Öğretmenler Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Aşık Alemi
Alan:   Grup:Öğretmenler
Tarih: 18.10.2011 11:24
Konu: ŞİNASİ HAYATI VE ESERLERİ

Gunaydin Dostlar :) guzel bir gun sizlerle olsun

ŞİNASİ HAYATI VE ESERLERİ

İbrahim Şinasi (1826-1871)

Şinasi 5 Ağustos 1826'da İstanbul'da doğdu. 13 Eylül 1871'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. Asıl ismi İbrahim Şinasi. Topçu yüzbaşısı olan babası Mehmed Ağa 1829'da Osmanlı-Rus Savaşı'nda şehit oldu. Annesi onu yakınlarının desteğiyle büyüttü. İlköğretimini Mahalle Sıbyan Mektebi'nde ve Feyziye Okulu'nda tamamladı. Müşiriyeti Mektubî Kalemi'ne katip adayı olarak girdi. Arapça ve Farsça, Fransızca öğrendi. 1849'da bilgisini artırması için devlet tarafından Paris'e gönderildi. Burada edebiyat ve dil konularındaki çalışmalarını sürdürdü. Doğu kültürleri araştırmacısı De Sacy ailesi ile dostluk kurdu, Ernest Renan'la tanıştı, Lamartine'in toplantılarını izledi. Yine doğu kültürleri araştırmacısı Pavet de Courteille'nin çalışmalarına yardım etti. Dilbilimci Littré ile tanıştı. 1851'de Société Asiatique'e üye seçildi. 1854'te İstanbul'a döndü. Bir süre Tophane Kalemi'nde çalıştı. Meclis-i Maarif üyeliğine atandı. Encümen-i Daniş'te (ilimler akademisi) görev yaptı. Koruyucusu sadrazam Mustafa Reşit Paşa'nın görevinden ayrılması üzerine sakalını kestiği için üyelikten çıkarıldı. Reşit Paşa 1857'de yeniden sadrazam olunca, eski görevine döndü.

Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar

1860'da Ağah Efendi ile birlikte Tercüman-ı Ahvâl gazetesini çıkardı. 1862'de de Tasvir-i Efkar gazetesini çıkardı. Devlet işlerini eleştirdiği ve Sultan Abdülaziz'e karşı girişilen eylemleri desteklediği gerekçesiyle 1863'teki Meclis-i Maarif'teki görevine son verildi. Gazeteyi Namık Kemal'e bırakarak, 1865'te Fransa'ya gitti. Orada sözcük çalışmalarına yöneldi. Yaklaşık 5 yıl Ulusal Kitaplık'ta araştırma yaptı. Tamamlayamadığı kapsamlı bir Türkçe sözlük üzerinde çalıştı. 1867'de İstanbul'a döndü. Kısa bir süre sonra yeniden Paris'e gitti. 1869'da tekrar İstanbul'a dönünce bir matbaa açtı, eserlerinin basımıyla uğraşmaya başladı. 13 Eylül 1871'de beyin tümöründen yaşamını yitirdi. Tanzimat'la başlayan Batılılaşma hareketlerine öncülük ederek, dil, edebiyat ve düşünce yaşamının gelişmesine katkıda bulundu. Fransız şairlerinden çeviriler yaptı. Eski nazım biçimleriyle yazdığı şiirlerde yeni düşünceleri dile getirdi. Öz ve biçim yönünden tümüyle yeni şiirler de yarattı. 1860'da yazdığı tek perdelik 'Şair Evlenmesi' adlı komedi, Batılı anlamdaki ilk Türkçe oyundur. Anlatımdaki yeniliklerin yanısıra tema bakımından da Türk tiyatro edebiyatının öncüsüdür. Ama asıl önemli çalışmalarını gazetecilik alanında yaptı. Batılılaşmayı savunan 'Tasvir-i Efkar', bir düşünce gazetesi kimliğiyle Türk basın tarihinde önemli bir aşamadır. Dildeki yalınlaşma çabasını edebiyat ve tiyatro alanlarındaki eserleriyle destekledi.
ESERLERİ

Tercüme-i Manzume
Şair Evlenmesi (Oyun)
Müntehabat-ı Eşhar (1862, Divan-ı Şinasi adıyla da bilinir, şiirlerinden seçmeler)
Durub-u Emsal-i Osmaniye (1863, atasözleri derlemesi)
Müntahabat-ı Tasvir-i Efkar (18623, 1885. Ebüzziya Tevfik tarafından düzenlenen seçme makaleler)





Şiirleri


Münacat / Şinasi

Hak-teala azamet aleminin padişehi
La-mekandır olamaz devletinin taht-gehi

Hasdır zat-ı ilahisine mülk-i ezeli
Bi-hudud anda olan kevkebe-i lemyezeli

Eser-i hikmetidir yerle göğün bünyadı
Dolu boş cümle yed-i kudretinin icabı

İzzet ü şanını takdis kılar cümle melek
Eğilir secde eder piş-i celalinde felek

Emri vech üzre yer eyler gece gündüz hareket
Değişir tazelenir mevsim-i feyz ü bereket

Pertev-i rahmetinin lemasıdır ayla güneş
Tab-ı hışmından alır alsa cehennem ateş

Şerer-i heybet-i ulviyyesidir yıldızlar
Anların şulesi gök kubbesini yaldızlar

Kimi sabit kimi seyyar be-takdir-i Kadir
Tanrı'nın varlığına her biri bürhan-ı münir

Varlığın bilme ne hacet küre-i alem ile
Yeter isbatına halk ettiği bir zerre bile

Göremez zatını mahlukunun adi nazarı
Hisseder nurunu amma ki basiret basarı

Vahdet-i zatına aklımca şehadet lazım
Can ü gönlümle münacat ü ibadet lazım

Neşe-i şevk ile âyâtına tapmak dilerim
Anla var Hâlik'ıma gayrı ne yapmak dilerim

Ey Şinasi içimi havf-ı ilahi dağlar
Suretim gerçi güler kalb gözüm kan ağlar

Eder isyanıma gönlümde nedamet galebe
Neyleyim yüz bulamam ye's ile afvım talebe

Ne dedim tövbeler olsun bu da fi'l-i şerdir
Benim özrüm günehimden iki kat bed-terdir

Nur-ı rahmet niye güldürmeye ruy-ı siyehim
Tanrı'nın mağfiretinden de büyük mü günehim

Bi-nihaye keremi aleme şamil mi değil
Yoksa alemde kulu aleme dahil mi değil

Kulunun za'fına nisbet çoğ ise noksanı
Ya anın kahrına galib mi değil ihsanı

Sehvine oldu sebeb acz-i tabii kulunun
Hem odur alem-i manide şefi'i kulunun

Beni afvetmeğe fazl-ı ilahisi yeter
Sanma hâşâ kerem-i na-mütenahisi biter



ALINTI



ŞİNASİ’NİN TÜRK ŞİİRİNDE YAPTIĞI YENİLİK VE ŞİNASİ’NİN TÜRK EDEBİYATINDAKİ YERİ


Modern Türk şiiri, Tanzimat edebiyatı, Şiirimizde yenilik, İbrahim Şinasi

ŞİNASİ’NİN TÜRK ŞİİRİNDE YAPTIĞI YENİLİK VE ŞİNASİ’NİN TÜRK EDEBİYATINDAKİ YERİ

Tarık AYGÜN*

Şinasi’nin Türk şiirinde yaptığı yeniliği görebilmemiz şüphesiz onun Türk şiirine ne getirdiği yahut Türk şiirinde farklı olarak ne yaptığı sorularına cevabımızla mümkündür. Çok yönlü bir şahsiyet olarak Şinasi’nin önce şairliğine ve şiirlerine genel manada değinelim, daha sonra diğer eserleri ve gazeteci kimliği üzerinden edebiyatımızdaki yerini genel manada görelim.

Şinasi ve Şiir

Şinasi’nin şiire başlaması Paris’e gitmeden öncedir. Okul yıllarında uyanan ilk şiir hevesi, Tophane Kalemi’ndeki üstatları yanında gelişmeye yüz tutmuştur.[1]Tophane Kalemi’ndeki hocalarının[2] teşvikiyle ilk şiir denemelerine başlayan Şinasi, kendini yazdığı tarih düşürmeleriyle gösterir. Karaköy Köprüsü, Abdülmecid’in tamir ettirdiği Tophane Çeşmesi ve Adile Sultan Sarayı’na oldukça başarılı tarihler düşürmüştür.[3] Şinasi’nin Fransa’ya gitmeden önce Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’ya yazdığı kasideden (1849) [4] anlaşıldığı üzere Şinasi de dönemin diğer önemli şahsiyetleri gibi edebiyat ve şiir kültürünü eski şiir geleneğimizden alır.

Şinasi’nin edebiyatımızda yapacakları, 1849 yılında Fransızcasını geliştirmek ve tahsilini ilerletmek maksadıyla Paris’e gönderilmesinden sonra olacaktır.[5] Onun garp alemine dikkati ve Paris’e gitme arzusu, Tophane Kalemi’nde üstatları arasında yer alan Fransız asıllı Reşad Bey’den Fransızca öğrenmeye başlamasıyla doğmuştu.[6] Paris’te ünlü oryantalist Sylvestre de Sacy ailesi ile tanışır ve bu aile sayesinde Ernest Renan ve Lamartine gibi dönemin tanınmış edebiyatçılarıyla yakın ilgi kurar. Fransız sözlük bilimci Littre yakın dostlukları ve çalışmaları olur.[7] Batı düşüncesini, kültür ve edebiyatını içinde bulunarak bizzat müşahede eden Şinasi İstanbul’a döndükten sonra ilk kitabı Tercüme-i Manzume’ yi bastırır.

Tercüme-i Manzume, önce Fransız Lisanından Nazmen Tercüme Eylediğim Bazı Eşar adıyla basılır.(1859) Bu tercüme şiir kitabında Racine’in ünlü trajedilerinden seçilmiş parçalar, Lamartine’den seçkiler, La Fontaine’in fabllarından iki parça bulunur. Bu tercümeler bazen eşleme, bazen kıta biçiminde ve bütün dizelerin birbirleriyle kafiyeli yapısıyla yeni şekil denemeleri idi. Fabl ise başlı başına yeni bir örnekti.[8]

Şinasi’nin bu eseriyle yeniliği tercüme şiirlere uyguladığı şekil denemeleridir. Kafiyenin onda uyandırdığı tesir ileriki eserlerinde de gün yüzüne çıkacaktır. Ayrıca fabl türünü de edebiyatımızla tanıştırmış olması ayrı bir önem arz eder. Tercüme-i Manzume ile Şinasi “kendi toplumunu batı tarzındaki şiirle tanıştırmış ve Türk toplumunun “Batı’ya açılan ilk kapısı” olarak edebiyat tarihimize geçmiştir.”[9]

Müntehabât-ı Eş’âr, 1862’de basılır. Şinasi, şiirlerinde yaptığı seçkiyi bu kitabında bir araya getirmiştir. Ömer Faruk Akün’e göre bu adlandırma bile Şinasi’deki yenilik temayülünün bir ifadesidir.[10] İsmail Parlatır da Şinasi’nin bu tercihini, “Şair, artık divân tertip etme geleneğini kırma ve yıkma yolunda somut bir adım atmıştır. Şiirlerini yeni bir anlayışla düzenleme, kitap hâline getirme ve kitabına da bir ad verme yolunu ilkin Şinasî açmıştır.”[11] şeklinde açıklar.

Bu kitapta geleneğe uygun şekilde bir düzenleme hemen fark edilir. “Tahmîd” ile başlayıp “Münâcât” ile devam ederek, “ilâhî”, “Tehlîl”, “Tevekkül”, Beyt-i Murassa” ve “Müfred” hep Tanrı’nın birliğine övgüdür. Sonra “kaside”ler ve “gazel”ler sıralanmaktadır. Daha sonra 4 kaside, 5 gazel, bir marş, “Medhiyet” başlığı altında 4 medhiye, 2 kıta ve bir “Arz-ı Muhabet” yer almaktadır; 53 mefredât (müfretler): 4 mesari (mısralar): 39 tarih (tam tarih, mücevher tarih, tam tarihi mülemma): 4 manzum hikâye (fabl): 3 hezel ve 2 hiciv; 6 adet gazete ve makalelerinde bulunan dize, beyit ve manzum parça bu kitapta yer almaktadır.[12]

Görüldüğü üzere Şinasi’nin şiirleri, klasik edebiyatın izindedir. “Şinasi divanı için mühim bir kısmı kendisi değildir, dedim. Filhakika nazirelerinin aslı olan kaside ve gazelleri dahi içine alan Müntehabat-ı Eş’ar’daki bütün o tarih manzumelerini, eskinin devamı olan gazelleri çıkarırsak epeyce hafifler.” [13] Tanpınar bu yorumunu, Şinasi’nin eskiden farklı olarak -nicelik olarak az olsada- bazı şiirleriyle yeni olduğu kanaatindedir. Tanpınar’ın özellikle belittiği “Münâcât”, “İlâhi” şiirleriyle kasideler (1272, 1273, 1274 tarihliler) , “Arz-i muhabbet” manzumesi ve safi Türkçe kıt’alarla, klâsik Türk şiiri ilk defa olarak eski şekillerden çıkmış olur.[14]

Münacat, muhteva -konu- bakımından ilk bakışta klasik edebiyata uygun görünür. Form -şekil- açısından gözümüze çarpan ilk farklılık Münacat’ın mesnevi tarzında yazılmış olmasıdır. Oysaki geleneğe göre ‘münacat’lar kaside formunda kaleme alınırdı. İkinci farklılık ise ifadelerdeki sadeliktir. “O, evvelâ şiirimizde, yeni diyemezsek bile çok sade bir dil aramış, ilk bakışta son derecede iptidaî ve fakir görünmek pahasına olsa da, eski hayal sistemini red ederek yeni ve müşahhasa giden bir hayal sistemi kurmağa çalışmış, küçük temrinlerle yeni bir kafiye anlayış, hattâ yeni bir şiir şekli bile getirmiştir. Filhakika, ötedenberi mevcut olan mesnevi şeklindeki manzumeyi muayyen ve dar vezinlerin çerçevesinden çıkararak, daha geniş mısralarla söylenmiş düz kafiyeli şiir haline sokan odur.”[15] Tanpınar’ın tespitinde göründüğü gibi Şinasi’nin şekildeki değişikliği gerek mesnevi tarzı gerekse dildeki sadelik hemen kendini belli eder.

Konuya tekrar dönersek kendini biraz daha az geç ele veren, başlığından kurtulamamış bir şiir ortaya çıkar. Bu şiirle şair, geleneksel münacattaki şair gibi en büyük güç, kudret ve azimet sahibi olan Allah’ın ululuğu karşısında çaresiz, zavallı bir kuldan ziyade O’nu sorgulayan, somut delillerle ispatının zaruretini yaşayan bir filozof gibi durur:

“Vahdet-i zatına aklımca şahadet lazım “

Bu mısra şüphe yok ki Şinasi’nin gelenekte rastlamadığımız bir meseleyi -Allah’ın ispatını- şiirimize dahil etmesidir. Paris’te öğrenimi sırasında Avrupa’da etkili olan pozitivist ve rasyonalist düşünce onu derinden etkilemiş gibidir. Fransa’da devrin önemli şahsiyetleriyle[16] kısa sürede tanışan Şinasi’nin onların fikri tesirlerinden ve kişiliklerinden etkilenmesi söz konusu olabilir. Renan’ın hatıratında geçen 1845’te yaşadığı inanç bunalımı ve neticesinde inancını kaybetmesi, araştırmalara yönelişi beraberinde tekrar Hıristiyanlığa dönüşü bir farkla ki laik bilim dediği şeyin eşliğinde olmuştur.[17] Şinasi’nin özellikle şarkiyatçılarla olan ilişkisi ve bu şarkiyatçıların düşünce dünyasının olgucu ve akılcı atmosferinden geçtiği görülür. Nitekim Şinasi’nin münacatını tahlilinde Mehmet Kaplan, “Tanzimat’tan sonraki Türk edebiyatında, Batı medeniyetinin tesiriyle, din ile ilim, akıl ile imân, görünen ile görünmeyen âlem arasında bir çarpışma başlar. Abdülhak Hâmid’in eserlerinde bu tezat, panteizm ile hal çaresini bulur. Fakat tezadın fırtınası kendini kuvvetle hissettirir. Tamamiyle ilmî, objektif, pozitif fikirlere sahip olan Beşir Fuad’ın ruhî buhranı ve intihan, bu devir Türkiye’sinin medeniyet trajedisini çok açık bir şekilde gösterir. Şinâsi’nin “aklımca şahadet lâzım” sözü ve objektif âleme bakması, hafifçe bu trajedinin başladığını gösterir.”[18] tespitinde bulunur. Şiirde bu çatışma dokuzuncu beyitte sezgiye dönülmesiyle kendini belli eder. Tanrı’yı ispatı için objektif deliller arayan Şinasi:

“Göremez zâtını mahlûkunun âdî nazarı

Hisseder nurunu amma ki basiret basarı ”

ifadesiyle içinde bulunduğu çatışma halini adeta ifşa eder. Bir Batı bir Doğu arasında gidip gelen “Şinasi’nin düşünce yapısının oluşmasında iki devreden ve muhitten gelen tesirlerin etkili olduğunu söylememiz gerekir. İlk evrede Doğu kültüründen gelen tesirler, Paris’teki yıllarında Batılı düşünce akımlarıyla karışmış ve onu Türk düşünce tarihinde öncü bir aydın konumuna getirmiştir.”[19]

Münacatın yeni tarafı üslupta çözümleniyordu. Mevcut malzeme alışılmışın dışında mesnevi formuna yerleştirilip eskiye ait soyutlamalar (mazmun, mecaz ve söz oyunları…) ortadan kaldırılarak somut ve objektif bir saha olan kainata başvurulmuştur. Konu olarak genel manada bir yenilik söz konusu değilse de Şinasi aklın rehberliğinde objektif verilerle Tanrı’yı ispata kalkar. Kaplan’a göre Şinasi bu suretle şiirimize modern bir tem sokmuş sayılabilir.[20]

Kasideler

“Münacat’ta Tanrı’sını anlatan Şinasi, kasidelerinde Peygamber’ini anlatmıştır.”[21]

Şinasi, dört kaside kaleme almıştır. Kaplan, bunun sayısını beş olarak gösterir, farklı olarak bahsettiği Nef’î’nin «Eyler» redifli kasidesinin yedi beytine naziredir ve hakikî bir kaside sayılamaz, çünkü içinde bir memduhtan bahis yoktur, der.[22]

Şinasi’nin bu dört kasidesinde de övülen yegane şahıs, Gülhane Hattı’nı -Tanzimat Fermanı- ilan eden, ilk kez ikinci Mahmud döneminde öğrencilerin Avrupa’ya gönderilmesini[23] ikinci kez uygulayan ve Şinasi’nin de Paris’e gönderilmesine vesile olan devrin Sadrazamı Mustafa Reşid Paşa’dır. Şinasi’nin kasidelerinde bir idol olarak ortaya çıkarılan Mustafa Reşid Paşa’nın Şinasi adına konumunu Mehmet Kaplan, şu ifadeleriyle ortaya kor: “Şinasi için Reşid Paşa gerçekten sevilen bir insan, memleketi kurtarmaya çalışan bir kahramandır. Şinasi’nin zamanında Fransız gençleri için Napoleon bir kült konusu idi. Şinasi için de Reşid Paşa böyle bir timsal olmuştur. Şinasi, Reşid Paşa’yı kendi inandığı fikirleri tatbik eden bir insan olarak yüceltmiştir. Şinasi’nin nazarında Reşid Paşa bir peygamber, bir ‘resul’ dür.”[24]

“Aceb midir medeniyyet resulü dense sana”

Şinasi, Paris’e gitmeden önce ‘Üslûb-ı kadîm üzre inşâd olundu fî-1265’ (1849) diye not düşürdüğü bu ilk kasidesinde geleneğe bağlılık gösterir. Geleneksel kasidede övme işi, aşırı mübalağa ve karşılaştırmalarla yapılırdı. Övülen kişi, konumun gelmiş geçmiş en iyisi olduğu gibi, şahsiyetiyle de tarihi ve efsanevi şahsiyetleri geride bırakırdı.

“ (…)

İşte envâ-ı mecellât-ı tevârih-i selef

Var mı zâtı gibi düstûr-ı mülûkî dîvân

Kalem-i kâtib-i cân levha edip böyle rakam

Eder evsâfını sükkan-ı felek vird-i zeban

Zül-gabâvettir ana nisbet ile Kadı Ayas

Olunur dâvi-i mebsûteye hüccet ityân

Mülke vaz’ettiği kanunu göreydi andan

Bû-Ali eyler idi kesb-i şifâ-yı îkan

Görse ger bastatmı İbn-i Sabâh-ı Kendî

Kendi etmezdi o gün kendisini istihsân

Kuvve-i akl-i hasîfânesini Eflâtun

İşitip fart-ı hasetten küpe binse şâyân

(…) “[25]

Kaplan’ın da üzerinde durduğu bu beyitlerden anlaşılacağı üzere Şinasi daha terkiplerden de vazgeçmemiştir. Münacat’ta gördüğümüz, sonraki şiirlerinde de karşılaştığımız safi Türkçe arzusu bu şiirinde görünmez. Tüm bunlar Şinasi’nin bu ilk kasidesinin eski şiir anlayışımıza bağlı olduğunu ispatlar.

Müntehabat-ı Eşar’da yer alan diğer üç kaside (1856, 1857, 1858) ise Fransa dönüşü kaleme alınmıştır. Tertibi fi 1272 olan kasidesinde Şinasi, ilk kaside de olduğu gibi klasik kaside formunda kafiyeleşmeye uyulur. Lakin övme eylemi artık ayağı yere basan bir şekilde gerçekleşmektedir.

Adl ü hikmetle eden sen gibi re’y ü tedbîr

Kahramandır ne kadar etmese de ceng ü cidal

…………..

Hak ü insaf ile kan etmeden ettin kanun

Oldu batıl işi cellad-ı leimin battal

Şinasi, Reşid Paşa’yı bu beyitlerle onun asıl kimliği etrafında gerçekçi bir zemin içinde ele alarak över. Reşid Paşa artık harb meydanında esatirlerde geçen kahramanlarla mukayese edilmiyor, başlattığı devrimle “siyaset sahasının kahramanı” oluyordu. Onun bir büyük başarısı da kan dökmeden düzeni sağlamasıdır.

Hak seni milletin ihyasına etmiş meb’us

Mısrasında olduğu gibi bu kasidede vurgulanan akıl, adalet, hak ve millet kavramları dikkati çeken yeni kavramlardır. Bu kavramların cem olduğu demokrasi düşüncesi ise Şinasi’ye hiç de uzak değildir.

Tertibi fi 1273 (1857) olan kasidesinde Şinasi artık mazmunlardan, süslü söyleyiş ve mübalağalardan vazgeçmiş, kendi düşünce dünyasına bağlı akılcı ve objektif bir gerçekçilikle edebiyatımıza yeni bir üslup getirmiştir. Bu kasidesinde “akıl” sözcüğü 22 beyit dahilinde 7 kez tekrar olunur ki ilk beyitte aklın önemine dair vurgu dikkat çekicidir:

Dilin iradesini başta akl eder tedbir

Ki terceman-ı lisandır anı eden takrir

Kader dedikleri halkın murad-ı Hakk’tır kim

Ezelde etti bizi her umurda tahyir

Beytinde geleneğin kader fikrine ters bir duruş sergileyen Şinasi, edebiyatımızda bu yönüyle öncüdür.[26] Ama bu kaside geçen asıl orijinal kavramlar şu iki beyitte görülür ki Şinasi kendi ideolojisini yine kendi idolü aracılıyla onu överek sunar:

Aceb midir medeniyyet resulü dense sana

Vücud-ı mu’cizin eyler taassubu tahzir

……..

Eya ahali-yi fazlın reis-i cumhuru

Reva mı kim kalayım ehl-i cehl elinde esir

İnci Enginün, Tanzimat Fermanı’nda dile gelen maddelerin Şinasi’nin şiirine aksettiğini belirtir.[27] “Tanzimat Türkiye’si için «medeniyet» yeni bir dindir ve Reşid Paşa bu dinin «resul» üdür. Şinasi’nin lügatinde «medeniyet» kelimesi «taassub» un zıttıdır, yani eskinin kötü taraflarına karşı hareketin ifadesidir.”[28] Ayrıca bu yolla Şinasi, divanında eksik olan yeri kendi ideolojinde bizlere sunar. “Dini şiirlerinde Peygamber’i hiç zikretmeyen Şinasi’nin bu na’tsız divançesinde ‘deist’ bir görüş kendini hissettirir.”[29] Şinasi’nin Paris’teyken şarkiyatçılarla olan ilişkisi ve aklın rehberlik için kafi oluşu bu düşünceyi destekler mahiyettedir.

Reis-i cumhur olarak vasıflandırılan Reşid Paşa, halkın seçimiyle olmasa da Hak aracılıyla seçilmiştir. Tüm bunlar onun seçilmişliğine işarettir. Demokrasi düşüncesinin arka planda duruşu bize Şinasi’nin eskiye ait mazmun geleneğine ve soyutlamalara alternatifler oluşturduğunu gösterir.

Tanzimi fi 1274’lü (1858) son kasidesi diğer kasidelerinden form yönüyle ayrılır. Münacat’ta da karşımıza çıkan mesnevi tarzı kafiye örgüsüyle gelenekten ayrı durulmuş olur. Hem Şinasi diğer kasidelerine göre bu son kasidesinde daha sade bir dil kullanır, terkipler asgari surettetir. Kasidesinin doğrudan doğruya memduhunu övmeye başlaması, A. İhsan Kolcu’ya göre kasidenin en özgün yanlarından biridir:[30]

Gelelim zat-ı Reşid’in şerefi mebhanesine

Söz mü var devletli ihyaya olan meb’asine

Adl ü ihsanın ölçüp biçemez Newton’lar

Akl u irfanını derk eyleyemez Eflatun’lar

Bu beyitte klasik şiirde kasidelerde geçen mukayeseye yer verilmekle manada yeni duruş fark eder. Newton’un modern dönemin ve aydınlanmacıların üzerinde uyandırdığı bilim düşüncesi objektif olan aklı ikna eden bir fizik olmuştur. Platon zaten rasyonalizmin ve idealizmin kurucusu olarak bilinir. Şinasi’nin ifadesiyle bu şahsiyetler Mustafa Reşid Paşa’nın yanında solda sıfır kalıyor.

Bir ıtıknamedir insana senin kanunun

Bildirir haddini Sultan’a senin kanunun*

Kanun fikrinin bu denli kuvvetle ortaya çıkarıldığı beyitte Şinasi Tanzimat Fermanı’na atıfta bulunur. Tanzimat Fermanı, Şinasi’nin gözünde Fransız İhtilali sonrası ilan edilen beyanname gibi durur.

Şinasi’nin son üç kasidesi onun siyasi, hukuki, içtimai ve felsefi telakkilerini ortaya kor.[31] Yenilik olarak ilk kasidesiyle karşılaştırma imkanımız olan bu üç kasidede, Şinasi klasik edebiyatın üslubundan ayrılır; mazmunlar ve diğer soyutlamalar terk edilir, kasidelerdeki mukayeseler ve ağır mübalağalardan vazgeçilir. Terkipler asgari derecededir, halkın diline yakınlaşma çabası, kendini çıplak ifadelerle ve safi Türkçe ile gösterir. Yeni kavramlar yahut “madde”ler edebiyatımıza girmiştir: akıl, kanun, demokrasi ve kaderiyecilik aleyhinde.[32]

Müntehabât-ı Eş’âr’da dikkat çeken diğer bir şiir de şüphesiz Arz-ı Muhabbet’tir. Daha en başta kendini ismiyle belli eden şiir Ö. Faruk Akün’e göre yepyeni bir şeydir. Şinasi’nin eserini Fransız şairlerde gördüğü gibi Müntehabât-ı Eş’âr olarak adlandırması da yenilik temayülüdür.[33] Kaplan da onun Şinasi’nin bu tarzını “resim ve heykel görmüş bir insanın kaleminden çıkmışa benzetir.[34]

ARZ-I MUHABBET [35]

Eşi yok bir güzeli sevdi beğendi gönlüm

Kıskanır kendi gözümden yine kendi gönlüm

Sinesinde yakışır ol memeler kim güya

Bir fidan üzre iki kartopu olmuş peyda

Gâhi hasret iken ol sineye sînem kavuşur

Sanma gönlümde olan derd ü muhabbet savuşur

Yaseminden bile nâziktir o boy bos anda

Sarmaşık-vâri sarılsam eğilir ol anda

Candan ülfet edeli öyle civan dil-ber ile

İstemem gayrisini hür u melek olsa bile

Mest olup neş’e-i şehvetle o gözler bayılır

Serpilince yüzüne gözyaşım amma ayılır

Bağrım ezmez mi süzüldükçe o baygın gözler

Beni imrendirir ağzındaki tatlı sözler

Kendi hüsnünden utanmış da kızarmış yanağı

Yüzün örtüp kapamış saçları baştan aşağı

Uğradım zülfü hayaliyle karasevdaya

Böyle Mecnûn dahi düşkün mü idi Leylâ’ya

Cân çekişmekten ise canımı versem bâri

Cân fedâ eyleme bir iş mi sevince yâri

Ben şehid olmadan aşkıyla mezarım kazayım

Taşımı gözlerimin kanlı yaşıyla yazayım

(Müntehûbât-ı Eş’arım, s. 39-40)

LAMARTINE[36]

Şair-i meşhurun MEDITATIONS nâm manzûmesinden,

İşidip gördüceğimsin cânâ

Deştde, ebrde her subh u mesâ

Gösterir suretinin aksini mâ

Bana savtin getirir bâd-ı sabâ

Olsa hâbîde kaçan kim âlem

Rüzgâr estiğini gûş etsem

Sanırım gizli fısıldarsın o dem

Gûşuma bazı kelâm-ı mahrem

Eylesem seyr şu yıldızları ger

Kim eder perde-i leyli pür fer

Vechini sanki bana arz eyler

Çeşmine hoş görünen her ahter

Beni enfâs-ı nesîmin ne zaman

Bûy-ı ezhâr ile etse sekerân

En güzel râyihası içre hemân

Hep senin nemanı koklar dil ü can

(Tercüme-i Manzume, s. 8-9)

Arz-ı Muhabbet’te, Münacat ve son kasidede rastladığımız mesnevi formu tekrar karşımıza çıkar. Dörtlük şekli ve bu formla Şinasi daha önce Fransız Lisanından Nazmen Tercüme Eylediğim Bazı Eşar’da ‘Şair-i meşhurun MEDITATIONS nam manzumesinden’ diye çevirdiği Lamartine’in şiirine yaklaşır.[37]

Tanpınar, klasikle mukayese ederek Şinasi’nin bu lirik şiirinin Türk şiirini, minyatürden ve mücerret hayallerin güzel anlayışından ne kadar uzaklara götürdüğünü ifade eder.[38] Ö. Faruk Akün, Arz-ı muhabbetle divan şiirinin kadın hakkındaki ananevi ve değişmez unsurlarının iyiden iyiye tasfiye edildiğini, kadına mazmunun dışında bir hüviyet verilmesinde muvaffak olunduğunu belirtir.[39] Şinasi’nin üslubu, bu yönlüyle geleneksel yaklaşımdaki soyutlamayı terk edip Batı’nın gerçekçi ve einfühlüng[40] anlayışına merhaba der.

Eşek ile Tilki, Karakuş Yavrusu ile Karga, Arı ile Sivrisinek manzum fablları bizde ilk yerli örneklerdir. “Konuşma dilinin sadeliğinde kendisini ve milletinin edebi zevkini bulan Şinâsî, yazdığı manzum hikâyeleri ile bir bakıma mesnevi geleneğinin dar çemberinden çıkardığı dil ve üslûp anlayışıyla şarkın roman ihtiyacını karşılamıştır.”[41]

Şinasi’nin Şiirimize Getirdiği Yenilikler

* · İlk defa tercüme şiirlerinde “dörtlük” uygulamasına gitmiş ve Doğu’da “mesnevi kafiyesi” olarak bilinen formu, bu şiirlerde uyguladığı gibi kendi şiirlerinde de eski şiir anlayışından farklı bir şekilde uygular. (Münacat, 1858 yılı kasidesi, Arz-ı Muhabbet)

* · Şiirlerinde, klasik şiir anlayışından ayrılarak içerikte yeni sayılan şiirimizde ilk kez rastladığımız “yeni fikir temlerini” kullanmıştır.

* · “Şinasi’nin şiirleri üslup bakımından da yenidir:

a) Şinasi Divan mazmunlarım büyük çapta terk etmiştir.

b) Çıplak bir ifade tarzı yaratmaya çalışmıştır.

c) Yeni imajlar bulma yolunu açmıştır.

d) Arapça, Farsça tamlamaları çözmeye gayret etmiş, bilhassa halkın kullandığı kelime ve ifade tarzlarına kıymet vermiştir.

e) Canlı, hareketli, konuşma sentaksına yakın bir mısra yapısı kurmayı denemiştir.”[42]

* · Şinasi’nin şiir tarzı artık soyutlamaya dayalı bir Doğu estetiğinden sıyrılarak Batılı müşahhas bir estetik zevke yönelmiştir.

* · Şiirine isim vermesi, Arz-ı Muhabbet, edebiyatımızda daha yeni başlamıştır. O ilk defa bir eserine de ad vererek -Müntehabat-ı Eşar- Batılı şairlerin yolundan gider.

Edebiyatımızda Şinasi

Çok boyutlu bir şahsiyet olan Şinasi’nin şairlik tarafından başka ortaya koyduğu eserlerden hareketle onun edebiyatımızdaki yerini ve diğer kimliklerini görelim:

Şair Evlenmesi, 1859 yılında iki perde olarak düşünülmüş ve kaleme alınmıştır; daha sonra ilk perdesi çıkartılarak tek perde hâlinde Tercümân-ı Ahvâl gazetesinde tefrika edilmiştir.[43] Şinasi, bu piyesiyle edebiyatımızda bir ilki gerçekleştirirken yabancı örneklerin taklidine gitmeyip doğrudan-doğruya kendi hayatımıza ve yerli tiplere yönelir. Şinasi, komedisinde devrin münevveri yanında mahalle ve sokağın insanını bir hamlede sahneye çıkarır.[44]

Tanpınar’a göre piyesin konusu, iş bilir, aklı başında bir dost tarafından bir ufak rüşvetle, hileli bir evlendirme vakasıdır.[45] Şinasi adeta folklorik unsurları, orta oyun havasında Türk seyircisinin karşısına Batılı bir formla çıkarmıştır. Dilde sokaktan, halktan, yansımalar görünür.

Şinasi’nin bu denli halk söyleyişine, safi Türkçe’ye yönelişini onun Fransa macerasına bağlamak hata olmaz. Paris’te iken edindiği muhit sayesinde Fransız edebiyatını yakından duymuş, tanıştığı edebiyatçı, filolog ve şarkiyatçılardan etkilenmiştir. “Fransız edebiyatı’nın yaygınlığının sebeplerini elbette ki ‘Edebiyat Dili’ ile ‘Halk Dili’nin aynı olması sayesinde olduğunu anlamış bulunması”[46] onun bu temayülünü açıklar niteliktedir.

Tabii olarak Fransa’nın yaşadığı aydınlanma çağı ve Fransız İhtilali’nin getirdiği halkçı ve milliyetçi söylem Şinasi’de de aksini gösterecektir. “Şinasi’nin şiir dilini sadeleştirme çabalarına gelince, bunlar ulus bilincinin uyanışının göstergesidir.”[47]



Durûb-ı Emsâl-i Osmâniyye, (Osmanlı darb-ı meselleri -atasözleri) Paris’te 1265-1271(1849-1854) yıllarında hazırlanmış ve 1280 (1863) ’de basılmıştır.[48]

Şinasi’nin atasözleri üzerine olan bu çalışması onun diğer eserlerine de yansımıştır. Bu çalışmada atasözlerinin halk felsefesini, bir milletin dünyaya bakış açısını yansıttığını vurgulayarak izlediği eseri hazırlarken izlediği metodu da bir önsözle anlatmıştır. Bu eser Şinasi’nin Paris’teki filologlardan etkilendiğine işaret olmakla onun böyle bir nitelikte eser ortaya koyması Arapça, Farsça ve Fransızca’ya olan yetkinliğini de gösterir.[49] Bu eserinde Şinasi Türkçe atasözlerinin Farsça ve Arapçadaki karşılıkları ile karşılaştırmış; bir de bunlara varsa Fransızcadaki benzer biçimlerini ilave etmiştir. Bu yönüyle Şinasi, “bizde belki ilk defa karşılaştırmalı bir dil bilimi çalışması”[50] ortaya koyar.

Şinasi’nin bir çalışması da batılı tarzda oluşturmak istediği antolojiydi: Fatin Tezkiresi.

Geleneğin oluşturduğu Şuara Tezkireleri’nden en yenisini şair Fatin Efendi’nin eserini ele alan Şinasi sonuçta ilmi bir ‘Osmanlı Şairler Antolojisi’ ortaya çıkarmak istemiştir. Tezkireyi yeniden kaleme alırken nasıl bir metodla hareket edeceğini gazetesinde açıklar. Ne yazık ki bu eser Şinasi’nin Paris’e kaçmasıyla yarım kalır.[51]

Sarf Mecmuası, yine basılamayan eserlerinden biri olarak kabul edilir. Müsvettelerinin de kaybolduğu sanılmaktadır. Bu eserin gramer çalışması olması yine Şinasi’nin birikimini ve çok boyutlu bir şahsiyet olduğunu gösterir.

Lugat-Kamus fikrinin oluşması Şinasi’nin Paris’te Türkologlarla yakın ilişki kurmasından; hatta onların yaptığı sözlük çalışmalarına katkıda bulunmasından ileri gelmektedir. Üstelik Paris’e ikinci gidişinde ünlü sözlük bilimci Littre ile çok yakın dostluk kurması bu düşüncemizi güçlendirmektedir.[52]

Şiirleri dışında bu saydığımız eserleriyle de Şinasi edebiyatımızda öncü olur. İlk piyes örneği, dil çalışmaları ve bu çalışmalarındaki Batılı metodoloji dikkat çekicidir.

Şinasi ve Gazetecilik

Gibb’e göre Şinasi’yi seleflerinden ayıran tarafı tam olarak ne yapacağını ve bunu nasıl yerine getireceğini biliyor olmasıydı. Fransız edebiyatında, arzu ettiği her şeyi mükemmel bir şekilde ortaya koyabilecek örnekler mevcuttu. Edebiyatın nihai hedefi olarak gördüğü kültürel ve moral değerleri açık, zarif ve sade bir şekilde taşıyabilecek oldukça özlü ve anlaşılır bir dil bulmuştu orada.[53]

Şinasi, Agah Efendi ile birlikte tarihimizin ilk özel gazetesi Tercüman-ı Ahvâl 22 Ekim 1860 tarihinde çıkarmaya başlar. İlk sayının mukaddimesinde Şinasi’nin gazeteye bakışını görürüz:

“Mademki bir hey’et-i ictimâiyyede yaşayan halk bunca vezâif-i kânûniyye ile mükelleftir, elbette ki, kalen ve kalemen kendi vatanının menâfiine dair beyân-ı efkâr etmeği cümle-i hukûk-ı muktesebesinden addeyler.

Mademki sosyal bir yapıda yaşayan halk bunca yasal görevler ile yükümlüdür, elbette sözle ve yazıyla kendi vatanının çıkarlarına dair düşüncelerini belirtmeyi, kazanılmış haklarının bütünü sayar.”[54]

Mukaddimede gazetenin yegane sahibi halktır. Gazete, halkın hak ettiği, vatandaşı olmakla bağlandığı vatanında düşüncelerini açıklayabileceği, sesini duyurabileceği bir hakkıdır. Şinasi, Avrupa’da gazetenin yüklendiği misyonu görmüştü. Tanpınar, Şinasi’nin cemiyet hayatı, insan ve insan hakları üzerinde bizim için oldukça yeni bir takım düşünceleri olduğunu belirtir.[55] Nitekim mukaddimede yer alan “…umum halkın kolaylıkla anlayabileceği mertebede, işbu gazeteyi kaleme almak mültezem olduğu dahi makam münasebeti ile şimdiden ihtar olunur.” [56] hatırlatması her şeyi açıklar.

Tercüman-ı Ahvâl, Şinasi’nin ilk uygulamalarına imkan vermiştir. İlk tiyatro denemesi olan Şair Evlenmesi, bu gazetede tefrika edilir. Ayrıca Kostaki Efendi’nin Heyet-i Sabıka-i Kostaniye adlı eseri de Rumcadan çevirerek gene tefrika tarzında yayımlanır. Bunlar basın hayatımızın ilk tefrika örnekleridir. Şinasi, altı ay sonra Tercüman’dan ayrılır.(24. sayıya kadar *) “…Osmanlı İmparatorluğu’nun en serinkanlı iki ferdi tarafından yayımlanan bu gazete, Osmanlı yönetimini memnun etmediğinden, kapatılan ilk gazete olacaktır.”[57]

Tasvîr-i Efkâr, Şinasi’nin tek başına 1862’de çıkarmaya başladığı gazetedir. Sıkı bir hazırlıktan sonra Şinasi aynı adlı hem bir gazetenin hem de bir matbaanın sahibidir. 28 Haziran 1862’de çıkan ilk sayının mukaddimesinde:

“Bir hâl-i medeniyyette bulunan halk ise kendi menafiinin husulü hakkına ne suretle sarf-ı zihn eylediği tercümân-ı efkârı olan gazetelerin lisanından malûm olur.

Bir uygarlık durumunda bulunan halk[ın] ise kendi yararlarının oluşması hakkına ne biçimde akıl harcadığı fikirlerin tercümanı olan gazetelerin dilinden bilinir.”[58] İfadeleriyle gazetenin bir kez daha halkın sözcüsü olduğunu vurgular.

Tasvîr-i Efkâr, nesir edebiyatımızın oluşmasında önemli bir yere sahiptir. “Şinasi’nin hemen hemen gazetedeki bütün yazılara hakim olan nesri, devrinin gençlerinde nesir sahasına karşı büyük bir hevesin uyanmasına sebep olmuştur. Nitekim bizzat Namık Kemal, Tasvir-i efkar’ın zuhuru ile şiirde bir inkıta devresinin başladığını, edebiyatçıların şiirden çok nesirle ilgilendiklerini ifade etmiştir. Şinasi’nin nesrin bu tesiri Abdülhak Hamid aynı nesilden şair Nigar Hanım gibi şair ve ediplerin edebi zevkleri üzerinde ve daha sonraki nesillerin eserlerinde de görülür.”[59]

“Şinasi’nin Tasvir-i efkâr’da Ruzname-i Ceride-i havadis ile yaptığı mebhûsetün anha münâkaşası, devri için bir hadise olmuştur. Bu münakaşanın ehemmiyeti, mevzuundan ziyade, Şinasi’nin dil meselelerindeki geniş vukufu ile, memleketimizde tenkid fikrini uyandırmasında ve olgun bir tenkit örneği vermesindedir.”[60]

“Şinasi, iknci kez Paris’e giderken gazeteyi Namık Kemal’e bırakmıştır. Ondan sonra da Recai-zade Mahmut Ekrem, Ziya Paşa, Ahmed Midhat, Ebuzziya Tevfik gibi yeni yetişinler, basın hayatındaki ilk denemelerini Tasvir-i Efkâr’da gerçekleştirmişlerdir.”[61] Bu bakımdan Şinasi ve Tasvir-i Efkâr’ı adeta bir okul görevi üstlenmiştir.

Gibb’e göre Şinasi, haklı olarak modern Osmanlı edebiyatı ekolünün gerçek kurucusu olarak kabul edilir, zira o zamana kadar ulemanın eğlence aracı olmaktan başka işlevi olmayan edebiyatı ciddi ve sistemli olarak halkın ahlaki ve kültürel değerlerinin öğretilmesinde kullanılacak bir araç haline getirmeye çalışan ilk kişidir.[62]

Sonuç

Çok boyutlu bir kişiliğe sahip olan Şinasi özellikle dil çalışmaları ve gazetecilik yönleriyle kendini daha çok hissettirir. Sanatçı yönü, bilim adamı (metodoloji) ve gazeteci (nesir dili) kimliklerine göre arka plandadır.

Şair Şinasi, klasik edebiyatın soyutlama zevkinden vazgeçerek müşahhas olana yönelir. Batı’dan getirdiği yeni fikir temleriyle yine eskiden ayrılır. Divan dilini halkın diline yaklaştırarak safi Türkçe söyler, ilk kez Fransızcadan dilimize şiirler ve bazı piyeslerden çeviriler sunar.

Dil çalışmalarında Fransa’daki muhitinin izlerini taşır, bizde ilk kez Batı metodolojisini çalışmalarında rehber edinir. Edebiyatımızdaki ilk piyes örneğini yerli zemine ve folklora dayandırır.

Gazeteci kimliği ile ‘gazete’yi kültürümüzle asıl tanıştıran olduğu gibi bu gazetelerle bizde yeni bir nesir dilinin de kurucusu olmuştur. Gazeteler döneminin birer okulu hatta enstitüsü niteliğindedir. Dönemin önemli edebi şahsiyetleri bu okulda yetişir. Edebiyatımızda tefrika geleneği yine Şinasi’nin öncülüğünde başlamıştır.

***

KAYNAKLAR

AKA Pınar, Modernleşme, Gelenek ve Metin, www.littera.hacettepe.edu.tr, E.T. 25.12.2009

AKÜN Ömer Faruk, İslam Ansiklopedisi, “Şinasi” maddesi, MEB Yay, 11. Cilt, İstanbul 1993

AKYÜZ Kenan, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İnkılap Kitapevi, İstanbul 1995

AYDIN Abdulhalim, Batılılaşma Döneminde Şinasi ve Fransız Etkisi, Hacettepe Üniversitesi,

Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 17 / Sayı: 2

ÇELİK Hüseyin (yayına hazırlayan) , Ziyad Ebüzziya – Şinasi, İletişim Yayınları, İstanbul 2007

ENGİNÜN İnci, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923) , Dergah Yayınları, İstanbul 2007

GIBB E. J. Wilkinson, Osmanlı Şiir Tarihi 3-5, Akçağ Yayınları, Ankara 1999

KACIROĞLU Murat, Bir Bunalımın Anatomisi: Tanzimat Şiirinde İnanç Krizleri TurkishStudies,

Volume 4 /1-II Winter 2009

KAPLAN Mehmet, Şiir Tahlilleri-1, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e, Dergah Yayınları, İstanbul 2005

KAPLAN Mehmet, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar-, Dergah Yayınları, İstanbul 1995

KOLCU Ali İhsan, Modern Türk Şiiri 1-Şiir Tahlilleri, SalkımSöğüt Yayınevi, Konya 2007

MARDİN Şerif, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, iletişim Yayınları, İstanbul 2004

ÖZCAN Tarık, Şinasi’nin Şiirinde Dil ve Üslûp, Türk Dili, 658, Ekim 2006

PARLATIR İsmail (koordinatör) , Tanzimat Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara 2006

SAİD Edward W. Şarkiyatçılık Batının Şark Anlayışları, Metis Yayınları, İstanbul 2008

SAZYEK Hakan-Esra, Yeni Türk Edebiyatı’nda Önsözler-Bir 19. Yüzyıl Seçkisi, Akçağ Yayınları,

Anlara 2008

TANPINAR Ahmet Hamdi, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, YKY, İstanbul 2006

TUNALI İsmail (çeviren) , Wilhelm Worringer, Soyutlama ve Einfühlüng, İÜ- Edebiyat Fakültesi

Yayınları, İstanbul 1971
* Rize Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi

[1] İsmail Parlatır(Koordinatör) , Tanzimat Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara 2006, s. 96

[2] “ Orta tahsil müesseselerinin bulunmadığı bu devirde gençlerin yetişmelerinde bir mektep hizmeti gören kalem hayatının Şinasi üzerinde çok feyizli bir tesiri oldu. Burada İbrahim Efendi adında çok bilgili bir zattan, başta Arapça olmak üzere, geniş ölçüde şark ilimlerini elde etmek imkanını buldu. İstanbul’a gelen Bursalı Şeyh Zaik’ten Farsça dersi almak gibi teşebbüsleri onun kendisini yetiştirme gayretini gösteren delillerdendir.”

(Ömer Faruk Akün, İslam Ansiklopedisi “Şinasi” maddesi, MEB Yay, 11. Cilt, İstanbul 1993, s. 545)

[3]Akün, a.g.e. s. 545

[4] Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İnkılap Kitapevi, İstanbul 1995, s. 43

[5] Murat Kacıroğlu, Bir Bunalımın Anatomisi: Tanzimat Şiirinde İnanç Krizleri, Turkish Studies, s. 11

[6] Akün, a.g.e. s. 545

[7] Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, YKY, İstanbul 2006, s. 196

[8] Parlatır, a.g.e. s. 97

[9] Abdulhalim Aydın, Batılılaşma Döneminde Şinasi ve Fransız Etkisi, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 17 / Sayı: 2, s. 105

[10] Akün, a.g.e. s. 556

[11] Parlatır, a.g.e. s. 98

[12] Aynı eserde, s. 98

[13] Tanpınar, a.g.e. s. 182

[14] Aynı eserde, s. 183

[15] Aynı eserde, s. 182

[16] “ 1850’de, devrinin en büyük Fransız yazarlarıyla tanışmış, Renan, Lamartine, Pavet de Courteille, Samuel de Sacy gibi bilginlerle ilişki kurmuştur. Hele 1851’de, Fransa’da o devrin en önemli Şarkiyat (Oriyantalist) teşekkülü bulunan Societe Asiatique’e asli ve dahili üye olabilmesi…”

Hüseyin Çelik (yayına hazılayan) , Ziyad Ebüzziya – Şinasi, İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s. 56

[17] Edward W. Said, Şarkiyatçılık Batının Şark Anlayışları, Metis Yayınları, İstanbul 2008, s. 145

[18] Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri-1, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e, Dergah Yayınları, İstanbul 2005, s. 36

[19] Murat Kacıroğlu, a.g.e. s. 12

[20] Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar-1, Dergah Yay. İstanbul 1995, s.258

[21] Aynı eserde, s. 262

[22] Aynı eserde, s. 263

[23] Akyüz, a.g.e. s. 10

[24] Kaplan, a.g.e. s. 263

[25] Kaplan, a.g.e. s. 264, 265

[26] Aynı eserde, s. 268

[27] İnci Enginün, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923) , Dergah Yayınları, İstanbul 2007, s. 473

[28] Kaplan, a.g.e., s. 272

[29] Akün, a.g.e. s. 555

[30] Ali İhsan Kolcu, Modern Türk Şiiri 1-Şiir Tahlilleri, SalkımSöğüt Yayınevi, Konya 2007, s. 29

* Son üç kasideye ait beyitler için bk→ Çelik, a.g.e. s. 374-379

[31] Aynı eserde, s. 555

[32] Kaplan, a.g.e. s. 267-271

[33] Akün, a.g.e. s. 556

[34] Kaplan, a.g.e s. 273

[35] Çelik, a.g.e. s. 384

[36] Aynı eserde, s. 390

[37] Akyüz, a.g.e. s. 44

[38] Tanpınar, a.g.e. s. 185

[39] Akün, a.g.e. s. 554,555

[40] Einfühlüng kavramı için bk→ İsmail Tunalı (çeviren) , Wilhelm Worringer, Soyutlama ve Einfühlüng, İÜ- Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1971

[41] Tarık Özcan, Şinasi’nin Şiirinde Dil ve Üslûp, Türk Dili, 658, Ekim 2006, s. 364

[42] Kaplan, a.g.e. s. 274

[43] Parlatır, a.g.e. s. 111

[44] Akün, a.g.e. s. 558

[45] Tanpınar, a.g.e. s. 193

[46] Çelik, a.g.e. s. 358

[47] Pınar Aka, Modernleşme, Gelenek ve Metin, www.littera.hacettepe.edu.tr, TURKCE 18 cilt 17, s. 7

[48] Çelik, a.g.e. s. 348

[49] Aynı eserde, s. 349,350

[50] Parlatır, a.g.e. s. 120

[51] Çelik, a.g.e., s. 351-355

[52] Parlatır, a.g.e. s. 120

[53] E. J. Wilkinson Gibb, Osmanlı Şiir Tarihi 3-5, Akçağ Yayınları, Ankara 1999, s. 529

[54] Hakan Sazyek, Esra Sazyek, Yeni Türk Edebiyatı’nda Önsözler-Bir 19. Yüzyıl Seçkisi, Akçağ Yayınları, Anlara 2008, s. 373, 375

[55] Tanpınar, a.g.e. s. 197

[56] Hakan Sazyek, Esra Sazyek, a.g.e. s. 374

*bk→ Çelik, a.g.e. s. 175

[57] Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, iletişim Yayınları, İstanbul 2004, s. 289

[58] Hakan Sazyek, Esra Sazyek, a.g.e. s. 376, 378

[59] Akün, a.g.e. s. 556

[60] Aynı eserde, s. 557

[61] Parlatır, a.g.e. s. 83

[62] Gibb, a.g.e. s. 528