet Avcı
Kayıt Tarihi : 1.9.2014 00:14:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmet Avcı